Buch lesen: «Kahramanların Görevi »

Schriftart:
Morgan Rice Hakkında

Morgan Rice, 11 kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; 13 kitaptan oluşan (ve devam eden), 1 numaralı çok satan destansı FELSEFE YÜZÜĞÜ kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır.

Morgan’ın kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir. Tercümesinin yapıldığı diller: Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Japonca, Çince, İsveççe, Hollandaca, Türkçe, Macarca, Çekçe ve Slovakça (daha farklı dillere tercümesi de yapılmakta).

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları

“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: entrika, karşı entrika, gizem, yiğit şövalyeler, kırık kalpler ile dolu çiçekli aşklar, aldatma ve ihanet. Sizi saatlerce eğlendirecek ve her yaştaki okuyucuyu memnun edecek. Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”

–-Books and Movie Reviews, Roberto Mattos

“Rice daha başlangıçtan sizi hikâyenin içine çok başarılı bir şekilde çekiyor; betimlemelerinde kullandığı kaliteli üslup size adeta ortamın bir resmini çiziyor. Çok güzel yazılmış ve çok hızlı okunuyor.”

–-Black Lagoon Reviews (Dönüşüm)

“Genç okurlar için ideal bir hikâye. Morgan Rice enteresan ve baş döndürücü bir şaşırtmacayla iyi iş çıkartmış. Canlandırıcı ve benzersiz… Seri bir kız etrafında odaklanıyor… Sıra dışı bir kız! Okuması kolay fakat oldukça hızlı…  Derecelendirme: PG.”

–-The Romance Reviews (Dönüşüm)

“Başlangıçtan itibaren ilgimi çekti ve bir daha da bırakmadı… Bu inanılmaz macera daha başlangıcından itibaren çok hızlı ve macera dolu. Bir tek boş an bile bulamayacaksınız.”

–-Paranormal Romance Guild (Dönüşüm)

“Aksiyon, romantizm, macera ve belirsizlik dolu bir sıkışma. Bu kitabı elinize alın ve yeniden âşık olun.”

–-vampirebooksite.com (Dönüşüm)

“Harika bir hikâye… Gece boyunca elinizden düşürmek istemeyeceğiniz bir kitap. Sonu ise tam bir heyecan seli; o kadar muhteşem ki, daha sonra ne olduğunu öğrenebilmek için hemen ikinci kitabı almak isteyeceksiniz.”

–-The Dallas Examiner (Sevilmiş)

“ALACAKARANLIK ve VAMPİR GÜNLÜKLERİ’ne bir rakip ve son sayfasına kadar okumak istemenizi sağlayacak bir kitap! Macera, aşk ve vampirleri seviyorsanız, bu kitap tam size göre!”

–-Vampirebooksite.com (Dönüşüm)

“Morgan Rice bir kez daha inanılmaz yetenekli bir hikâye anlatıcı olduğunu kanıtlıyor… Bu kitap vampir/fantezi türünün genç fanları da dâhil geniş bir kitleyi çekebilir. Hiç beklenmedik ve sizi şoke edecek bir sonla bitiyor.”

–-The Romance Reviews (Sevilmiş)

Morgan Rice Kitapları
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. KİTAP)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. KİTAP)
EJDERHALARIN KADERİ (3. KİTAP)
GURUR AĞLAYIŞI (4. KİTAP)
ŞEREF YEMİNİ (5. KİTAP)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. KİTAP)
KILIÇ AYİNİ (7. KİTAP)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. KİTAP)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. KİTAP)
KALKAN DENİZİ (10. KİTAP)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. KİTAP)
ATEŞ ÜLKESİ (12. KİTAP)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. KİTAP)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA 1: KÖLETÜCCARLARI (1. KİTAP)
ARENA 2 (2. KİTAP)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. KİTAP)
SEVİLMİŞ (2. KİTAP)
ALDATILMIŞ (3. KİTAP)
YAZGI (4. KİTAP)
ARZULANMIŞ (5. KİTAP)
NİŞANLI (6. KİTAP)
YEMİNLİ (7. KİTAP)
BULUNMUŞ (8. KİTAP)
CANLANDIRILMIŞ (9. KİTAP)
GÖMÜLMÜŞ (10. KİTAP)
KADER (11. KİTAP)
FELSEFE YÜZÜĞÜ serisini sesli kitap formatında Dinleyin!

Bulabileceğiniz Yerler:

Amazon
Audible
iTunes

Morgan Rice © 2012


Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.


Bu eKitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu eKitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.


Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfidir.


Telif hakları RazoomGame’e ait Jacket adlı eser, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.

 
“Tacı giyen baş, huzur nedir bilmez”
 
-William Shakespeare
IV. Henry, II. Bölüm


1

Batı Yüzük Krallığı’nın Alçak Topraklarındaki en yüksek tepenin üzerinde duran delikanlı, bakışlarını kuzeye çevirmiş ve yeni doğan güneşleri izliyordu. Yaptıkları inişler ve çıkışlarla tıpkı bir devenin hörgüçlerine benzeyen vadiler ve tepeler, gözün alabildiğine uzanıyordu. İlk güneşin koyu turuncu ışınları sabah sisinin içinde parıldayarak, etrafa, delikanlının da ruh haline uyum sağlayan büyülü bir hava veriyordu. Normalde ne bu kadar erken kalkar, ne de babasının öfkesini üzerine çekeceği için evinden bu kadar uzaklaşıp, bunca yükseklere tırmanırdı. Ancak bugün bunu umursamıyordu. Özellikle bugün, onu on dört yıldan beri baskı altında tutan milyonlarca kural ve görevi yok saymaya hazırdı. Çünkü bugün, diğerlerinden daha farklıydı. Kaderinin çizileceği gün, bugündü.

Güney Eyaleti’nde yer alan Batı Krallığı’ndan McLeod klanından gelen Thorgrin isimli bu delikanlıyı herkes kısaca Thor diye bilirdi. Dört çocuktan en küçüğü olan, babasının gözdeleri arasında en son sırayı alan Thor, bugün olacaklar konusunda o kadar heyecanlıydı ki, tüm gece gözüne uyku girmemişti. Uykulu gözleriyle sürekli yatakta dönüp durmuş ve bir an önce ilk güneşin doğmasını beklemişti. Böylesi bir gün ancak birkaç yılda bir yaşanırdı. Olur da eline geçen bu fırsatı kaçırırsa, sonsuza dek bu köyde mahsur kalacak ve ömrünün geri kalanı boyunca babasının sürüleriyle ilgilenmek zorunda kalacaktı. Bu seçeneği düşünmeye bile tahammül edemiyordu.

Askerlik Günü. Krallık Ordusu’nun eyaletleri inceleyerek, Kraliyet Lejyonu için gönüllü olanları büyük bir özenle seçtikleri o gün. Thor’un hayatı boyunca başka hiçbir hayali olmamıştı. Onun için yaşamın tek bir amacı vardı: en kaliteli zırhlar ve en iyi dövülmüş silahlarla donanmış Gümüşler’e, yani kralın seçkin şövalyelerine katılabilmek. Gümüşler’e girebilmenin tek yolu ise on dört ve on dokuz yaş çocuklarından oluşan Lejyon’a katılarak, şövalye silahtarlığı yapmaktı. Ayrıca buraya katılabilmek için kişinin bir soylunun oğlu olması veya halihazırda unvan sahibi bir savaşçı olması gerekirdi.

Fakat Askerlin Günü’nde durum biraz daha farklıydı. Birkaç yılda bir yaşanan bu nadir olay, Lejyon mensuplarının sayısında bir düşüş yaşandığı zaman, kralın adamlarının yeni katılımcılar için tüm ülkeyi araştırmasıyla gerçekleşirdi. Halktan seçilen az miktardaki kişiden çok daha azının Lejyon’a girebileceğini, herkesçe bilinen bir gerçekti.

Ufku izleyen Thor, bir hareketlilik görebilmeyi umuyordu. Gümüşlerin, köylerine uzanan tek yol olan bu noktadan gelmek zorunda olduklarını biliyor ve onları gören ilk kişi olmayı umuyordu. Etrafındaki koyun sürüsü ise Thor’a isyan ediyor, onları otlakların daha lezzetli olduğu dağın aşağısına indirmesi için hep beraber homurdanıyorlardı. Dikkatinin dağılmasını istemeyen Thor, hayvanlardan çıkan ses ve kokuları umursamamaya çalışıyordu.

Yıllarca sürülerle ilgilenip, babasının ve ağabeylerinin uşaklığını yapmasını dayanılabilir hale getiren tek şey, bir gün buradan ayrılacağına dair beslediği umuttu. Bir gün, Gümüşler geldiğinde, onu küçümseyen herkesi şaşırtacak ve seçilecekti. Hızlı bir hareketle Gümüşlere ait at arabasına atlayarak, her şeye veda edecekti.

Onu hiçbir zaman ciddiye almayan babası ise tabii ki onu ne Lejyon ne de herhangi bir iş için aday olarak görmüyordu. Babası tüm sevgisini ve ilgisini ağabeylerine ayırmıştı. En büyükleri on dokuz yaşında olan kardeşlerin diğerleri on sekiz ve on yedi yaşında idiler. Bu durum sadece on dört yaşında olan Thor için oldukça zorlayıcıydı. Ya yaşça birbirilerine yakın oldukları ya da Thor ile hiçbir ortak noktaları olmadığı için her zaman beraber takılan bu üç kardeş, çoğu zaman Thor’un varlığından haberdar değillermiş gibi gözükürlerdi.

İşleri daha kötü bir hale sokan ise ağabeylerinin ondan daha uzun ve güçlü olmalarıydı. Kendisinin de çok kısa olmadığının farkında olan Thor’un kaslı bacakları, ağabeylerinin devasa gövdeleri karşısında titrerdi. Babası ise bu durumu düzeltmek bir yana, sanki bundan hoşlanıyormuş gibi görünürdü. Ağabeyleri dövüş eğitimi alırken, o koyunlarla ilgilenmesi veya kılıçları bilemesi için yollanırdı. Bundan sesli olarak bahsedilmese bile, herkes Thor’un hayatının sonuna kadar burada kalıp, büyük işler başaran ağabeylerini izlemek zorunda kalacağını bilirdi. Eğer her şey babasının ve ağabeylerinin dilediğince gerçekleşirse, Thor’un kaderi ailesinin ihtiyaçları için bu köyde unutulup gitmekten başka bir şey olmayacaktı.

İşin garip tarafı ise Thor, ağabeylerinin nedense ondan korktuğunu, hatta nefret ettiklerini hissediyordu. Bu durum, ona attıkları tüm bakışlarda, yaptıkları tüm hareketlerde belli oluyordu. Nedenini bilmese bile, ağabeylerinde kıskançlık veya tedirginlik gibi bir his uyandırdığını fark etmişti. Belki bunun sebebinin onlardan daha farklı olması, onlar gibi hareket etmeyip, konuşmamasından kaynaklanıyor olabileceğini düşünmüştü. Thor onlar gibi bile giyinmezdi. Babası en güzel giyecekleri (mor ve kızıl cüppeler) ve en gösterişli kılıçları ağabeyleri için ayırırken, Thor ise sadece en ucuzundan paçavraları giyerdi.

Buna rağmen Thor, elindekilerle yapabileceğinin en iyisini yapmaktan geri durmadı. Üzerine oturmayan cübbesinin etrafına bir kuşak sararak, onu giyilebilir hale getirdi. Yaz da gelmiş olduğuna göre artık cübbesinin kollarını kısaltarak, hafifçe esen rüzgarların yapılı kollarını serinletmesine izin verebilirdi. Sahip olduğu tek pantolon kalitesiz keten kumaşından yapılmıştı ve ayaklarına geçirdiği en ucuz deriden imal edilmiş botların bağcıkları, kavalkemiğinin ardında birleşiyordu. Yani kısacası, tam bir çoban gibi giyiniyordu.

Fakat fiziksel özellikleri açısından hiç de bir çobana benzer hali yoktu. Thor, uzun ve hayli çevikti. Heybetli ve asil görünümlü çenesi, yüksek elmacık kemikleri, gri renkteki gözleri ile yanlış işe verilmiş bir savaşçıya benziyordu. Dalgalar halinde kulaklarının hizasına inen düz ve kahverengi saçları, ışıkta parıldayan gözleriyle birleşiyordu.

Thor, bugün ağabeylerinin geç saate kadar uyumasına izin verileceğini, doyurucu bir yemeğin ardından ise en iyi silahlarla donatılarak ve babalarının desteğiyle seçmelere gönderileceklerini biliyordu. Ona ise izlemesi için bile izin verilmeyecekti. Bir kere babasıyla bunun hakkında konuşmaya çalışmıştı. Babası konuyu kesin bir şekilde kapattığı için, bir daha onunla böyle bir tartışmaya girmemişti. Ancak bu durumu hiç de adil bulmuyordu.

Fakat Thor babasının onun için belirlediği yazgıya karşı çıkmakta kararlıydı. Kraliyet kafilesini görür görmez hızla eve doğru koşup, babasıyla yüzleşecek ve onun cevabı ne olursa olsun, kendini Kral’ın Adamlarına tanıtacak ve diğerleriyle beraber mücadele edecekti. Babasının onu durdurabilmesine imkan yoktu. Bunu düşünmek bile midesinde düğümlenmeye benzer bir his uyandırıyordu.

İlk güneş artık epeyce yükselmiş, yeni doğmaya başlayan ikinci güneş ise, mor gökyüzünün üzerine nane yeşili bir katman ekliyordu. İşte tam o an Thor, ufukta beliren kafileyi tespit etti.

Dimdik ayakları üzerine doğrulmuştu ve tüyleri diken dikendi. Ufukta silik şekilde görünen at arabalarının kaldırdığı tozlar, etrafa yayılıyorlardı. Seçebildiği her yeni at arabasıyla beraber, kalbi daha da hızlı atmaya başlıyordu. Bu mesafeden bile altın renkli at arabalarının güneşlerin altında parlayışını görebilmek mümkündü, tıpkı sudan fırlayan bir gümüş balığı gibi.

Tamı tamına on iki araba saydıktan sonra artık daha fazla dayanamayacağını fark etti. Göğsünde güm güm atan kalbiyle, hayatında ilk defa sürüsünü unutarak, düşe kalka tepeden aşağı inmeye başladı. Kendini onlara gösterene kadar durmak niyetinde değildi.

*

Var gücüyle tepeden aşağı inerken, ne soluklanmak için duruyor ne de vücudunu çizikler içinde bırakan dalları umursuyordu. Bir açıklığa vardığı zaman durup, önünde uzanan köyüne baktı. Bu sessiz sakin köyünün içi, çatıları sazdan, duvarları kille sıvanmış evlerle doluydu. Bu evlerin içinde ise en fazla birkaç düzine aile yaşardı. Bacalardan çıkan dumanı gören Thor, herkesin çoktan uyanmış olduğunu ve kahvaltılarını hazırladıklarını anladı. Kraliyet Sarayı’ndan bir günlük mesafede olan bu huzur dolu köyün amacı, olası tehlikeleri önceden tespit edebilmekti. Tıpkı Halka’ nın sınırlarında yer alıp, tarımla uğraşan diğer köyler gibi, burası da Batı Krallığı’nın çarkındaki dişlilerden sadece biriydi.

Tozu dumana katarak koşan Thor, köy meydanına uzanan son açıklığı da hızla geçti. Thor’u gören tavuk ve köpekler, dehşetle önünden çekildiler. İçinde su kaynayan bir kazanın yanına çökmüş yaşlı bir kadın da Thor’un ardından seslendi.

“Yavaşla evlat!” diye bağıran kadın, kazanını ısıtan ateşi, Thor’un kaldırdığı tozdan korumaya çalışıyordu.

Fakat Thor ne bu yaşlı kadın ne de herhangi biri için yavaşlamak niyetinde değildi. Çok iyi bildiği sokaklarda, bir o sokağa bir bu sokağa girerek, hızla evinin yolunu tuttu.

Bu evin köydeki diğer evlerden pek de farkı yoktu. Gene onlar gibi kilden duvarları, sazlarla örtülü bir çatısı vardı. Ortadan ayrılan evin tek odasının bir tarafında babası, diğer tarafında üç ağabeyi uyuyordu. Köydeki diğer evlerde rastlanmayan, yapıya bitişik haldeki tavuk kümesi ise Thor’un uyusun diye yollandığı kısımdı. İlk başlarda ağabeyleriyle beraber yatan Thor, onların zamanla büyüyüp, kabalaşması ve babalarının gözünde daha özel bir yere gelmeleriyle beraber, buradan istenmediğini anlamıştı. İlk başta buna bozulan Thor, zamanla kendine ayrılan kısımdan memnuniyet duymaya ve hatta ağabeylerinden uzak olduğu için keyif almaya bile başlamıştı. Zaten evin istenmeyen kişisi olduğunu düşünen Thor, kümese yollanmasıyla beraber artık bundan iyice emin olmuştu.

Hızla ön kapıdan içeri dalan Thor, hızını kesmeden ilerlemeye devam etti.

“Baba!” diye bağırdı, bir yandan soluklanmaya çabalarken. “Gümüşler! Geliyorlar!”

Çoktan üzerlerine en güzel kıyafetlerini geçirmiş olan babası ve ağabeyleri, kahvaltı masasının üzerine çökmüşlerdi. Haberi alır almaz yerlerinden fırlayan bu dördü, Thor’un suratına bile bakmadan ve omuzlarına çarparak, doğru evden dışarı fırladılar.

Peşlerinden koşan Thor, onlarla beraber ufku izlemeye başladı.

Kardeşlerden en büyüğü olan Drake, “Ben kimseyi göremiyorum” dedi kalın sesiyle. Geniş omuzları ve tıpkı kardeşlerinin ki gibi kısa kesilmiş saçları olan Drake, Thor’a her zamanki gibi küçümseme dolu olan kahverengi gözlerini çevirdi.

“Ben de göremiyorum” diye onayladı Dross. Drake’den sadece bir yaş küçük olan Dross, her zaman onun yanını tutardı.

Thor, onlara, “Geliyorlar!” diye karşılık verdi. “Yemin ederim!”

Ona dönen babası, omuzlarından sertçe tuttu.

“Geldiklerini nereden biliyorsun?” diye emreder gibi sordu.

“Onları gördüm.”

“Nasıl? Nereden?”

Thor köşeye sıkışmıştı. Şüphesiz ki babası, onları görebileceği tek yerin tepenin üstü olacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden Thor, ne cevap vermesi gerektiğinden emin olamadı.

“Ben… tepeye tırmanmıştım-“

“Sürüyle beraber mi? Hayvanları o kadar uzaklaştırmaman gerektiğini biliyorsun.”

“Ama bu sıradan bir gün değil ki. Onlar görebilmek istiyordum.”

Babası ona öfke dolu bir bakış attı.

“Derhal içeri gir ve ağabeylerinin kılıçlarını getirdikten sonra, silahlarının kınını cilalamaya başla. Kralın adamları geldiği zaman, onları en iyi halleriyle takdim edebilmek istiyorum.”

Thor’la işi biten babası, tekrar ağabeyleriyle beraber yolu izlemeye koyuldu.

Üç ağabeyi arasında en küçük olanı ve Thor’dan üç yaş büyük olan Durs, “Sizce bizi seçecekler midir?” diye babasına sordu.

Babaları, “Seçmemeleri onların aptallığı olur” diye cevapladı. “Bu sene ellerindeki adam sayısı epey bir düştü. Hasat bu kadar kötü olmasaydı, gelmeye tenezzül bile etmezlerdi. Üçünüzde dik durun, göğüsler dışarı ve kafalar hafif yukarı. Doğrudan gözlerinin içine bakmayın, fakat bakışlarınız etrafta da dolaşmasın. Güçlü ve kendinizden emin durun. Sakın olaki herhangi bir zayıflık belirtisi göstermeyin. Kraliyet Lejyonu’na katılmak istiyorsanız, sanki çoktan onun bir mensubuymuş gibi davranmayı unutmayın.”

Babalarının talep ettiği pozisyonu alan üç kardeş, hep bir ağızdan “Emredesin, baba” dediler.

Arkasını dönen babası, Thor’a ters bir bakış attı.

“Neden halen buradasın?” diye sordu. “Doğru içeri!”

İki arada kalan Thor, yerinden kıpırdayamadı. Her ne kadar babasının emirlerine karşı çıkmak istemese bile, onunla konuşması gerekiyordu. Ne yapması gerektiğini düşünürken, kalbi heyecandan duracak gibiydi. Babasının sözünü dinleyip, kılıçlarını getirdikten sonra içinden geçenleri onunla paylaşmanın en iyisi olacağına karar verdi. Doğrudan onun karşısına dikilmenin, işleri daha da kötü yapacağının farkındaydı.

Eve giren Thor, silahların bulunduğu kısma ilerledi. Ağabeylerine ait kılıçlara yaklaşan Thor, bunların gördüğü en güzel şeyler olduğunu düşünürdü her zaman. Kusursuz bir işçiliğin ürünü gümüş kabzalarla taçlandırılan bu kılıçları alabilmek için babası yıllarca çalışıp durmuştu. Üçünü de yerinden alan Thor, her zaman olduğu gibi bu sefer de ağırlıkları karşısında şaşırmıştı. Kılıçlarla beraber evden dışarı çıktı.

Her bir kılıcı sahiplerine verdikten sonra, babasına yaklaştı.

“Cilalamadın mı?” diye sordu Drake.

Sinirlenen babası henüz ağzını açamadan, Thor konuştu.

“Baba, lütfen. Seninle konuşmam gerekiyor!”

“Sana cilalaman-”

Öfkeli gözleri Thor’a çevrili olan adam, meraklanmıştı. Thor’un yüzündeki ciddi ifadeyi görünce dayanamadı ve sordu, “Evet?”.

“Beni de ağabeylerimle beraber takdim edilmek istiyorum. Lejyon’a katılabilmek için.”

Ağabeylerinin yükselen kahkahası, Thor’un utandırdı.

Ancak babası gülmemişti. Bilakis, suratındaki düşünceli ifade hepten derinleşti.

“İstediğin bu mu?” diye sordu.

Thor hevesli şekilde kafasını salladı.

“On dört yaşındayım. Yani katılmak için uygunum.”

Omuzunun üzerinden Thor’a küçümseyen bir bakış atan Drake “Senin dediğin, inebilecekleri en küçük yaş” dedi. “Seni alacak olsalar, bir ilk olurdun. Senden beş yaş büyük olan ben varken, gerçekten de seni seçebileceklerini mi düşünüyorsun?”

“Çok küstahsın” dedi Durs. “Her zaman olduğu gibi.”

Onlara dönen Thor, “Size bir şey sorduğum yok” dedi ve ardından tekrar, kaşları halen çatık olan babasına döndü.

“Baba, yalvarırım” dedi. “Bana bir şans tanı. Tüm isteğim bu. Henüz küçük olduğumun farkındayım, fakat zaman içinde kendimi kanıtlayacağım.”

Babası olumsuz manada kafasını salladı.

“Evlat, sen bir asker değilsin. Kardeşlerin gibi hiç değilsin. Senin görevin çobanlık. Hayatını burada, benim yanı başımda geçireceksin. Sana verilen görevlerin hepsini hakkıyla yerine getireceksin. İnsanlar, kendilerini hayallere fazla kaptırmamalı. Yaşamını olduğu gibi kabullen ve onu sevmeyi öğren.”

Kalbi kırılan Thor’un kurduğu tüm hayaller, gözlerinin önünde yıkılıyorlardı.

Hayır, diye düşündü. Buna izin veremem.

“Fakat baba-”

“Sessizlik!” diye kükredi babası. “Seninle daha fazla uğraşamam. İşte, geliyorlar. Yoldan çekil ve onlar buradayken sakın yanlış bir hareket yapayım deme.”

İlerlemeye başlayan babası, Thor’u sanki bir eşyaymış gibi iterek, onu yoldan uzaklaştırdı. Babasının onu iten iri avucu, adeta Thor’un göğsüne saplandı.

Yaklaşan gürültüyü duyan köy halkı evlerinden fırlayarak, yolun kenarına dizilmeye başladılar. Kafilenin geldiğini haber veren büyük bir toz bulutunun ardından şehre giren bir düzine at arabasından çıkardığı ses, adeta bir gök gürültüsü gibiydi.

Kafile, Thor’un evine yakın bir mesafede durdu. Şahlanan atlar, burunlarından soluyorlardı. Kalkan tozun içinde kalan kafileyi görmeye çalışan Thor, askerlerin üzerindeki zırh ve kılıçları seçebilmeye uğraşıyordu. Gümüşler’e daha önce hiç bu kadar yaklaşmamış olduğundan, aşırı heyecanlanmıştı.

Kafilenin en önündeki askerin atından inmesiyle Thor, hayatında ilk defa gerçek bir Gümüş gördü. Halkaları parlayan zincir zırhı ve uzun bir kılıcı olan bu adam, otuzlarındaydı. Kirli sakalı, yaralarla dolu suratı ve savaştan kırdığı burnu ile gerçek bir askerdi. Thor hayatında bu kadar sağlam yapılı bir adam hiç görmemişti. Kafiledeki herkesten en az iki kat daha iri olan bu askerin suratındaki ifade, onun yetkili biri olduğunu belli ediyordu.

Toprak yola atladıktan sonra sıraya dizilmiş oğlanların yanına ilerlemeye başlayan adamın mahmuzları şakırdıyordu.

Neredeyse tüm köy boyunca baştan aşağı hazır ola geçmiş olan oğlanlar, büyük bir umutla kendi sıralarını bekliyorlardı. Gümüşler’e katılmak demek, savaş meydanlarında geçirilecek onurlu bir yaşam, şan, şöhret, zafer ve zenginlik manasına geliyordu. Kişinin ailesini de onurlandıracak böylesi bir yaşam için atılması gereken ilk adım, Lejyon’a katılabilmekti.

Geniş, altın renkli at arabalarını inceleyen Thor, bunların fazla kişi alamayacağını biliyordu. Çünkü burası büyük bir krallıktı ve bu askerlerin daha gezmeleri gereken onlarca kasaba vardı. Seçilme şansının düşündüğünden bile az olduğunu fark edince, yutkundu. Kendi ağabeyleri dahil, diğerleri de iyi dövüşçüler olan tüm adayları yenmesi gerekecekti ve bunu düşünmek, onu iyice kaygılandırıyordu.

Umut dolu kalabalığı sessizce inceleyen askere bakan Thor’un nefesi, tıkanacak gibi olmuştu. İncelemelerine sokağın bir ucundan başlayan asker, yavaşça ilerliyordu. Sıraya dizilmiş oğlanların hepsini tanıyan Thor, ailelerinin çok istemesine rağmen, içten içe seçilmemek için dua edenlerin hangileri olduğunu çok iyi biliyordu. Thor, korkudan titreyen bu oğlanların iyi birer asker olamayacaklarından emindi.

Thor bunun adil olmadığını düşünüyordu. Çünkü ona göre, en az onlar kadar seçilmeye hakkı vardı. Ağabeylerinin ondan daha büyük, iri ve güçlü olması, oraya çıkıp da, seçilemeyeceği anlamına gelmemeliydi. Babasına karşı içi büyük bir öfkeyle doldu.

Ağabeylerine doğru yaklaşan asker, tam önlerinde durdu. Onları baştan aşağı inceleyen adam, etkilenmiş gibiydi. İçlerinden birinin kılıcının kınını tutarak, sıkılığını görmek için yerinden çekti.

Ardından suratında sırıtan bir ifade belirdi.

Drake’e “Henüz kılıcını hiçbir savaşta kullanmadın, değil mi?” diye sordu.

Thor hayatında ilk defa Drake’in endişelendiğini gördü.

Yutkunan Drake, “Hayır, komutanım. Ancak onunla çok fazla idman yaptım ve umuyorum ki-”

“İdmanmış!”

Kahkahayı basan asker, dönüp de diğer askerlere bakınca, onlar da Drake’e gülmeye başladılar.

Utançtan suratı kızaran Drake’in bu görüntüsü, Thor’u şaşırtmıştı. Çünkü genelde başkalarını utandıran kişi, Drake’in kendisi olurdu.

“O zaman unutturma da düşmanlarına senden korkmaları gerektiğini söyleyeyim. Hani idmanlarda çok iyiymişsin ya!”

Askerlerden oluşan güruh tekrar kahkahalara boğuldu.

Ardından diğer kardeşlere dönen asker, kirli sakalını kaşıyarak, “Bu üçü de aynı malzemeden” dedi. “Bu işimize yarayabilir. Cüsse olarak uygunsunuz. Gerçi deneyiminiz yok ama, neyse. Elemeleri geçebilmek istiyorsanız, daha çok çalışmanız gerekecek.”

Bir an durdu.

“Sizi koyabilecek bir yer buluruz sanırım.”

Kafasıyla yük arabalarından birini işaret etti.

“Çabuk olun. Ben fikrimi değiştirmeden hemen binin.”

Büyük bir sevinçle yerlerinden fırlayan üç kardeş, hızla arabaya doğru ilerlediler. Babasının yaşadığı sevinç, Thor’un gözünden kaçmamıştı.

Ancak onların böyle ayrıldığını görmek, babasını gene hüzünlendirmişti.

Asker bir sonraki eve doğru ilerlemeye başlamıştı ki, Thor daha fazla dayanamadı ve “Efendim!” diye bağırdı.

Öfkeyle ona dönen babası bile artık umurunda değildi.

İlerleyişini kesen asker, yavaşça ona doğru döndü.

Kendinden emin bir tavırla ileri doğru bir adım atan Thor, aslında heyecandan bayılacak gibiydi.

“Beni incelemediniz, efendim” dedi.

Şaşıran asker, bunun bir şaka olup olmadığını anlamak ister gibi Thor’a baktı.

“Öyle mi yapmışım?” diye sorduktan sonra, kahkahalara boğuldu.

Fakat Thor ne onun ne de adamlarının kahkahalarına aldırmıyordu. Bu onun tek fırsatıydı. Ya şimdi, ya hiç.

“Ben de Lejyon’a katılmak istiyorum!” dedi askere.

Adam, Thor’a doğru ilerlemeye başladı.

“İstediğin bu mu?”

Eğleniyormuş gibi bir havası vardı.

“On dördüncü yaşına girdin mi bari?”

“Girdim, efendim. Yaklaşık iki hafta önce.”

İki hafta önceymiş!”

Avazı çıktığınca bir kahkaha atan askere, yanındaki diğer askerlerde katıldı.

“O zaman seni gören düşmanlarımızın kaçacak yer arayacaklarından

hiçbir şüphem yok.”

Thor’un gururu kırılmıştı. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu işin peşini bırakamazdı. Asker tam ondan uzaklaşmaya başlamıştı ki, ileriye fırlayan Thor, bağırdı, “Efendim! Büyük bir hata yapıyorsunuz!”

Askerin tekrar Thor’a döndüğünü gören kalabalık, nefeslerini tuttu.

Askerin bakışları sertleşmişti.

Thor’un omuzundan çekiştiren babası, “Salak çocuk, içeri gir!” diye bağırdı.

“Girmeyeceğim!” diyen bağıran Thor, babasının elinden kurtuldu.

Askerin Thor’a yaklaştığını gören babası, geriye çekildi.

Asker öfkeyle, “Bir Gümüş’e hakaret etmenin cezasının ne olduğunu biliyor musun?” dedi.

Thor artık bu işin geri dönüşünün olmadığını biliyordu.

“Lütfen onu affedin, efendim” dedi babası. “O henüz çok genç ve-”

“Seninle konuşan yok” diyen askerin Thor’un babasına attığı bakış, adamı geri çekilmeye zorladı.

Ardından tekrar Thor’a dönen asker, “Bana cevap ver.” dedi.

Yutkunan Thor’un nutku tutulmuştu. İşler hiç de kafasında planladığı gibi gitmiyordu.

Başını önüne eğmiş olan Thor, hafızasını yokladıktan sonra, “Gümüşler’e hakaret etmenin, Kral’ın kendisine hakaret etmekten hiçbir farkı yoktur.” diye cevapladı.

“Evet” dedi asker. “Bu, istersem şu an sana kırk kırbaç cezası verebilirim demek oluyor.”

Thor, “Hakaret etmek istememiştim, efendim. Tek istediğim seçilebilmek. Lütfen. Hayatım boyunca bunun hayaliyle yaşadım. Rica ediyorum. İzin verirde katılayım.” diye karşılık verdi.

Askerin suratındaki sert ifade biraz yumuşadı. Bir süre Thor’a baktıktan sonra, başını salladı.

“Henüz gençsin, evlat. Cesursun, ama hazır değilsin. Sütten kesildiğin zaman tekrar görüşürüz.”

Bunu dedikten sonra diğer oğlanlara hiç bakmadan atına doğru ilerledi ve hızla hayvanın üstüne çıktı.

Yıkılmış haldeki Thor, köyden ayrılmak için harekete geçen kafilenin ardından bakakaldı. Gelmeleriyle gitmeleri bir olmuştu.

Thor’un gördüğü son şey, yük arabasının arkasında oturan kardeşlerinin, onunla dalga geçen suratlarıydı. Onlar buradan uzağa, daha iyi bir hayata doğru gözlerinin önünde yol alıyorlardı.

Sanki Thor’un içinde bir şeyler ölmüş gibiydi.

Demin yaşananların heyecanını dinince, köy halkı birer birer evlerine dönmeye başladı.

Thor’u omuzlarından yakalayan babası, “Yaptığının ne kadar salakça olduğunun farkında mısın, şapşal çocuk?” diye öfkeyle bağırdı. “Senin yüzünden ağabeylerinin de seçilemeyebilirlerdi!”

Babasının ellerini sertçe iten Thor’a adamın verdiği karşılık, elinin tersiyle vurmak oldu.

Canı yanan Thor, öfkeyle babasına baktı. Ömründe ilk defa babasına karşılık vermek istiyordu ama, zor da olsa kendini tuttu.

“Git ve koyunlarımı geri getir. Derhal! Ve geri döndüğün zaman, benden yemek falan bekleme. Bu gece hiçbir şey yemeyecek ve yaptığın hatayı düşüneceksin.”

“Belki de hiç gelmem olur biter!” diye bağıran Thor, öfkeyle oradan ayrılarak, evinden bir an önce uzaklaşmak için tepeye doğru yöneldi.

Bazı köylüler onu ve ardından “Thor!” diye bağıran babasını izliyorlardı.

Her şeyi geride bırakmak isteyen Thor, koşmaya başladı. Tüm hayalleri yıkılan çocuk, gözlerinden süzülen yaşların bile farkında değildi.