Buch lesen: «Ejderhaların Kaderi »

Schriftart:
Morgan Rice Hakkında

Morgan Rice, 11 kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; 13 kitaptan oluşan (ve devam eden), 1 numaralı çok satan destansı FELSEFE YÜZÜĞÜ kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır.

Morgan’ın kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir. Tercümesinin yapıldığı diller: Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Japonca, Çince, İsveççe, Hollandaca, Türkçe, Macarca, Çekçe ve Slovakça (daha farklı dillere tercümesi de yapılmakta).

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları

“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: entrika, karşı entrika, gizem, yiğit şövalyeler, kırık kalpler ile dolu çiçekli aşklar, aldatma ve ihanet. Sizi saatlerce eğlendirecek ve her yaştaki okuyucuyu memnun edecek. Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”

--Books and Movie Reviews, Roberto Mattos

“Rice daha başlangıçtan sizi hikâyenin içine çok başarılı bir şekilde çekiyor; betimlemelerinde kullandığı kaliteli üslup size adeta ortamın bir resmini çiziyor. Çok güzel yazılmış ve çok hızlı okunuyor.”

--Black Lagoon Reviews (Dönüşüm)

“Genç okurlar için ideal bir hikâye. Morgan Rice enteresan ve baş döndürücü bir şaşırtmacayla iyi iş çıkartmış. Canlandırıcı ve benzersiz… Seri bir kız etrafında odaklanıyor… Sıra dışı bir kız! Okuması kolay fakat oldukça hızlı… Derecelendirme: PG.”

--The Romance Reviews (Dönüşüm)

“Başlangıçtan itibaren ilgimi çekti ve bir daha da bırakmadı… Bu inanılmaz macera daha başlangıcından itibaren çok hızlı ve macera dolu. Bir tek boş an bile bulamayacaksınız.”

--Paranormal Romance Guild (Dönüşüm)

“Aksiyon, romantizm, macera ve belirsizlik dolu bir sıkışma. Bu kitabı elinize alın ve yeniden âşık olun.”

--vampirebooksite.com (Dönüşüm)

“Harika bir hikâye… Gece boyunca elinizden düşürmek istemeyeceğiniz bir kitap. Sonu ise tam bir heyecan seli; o kadar muhteşem ki, daha sonra ne olduğunu öğrenebilmek için hemen ikinci kitabı almak isteyeceksiniz.”

--The Dallas Examiner (Sevilmiş)

“ALACAKARANLIK ve VAMPİR GÜNLÜKLERİ’ne bir rakip ve son sayfasına kadar okumak istemenizi sağlayacak bir kitap! Macera, aşk ve vampirleri seviyorsanız, bu kitap tam size göre!”

--Vampirebooksite.com (Dönüşüm)

“Morgan Rice bir kez daha inanılmaz yetenekli bir hikâye anlatıcı olduğunu kanıtlıyor… Bu kitap vampir/fantezi türünün genç fanları da dâhil geniş bir kitleyi çekebilir. Hiç beklenmedik ve sizi şoke edecek bir sonla bitiyor.”

--The Romance Reviews (Sevilmiş)
Morgan Rice Kitapları

FELSEFE YÜZÜĞÜ

KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. KİTAP)

KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. KİTAP)

EJDERHALARIN KADERİ (3. KİTAP)

GURUR AĞLAYIŞI (4. KİTAP)

ŞEREF YEMİNİ (5. KİTAP)

KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. KİTAP)

KILIÇ AYİNİ (7. KİTAP)

SİLAHLARIN TESLİMİ (8. KİTAP)

BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. KİTAP)

KALKAN DENİZİ (10. KİTAP)

ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. KİTAP)

ATEŞ ÜLKESİ (12. KİTAP)

KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. KİTAP)

KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ

ARENA 1: KÖLETÜCCARLARI (1. KİTAP)

ARENA 2 (2. KİTAP)

VAMPİR GÜNLÜKLERİ

DÖNÜŞÜM (1. KİTAP)

SEVİLMİŞ (2. KİTAP)

ALDATILMIŞ (3. KİTAP)

YAZGI (4. KİTAP)

ARZULANMIŞ (5. KİTAP)

NİŞANLI (6. KİTAP)

YEMİNLİ (7. KİTAP)

BULUNMUŞ (8. KİTAP)

CANLANDIRILMIŞ (9. KİTAP)

GÖMÜLMÜŞ (10. KİTAP)

KADER (11. KİTAP)

FELSEFE YÜZÜĞÜ serisini sesli kitap formatında Dinleyin!

Morgan Rice © 2012

Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.


Bu eKitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu eKitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.


Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfidir.


Telif hakları RazoomGame’e ait Jacket adlı eser, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.


ELF YAYINLARI Yayin No: 8 / Fantastik Dizi: 6 Morgan Rice / Krallarin Yürüyüsü Felsefe Yüzügü Serisi 2. Kitap Orijinal Adi: A march of kings Genel Yayin Yönetmeni: Gürsel Caniklioglu Sayfa Tasarimi: Erdal Bektas Kapak Tasarimi: Erdinç Savlig Çeviri: Baris Tanyeri Yayin haklari Nurcihan Kesim/ Filiz Karaman Ajansi’ndan alinmistir. Her hakki

saklidir, kaynak gösterilerek tanitim amaçli kisa alintilar disinda yayincinin yazili izni

olmaksizin hiçbir yolla çogaltilamaz. Yayinci Sertifika No: 29697 ISBN 978-605-85371-1-8 1. baski 2014 Elf Yayinlari Baski ve cilt: Inkilap Kitabevi Yayin Sanayi ve Ticaret A.S. Çobançesme Mah. Sanayi Cad. Altay Sok. No: 8 34196 Yenibosna / Istanbul Telefon ve Belgegeçer: 0 212 496 11 11 Matbaa Sertifika No: 10614 Elf Yayinlari Kordon Boyu Mah. Ankara Cad. 76/5Kartal/ Istanbul. Telefon ve Belgegeçer: 0216 621 10 42 MORGAN RICE Krallarinyürüyüsü Felsefe Yüzügü Serisi 2. Kitap Çeviri: Baris Tanyeri

“Ejderha ve gazabı arasına girmeyin.”

-William Shakespeare
Kral Lear


BİRİNCİ BÖLÜM

Kral McCloud, yamaçtan aşağıya doğru hücum ederek, Yüksek Topraklar’ı aştı ve Halka’nın MacGil tarafına doğru hızlandı. Yüzlerce adamıyla birlikte atını dörtnala koştururken, can havliyle dizginlere asıldı. Kolunu gererek kırbacını kaldırdı ve atına sertçe vurdu. Atın dürtülmeye ihtiyacı yoktu, ama yine de onu kırbaçlamak hoşuna gidiyordu. Hayvanlara acı çektirmekten zevk alıyordu.

Önündeki manzara karşısında McCloud’un ağzı sulandı; huzurlu bir MacGil köyü… Erkekler silahsız bir şekilde tarlalarda, yazın sıcaklığı yüzünden yarı çıplak olan kadınlar ise yalnız bir şekilde evlerindeydi. Evlerin kapıları açıktı; tavuklar serbestçe dolaşıyor, kazanların içinde akşam yemekleri kaynıyordu. Kral, vereceği hasarı, toplayacağı ganimetleri, mahvedeceği kadınları düşündü ve gülümsemesi genişledi. Dökeceği kanın tadını şimdiden alabiliyordu.

Gittikçe hızlanarak kırlara dağılan atların toynaklarından gök gürültüsünü andıran sesler çıkıyordu. Ve nihayet, birisi geldiklerini fark etti. Köyün muhafızı olan genç bir çocuk, elindeki mızrakla ayağa kalktı ve yaklaşan seslere doğru döndü. McCloud, çocuğun gözlerindeki korkuyu gördü. Böylesine sakin bir yerde yaşarken, hiç savaş görmemiş olmalıydı. Ne yazık ki bu duruma hazırlıksızdı.

McCloud hiç vakit kaybetmedi; her savaşta olduğu gibi ilk kanı dökmek istiyordu. Adamları, buna izin verecek kadar iyi tanıyorlardı onu.

Atını, acıyla kişneyinceye kadar kırbaçladı ve daha da hızlanarak adamlarının önüne geçti. Demirden yapılmış ağır mızrağını kaldırdı ve arkaya doğru gerilerek fırlattı.

Her zaman olduğu gibi hedefi tutturdu; mızrak, çocuğun sırtıyla buluştu ve onu ağaca sapladı. Çocuğun sırtından akan kanların görüntüsü, McCloud’un gününün güzel geçmesi için yeterliydi.

MacGil arazilerinden geçerek, köyün kapısına doğru hücum etmeye devam ederlerken, McCloud küçük bir sevinç çığlığı attı. Sahnelemek üzere olduğu yıkım için neredeyse çok güzel bir gündü.

Köyün artık savunmasız olan kapısından geçtiler. Bu insanlar, Halka’nın sınırında, Yüksek Topraklar’a çok yakın bir bölgede yaşadıkları için aptaldı. Daha akıllıca davranmaları gerekirdi, diye düşündü McCloud küçümseyerek, köyün adının yazılı olduğu ahşap tabelaya baltasını savururken. Yakında buraya yeni bir isim verecekti.

Adamları köye girdi ve etraftan, kadınların, çocukların, yaşlı adamların ve bu kahrolası yerde yaşayan herkesin çığlıkları yükseldi. Muhtemelen yüzlerce şanssız ruh vardı ve McCloud her birine ödetmeye kararlıydı. Can havliyle evinin güvenliğine doğru koşan bir kadına odaklanırken, baltasını havaya kaldırdı. Böyle olamaması gerekiyordu.

Tam da istediği gibi, baltası kadının sırtına çarptı ve kadın bir çığlıkla yere düştü. Onu öldürmek değil, sadece yaralamak istemişti. Nihayetinde, daha sonra onunla yaşayacağı zevkler için onu canlı istiyordu. Kadını iyi seçmişti; uzun sarı saçları ve dar kalçaları vardı, yaşı on sekizin çok da üstünde değildi. Bu kadın onun olacaktı. Ve belki de kadını, onunla işi bittiğinde öldürürdü. Ya da öldürmez, kölesi olarak yanında tutardı.

Kadının yanına doğru dörtnala giderken keyifle haykırdı ve atı durmadan kadının üzerine atladı. Toprağın üstünde birlikte yuvarlandılar ve McCloud, hayatta olmanın tadını çıkararak gülümsedi.

Sonunda, hayatı yeniden anlam kazanıyordu.

İKİNCİ BÖLÜM

Düzinelerce Gümüş üyesiyle etrafı kuşatılan Kendrick, Silahlar Salonu’nda, fırtınanın ortasında durdu ve talihsiz bir göreve gönderilmiş olan kraliyet muhafızlarının generali Darloc’a sakince baktı. Darloc ne düşünüyordu? Silahlar Salonu’na girip, kraliyet ailesinin en sevilen üyesini tüm silah arkadaşlarının önünde tutuklayabileceğini mi düşünüyordu gerçekten? Diğerlerinin öylece durup buna izin vereceklerini mi sanıyordu?

Gümüşler’in, Kendrick’e olan sadakatini hafife almıştı. Darloc, tutuklama emriyle gelmiş olsa bile—ki kesinlikle niyeti bu değildi—Kendrick, silah arkadaşlarının, götürülmesine izin vermeyeceklerinden emindi. Ölümüne sadıktılar. Gümüşler’in inancı buydu. Kardeşlerinden herhangi biri tehdit edilseydi, Kendrick de aynı şekilde tepki gösterirdi. Neticede, hepsi birlikte eğitilmiş ve hayatları için birlikte savaşmışlardı.

Gümüşler, her geçen an daha rahatsız görünen bir düzine kraliyet muhafızına silahlarını doğrultmuşlarken, Kendrick, sessiz ortamdaki gerginliği hissedebiliyordu. Herhangi biri kılıcına uzanmayı denerse, bunun bir katliamla sonuçlanacağını biliyor olmalıydılar—ve akıllıca davranarak hiçbiri bunu yapmadı. Hepsi yerinde durdu ve komutanları Darloc’un emrini bekledi.

Son derece gergin görünen Darloc yutkundu. Davasının umutsuz olduğunu fark etti.

“Yeterli sayıda adamla gelmemişsin gibi görünüyor,” diye sakince yanıt verdi Kendrick, gülümseyerek. “Bir düzine Kraliyet Muhafızı, yüz Gümüş’e karşı. Seninki kaybedilmiş bir dava.”

Utançtan kızaran Darloc boğazını temizledi. “Efendim, hepimiz aynı krallığa hizmet ediyoruz. Sizinle savaşmak istemiyorum. Haklısınız; bu, bizim kazanamayacağımız bir savaş. Eğer emrederseniz, burayı terk edip Kral’a geri döneceğiz.

“Ancak Gareth’ın sizin için daha fazla adam göndereceğini biliyorsunuz. Başka adamlar. Ve tüm bunların nasıl sonuçlanacağını da biliyorsunuz. Herkesi öldürebilirsiniz—ama ellerinizi diğer kardeşlerinizin kanına bulamayı gerçekten istiyor musunuz? Bir iç savaş mı başlatmak istiyorsunuz? Adamlarınız, sizin için hayatlarını riske atarlar, herkesi öldürürler. Ama onlar bunu hak ediyorlar mı?”

Her şeyi boylu boyunca düşünen Kendrick, komutanın bakışlarına karşılık verdi. Darloc haklıydı. Kendisi yüzünden hiçbir adamının zarar görmesini istemiyordu. Kendisi için ne anlama gelirse gelsin, adamlarını korumak için ezici bir arzu hissetti. Kardeşi Gareth ne kadar kötü bir insan ve ne kadar kötü bir hükümdar olsa da, Kendrick, bir iç savaşa neden olmak istemiyordu. Farklı yollar da vardı; deneyimlerine dayanarak, doğrudan çatışmanın her zaman etkili olmadığını biliyordu.

Kendrick ileri uzandı ve arkadaşı Atme’nin kılıcını indirdi. Ardından diğer Gümüşler’e döndü. Kendisini savunmaya geldikleri için minnettardı.

“Yoldaşlarım,” diye seslendi. “Desteğiniz için minnettarım ve çabalarınızın boşuna olmadığına dair sizi temin ederim. Hepinizin bildiği gibi, önceki kralımızın, yani babamın ölümüyle hiçbir ilgim yok. Ve onun gerçek katilini bulduğumda ki gelen emirler doğrultusunda onu bulmuş olduğumdan şüpheleniyorum, intikam alacak ilk kişi ben olacağım. Asılsız bir suçlamayla karşı karşıyayım. Bir iç savaş başlatmak istemiyorum. Bu nedenle, lütfen silahlarınızı indirin. Beni götürmelerine izin vereceğim, çünkü Halka’nın hiçbir üyesi birbiriyle savaşmamalıdır. Eğer adalet diye bir şey varsa, gerçek ortaya çıkacak ve ben de derhal size iade edileceğim.”

Gümüşler isteksiz bir halde silahlarını indirirken, etrafı kraliyet muhafızlarıyla çevrili olan Kendrick öne çıktı ve gururlu bir şekilde kapıya yöneldi. Darloc, onu kelepçelemeyi denemedi bile—bunun sebebi Kendrick’e olan saygısı veya ondan korkuyor olması olabilirdi ya da belki de onun masum olduğunu bildiği içindi. Kendrick, yeni hapishanesine kendi isteğiyle gidecekti. Ama kolay kolay pes etmeyecekti. Adını bir şekilde temize çıkaracak, zindandan kurtulacak ve babasının katilini öldürecekti. Bu kişi, kendi kardeşi olsa bile…

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Gwendolyn, abisi Godfrey ile birlikte kalenin zemin katında durdu ve ellerini ovuşturan Steffen’a baktı. Oldukça garip bir adamdı—bunun sebebi kambur olması değildi, sürekli gergin görünmesiydi. Gözleri hiç durmadan hareket ediyordu ve sanki bir kabahati varmış gibi ellerini birbirine sürtüyordu. Ayakta dururken sallanıyor ve kendi kendine mırıldanıyordu. Gwen, yıllarca kalenin dibinde yalnız başına yaşamasının onu bu hale getirdiğini düşündü.

Adamın konuşmasını, babasının başına ne geldiğini anlatmasını bekledi. Ancak saniyeler dakikalara döndükçe, alnı terleyen Steffen’ın ağzından tek bir kelime dökülmedi. Adamın mırıldanışlarını vurgulayan ağır sessizlik devam etti.

Böylesine sıcak bir yaz gününde ateşin yanında durmak zorunda kalan Gwen de terlemeye başladı. Bu konuyu biran önce sonuçlandırmak ve bir daha geri gelmemek üzere oradan gitmek istiyordu. Aklından neler geçtiğini çözmeye çalışarak Steffen’ın yüzünü inceledi. Adam bir şeyler anlatacağına dair söz vermişti, ancak şimdi susuyordu. Gwen, adamı incelemeye devam ederken, onun tereddüde düşmüş olduğunu fark etti. Belli ki korkuyordu ve sakladığı bir şey vardı.

Steffen sonunda boğazını temizledi. “O gece, atık borusundan aşağıya bir şey düştü,” diyerek anlatmaya başladı, yere bakarak, “ama ne olduğundan emin değilim. Madeni bir şeydi. Atık kazanını nehre boşaltırken, bir şeyin suya düştüğünü duydum. Değişik bir şeyin,” dedi, tekrar boğazını temizlerken ellerini birbirine kenetleyerek, “anladığınız üzere, o şey her neyse akıntıya kapılıp gitti.”

“Emin misin?” diye sordu Godfrey.

Steffen kuvvetli bir şekilde başını sallayarak onayladı.

Gwen ve Godfrey bakıştılar.

“Ne olduğunu görebildin mi bari?” diye sordu Godfrey.

Steffen başını salladı.

“Ama bir hançerden bahsetmiştin. O şeyin ne olduğunu görmediysen, bir hançer olduğunu nereden bildin?” diye sordu Gwen. Adamın yalan söylediğinden emindi; sadece nedenini bilmiyordu.

Steffen boğazını temizledi. “Öyle söyledim, çünkü onun bir hançer olduğunu sandım,” dedi. “Küçüktü ve madeni bir şeydi. Başka ne olabilirdi ki?”

“Kazanın dibini kontrol ettin mi?” diye sordu Godfrey. “Boşalttıktan sonra? Belki de hala kazanın içindedir.”

Steffen başını salladı. “Kontrol ettim. Her zaman ederim. Hiçbir şey yoktu. Boştu. İçindeki her neyse, gitti. Suda yüzüp gittiğini gördüm.”

“Eğer madeni bir şeyse suyun üzerinde nasıl kaldı?” diye sordu Gwen.

Steffen boğazını temizledi, ardından omuzlarını silkti. “Nehir gizemlidir. Akıntı güçlüdür.”

Gwen ve Godfrey, şüphe içinde bakıştılar ve Gwen, abisine baktığında onun da bu adama inanmadığını gördü.

Giderek sabırsızlanmaya başlamıştı. Sadece dakikalar önce adam her şeyi anlatacağını söylemişti. Ama şimdi sanki fikrini değiştirmiş gibiydi.

Adamın bir şeyler sakladığını hissetti ve kaşlarını çatarak bir adım öne çıktı. Steffen’ın bildiği şey her neyse onu öğrenmeye kararlıydı. Özellikle de o şey, babasının katilini bulmalarını sağlayacaksa.

“Yalan söylüyorsun,” dedi, buz gibi bir sesle. “Kraliyet ailesine yalan söylemenin cezasının ne olduğunu biliyor musun?”

Steffen ellerini ovuşturarak bir an için Gwen’e baktı, ardından bakışlarını kaçırdı. “Özür dilerim,” dedi. “Üzgünüm. Lütfen, başka bir şey bilmiyorum.”

“Bildiklerini anlatırsan, hapse atılmaktan kurtulup kurtulamayacağını sormuştun,” dedi Gwen. “Ama bize hiçbir şey anlatmadın. Madem söyleyecek bir şeyin yoktu neden böyle bir soru sordun?”

Steffen yere bakarak dudaklarını yaladı. “Ben… Ben…” diye başladı, ancak sustu. Boğazını temizledi. “Endişeliydim… Atık borusundan düşen şeyi bildirmediğim için başımın belaya gireceğini sandım. Hepsi bu. Üzgünüm. Ne olduğunu bilmiyorum. O gitti.”

Gwen gözlerini kısarak, bu garip adamı anlamaya çalıştı. “Efendine tam olarak ne oldu?” diye sordu. “Bize onun kaybolduğu ve senin bu işle bir ilgin olduğu söylendi.”

Steffen defalarca başını salladı. “O gitti,” diye cevapladı. “Bildiklerim bu kadar. Üzgünüm. Size yardımı dokunabilecek hiçbir şey bilmiyorum.”

Odada aniden bir gürültü koptu ve sese doğru döndüklerinde, atık kazanına dökülen çöpleri gördüler. Steffen, kazana doğru aceleyle koştu, borudan inen çöplerle dolmasını izledi.

Gwen, abisine baktı. O da aynı derecede şaşırmış görünüyordu. “Her ne saklıyorsa, söylemeyecek.”

“Onu hapse atabilirdik,” dedi Godfrey. “Bu konuşmasını sağlayabilirdi.”

Gwen başını salladı. “Sanmıyorum. İşe yaramaz. Feci derecede korkmuş görünüyor. Efendisiyle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Belli ki bir şey yüzünden içi içini yiyor ve ben, bunun, babamın ölümüyle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bir şey biliyor—ama onu köşeye sıkıştırırsak tamamen içine kapanabilir.”

“Öyleyse ne yapacağız?” diye sordu Godfrey.

Gwen biraz düşündü. Küçükken, bir arkadaşının yalan söylerken yakalandığını hatırladı. Ailesi, doğruyu söyletmek için kıza baskı yapmıştı ancak kız doğruyu söylememişti. Sadece haftalar sonra, kendi haline bırakıldığında, her şeyi anlatmıştı. Gwen, Steffen’ın da aynı şeyi yapacağını hissediyordu. “Ona zaman verelim,” dedi. “Başka şeyler arayalım. Neler bulabileceğimize bir bakalım ve daha fazlasını öğrenince ona geri dönelim. Sanırım o zaman bize açılacaktır. Şimdi hazır değil.”

Kazanın başında duran adamı izledi. Onları babasının katiline götüreceğinden emindi. Sadece nasıl olacağını bilmiyordu. Adamın zihninin derinliklerinde ne tür sırlar yattığını merak etti.

Çok garip bir adam, diye düşündü. Gerçekten çok garip…

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Şiddetli akıntının altında kalan Thor, gözlerine, burnuna ve ağzına dolan sulardan kurtulurken nefes almaya çalıştı. Güvertede kaydıktan sonra, ahşap korkuluklara tutunmayı başarmış ve acımasız suların karşısında can havliyle sarılmıştı. Bedenindeki tüm kaslar titriyordu ve daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu.

Etrafındaki çocuklar da bulabildikleri ne varsa can havliyle sarılarak aynısını yapmışlardı.

Kulakları sağır eden bir gürültü vardı ve önlerindeki birkaç metreden fazlasını görebilmelerine imkan yoktu. Mevsimin yaz olmasına rağmen yağmur buz gibiydi.

Yağmur duvarından etkilenmiyormuş gibi görünen Kolk, kaşlarını çatarak ellerini beline koydu ve bağırmaya başladı. “YERLERİNİZE GERİ DÖNÜN! KÜREKLERE!”

Kendisi de bir yere oturdu ve kürek çekmeye başladı. Çocuklar, saniyeler içinde, yerlerine geçmek üzere güvertede kaymaya ve sürünmeye başladılar. Güvertede yürümek için korkulukları bırakmak zorunda kalan Thor’un kalbi hızlandı. Ayakları kayıp da yere düşünce, gömleğinin içinde duran Krohn inledi.

Thor, yolun geri kalanını sürünerek aştı ve sonunda yerine geçmeyi başardı.

“KENDİNİZİ BAĞLAYIN!” diye bağırdı Kolk.

Thor, aşağıya baktı ve bankın altındaki düğümlü halatları gördü. Onların ne işe yaradığını artık anlamıştı; kendini oturduğu yere bağladı ve küreği de bileğine sabitledi.

İşe yaramıştı. Artık kaymıyordu.

Çevresindeki çocuklarla birlikte kürek çekmeye devam etti. Geminin hareket ettiğini hissedebiliyordu. Dakikalar içinde, yağmur duvarı sakinleşmeye başladı.

Kürek çekmeye devam ettikçe, bu garip yağmur duvarı yüzünden tüm derisi yanıyor, bedenindeki tüm kaslar sızlıyordu. Sonunda yağmurun gürültüsü dinmeye başladı ve Thor, başından aşağıya dökülen suların azalmaya başladığını hissetti. Birkaç dakika sonra, güneşli bir havaya çıktılar.

Thor şok içinde etrafına baktı. Gökyüzü tamamen kuru ve parlaktı. Bu, şimdiye kadar deneyimlediği en garip şeydi. Geminin yarısı kuru ve güneşli bir gökyüzünün altındayken, diğer yarısı sular altındaydı.

Nihayet geminin tamamı, açık mavi ve sarı bir gökyüzünün altındaydı, güneşin sıcaklığı üzerlerine vuruyordu. Etraf sessizdi, yağmur duvarı hızla kaybolmuştu ve tüm çocuklar afallamış bir halde birbirlerine bakıyordu. Sanki bir perdenin arkasına geçip, farklı bir dünyaya giriş yapmışlardı.

“BIRAKIN!” diye bağırdı Kolk.

Soluk soluğa kalan çocuklar, inildeyerek küreklerini bıraktılar. Thor da aynı şeyi yaptı. Bedenindeki tüm kasların titrediğin hissediyordu ve mola verdikleri için minnettardı. Kendini yere bıraktı, gemileri, bu yeni sularda süzülmeye devam ederken, nefes almaya ve ağrıyan kaslarını rahatlatmaya çalıştı.

Sonunda kendini toparlayarak ayağa kalktı ve etrafına baktı. Suyun renginin değişmiş olduğunu gördü; açık ve parlak bir kırmızıydı.

“Ejder Denizi,” dedi Reece, şaşkınlıkla suya bakarak. “Kurbanlarının kanıyla aktığı söyleniyor.”

Thor, suya baktı. Garip yaratıklar arada bir yüzeye çıkıyor, ardından tekrar fokurdayan suların içine batıyorlardı. Hiçbiri net bir şekilde görülecek kadar dışarı çıkmıyordu, ama Thor, şansını zorlayıp daha fazla yaklaşmak istemiyordu.

Etrafındaki her şey son derece yabancı ve farklı görünüyordu. Hatta havada kırmızı renkli hafif bir sis vardı. Thor, ufku inceledi ve basamak gibi yayılmış olan düzinelerce ufak adayı fark etti.

Güçlü bir rüzgâr çıktığında, Kolk öne çıkarak bağırdı. “YELKENLERİ AÇIN!”

Thor, diğer çocuklarla birlikte harekete geçerek halatları yakaladı ve rüzgârı yakalamak için yelkenleri açtı. Gemi her zamankinden daha hızlı hareket etmeye başladı ve adalara doğru yöneldi. Aniden ortaya çıkan dev dalgaların üstünde salınarak yol almaya devam etti.

Thor, geminin pruvasındaki korkuluklara yaslandı ve uzaklara baktı. Reece ve O’Connor da yanına geldi. Adalara doğru yaklaşırken, sessizce bakmaya devam ettiler. Nemli esintinin tadını çıkarırken bedeni rahatlayan Thor, arkadaşlarıyla birlikte uzun bir süre orada durdu.

Sonunda, özellikle tek bir adaya yöneldiklerini fark eden Thor, ürperdi.

“Pus Adası,” dedi Reece, korkuyla karışık saygıyla.

Thor, merakla adayı inceledi. At nalına benzeyen uzun ve dar şekliyle kilometrelerce uzanıyordu. Dev dalgalar adanın kıyılarıyla buluşuyor, dağ gibi kayalıklara çarpıyordu. Kayalıkların ardında ufak bir arazi parçası ve gökyüzüne doğru yükselen sarp uçurumlar vardı. Thor, güven içinde kıyıya nasıl çıkacaklarını merak etti.

Tüm ada kırmızı bir sisle kaplıydı. Bu, adaya uğursuz bir görünüm veriyordu. Thor, bu yerle ilgili doğaüstü, insanlık dışı bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu.

“Bu adanın milyonlarca yıldır burada olduğu söyleniyor,” dedi O’Connor. “Halka’dan, hatta İmparatorluk’tan bile daha eskiymiş.”

“Ejderhalara ait,” diye ekledi Elden, Reece’in yanına gelerek.

Onlar bakmaya devam ederken, ikinci güneş aniden battı; güneşle parlayan gökyüzü neredeyse saniyeler içinde kırmızı ve mora boyandı. Thor, gözlerine inanamadı; daha önce güneşin bu kadar hızlı hareket ettiğini hiç görmemişti.

“Adada yaşayan bir ejderha var mı?” diye sordu.

Elden başını salladı. “Hayır. Ama buraya yakın bir yerde yaşadığını duydum. Kırmızı sisin, ejderhanın verdiği soluk yüzünden kaynaklandığı söyleniyor.”

Aniden gök gürültüsünü andıran bir ses duyuldu; gemiyi sallamaya yetecek kadar gürültülüydü.

Çocuklar ufka doğru baktılar ve alevlerin, günbatımını yaladığını, ardından patlayan küçük bir yanardağ gibi siyah dumanı tüterek kaybolduğunu gördüler.

“Ejderha,” dedi Reece. “Şuanda onun bölgesindeyiz.”

Şaşkına dönen Thor, yutkundu.

“Peki o halde burada nasıl güvende olacağız?” diye sordu O’Connor.

“Hiçbir yerde güvende değilsiniz,” diyen bir ses yankılandı.

Thor arkasını döndü ve ufka doğru bakan Kolk’u gördü.

“Yüzlüğün amacı bu; her gün ölüm riskiyle yaşamak… Bu bir eğitim değil. Ejderha yakınlarda yaşıyor ve saldırmasını engelleyecek hiçbir şey yok. Büyük olasılıkla saldırmayacaktır, çünkü kendi adasındaki hazineyi koruyor ve ejderhalar, hazinelerini korunmasız bırakmayı sevmezler. Ama kükremelerini duyacaksınız ve geceleri alevlerini göreceksiniz. Eğer onu kızdıracak olursanız, neler yapacağı hiç belli olmaz.”

Thor, başka bir kükreme sesi daha duydu ve başka bir alev topu daha gördü. Sarp uçurumlara doğru baktı ve tepedeki araziye nasıl çıkacaklarını merak etti. “Gemiyi yanaştırabileceğimiz bir yer göremiyorum,” dedi.

“Bu çok kolay olurdu,” dedi Kolk.

“O halde adaya nasıl çıkacağız,” diye sordu O’Connor.

Kolk şeytani bir tavırla gülümsedi. “Yüzeceksiniz,” dedi.

Thor bir an için, onun şaka yapıp yapmadığını merak etti; ama sonra yüzündeki ifadeye baktığında şaka yapmadığını anladı.

“Yüzmek mi?” diye tekrarladı Reece, duyduklarına inanamayarak.

“Bu sular yaratıklarla dolu!” dedi Elden.

“Ah, sorunların en küçüğü bu,” diye devam etti Kolk. “Su sıcaktır; akıntılar tehlikelidir; girdaplar sizi suyun içine çekecektir; dalgalar sizi kayalara çarpacaktır. Kayaları aşmayı başarsanız bile, uçurumun tepesindeki araziye ulaşmak için yukarı tırmanmanın bir yolunu bulmak zorunda kalacaksınız. Tabi deniz yaratıkları sizi yakalamazsa… Yeni evinize hoş geldiniz.”

Thor, diğer çocuklarla birlikte küpeştenin kenarında durarak, fokurdayan sulara baktı. Akıntı, her geçen saniye güçleniyordu ve geminin dengede durmasını zorlaştırıyordu. Ancak en kötüsü, arada bir yüzeye çıkan ve dişlerini gıcırdattıktan sonra tekrar suyun içine batan deniz canavarlarıydı.

Gemileri, kıyıya uzak bir noktada aniden demir atınca, Thor yutkundu. Adanın etrafını saran kayalıklara baktı ve oraya ulaşmayı nasıl başaracaklarını merak etti.

Birkaç küçük kayık denize indirildi ve komutanlar tarafından en az otuz metre uzağa götürüldüler. İşleri kolaylaştırmayacaklardı; kayıklara ulaşmak için yüzmek zorundalardı.

Bunu düşünmek bile Thor’un midesini bulandırdı.

“ATLAYIN!” diye bağırdı Kolk.

Thor ilk defa korktu. Savaşçıların her zaman korkusuz olmaları gerektiğini biliyordu, ancak şuanda korktuğunu itiraf etmek zorundaydı. Bundan nefret ediyordu ve tam tersi olmasını diliyordu. Ama korkuyordu.

Ancak diğer çocukların da korku dolu yüzlerini görünce, kendini daha iyi hissetti. Çocuğun biri öyle korkmuştu ki, tir tir titriyordu. Kalkanlarla çalıştıkları gün korkan ve birkaç tur koşmaya zorlanan çocuktu bu.

Kolk da çocuğun korktuğunu hissetmiş olmalıydı ki, çocuğun yanına gitti. Saçlarını dalgalandıran rüzgârdan hiç etkilenmiyormuş gibi yürürken, doğanın kendisini fethetmeye hazırmış gibi görünüyordu. “ATLA!” diye bağırdı, kaşlarını çatarak.

“Hayır,” diye cevap verdi çocuk. “Yapamam! Atlamayacağım! Ben yüzemem! Beni eve geri götür!”

Kolk, uzaklaşmaya başlayan çocuğu yakaladı ve havaya kaldırdı. “O halde yüzmeyi öğrenmek zorundasın!” dedikten sonra, çocuğu küpeştenin üzerinden denize fırlattı.

Çığlıklar atarak havaya uçan çocuk, etrafına sular sıçratarak denize düştü. Suyun üzerinde kalmak için çırpınarak, “YARDIM EDİN!” diye bağırdı.

“Lejyon olmanın ilk kuralı nedir?” diye bağırdı Kolk, suyun içindeki çocuğu görmezden gelerek.

Thor, doğru cevabı belli belirsiz hatırlıyordu, ancak suda çırpınıp duran çocuk yüzünden dikkati dağılmıştı.

“Yardıma ihtiyaç duyan bir Lejyon üyesine yardım etmek!” diye cevapladı Elden.

“Peki onun yardıma ihtiyacı var mı?” diye bağırdı Kolk, denizdeki çocuğu göstererek.

Suyun içindeki çocuk kollarını kaldırarak, bir batıp bir yüzeye çıkarken, diğer çocuklar suya dalmaya korkar bir halde izlemeye devam ettiler.

O anda Thor’a garip bir şey oldu. Artık kendisini düşünmüyordu. Ölebileceği gerçeği aklına bile gelmedi. Deniz, canavarlar, akıntı… Hepsini unuttu. Düşünebildiği tek şey, başka birini kurtarmaktı.

Küpeştenin üzerine çıktı ve hiç tereddüt etmeden, altında fokurdayan kırmızı sulara doğru balıklama atladı.

€2,86
Altersbeschränkung:
16+
Veröffentlichungsdatum auf Litres:
09 September 2019
Umfang:
222 S. 5 Illustrationen
ISBN:
9781632912442
Download-Format:

Mit diesem Buch lesen Leute