Robensonlar Mektebi

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Robensonlar Mektebi
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

1. BÖLÜM
AÇIK ARTIRMAYLA SATILAN ADA

Satış memuru Dean Felporg, nefes almadan bağırıyordu:

“Peşin parayla satılık ada! Masraflar alıcıya aittir! Ada, son arttıranın olacaktır!”

Tellal Gingrass da kalabalığın arasında dolaşarak, durmadan:

“Satılık ada! Satılık Ada!” diye bağırıyordu.

Sacramento Caddesi 10 numaradaki büyük müzayede salonu, en canlı, en hareketli günlerinden birini yaşıyordu. O gün orada sadece Kaliforniyalılar değil San Fransisko’ya çeşitli sebeplerle gelmiş olan çeşitli eyaletlere mensup, çeşitli milletten iş adamları ve meraklılar da bulunuyordu. Şunu da vakit geçirmeden ilave edelim ki, artık bu şehir, 1849’la 1852 yılları arasında olduğu gibi, altın arayıcılarının dinlenmek için konakladıkları basit bir kervansaray kasabası değildi. Yirmi küsur sene içinde mühim gelişmeler olmuş San Fransisko, Batı Amerika’nın rakipsiz bir ticaret ve endüstri merkezi hâline gelmişti.

O gün hava çok soğuktu. Fakat, salonu dolduranlar bunu fark etmiyorlardı. Bütün yüzlerde sonsuz bir merakın derin izleri görünüyordu. Satış memurunun ve tellalın bağırışlarına aldırış etmiyorlardı. Zaten, Hükûmetin garip bir kararla satışa çıkarttığı, Büyük Okyanus’taki işe yaramayan boş bir ada kimin işine yarardı? Bir insanın ne kadar zengin olursa olsun, böyle bir şeyi düşünebilmesi için muhakkak deli olması lazım değil miydi? Orada bulunanlar, tespit edilen fiyatın bir kuruş bile arttırılmayacağına inanıyorlardı. Herkes gülüyor, şakalaşıyor, fakat satışa iştirak etmiyordu.

Tellal Gingrass durmadan bağırıyordu:

“Satılık bir ada! Satılık bir ada! Çevresi yüz yirmi kilometre! Yüzölçümü doksan bin hektar!”

Bir Meksikalı, içkiden kısılmış, alaycı bir sesle Gingrass’a sataştı:

“Acaba adanın dibi sağlam mı? Sakın sulara gömülüp batmasın?”

Tellal, bu sataşmaya aldırış etmeden bağırmaya devam ediyordu:

“Balta girmemiş ormanlarıyla, çayırlarıyla, tepeleriyle, dereleriyle Satılık Ada!”

Bir Fransız, satış memuru Felporg’a sordu:

“Garanti veriliyor mu?”

Pişkin bir adam olan Pelporg, bu sualin altında gizli olan alayı anlamazlıktan gelerek, ciddi bir sesle:

“Evet, garanti veriliyor.” diye cevap verdi.

“İki senelik mi?”

“Hayır, kıyamet kopuncaya kadar!”

Bu sırada tellal feryat ediyordu:

“Zararlı, yırtıcı hayvanların, yılanların bulunmadığı bir ada!”

Kalabalığın arasından bir ses yükseldi:

“Kuşlar var mı?”

Başka birisi de:

“Sinekler, böcekler var mı?” diye alay etti.

Satış memuru Dean Felporg:

“Bu cennet gibi ada, son arttıranın olacaktır!” diye bağırdı. “Haydi Hemşehrilerim! Biraz cesaret! Hiç kullanılmamış bir ada! Okyanusun ortasında bir cennet! Ucuz değil, bedava! Böyle ada için bir milyon yüz bin dolar nedir ki! Evet! Yanlış işitmediniz! Sadece bir milyon yüz bin dolar! Arttıran yok mu? İçinizde böyle bir adaya sahip olmak isteyen yok mu? Bir ada! Kim almak istiyor?”

Kalabalığın arasından birisi, bir biblo veya tablodan bahseder gibi:

“Malı buraya gönder, tetkik edelim!” diye bağırdı.

Salondakiler bu söze kahkahalarla güldüler. Fakat, yarım dolar arttıran bile olmadı.

Satılan şey, elden ele geçecek cinsten olmadığı için adanın çoğaltılan planı salondakilere dağıtılmıştı. Arzu eden, bu plana bakarak bir fikir edinebilirdi.

Satışa çıkarılan bu adanın adı “SPENCER” dı. San Fransisko Körfezi’nin dört yüz altmış mil batı – güneybatısındaydı. Haritadaki yeri ise 32° 15’ kuzey enlemi. Greenwich meridyenine göre 142° 18’ batı boylamındaydı.

Ada, Amerikan suları içinde olmasına rağmen deniz trafiğinin dışında bulunuyordu. Bu bakımdan, tamamıyla ıssız bir kara parçası sayılabilirdi. Gemilerin buraya sokulamamalarının bir sebebi de ters istikametlerden gelip çaprazlaşan akıntıların, adanın civarında tehlikeli girdaplar meydana getirmeleriydi. San Fransisko’dan hareket eden gemiler, adanın bir hayli güneyinden geçiyorlardı. Gürültülerden uzak bir şekilde yaşamak isteyen bir insan için bu ada ideal bir yerdi.

Hükûmet niçin bu adayı satmak istiyordu? Acaba bu bir fantezi miydi? Hayır. Bir milleti temsil eden bir hükûmetin, şahıslar gibi kaprisleriyle hareket etmesine imkân yoktu. Spencer adası, işgal ettiği yer bakımından hükûmet için faydasız bir yerdi. Orada binalar inşa edip insanların oturmasını temin etmek imkânsız bir şeydi. Böyle bir teşebbüs ne hükûmete ne de insanlara bir menfaat sağlayamazdı. Askerî strateji bakımından da hiçbir kıymeti yoktu. Ticari bakımdan da değerli bir yer değildi. Yetiştirilecek mahsulün temin edeceği kâr, nakliye masraflarını bile karşılayamazdı. Bütün bu faktörleri göz önüne alan hükûmet, adayı satmaktan başka pratik bir çare bulamamıştı. Fakat satın alacak şahsın Amerikalı olması şarttı.

Hükûmetin tespit ettiği fiyatın çok düşük olmasına rağmen hiçbir işe yaramayan bir adayı alıp başına dert açmak isteyen bir insanın bulunabileceğini düşünmek imkânsızdı. Böyle bir fantezi için bir milyon yüz bin dolar verecek şahsın, muazzam bir servete sahip olması lazımdı. Buna rağmen hükûmet, adanın bu fiyattan aşağıya satılmamasına kati olarak karar vermişti.

Hükûmetin, satın alacak şahıs için ileri sürdüğü şartlardan birisi de o şahsın krallığını asla ilan edemeyeceğiydi. Günün birinde ada kalabalıklaşacak olursa o şahıs ancak cumhurbaşkanlığına seçilebilecekti. Hükûmet, Amerikan kara suları içinde, ne kadar ufak olursa olsun, bir krallığın kurulmasına asla razı olamazdı.

Şartlar bu kadar basit olmasına rağmen adayı almaya istekli olduğunu belirten bir kişi bile ortaya çıkmamıştı. Dakikalar geçiyor, satış memuruyla tellalın nefesi kesiliyordu. Bu arada salondakilerin alayları, sataşmaları gittikçe şiddetini arttırıyordu. Adaya karşılık, hükûmetin kendisine açıktan para vermesini isteyecek kadar alayı ileri götürenler vardı. Bu arada mütemadiyen bağıran tellalın sesi duyuluyordu:

“Satılık Ada! Satılık ada! Ada bir dolar arttıranın olacak! Efendiler vakit geçiyor! Fırsatı kaçırmayın!”

En sonunda satış memuru:

“Eğer arttıran olmazsa, müzayede duracaktır!” diye bağırdı. “Saymaya başlıyorum! Biiiiirrrr! İiiikiiiiii!”

İşte bu anda, salondaki gürültüyü bastıran bir ses duyuldu:

“Bir milyon iki yüz bin dolar!”

Bu altı kelime salonun içinde bir bomba tesiri yapmıştı. Kısa bir an sessizleşiveren kalabalık, bir tek vücut gibi sesin sahibine doğru dönüvermişti.

Bu şahıs William W. Kolderup’du.

2. BÖLÜM
İKİ DÜŞMAN KARŞI KARŞIYA

William W. Kolderup, San Fransisko’da bir masal kahramanından farksızdı. Serveti binlerle değil milyonlarla hesaplanıyordu. Kaliforniya’ya ilk adım atan altın arayıcı ve spekülatörlerdendi. Daha sonra meşhur İsviçreli Sutter’le ortak olmuş ve ilk zengin altın damarını bulmuştu. Bu teşebbüsle yetinmemiş, şans ve zekâsının yardımıyla Amerika ve Avrupa’daki bütün büyük maden işletmelerine el uzatmıştı. Serveti çoğaldıkça cesareti artmış, ticari ve sınai spekülasyonlara atılmıştı. Muazzam sermayesiyle yüzlerce fabrikaya ortak olmuş, gemileriyle dünyanın her tarafına mallarını göndermeye başlamıştı. Böylece serveti her geçen gün geometrik oranla çoğalmıştı. Bu ölçüsüz zenginliğe rağmen William W. Kolderup, tevazudan ayrılmamaya muvaffak olmuştu.

William W. Kolderup, okuyucularımızın karşısına çıktığı sırada, yeryüzünde iki bin müessesenin sahibiydi. Amerika, Avrupa ve Avustralya’daki bürolarında seksen bin memur çalışıyordu. Üç yüz bin müesseseyle mektuplaşıyordu. Beş yüz gemilik bir ticaret filosuna sahipti. Bir sene içinde posta pullarına ödediği para bir milyon dolardı.

Böyle bir iş adamının müzayedeye iştirak etmesi, küçümsenecek bir hadise değildi. William W. Kolderup’un sesi salonda duyulduğu andan itibaren bütün alaylar ve şakalaşmalar birdenbire kesilivermişti. Ani bir sessizlik olmuş, daha sonra da hayranlık ifade eden nidalarla alkışlar salonu kaplamıştı. Bir hamlede yüz bin dolar arttırmak kolay değildi. Orada bulunanlar böyle bir şeyi akıllarından bile geçiremezlerdi.

Bu hayranlık ifade eden alkışlardan sonra salon tekrar birdenbire sessizleşivermişti. Herkes merak içindeydi. Acaba başka birisi fiyatı yükseltmeye cesaret edebilecek miydi? Hiç kimse buna ihtimal vermiyordu. William W. Kolderup’la kim mücadele edebilirdi ki?

Satış memuru, tekrar bağırmaya başlamıştı:

“Bir milyon iki yüz bin dolar! Bir milyon iki yüz bin dolar! Başka arttıran yok mu?”

Tellal Gingrass da:

“Bir milyon iki yüz bin dolara satılıyor!” diye bağırıyordu.

William W. Kolderup, kalabalığın arasında kendinden emin bir tavırla, bir heykel gibi hareketsiz bekliyordu.

Uzun boylu, sağlam yapılı, geniş omuzlu bir adamdı. Başı, normalden bir hayli büyüktü. Bakışları, kararlı ve inatçı bir insan olduğunu belli ediyordu. Yer yer ağarmaya başlayan saçları, genç bir adamı kıskandıracak derecede sıktı. Bıyıkları yoktu. Devrin modasına uygun bir tarzda sakal bırakmıştı.

Satış memuru Dean Felporg, tekrar bağırdı:

“Arttıran yok mu?”

Bu suale cevap veren olmadı.

Satış memuru, elindeki çekici havaya kaldırdı ve saymaya başladı:

“Biiiirrrr! İiiiikiiii!”

Tellal da satış memurunun sözlerini aynen tekrarlıyordu:

“Biiiirrrr! İiiiikiiii!..”

“Satıyorum! Duyduk, duymadık demeyin! Spencer Adasını bir milyon iki yüz bin dolara satıyorum! Son pişmanlık fayda vermez! İyice düşünün! Satıyorum!”

“Saaaaaattttt!”

Herkes heyecan içinde, nefes dahi almadan neticeyi bekliyordu.

Satış memuru Dean Felporg, fildişi çekici havada sallıyordu. Masaya vurduğu anda satış sona ermiş olacaktı. Gözleri kalabalığın arasında dolaşarak, “saatttt” kelimesini uzattıkça, uzatıyordu.

İşte bu heyecan girdabı içinde, ikinci kuvvetli bir ses daha duyulmuştu:

“Bir milyon üç yüz bin dolar!”

Satış memuru Dean Felporg, “saaaatttt” kelimesini uzatmaktan vazgeçti. Havada sallanan çekiç, göğsünün hizasına indi. Aynı anda da bütün gözler, merakla ikinci sesin sahibine çevrildi. William W. Kolderup’a harp ilan eden cüretkâr kimdi acaba?

 

Bu adam, Stockton şehrinden, J. R. Taskinar’dı.

J. R. Taskinar, zenginliğinden çok, şişmanlığından dolayı şöhret yapmış bir adamdı. Tam iki yüz kırk beş kiloydu. Oturabilmesi için hususi koltuklar imal edilirdi.

Sacramento’da William W. Kolderup neyse J. R. Taskinar da Stockton’da oydu. Güney Kaliforniya’nın maden ve buğdaylarından başka petrolü de bu adamın kasasına milyonlar akıtıyordu.

J. R. Taskinar, zenginliği ve şişmanlığı kadar kumarbazlığıyla da şöhret yapmıştı. Muhitinde sevilen bir adam değildi. Hiç kimse onun hakkında “iyi bir adam” diyemezdi. Bununla beraber, ondan başkası da bu müzayedede William W. Kolderup’un karşısına çıkmaya cesaret edemezdi.

J. R. Taskinar, William W. Kolderup’u zenginliği, mevkisi ve herkes tarafından sevilen bir insan olduğu için şiddetle kıskanıyordu. Bu kıskançlık zamanla nefret hâline gelmişti.

J. R. Taskinar’la William W. Kolderup’un bu ilk karşılaşması değildi. İş hayatında daima birbirleriyle rekabet etmişler ve her defasında da mücadeleden William W. Kolderup galip çıkmıştı.

J. R. Taskinar’ın asla hazmedemediği bir mağlubiyet de Eyalet seçimlerinde, yüz binlerce dolar sarf etmiş olmasına rağmen, Eyalet Meclisi’ne William W. Kolderup’un seçilmiş olmasıydı. Rakibinin bu müzayedeye iştirak edeceğini nasıl öğrendiği de meçhuldü. Spencer Adası onun hiçbir işine yaramayacaktı. Fakat her ne pahasına olursa olsun, William W. Kolderup’u herhangi bir işte mağlup etmek, onun için önüne geçilmez bir ihtirastı. Son dakikada satışa yetişmiş ve:

“Bir milyon üç yüz bin dolar!” diye bağırmıştı.

Aynı anda da salonu fısıltı hâlinde bir tek ses kaplamıştı:

“Şişko Taskinar!”

Şişko Taskinar! Bu isim, kulaktan kulağa fısıldanmıştı. Onu hepsi tanıyordu. Şişmanlığı bütün gazetelere sık sık alay mevzu olmuştu. Amerika’da ondan popüler bir insana rastlamak imkânsızdı. Fakat o anda kalabalığı alakadar eden J. R. Taskinar’ın vücut yapısı değildi. Orada bulunanlar sadece iki ezelî rakip arasında başlayan mücadelenin neticesini merak ediyorlardı. Bu mücadele, kılıç veya tabancayla değil yüz binlerle ifade edilen dolarlarla yapılacaktı. İki muazzam çelik kasadan hangisinin galip geleceğini önceden tahmin etmek imkânsızdı.

Kalabalığı sarsan ilk heyecan dalgasından sonra salona tam bir sessizlik hâkim olmuştu. Duvarda yürüyen bir örümceğin ayak sesleri bile duyulabilirdi. Bu sessizliği, satış memuru Dean Felporg’un bağırışı bozdu:

“Spencer Adası! Bir milyon üç yüz bin dolara satılıyor! Arttıran yok mu?”

William W. Kolderup, J. R. Taskinar’a doğru döndü. Kalabalık, iki rakibi karşı karşıya bırakmak için kenara çekildi. Artık birbirlerini rahatça görebilirlerdi. Bakışları yıldırımlar yağdırarak boşlukta çarpıştı. William W. Kolderup:

“Bir milyon dört yüz bin dolar!” diye bağırdı.

J. R. Taskinar, vakit geçirmeden:

“Bir milyon beş yüz bin dolar!” diye karşılık verdi.

“Bir milyon altı yüz bin dolar!”

“Bir milyon yedi yüz bin dolar!”

J. R. Taskinar’ın her arttırışından sonra, William W. Kolderup kısa bir an düşünüyordu. J. R. Taskinar ise aksine düşünmeden rakamları bir makineli tüfek mermisi gibi fırlatıyordu.

Satış memuru Dean Felporg, bu mücadeleden memnun bir sesle:

“Bir milyon yedi yüz bin dolar!” diye bağırdı. “Arttıran yok mu?”

Tellal Gingrass da bir aksiseda gibi tekrarladı:

“Spencer Adası bir milyon yedi yüz bin dolara satılıyor! Duyduk, duymadık demeyin! Arttıran yok mu?”

William W. Kolderup, sükûnetle:

“Bir milyon sekiz yüz bin dolar!” diye bağırdı.

J. R. Taskinar, bir saniye bile düşünmeden:

“Bir milyon dokuz yüz bin dolar!” diye karşılık verdi.

Bu sefer, William W. Kolderup da beklemeden:

“İki milyon dolar!” diye bağırdı.

Bu miktarı söylerken hafifçe sararmıştı. Buna rağmen yüzüne bakanlar, mücadeleyi bırakmayacağını derhâl anladılar.

J. R. Taskinar asabileşmişti. Yüzü, trenleri durdurmak için kullanılan kocaman kırmızı yuvarlaklara benziyordu. Rakibinin mücadeleyi terk etmeyeceğini o da anlamış olmalıydı. Pırlanta yüzüklerle süslü, kocaman parmaklarını çıtlatıyor, saatinin kalın altın kösteğiyle şuursuzca oynuyordu. Bakışlarında sonsuz bir kin okunuyordu.

Kısa bir sükûttan sonra rakibini yere sereceğinden emin bir tavırla:

“İki milyon beş yüz bin dolar!” diye bağırdı.

William W. Kolderup, gayet sakin bir sesle:

“İki milyon yedi yüz bin dolar!” diye cevap verdi.

J. R. Taskinar, beklemeden bağırdı:

“İki milyon dokuz yüz bin dolar!”

William W. Kolderup’un sakin sesi tekrar duyuldu:

“Üç milyon dolar!”

Salondakiler hayretle birbirlerinin yüzlerine baktılar.

Yanlış işitmiş olamazlardı. William W. Kolderup, üç milyon dolar demişti. J. R. Taskinar’ın bu miktarı çoğaltmayı düşüneceğini zannetmedikleri için, William W. Kolderup’u alkışlamaya hazırlanıyorlardı. Fakat, buna imkân bulamadılar. Stocktonlu inatçı milyonerin zayıf da olsa sesi tekrar duyuldu:

“Üç milyon beş yüz bin dolar!”

William W. Kolderup beklemeden, sakin ve kuvvetli bir sesle:

“Dört milyon dolar!” diye cevap verdi.

Bu, J. R. Taskinar’ın başına inen sonuncu balyoz darbesi oldu. Yüzü mosmor olarak, arkasındaki iskemleye yuvarlanır gibi oturdu. Alnında biriken terleri silmeye başladı. Cevap verecek hâlde olmadığı belliydi.

Satış memuru Dean Felporg da bunu anlamış olduğu için elindeki çekici mermer masaya vurarak, satışın kesinleştiğini belirtti. Spencer Adası, dört milyon dolara William W. Kolderup’a satılmıştı.

J. R. Taskinar salonu terk ederken, rakibinin yüzüne kin ve öfkeyle bakarak:

“Bunun intikamını alacağım!” diye mırıldandı.

3. BÖLÜM
İKİ NİŞANLI PİYANO BAŞINDA

William W. Kolderup müzayede salonundan, Montgomery Caddesi’ndeki köşküne dönmüştü. Bu cadde, milyonerlerin toplandığı bir caddeydi.

Köşkü anlatmaya lüzum görmüyorum. Çocuk oyuncağı gibi milyonlarla oynayan bir adamın evini hayalinizde pekâlâ canlandırabilirsiniz. Lüks, konfor ve zevk birbirleriyle kucaklaşmışlardı. Burada hayatı kolaylaştıracak her şeye rastlamak mümkündü.

William W. Kolderup köşke döndüğü sırada, muhteşem salonlardan birinden akseden bir piyano sesi duymuş ve kendi kendine:

“Mükemmel!” diye söylenmişti. “İkisi de orada… Bankerime dört milyonu ödemesi için birkaç satır yazdıktan sonra onlarla konuşabilirim…”

Salonun kapalı olan kapısı önünde kısa bir an duraklamış ve çalışma odasına doğru yürümüştü. Spencer Adası’yla alakalı bütün işleri mümkün olduğu kadar kısa zamanda bitirmek ve bir daha düşünmemek istiyordu.

William W. Kolderup çalışma masasına oturmuş, zarif bir bloknotu önüne çekmiş ve duvardaki takvime bakmıştı. Mayıs’ın 15’iydi. Bankerine birkaç kelimeyle vaziyeti bildirdikten sonra, uzun zamandan beri zihnini kurcalayan mühim bir mevzuyu o gün kati bir neticeye bağlamak kararındaydı.

William W. Kolderup’un zihnini bu kadar ısrarla meşgul eden mevzunun iki kahramanı, birinci kattaki muhteşem salondaydı. Bu iki kişiden birisi genç bir erkek, diğeri genç bir kızdı.

Genç erkek, zarif bir kanepeye yarı uzanmış bir vaziyette, genç kızın çaldığı piyanoyu dinliyordu. Bakışları dalgındı.

Genç kız, narin parmaklarını fildişi tuşların üzerinde gezdirirken, başını hafifçe geriye çevirerek:

“Dinliyor musun Godfrey?” diye sordu.

“Gayet tabi!”

“Dinlediğinden eminim… Fakat anladığını pek zannetmiyorum!”

“Anlamadığımı nasıl iddia edebilirsin Phina? Auld Robin Gray’in bu varyasyonlarını hiç kimse senin kadar mükemmel çalamaz!”

“Fakat Godfrey! Bu çaldığım Auld Robin Gray değil ki! Bu… Happy Moment…”

Godfrey, dalgın bir sesle:

“Bu iki parçayı daima birbirine karıştırıyorum.” diye cevap verdi.

Genç kız iki elini havaya kaldırdı. Bir iki saniye bu şekilde durdu. Parmakları, mütereddit bir tarzda fildişi tuşların üstünde gezindi. Sonra, taburesine yarım bir dönüş yaptırarak, genç adamın gözlerinin içine baktı. Fakat Godfrey, bakışlarını genç kızınkilerden kaçırdı.

Phina Hollaney, William W. Kolderup’un en yakın dostunun kızıydı. William W. Kolderup, çok küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış olan Phina’yı himayesine almış, kendi kızı gibi yetiştirmişti. Zamanla genç kız da ona hakiki babası gibi bağlanmıştı.

Phina Hollaney, on altı yaşında, sıcakkanlı, zeki bir kızdı. Sarı saçlı, mavi gözlüydü. Kendisini hayale kaptırmaz, zorluklara pratik çareler bulurdu.

Genç kız, Godfrey’in gözlerinin içine kısa bir an baktıktan sonra:

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

Godfrey, dalgın bir sesle:

“Seni.” diye cevap verdi.

Phina, inanmayan bir sesle:

“Beni düşünmüyorsun Godfrey!” dedi. “Şu anda burada da değilsin! Hayalen açık denizlerin ötesinde dolaşıyorsun!”

Phina bunları söyledikten sonra piyanoya dönmüş, parmakları tuşların üstünde dolaşmaya başlamıştı.

Godfrey Morgan, William W. Kolderup’un yeğeniydi. O da çok küçük yaşında öksüz ve yetim kalarak, William W. Kolderup tarafından yetiştirilmişti.

Yirmi iki yaşında olan Godfrey, mektebini kısa bir zaman önce bitirmişti. Hayatına vereceği yeni istikameti henüz kararlaştırmamıştı. Günlerini bomboş geçiriyordu. Son derece zarif giyiniyor, dayısına layık olmaya çalışıyordu. Herkes, onun Phina Hollaney’le evlenmesini bekliyordu. Zaten başka türlü düşünülmesine de imkân yoktu. Bütün şartlar bu evlenme için uygundu. William W. Kolderup da müessesesinin istikbali bakımından iki gencin evlenmesini şiddetle arzu ediyordu. Bebek sayılacak yaşlarından itibaren bankada onlara birer hesap açtırmış olan William W. Kolderup, düğünün o ayın sonunda yapılması için bütün hazırlıkları tamamlamıştı. Gençlerin bu tarihi kabul etmelerinden başka yapılacak bir iş kalmamıştı. Fakat Godfrey, evlilik hayatı için kendisini hazır hissetmiyordu.

Godfrey, mektepte öğrendiklerini hayatı için kâfi görmüyordu. Olgunlaşabilmek için, deniz aşırı uzun bir seyahatin muhakkak lazım olduğuna inanıyordu. Böylece görgü ve bilgisini çoğalttıktan sonra, evlilik ve iş hayatına atılabileceğini hissediyordu. Bu şekilde düşünen Godfrey, bir seneden beri bütün vaktini seyahat kitapları okumakla geçiriyordu. Okyanusların ötesindeki adalarda vahşilerle boğuşmak, ıssız bir adada hakiki bir Robenson hayatı yaşamak, bütün hayallerine hâkim olmuştu. Böyle tehlikelerle dolu bir seyahate Phina’yla çıkmayı asla düşünmüyordu. Yeğeninin macera arzularından haberi olmayan William W. Kolderup ise onu Phina’yla evlendirdikten sonra, yanına yardımcı olarak almayı tasarlıyordu.

Diğer taraftan, pratik zekâlı olan Phina Hollaney, Godfrey’in tasavvurlarını hissetmiş bulunuyordu. İstikbaldeki saadetinin, onu tamamıyla serbest bırakmakla gerçekleşebileceğine inanıyordu. Kendi kendine: “Muhakkak seyahate çıkması lazımsa, evlenmeden bu macera defterini kapatması daha iyi olacaktır!” diyordu.

İşte bu düşüncelerin tesiri altında kalarak, Godfrey’e:

“Beni düşünmüyorsun!” demişti. “Şu anda burada da değilsin! Hayalen açık denizlerin ötesinde dolaşıyorsun!”

Bu sözlerden sonra Godfrey oturduğu yerden kalkmış, Phina’ya bakmadan odanın içinde dolaşmaya başlamıştı. Aynı anda da William W. Kolderup içeri girmiş, neşeli bir sesle:

“Tarihi kararlaştırdınız mı?” demişti.

Godfrey, dalgın olduğu için bu sözlerin manasını hemen anlayamamış, şaşkın bir tavırla:

“Ne tarihi?” diye sormuştu.

William W. Kolderup:

“Ne tarihi olacak!” demişti. “Tabii ki düğün tarihi!”

Phina:

“Bundan bahsetmek için vakit henüz erken değil mi?” diye söze karışmıştı.

William W. Kolderup, hayretle:

“Erken mi?” diye bağırmıştı. “Haberim olmadan bu evin içinde neler dönüyor? Düğünün ay sonunda yapılmasını önceden kararlaştırmamış mıydık?”

Phina, zeki bir manevrayla:

“Şu anda düğün tarihini değil, bir seyahatin başlangıç tarihini tespit etsek daha iyi olmaz mı?” demişti.

William W. Kolderup, şaşkın bir sesle:

“Bir seyahatin başlangıç tarihini mi?” diye sormuştu. “Anlamıyorum! Hiçbir şey anlamıyorum!”

Phina Hollaney, cesaretle:

“Godfrey’in seyahati!” diye cevap vermişti. “Evlenmeden önce seyahat etmek, dünyayı tanımak istiyor!”

William W. Kolderup, yarı şaka yarı öfkeyle:

“Şu münasebetsize bakın!” diye bağırmıştı. “Evleneceğine yakın seyahate çıkacağını söylüyor, arkasından da Phina beni beklerse diyor!”

Phina:

“Will amca!” diye araya girmişti. “Godfrey’e istediği müsaadeyi vermeliyiz! Her şeyi uzun uzun düşündüm! Çok genç olduğumu biliyorum. Fakat şu anda Godfrey’in benden de genç olduğunu kabul etmek zorundayız… Seyahat onu ihtiyarlatacaktır… Sakin bir hayatı özleyinceye kadar seyahat etmesine müsaade etmeliyiz… Ben, onu beklemeyi kabul ediyorum…”

 

WiIIiam W. Kolderup:

“Demek onu beklemeyi kabul ediyorsun, öyle mi?” diye bağırmıştı.

“Onu sevmesem, bekleyemezdim ki!”

William W. Kolderup, yeğenine dönerek:

“Bu seyahate ne zaman başlamayı düşünüyorsun?” diye sormuştu.

Godfrey de çekingen bir sesle:

“Siz ne zaman müsaade ederseniz.” diye cevap vermişti.

William W. Kolderup, kısa bir an düşündükten sonra:

“Pekâlâ…” demişti. “Mümkün olduğu kadar kısa bir zamanda seyahate çıkacaksın! Tarihi sonra tespit ederiz!”

Sie haben die kostenlose Leseprobe beendet. Möchten Sie mehr lesen?