Buch lesen: «Yolu Açan Kadın. 1. bölüm»
© Meryem Yolaç, 2021
ISBN 978-5-0053-7575-9 (т. 1)
ISBN 978-5-0053-7576-6
Создано в интеллектуальной издательской системе Ridero
YOLu AÇan Kadın
Üç bölümden oluşan bir roman. 1.Bölüm
Kalplerinin yolunu takip etmek isteyenler için bir eğitim kitabı.
* Adların ve soyadların gerçek kişilerle olan tüm tesadüfleri tesadüfidir ve olaylar hayalidir.
Bir adama adanmış, hayatımı ters çeviren aşk hikayesi.
Ben YOLu AÇan Kadın…
Beni takip et ve sana tüm dünyayı göstereceğim!
Güzellik, sevgi ve tanıma dünyası!
Hayatınızda o kadar çok deneyimlediğin,
zihinsel ya da fiziksel acının olmadığı o dünya.
Beni takip et, saf kalbin yolunu takip et!
Güzelliğini ve samimi ruhunu kabul et!
Ruh’un ne kadar saf ve kutsal olduğunu görün.
Güçlü Ruhun senin rehberin O!
Yukarıda belirtilen yolu takip et, yolunu takip et.
2014 yılının sonbaharında Londra’da buluşmak istemişlerdi…
«Bana Londra numaranı yaz, sesini duymak istiyorum…»
«Tamam».
Otobüsün ikinci katında oturmuş, Londra’da ki Rus okulunun yeni bir şubesinin açılmasıyla ilgili toplantıya katılmak için Trafalgar Meydanına doğru gidiyordum. Güneşli bir Ekim günüydü. Cep telefonuma gelen bir çağrı, okulun açılmasıyla ilgili düşüncelerimi kesintiye uğrattı. Türkiye numarası idi. İstanbul’dan Londra numaramı kim arayabilirdi ki? Ben hiçbir zaman Türkiye’de bulunmamıştım ki diye düşündüm. O zamanlar hiç bilmediğim Boşnak-Türk aksanlı bir Rusça ile «Selam, sesini duymayı çok istedim» dedi bir ses. «Merhaba!» dedim.
Konuştukça hatırlayamadığım kadifemsi bir erkek sesi «Seni her gün hissediyorum, seni görmeyi gerçekten de çok istiyorum. Yarın Heathrow Havaalanı’nda beni karşılar mısın? Ben senin Benim Kadının olduğunu biliyorum» dedi. Ne cevap vereceğimi bilemedim. «Londra numaramdan beni arayan Türk numarası kime aitti acaba?» Şimdi hatırlamıştım. Moskova’da ki bir arkadaşım projeyi desteklemek için bana söz vermişti. İki hafta önce bana Türkiye’de iş ortağı olmaya hazır bir Bosnalı Türk’ten ya da İstanbul’da yaşayan ve bir Sırplıdan bahsetmişti. Ona Londra’da ki cep telefonu numaramı verebileceğini söylediğimi unutmuştum… Bu «Ortaklığın» neye dönüşeceğini keşke o zaman bilebilseydim…
Yabancı sesin hangi sorusuna cevap verdiğimi düşünmeden «Evet» diye cevap verdim.
«Güzel». Ben şimdi bir bilet rezervasyonu yaptıracağım. Detayları gün içinde sana bildiririm.
«Hmmmm». «Ne bileti?» – Konuşmanın başlangıcını hatırlamadığım için endişelenmeye başlamıştım. Bu ses beni bir çeşit uyuşukluğa dönüştürmüştü ve anca ayılmıştım. Sanki bu noktaya gelmeden önce onu milyonlarca yıldır tanıyor gibiydim. Peki ama bu kim? Kimsin sen. Telefonla konuştuktan ancak bir yıl sonra karşıma çıkan sen, kimsin?
O, Londra’ya gelmedi… Kim olduğunu anlamadığım ya da fütursuzca bana onun kadını olduğunu söylemesinden utandığım için beni aradığı iki numarayı da bloke ettim. Bu telefon görüşmesinden ik gün sonra Turkcell şirketi başkan yardımcısının daveti üzerine Türk Hava Yolları’nın Londra-İstanbul seferiyle İstanbul’a gidiyordum. 2014 yılının sonunda herkes İstanbul’da bir Rus-Türk Üniversitesinin açılmasıyla ilgili beklenti içindeydi. Bu gidişim; kültürlerin, tarzların, mimari yapıların, seslerin iç içe girdiği ve farklı dünyalardan insanların bir yerde buluştuğu bu masal şehrine ikinci kez gelişimdi.
İlk gidişim, Moskova-İstanbul-Londra aktarmalı bir uçuştu ve iki saat süresince İstanbul’un güzelliklerini görmek imkansızdı.
Dünyayı dolaştıktan sonra; en büyük, en güçlü, en içten, en saf, her şeyi affeden ve her şey için hazır bir aşk uğruna sonuna kadar gitmenin kahramanlık değil de hayatın ta kendisi olduğu bir aşk yüzünden hayat boyunca devam eden yolculuğumun son durağının Türkiye olacağını ve o andan itibaren yola yalnız değil de ruh ikizim ile birlikte devam edeceğimi hiç düşünmemiştim.
Saraybosna’da buluşma
Üstümü değiştirip Saraybosna’nın tarihi şehir merkezine gittim. Süleyman’la ilk buluştuğumuzda gördüğüm gözlerin gerçeği, daha doğrusu bu gözlerin saçtığı, her şeyi yakan, etrafı ıssız bir çöle dönüştüren ruh acısı gerçeğinin buralarda saklanmış olduğunu hissediyordum.
Sessiz kış sokaklarında dolaşıyordum. Aylardan Ocak olmasına rağmen güneşli bir gündü. Farkına varmadan kendimi koca bir AVM önünde bulmuşum. İçeriye girdim. Her tarafta ünlü markaların yılbaşı indirim kampanya reklamlarını görüyordum. İçgüdüme güvenerek dördüncü kata çıktım. Karşımda İstanbul’dan bildiğim PlayLand yazılı büyük bir tabela duruyordu. Demek ki maçomuz, bu harika çocuk eğlence merkezi şubesini Saraybosna’da da açabilmiş. Resepsiyonda duran görevliye yaklaştım.
– Süleyman Beyi arayıp, Mariya’nın burada olduğunu söyler misiniz lütfen!
Beklemediğinden veya Rus aksanlı garip Boşnakçamdan dolayı çocuk bana şaşkın bakarak gene de hızlı şekilde bir numara tuşlamaya başladı. Ve birkaç saniye sonra üst kata ve yürüyen merdivene doğru davet eden bir işaret yaptı. Geriye baktım. Üst katta duran Süleyman bana gülümseyerek ellerini sallıyordu. Görevliye teşekkür edip mutluluğa doğru yürümeye başladım. Süleyman koşarak geliyordu bana doğru. Yürüyen merdiven çalışmıyordu. Ben yavaşça yukarı çıkmaya başladım. Sonunda bir araya gelebilmiştik.
– Senin yürüdüğün hızla hareket etseydim çoktan iflas ederdim Mariya!
Ben gülümsedim. Ofise geçtiğimizde beni küçük bir kanepeye oturtup, üstünde iki adet notebook bulunan çalışma masasına oturdu.
– Karımdan beni her gün sevindiren mesajları almak isterdim, dün bana yazdığın gibi değil.
Dünkü mesajla arkadaş vasıtasıyla araştırdığım Süleyman’ın her iki telefon numarasının, başkasının adına kayıtlı olmasının nedenini sorduğumu hatırladım. Kızdığında bana gelmemi istemediğini yazdığında ben, artık uçak içinde oturuyordum. Uçağın kalkış saatinden haberi de vardı onun.
– Karımın lezzetli yemek yapmasını, ev bakmasını ve yatakta beni mutlu etmesini isterim.
Ben, bilim adayı olan bir bayan olarak, aile yapısı ve ilişkileri dersindeydim sanki.
Sessizce karşımdaki tabloyu inceliyordum.
Birden bire emreder gibi «Yanıma Gel!» diye söyledi Süleyman, kucağına oturmamı istediğini işaretle göstererek.
Gücüne ve cazibesine karşı koyamazdım. Kucağına oturduğumda bir elini belime koyup öbür eli ile saçımı okşamaya başlamıştı. Sanki kedi yavrusunu seviyormuş hissine kapılarak ayağa fırladım. Süleyman güldü. Belimdeki elini çekmeden, «beni öp» diye emir verdi. Boyum onunkinden kısa olduğundan öbür eliyle çenemi okşayarak yukarı doğru kaldırdı. Emrini yerine getireceğimi beklerken, göz göze gelmiştik.
– Mavi gözler, – dedi Süleyman. Sanki susuzluktan ölmek üzereymiş gibi. Deniz mavisi gözlerimin içine bakıyordu.
Onu şehvetle öpmeye başladım, tenimi onun sıcak tenine değdirmek için sabırsızlanıyordum. Gömleğinin düğmelerini yukardan aşağıya açmaya başlamıştım.
– Sonra, – dedi.
Elimi çekip, ofisten koşarak uzaklaştım. İstanbul’da benden alamadığı öpücüğü kastederek: Yüksek sesle «Onu alacağımı söylemiştim sana!» diye seslendi Süleyman peşimden gelirken. Birkaç saniyede bana yetişip ceketini kapattı. Şimdi yemek yiyelim dedi ve beni bir alt kattaki restoranın içine sokup deri koltuğa oturtmuştu. Biraz sonra seslendiği garson sıcak kebap, sebze ve sıcak ekmek önümüze koydu. Saraybosna ayranı en az İstanbul ayranı kadar güzeldi. Ye dedi Süleyman lavaşa sarılı bir kebap parçasını bana uzatarak. Ona bakmadım. Avucuyla kalçama dokunarak: «Yemek yemelisin çok zayıfsın» dedi. İki üç kilo verme istediğimi hatırlayınca gülmeye başladım. Biz yemeğimizi yerken üzerinde koyu renk kalın kumaşlı palto giymiş, uzun boylu, otuz yaş civarında bir genç restorana girdi. Masamıza yaklaşıp sessizce beklemeye başlamıştı. Daha sonra, büyük miktarla nakit para içerdiğini öğrendiğim zarfı elinde tutuyordu. Ona otur diyen Süleyman bana bakıp kuzenim diye attı ve gence dönüp üç banknot kendisine alacağını kalanı da bankaya yatıracağını söyledi. Söylediklerini yerine getirmek üzere genç adam afiyet olsun deyip yanımızdan ayrıldı. Yemeğimizi bitirdik.
– Gidip çay içelim.
Restorandan çıkıp tatlılarla dolu bir dükkana girdik.
– Sen ne alırsın? diye sordu Süleyman.
– Baklava, – dedim.
Ben yemeğimizin kafayı karıştıran etkisi altındaydım hala. Kendimi koruyarak tatlıdan aslında vazgeçmem gerekiyordu ama içime Süleyman’a ve emirlerine karşı koyamayan başka birisi girmiş gibiydi.
Masaya oturduğumuzda şerbeti ile ağzımı tatlandıran baklava ile iki bardak çay karşımıza bir anda konuverdi.
– Burada herkes tanır beni dedi Süleyman memnun bir gülümsemeyle.
Hesabı ödedi ve dışarı çıktık. Elimi sımsıkı tutup rastladığımız tüm insanlara beni tanıtıyordu. Tekrar kaçacağımı veya numaralarını bloke edeceğimi mi korkuyordu bilmem ama elimi o kadar sıkmış ki, bu gezinin sonunda elim biraz kızarmıştı. Artık otele dönelim deyip hızlı bir şekilde taksiyi bulmuştuk. Birkaç dakika sonra «Avrupa» otelindeydik. Benimle birlikte üçüncü kata çıktı. Odamda kendi eşyalarım yanında onun eşyaları da duruyordu. Ne zaman olmuş ki bu? Gerçeği bütün gün dışarıdaydım… Veya kendisi zaten yan odasında mı kalmıştır… Aklım karışmış.
– Sen kendin mi soyunursun yoksa ben mi soyayım seni? diye mırıldadı kulağıma belimi yavaşça sararak.
Arkaya bakıp üstünde sadece donla çorap kaldığını gördüm. Kahkahaya boğuldum.
– Neden güldün?
Üstümdeki elbise ve ceketi çıkartmadın beni koca yatağın üstüne attı. Otelin lüks odasındaydık.
– Bırak beni! kurtulmaya çalıştım.
Ceket düştü üstümden. Elinden kurtulduğumda banyoya kapandım. Üstümü değiştirip ev elbisesini giydim ve banyo odasından çıktım.
Süleyman çıplak vaziyette yatağın üstünde uzanmış kendisine has devasa aleti ereksiyon halindeydi. Şehvet dalgaları beni sarmıştı. Hızlıca ayağa kalkıp beni kendine çekerek, tutkuyla saldırıyormuş gibi beni öpmeye başladı. Birbirimizi sevmeye başladık. Her hücremden zevk alıyormuş gibi sevişiyordu. Ben ise bir türlü doyamıyordum. Orgazm içindeyken tek vücut haline geldiğimizde ben devam etmeyi ve ikinci devreye başlatmayı tercih ettim.
– Aman bana tecavüz mü ediyorsun diye inledi Süleyman.
Üzerine çıktım, sessizce gülümsüyordum. Vücudundan haz alırken doyamıyor, fazlasını istiyordum. O an kişiliğimin şeytani varlığı onu yediğini bilmezdim. Ama en kötüsü bu değildi.
Onu dibe kadar içtim, ne onu ne de kendimden başka birini bırakmıyordum. Bütün bu devasa enerjinin gittiği yerde, hiç anlayamadım. Bu sır bana daha sonra açıklanacak.
Süleyman yataktan atladı ve anında çıplak vücudu üzerine kotları çekti.
«Acil olarak bir faks göndermek zorundayım ve sen giyinirken, biz yemek yeriz,» dedi harekete geçti ve odadan kayboldu.
Bir elbise giydim, güzel İngilizcem topuklar üzerine çizdi ve telefonu sadece elime aldım, ama kapı açıldı ve Süleyman açılışta belirdi.
«Ah, hazırsın, gidelim» odadan çıktık ve Saraybosna’nın merkezinde, Avrupa Otelindeki lüks Viennese restoranına gittik.
Grip oldum, hastalık azalmış gibiydi, ama restorandaki masada tekrar kapatıldım ve sümük burnumdan döktü. Limonlu ve ballı bitki çayı sipariş ettim.
«Sıcak çorba yemelisin,» Süleyman dikkatlice bana baktı. Bütün masa zaten sümüklü kağıt peçetelerle kaplıydı.
Bize iki büyük kap çorba getirdiler.
Süleyman’a «Ye», diye emretti «İyileşmen gerekiyor.»
Çorbaya başladım. Akşam yemeğinde her şeyden, İstanbul’daki trafik sıkışıklığından, politikadan, Rusya’daki durumdan ve başkanlardan bahsettik.
«Normal olduğumu görüyorsun,» dedi Süleyman aniden beni bir restorana davet edebileceğine ve akşam yemeğinde bayanla «küçük konuşmalar» yapabileceğine ikna etmek istedi. Bu ondan duyduğum ve okuduğum Türk küfürden sonra. Hayatımda bu kadar anlamlı ifadeleri kimseden alamadım, ama benim için başka bir şey yapmak garipti: Süleyman’ın içinde neye hakaret ettim, böylece kendimi bana en karanlık tarafından tezahür ettirmek için? Ama sonra onu çok kötü tanıdım ve karanlık özünün neler yapabileceğini anlamadım, bu da onu içeriden mahvetti. Genelde onun hakkında çok fazla bir şey bilmiyordum. Ve iki yıl sonra bana açıklanacak olan her şey, muhtemelen ilk toplantıda beni şoka sokacak ve asla onunla ilişkimizi sürdürmeme ve o zamana kadar gitmeme izin vermeyecekti.
«Tatlı olarak ne istersin?» Diye sordu Süleyman. Alçakgönüllülükle gülümsedim…
«Beni, anladım,» diye aceleyle makbuzu istedi ve onu ödedi. Harika bir akşam yemeği için ona teşekkür ettim. Bana doğru görüyor gibiydi. Hiçbir şey delici bakışlarından saklanamaz. Sadece dudaklarını okumadı, her hücremi taradı, hatta daha fazla, bilinçaltımın dalmaya hazır olmadığı derin bir yere nüfuz etti. Kalbimin derinliklerine nüfuz ederek feminen özümü açtı. Ya da orada uzun süre yaşadı…
Restorandan çıktık, hemen odaya asansörle çıktık ve hemen tekrar seviştik. Süleyman yorulmuştu. Hiçbir şekilde yeterince alamadım, her şey benim için yeterli değildi. Öyle görünüyor ki, geçmiş hayatımda bir yerde onunla birlikte ruhumun bir parçasını kaybettim. Ve O’nun arayışı içinde olan bu hayatta, farklı ülkelerden geçmiş, sonunda tanışmış, açgözlü özümü doyuramadım, ki bu her şey yeterli değildi… Hepsine hükmetmek istedi. Fakat vücut böyle bir birliğe karşıydı. Çok daha önemli olan manevi birliktelikti. Bu olaylar için henüz hazır değildim. Ancak Yaradan’ın benim için planladığı ve hazırladığı şey tüm beklentilerin ötesindeydi…
Süleyman yataktan kalktı.
«Yarın İstanbul’daki ortaklarla iş yemeğime katılmak ister misin?» Diye sordu. Ortaklarıyla buluşmayı umursamadığımı ve göz kırptığımı söyledim. Bir telefon numarası çevirdi ve 8 kişilik bir restoranda rezervasyonu yaptırarak isimlerimizi verdi ve yalnız olmayacağını belirtti. Bana yaklaştı ve beni güçlü bir şekilde öptü…
«Basketbol maçı izlemek istemiştim,» diye bilmediğim bazı takımları seçti.
«Bana gel,» beni yatağa sürükledi ve televizyonu açtı ve ellerimi omuzlarımın üstüne koydu: boynunu nasıl masaj ettiğimi sevdi.
Sonunda basketbol maçını izledikten sonra yatmaya gittik. Sabah erkenden İstanbul’a dönüş uçuşumuz vardı.
Sabah erken kalktım, uykusuz bir geceden sonra Süleyman’ı uyandırmaktan korktum, bütün gece döndü. İçimdeki arzu ile mücadele ettim, ama doğruca duşa gittim, kendimi düzene soktum, toplandım ve uyandığında hazırdı.
«Hiçbir şey unutmadın mı?» Hazır bakışlarıma bakarak beni dikkatlice inceledi. Kahvaltı yapmak için aşağı indik.
«Hayatımda asla kahvaltı yemem,» dedi Süleyman birdenbire sabahları tabağa memnun bir görünümle koyarak davrandı.
«Artık senin için her şey farklı olacak, rejim hayatımızda çok önemlidir. Tanrı seni insan formunda bir melek gönderdi «dedi.
«Bunun ne tür bir melek olduğunu bakarız,» Süleyman beni bakışlarıyla taradı. Kahvaltı yaptık. Bütün sabah rahatsız hissettim. Bosna’da bir haftasonu kalmak istedim, özellikle onu serbest bıraktım ve ertesi gün İstanbul’a döndükten sonra uçup gitmek istemedim. Onunla paylaştım. Beni yarın öğleden sonra onunla İzmit gezisine götüreceğini söyledi. İçimdeki bir şey sıkılmış.
Havaalanında, Süleyman bana bal ve limon ile bitkisel çay verdi: «Çabucak iyileşmelisin.» İnişi geçtik. Beni her zaman öptü.
Bir İstanbul okulunda A2 seviyesi sınavına hazırlanmak için kabinde bir Türkçe ders kitabı açtım. Süleyman’a Türkçe kelimelerin anlamı hakkında sorular sordum, bütün sorularıma ilgiyle cevap verdi. Birdenbire eliyle bana sarıldı ve kalçalarımı sıktı, bekarlar vücudumun içinden geçti.
«Seni şimdi istiyorum», diye kulağına fısıldadım ve ders kitabını bıraktım.
«Akşama kadar bekle, seni alacağım.»
İstanbul’a indik. 16 Ocak 2016 Rusya sadece Türkiye’nin yaptırımlarını açıkladı. Oturma iznimle birlikte Türk vatandaşları için geçiş pasaportumla Kanuni Süleyman’ı geçtim.
«Merhaba, Türkiye’ye hoş geldiniz», diye sınır öfkesi bana gülümsedi, ikincisi pasaportuna damga attı.
«Türkiye’nin seni nasıl karşıladığını görüyorsunuz, Maria», Süleyman bana göz kırptı.
«Neden şimdi bana bunu söylüyorsun?» – Pasaport kontrolünden sonra buluştuk ve Süleyman’ın papasını pasaportumla şaka olarak çarptım.
«Şimdi bir taksiye bin ve eve git, ben de ofise gideceğim. Akşam saat 9’da seni alırım, hazır ol.» – Süleyman bana bir taksiye para verdi, ekşitmeden.
Akşam saat 9’da, güzel ve yüksek topukluydum, beni ortaklarımla akşam yemeği için almasını bekliyordum. 21:15, 21:30 … 21:40 … SMS yok, arama yok. Doğuya yazdım: mesaj iletilmedi. Numarasını çevirmeye karar verdim, belki de yol boyunca olanlar: «Abone cevap vermiyor veya geçici olarak kullanım dışı, daha sonra aramayı dene.»
Ne…? 22:00. Numarasını ikinci güvenli numaramdan aramaya karar verdim. Hooterler «Alo!» Dedi – tüpün diğer ucunda bir ses ve etrafta bir miktar ses ve birçok ses vardı.
«Merhaba, Süleyman! Beni 9’da almaya karar verdik.» Sonunda sessizlik ertelendi, görünüşe göre Süleyman neyin cevap vereceğini biliyordu… ama çağrı kesildi. Tekrar aramadım. Benim için her şey garipten daha fazlaydı.
Bir gün sonra tekrar aileme Belçika’ya gittim. Orada ev sıcaklığı ve özen atmosferine daldım. Brüksel alışverişi Süleyman’a duyduğum özlemden vazgeçti ve ben Avrupa’nın güzelliğine döndüm, antik mimari ve şehrin cazibesine kapılan Brugge’de bir tura çıktım. Fakat 1 Şubat’ta buna dayanamadım ve Süleyman’a Belçika numaramdan bir mesaj gönderdim: «Merhaba. Nasılsın?»»
«Merhaba. Kötü,» – onun mesaj hemen uzaklaştı, bir yerden uzaklaştı.
«Sana iyi geceler diliyorum!»
«Sana da.» Cevap konusunda tereddüt ettim ama yine de karar verdim.
«Yarın saat 17:30’da Brüksel’den Sabiha Gökçen Havalimanı’na varışta beni alacaksın memnun olurum.»
Süleyman, «Peki, iner inmez beni yaz seni alacağım» yazdı.
«Seni özledim ve seni çok istiyorum», dayanamadım.
«Senin eve doğrudan havaalanından gideceğiz», – Süleyman beni gönderdi. Kalbimde yanlış bir şey yaptığımı hissettim.
Ertesi akşam İstanbul’a bindim ve Süleyman’a hemen bir mesaj gönderdim.
«Havaalanından çık, seni çıkışta alırım» geri geldi. Belçika hediyeleri ile yavaş yavaş iki valiz yüklenen arabaya, yeni kırmızı örgü elbisemle uluslararası gelenlerin çıkışına ilerledim. Dışarı çıktım, benimle tanışan tüm Türkler, istisnasız, gözlerimle yutkundu. Süleyman onların arasında değildi. Şimdi bir taksiye bineceğimi ve çıkışa gideceğimi düşündüm. Havaalanından çıkışta Süleyman bana sıçradı ve valizimi aldı. Çok endişeliydi ve net bir şekilde açıktı ve bundan sorumlu olan kesinlikle ben değildim. Görünüşüm sadece durumu daha da kötüleştirdi. Mutlu bir şekilde sordum: «Nasılsın?» Arabaya bindik. Ve havaalanını çoktan terk etmiş durumdayken, durumun bir şeyle kurtarılması gerektiğinin farkına vardım ve karayolu üzerinde ona şunu sordum: «Lütfen, arabayı dur.» O, çok şaşırdı, aniden kafamı yönüme çevirdi, ama sessizce park etti ve durduk.
«Beni gördüğüne sevinmedin mi Süleyman?» Diye sordum.
«Sevindim. Ne istiyorsun?» Gözlerini bir tür içsel acı ile indirdi. Ne olduğunu anlamadım ama amansızdım.
«O zaman beni ilk kez Saraybosna’da yaptığın gibi öp» diye sordum. Süleyman beni ona çekti ve öptü. Ben içten mutlu olmuştum. Ancak her şeyin yanlış gittiğini ve nasıl düzeltileceğini bilmiyordum. İlk öpüşmemiz hiç değildi. Durumu kolayca ve kolayca nasıl bırakabileceğimi bilmiyordum. Her şeyi bir kerede istedim ve en önemlisi, yanlış yaptığım şey onun vücudunu devralmaktı. Ve bu konuda kesinlikle her saniye kaybettim. Yine yola çıktık.
«Avroyu şimdi çok fazla Türk lirasına çevirmem gerekiyor» dedi. Sessizce Süleyman sessizce yol boyunca bir yere park etti, benden euro aldı ve üç dakika sonra TL ile geri döndü, bana bir miktar fatura verdi.
O kötü niyetli akşamda, benden hiç çay içmiyorduk, valizleri aldım ve girişte beni bekleyen ev sahibimle ilgilenmek için ayrıldım. Süleyman karartılmış bulutlar bana veda bile kalmadan kaldı. Aramızda neyin yanlış gittiğini merak ettim. Niçin hiç görüşemedik, neden hayatımın hayalini kurduğum görüşmemizden sonra bile normal bir şekilde insanca iletişim kuramıyoruz. Varlık gerçeği iki yıl sonra bana açıklanacak, Rusya’dan iki şamanla birlikte ayna korumayı kaldırmak için çalışacağız ve sonra sert bir savaş gelip beni hedefime dayanma ve sadakat için test edecek. Ve şimdi bir kızım, Tanrı’nın çiçeği, bir ay boyunca İstanbul’da yeni konut aramakla meşguldü, çünkü eski yer kesinlikle bana uymuyordu. Hızlıca bir satış sözleşmesi imzaladıktan sonra, bir akşam, şansla, hem depozito hem de rehin için gereken parayı aldım, İstanbul’un Asya bölgesinde yeni ve geniş bir daireye taşındım. Bundan yeterince alamadım. Hemen Süleyman sohbete bir mesaj gönderdi: «Seni gerçekten özledim.» Ve sonra konumunuz. Yıllardır görmemiş gibiydik. Bütün ay yeni daireler izliyordum ve taşınıyordum. Ve böylece, bir akşam taşınan ve havuzlu yeni bir rezidansa yerleştiğimde, Süleyman olmadan kendimi hem mutlu hem de yalnız hissettim. Birden cevap ondan geldi: «Gelecek miyim?»
«Evet» dedim. Süleyman bile benden hep yapmamı istediği, ama yine de denemediğim bir pancar çorbası pişirmeyi bile başardı. Sadece şarkı söyledim, ocakta dans ediyordum. Telefon çaldı: «Merhaba, benimle 15 dakika sonra kavşaktaki hastanede buluşalım, nasıl devam edeceğimi bilmiyorum. Seni oradan alacağım ve sen yolu göstereceksin.»
«Güzel,» Süratle toplandım ve Süleyman’la buluşmaya gittim. Bu sefer, sadece bir tişört ve kot pantolonla, rüzgârın omuzlarına bir ceket attı. Beyaz Mercedes’ini uzaktan gördüm. Durdu.
«Merhaba!» – Arabaya bindim, onunla tanıştığımda, içimde bir şey sıkıştığında, ve bir miktar kayıp korkusu beklenmedik bir şekilde gizlice girmişti. O zaman aşkımızdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Yurtta durduk ve park ettik. Beşinci kata yükselen ve daireye giren Süleyman, her zamanki gibi her şeyi kokladı, ambalajını açtı, balkona doğru yürüdü, perdeyi geri çekti ve pencereden manzaraya doyurucu bir şekilde baktı. Onu takip ettim, kapıyı kapattım ve bize Türk kahvesi hazırlamaya başladım. Bardaklara döktüğümde Süleyman’ın daha önce oturduğu kanepeye gittim ve ona kahve ikram ettim.
«Bu nedir?» Diye sordu Süleyman, şüpheyle koklayıcı ve kırışmış.
«Türk kahvesi» gülümsedi. «Süleyman, konuşmak istiyorum» konuşmasının kolay olmayacağını hissettim.
«Ne söylememi istiyorsun Maria? Konuş.»
«Aramızda olanlardan bıktım ve hiçbir şeyi açıklamadan beklenmedik bir şekilde ortadan kaybolduğunda bu beni çok üzüyor.» Süleyman ağırca iç çekti. «Tüm bunların ne anlama geldiğini bilmek istiyorum?» Diye sordum.
«Size ancak bu yıl yanımda katlanacak olan kadının cömertçe ödüllendirileceğini söyleyebilirim.» «Benimle gel,» Süleyman kahveyi masaya koydu, büyük sıcak eliyle elimi tuttu ve yatak odasına götürdü.
«Beni özlediğini söyle,» diye sordu Süleyman.
«Kaçırmadım,» diye şaka yapıyorum.
«Yalancı», – beni her yerinden öptü, yavaşça soyuyordu.
«Hepinizin benim olduğunu söyle» dedi.
«Sen kendin biliyorsun,» Onun kalçalarını sıktım.
«Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum, hepinizin benim olduğunu söyle.» «Ben seninim» dedi. Süleyman tutkuyla bana girdi, uyuyan bir volkanın patlaması gibiydi. Bir ay boyunca onu çok özledim, çok sevdiğim sıcak elleri, dokunuşuyla, sıcak bakışlarıyla, her zaman Dünya’nın bütün bilgeliği gibi benimle konuştu. Ama hiçbir şey anlamadım, iki yıl sonra onu anlamam bana verilecekti, ama o zaman o kadar çok şey yaptım ki, yolumda tanıştığım bütün asistanlar bile kader ve karmik derslerinin iç içe geçmesini zorlaştırmak zor olacak.