Buch lesen: «Abbasiler ve Abbasi Halifeleri»
ABBASİLER
Adını Hz. Muhammed’in (s.a.v.) amcası Abbas’tan alan Abbasiler, ilk atalarının adından dolayı Haşimîler olarak da bilinmektedir.
Abbasiler’in yönetimi ele geçirmeleri İslam tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Emeviler Dönemi’nin memnuniyetsiz kitleleri tarafından iktidara getirilen Abbasiler, iktidarları dönemindeki uygulamalarıyla dünya tarihini etkilemişlerdir.
Emeviler Dönemi’nde devletin sınırları İspanya’dan Çin’e kadar geniş bir coğrafyaya ulaşmıştı. Emeviler, ele geçirdikleri topraklarda, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Hulefa-i Raşidin Dönemi’ndeki uygulamanın aksine, Araplık unsurunu ön plana çıkardılar. Onlar, İslam’ı yaymak yerine, egemenliklerini yaymayı tercih ettiler. Böylece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mesajını bütün dünyaya ulaştırmayı amaçlayan İslam devletini, yavaş yavaş etnik unsura dayalı bir devlet hâline getirdiler.
Araplar, Emeviler Dönemi’nde imtiyazlı bir sosyal sınıf hâline geldiler. Arazi vergisinden muaftılar ve garnizon şehirlerde sadece onlar silah altına alınıyorlardı. Divana kaydedilen askerlerin büyük bir kısmı Araplardan meydana geliyor, her türlü tazminat ile fethedilen bölgelerden gelen ganimet ve paradan paylarının yanı sıra ayrıca aylık ve yıllık alıyorlardı.
Emeviler Dönemi’nde, Arap olmayan toplumlar, Müslümanlığı kabul etseler dahi ikinci sınıf insan muamelesi görüyordu. Mevali denilen bu insanlar, Araplarla eşit haklardan faydalanamıyorlardı. Müslüman olmalarına rağmen, devletin gelirlerinin arttırılması maksadıyla kendilerinden her türlü vergi -hatta gayrimüslimlerin ödedikleri bir vergi olan cizye bile- alınıyordu. Savaşlara piyade olarak katılmalarına karşılık, Arap süvarilerden daha az aylık ve ganimetten de daha az pay alıyorlardı. Emeviler’in eşitsizlik yaratan bu uygulaması sadece Ömer b. Abdülaziz döneminde terk edildi. Onun ölümünden sonra Emevi Hanedanı aynı uygulamayı devam ettirdi. İslam’ın eşitlik mesajına aykırı olan bu tutum, Emeviler’e karşı oluşan muhalefetin zeminini güçlendirdi.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile başlayan ve Hz. Hüseyin ile birlikte ailesinden 72 kişinin şehit edilmesiyle zirve noktasına ulaşan karışıklıklar, Emeviler’e duyulan kini iyice artırdı. Uzlaşma ve diyalog yerine baskı ve şiddet yöntemlerini kullanan Emevi Hanedanı, kendisine karşı oluşan muhalefetin daha da güçlenmesine yol açtı. Muhalefetin mesajlarına en fazla kulak veren eyaletler Irak ve Horasan oldu. Özellikle mevali, Şiilerin görüşleri doğrultusunda Hz. Peygamber’in neslinden gelen meşru bir halife fikrini benimsedi. Böylece mevali ile Şiiler arasında Emevi iktidarına karşı bir ittifak oluştu.
Emeviler’e karşı oluşan ittifakın bir diğer kanadını da Hariciler teşkil etti. Hiçbir iktidara itaat etmeyen Hariciler, sürekli isyan hâlinde olmaları nedeniyle Şam’ın otoritesini büyük ölçüde sarstılar.
Asıl Bölen Kabilecilik Oldu
Emevi Hanedanı, Arap olmayan unsurlara karşı ayrımcılık yaptığı gibi, Araplar da kendi içlerinde kabile asabiyesinden kurtulamıyorlardı. Arap geleneklerinde, Arap kabileleri kuzey ve güney Arapları olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. İslam’dan önce kabileler arasında, bitmeyen bir rekabet vardı. Bu rekabet, İslam dini ile birlikte uzunca bir süre kesintiye uğramıştı. Ancak devlet sınırları genişleyip yeni topraklar ele geçirilmeye başlandıktan sonra unutulmaya yüz tutan kabile asabiyesi yeniden gün yüzüne çıktı. Kuzey ve güney kabileleri arasındaki ilk gerilim Ebu Süfyan’ın oğlu ve Emevi Devleti’nin kurucusu Muaviye döneminde başladı. Devletin zayıf düştüğü dönemlerde şiddetlenen rekabet, nihayetinde Emevi Devleti’ni de yıkılışa götürdü.
Muaviye’nin veliaht olarak tayin ettiği ve kanlı iktidar çatışmasına neden olan Yezid’in ölümünden sonra baş gösteren halifelik mücadelesinde, kabile asabiyesi iyice gün yüzüne çıktı. İslam’dan önce Yemen’den Suriye’ye göç etmesinden dolayı güney kabilesi denilen Kelb kabilesi Emevi Ailesi’nden Mervan b. Hakem’i desteklerken kuzeyin yerleşik kabilelerinden olan Kays kabilesi de Abdullah b. Zübeyr’i destekledi. Kabileler arasında rekabette Emevi Hanedanı tarafsız kalmadı. Hanedan içi iktidar çekişmesinden dolayı, hilafeti ele geçiren her halife, bir kabilenin desteğini arıyordu. Halifeler böyle davranarak bütün bir toplumun değil de bir zümrenin temsilcisi olduklarını gösteriyorlardı.
Emevi Devleti’nin bir insan ömrü kadar kısa bir sürede yıkılmasının nedenlerinden biri de aile içindeki rekabettir. II. Velid’in halifelikten indirilmesi, aile içi çekişmenin en somut göstergesi olmuştur. Bu olayla birlikte, Suriye ikiye bölünmüştür. Bölünmeden dolayı son halife II. Mervan, başkent Şam’ı terk ederek devletin merkezini Harran’a taşımıştır.
Abbasiler’in Karşı Propagandası Yankı Buldu
Abbasi Ailesi tarafından yürütülen karşı propaganda, Emevi Hanedanı’nın yarattığı olumsuzluklardan kaynaklanan memnuniyetsizliğin halkta yankı bulmasına yol açmıştır. Ülke genelinde yaygın olan memnuniyetsizliği lehlerine çevirmeyi başaran Abbasiler, oluşan tepkiyi bir dalgaya çevirip Şam yönetimini ele geçirmeyi başarmışlardır.
Hz. Peygamber’in amcası Abbas ve onun oğlu Abdullah, sakin kişilikleri ile bilinen kimselerdi. Özellikle Abdullah ilimle meşgul olan bir kişiydi. Abdullah’ın oğlu Ali de babasının yolunu takip etmesine karşılık Emevi Halifesi I. Velid’in baskılarından kurtulmak için 714 yılında Şam’ı terk ederek hac yolu üzerinde bulunan Humeyme’ye gitmek zorunda kalmıştı. Onun Şam’ı terk etmesiyle birlikte Abbasi Ailesi de muhalif söylemlerini başlattı.
Esasında, Horasan’da Abbasi Ailesi’nin propagandasından etkilenmeye hazır bir kitle vardı. Zira Kerbela Olayı’ndan sonra Şiilerin Horasan’daki faaliyetleri hızlanmıştı. Aynı dönemde Şiiler, Hz. Ali’nin Havle isimli eşinden olan Muhammed b. Hanefiyye’nin oğlu Ebu Haşim’e biat etmişti. Ali’nin Şam’ı terk etmesi üzerine Ebu Haşim de Humeyme’ye giderek Abbasiler ile temasa geçti. Böylece Abbasi Ailesi ile Şiilerin teması başlamış oldu.
Abbasiler’in yer altı faaliyetlerine 718 yılında başladılar. Abbasi hareketini on iki nakîb ve bunlara bağlı yetmiş dâî büyük bir gizlilik içinde yürütüyordu. Kufe merkezli yürütülen faaliyetler nedeniyle Şam yönetimi Abbasi Ailesi üzerindeki baskısını artırdı. Bu nedenle Abbasiler, propagandalarını Horasan’da yoğunlaştırdılar.
Abbasi propagandistlerin halkı en çok etkileyeni Merv’de faaliyet gösteren Hidaş idi. Fikrini fanatikçe savunan Hidaş, yaptığı konuşmalarla geniş kalabalıklarda coşku yaratabiliyordu. Nitekim 736 yılında topladığı kalabalıkla büyük bir isyan başlattı. Ancak başarıya ulaşmayan bu isyan sonunda yakalanarak idam edildi.
Abbasi nakîb ve dâîleri kendilerini, Allah tarafından istenilen değişikliğin aracıları olarak tanıtıyorlardı. Kendilerinin Hakk’ın temsilcisi olduklarını ve batıla karşı mücadele ettiklerini söylüyorlardı. Halktan biat isterken kendileri adına değil, peygamber ailesinden ileride üzerinde ittifak edilecek bir şahıs adına istiyorlardı.
Abbasi Ailesi’nin lideri Muhammed b. Ali, 26 Ağustos 743 tarihinde Humeyme’de öldü. Yerine oğlu İbrahim geçti. İbrahim b. Muhammed, babasının ölümünün ardından faaliyetlerini Horasan üzerine yoğunlaştırdı. Kendi vekili olarak da Ebu Müslim Horasani’yi Horasan’a gönderdi. Türk kökenli olan Ebu Müslim, Abbasi Ailesi’ne intisap etmeden önce Kufe’de köle olarak yaşıyordu. 25 yaşındayken Abbasi hareketini yönetenlerin dikkatini çekti ve İmam İbrahim b. Muhammed’e onu kazanması tavsiye edildi. İbrahim, Ebu Müslim’i yanına alarak kendi fikirleri istikametinde yetiştirdi ve 747 yılında kendi vekili olarak Horasan’a gönderdi.
İhtilal Hazırlıkları Başladı
Tarihçilerin Horasan Spartaküsü dedikleri Ebu Müslim’in Horasan’a gidişiyle birlikte muhalefetin örgütlenmesi hızlandı. Aynı dönemde Emeviler Ailesi’nde hanedan içi çekişme yaşanırken Araplar da kabile taassubuyla birbirlerine düşmüşlerdi. Merv’den başlamak üzere Horasan şehirlerinde faaliyetlerini yoğunlaştıran Ebu Müslim Horasani, nihayet 15 Haziran 747 tarihinde Şii propagandistlerin önde gelenlerinden Süleyman b. Kesir’in köyü olan Sifezenç’te siyah bayrağı açtı. İsyanın merkezinde bir süre kalan Ebu Müslim, daha sonra Mahiyan’a geçti. Burada etrafına topladığı kalabalıkları silahlandıran Ebu Müslim, Emevi kuvvetleri Merv’i savunamayacak hâlde iken şehri işgal etti.
Başlayan isyana karşı koyacak kuvveti toparlayamayan Emeviler’in Horasan Valisi Nasr b. Seyyar, Nişabur’a çekilirken Merv, Mervürrûz, Herat, Nesa ve Ebîverd şehirleri de Ebu Müslim Horasani kuvvetlerinin eline geçti. Nişabur’da topladığı kuvvetlerle isyanı bastırmak isteyen Horasan Valisi Nasr b. Seyyar, bugünkü Meşhed şehri yakınlarında Kahtabe b. Şebîb kuvvetlerine yenildi. Bu yenilgi ile birlikte Haziran 748’de Emevi kuvvetleri Nişabur’u da boşaltmak zorunda kaldı.
Emevi Halifesi II. Mervan, isyanı bastırmak için ek kuvvetler gönderdi. Ancak bu kuvvetler de Kahtabe b. Şebîb karşısında yenilgiye uğradı. Böylece isyancılar bugünkü Tahran’ın yakınında bulunan Rey ve Hamedan şehirlerine kadar ulaştılar.
Ebu Müslim Horasani’nin başlattığı isyan dalgası 749 yılının ilkbaharında İsfahan’a ulaştı. Burada yapılan savaşı da kaybeden Nasr b. Seyyar komutasındaki Emevi ordusu, Irak’ı tamamen isyancılara terk etmek zorunda kaldı. İsyancılar 2 Eylül’de Kufe şehrini ele geçirdiler. Böylece yaklaşık 30 yıldır Kufe’de yer altı faaliyeti yürüten Şii propagandistler de özgür bir şekilde sokağa çıktılar.
Diğer yandan Horasan’daki ihtilal giderek yayılırken, Halife II. Mervan, Humeyme şehrinde bulunan İmam İbrahim’i yakalayarak Harran şehrinde hapsetti. İbrahim, Harran’da hapse atılınca kendisine veliaht olarak kardeşi Ebü’l Abbas’ı tayin etti.
Aynı günlerde isyanın meyvelerini toplamak için Ehl-i Beyt ile Abbasi Ailesi arasında bir rekabet başlamıştı. İsyancıların Kufe’yi ele geçirmesinden bir ay sonra, isyanın meyvelerini toplamak amacıyla Ebü’l Abbas, Kufe’ye geldi. Fakat burada pek sıcak karşılanmadı. Çünkü Ehl-i Beyt’in veziri unvanını taşıyan Ebu Seleme El Hallal, Hz. Ali’nin evlatlarını destekliyordu. Bu nedenle yeni halifenin seçimini bir oldubittiye getirmemek için Ebü’l Abbas’ı oyalamaya çalışıyordu. Ebu Seleme’nin taktiğini anlayan Ebu Müslim Horasani, 12 adamı ile birlikte Kufe’ye gelerek 28 Kasım 749 Cuma günü Ebü’l Abbas’a biat etti. Kufe Camii’nde biat alan Ebü’l Abbas, aynı gün cuma namazını kıldırmak için minbere geçti ve okuduğu ilk hutbede hâkimiyet hakkının Abbasi Ailesi’ne ait olduğunu ileri sürdü.
Şiiler Aldatıldılar
Abbasiler, isyanın başladığı andan itibaren Şiilerle ortak amaç peşinde koştukları izlenimi verdiler. Gerçek niyetlerini ise isyan amacına ulaştığında belli ettiler.
Kendini halife ilan eden Ebü’l Abbas, ilk iş olarak karargâhını, Şiilerin çoğunlukta bulunduğu Kufe’den Humeyme’ye taşıdı. Ardından Ebu Müslim Horasani’nin desteği ile Şiilerin en güçlü propagandistleri Ebu Seleme ile Süleyman b. Kesir ortadan kaldırıldı.
Ebü’l Abbas’ın halifeliğini ilan ettiği günlerde esasında Şam yönetimi yıkılmamıştı. İsyancı birlikler ile Emevi ordusu Büyük Zap Suyu kenarında 16 Ocak 750 tarihinde karşılaştı. 10 gün süren savaşı II. Mervan’ın kuvvetleri kaybetti. Bunun üzerine Mervan, kuvvetleriyle Harran’a çekildi. Ancak orada da tutunamadı. Peşine düşen kuvvetlerden kurtulmak için önce Şam’a, oradan Filistin’e kadar çekildi. Abbasi kuvvetlerinin takiplerini ısrarla sürdürmeleri üzerine Mervan kaçışını Mısır yönünde devam ettirdi. Nihayetinde Abbasi kuvvetleri, Mervan’ı Yukarı Mısır’ın Bûsîr köyünde kuşatmayı başardı. 5 Ağustos 750 tarihinde yapılan çatışmada II. Mervan hayatını kaybetti.
Ümeyyeoğulları Katledildi
Horasan’da baş gösteren mevali isyanı sonunda devrilen Ümeyyeoğulları’na karşı amansız bir takip başlatıldı. Emevi Devleti’nin kurucusu hanedan mensupları her yerde hunharca katledildi. Muaviye ve Ömer b. Abdülaziz’in mezarları hariç, diğer halifelerin mezarları açılarak kemiklerinden bile öç alındı.
Emeviler’e karşı girişilen cinayetlerin en büyüğü, Abdullah b. Ali’nin bulunduğu Suriye’de oldu. Abdullah, Ebûfutrus şehrinde ziyafete davet ettiği Emevi Ailesi mensuplarından 80 kişiyi yemek sırasında katlettirdi.
Abbasiler, iktidarı ele geçirene kadar hukukun peşinde oldukları tezini işlediler. İslam’ı Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendilerine ulaştırdığı şekilde uygulama sözünü verdiler. Yerlerini aldıkları Emevi halifelerinden farklı görünmek için çevrelerine dindar görünmeye çaba gösterdiler.
Birinci Abbasi halifesi Ebü’l Abbas El Sakafi, iktidarı ele geçirdikten sonra bir süre Fırat’ın doğu yakasında bulunan küçük Haşimiyye şehrini merkez yaptı. Daha sonra da merkez Enbâr şehrine taşındı.
İkinci Abbasi halifesi ve birçok bakımdan hanedanın gerçek kurucusu olan Ebu Cafer El Mansur, Sasani İmparatorluğu’nun eski başkenti Medain yakınında, Dicle Nehri kıyısında yeni bir şehir kurdu. Medinetüsselam adını verdiği şehir, aynı yerde bulunan eski bir İran köyünün adıyla Bağdat olarak tanındı.
Mevali ile Araplar Arasında Eşitlik Sağlandı
Abbasi ihtilalinin başarıya ulaşması ile önemli sosyal değişimler meydana geldi. İslam’ın eşitlik ilkesi, devletin halkına karşı tutumunda temel ilke oldu. Araplar ile Arap olmayan Müslümanlar arasındaki ayrımcılık ortadan kalktı.
Abbasiler’i iktidara taşıyan Horasan halkı, devletin yüksek makamlarına geldiler. İsyana önderlik eden Ebu Müslim Horasani, nüfuzunu artırdı. İlk Abbasi halifesinin onun gölgesinde kalması, ikinci Abbasi Halifesi Mansur’un öfkesine neden oldu. Nitekim hazırladığı bir komplo ile onu öldürttü. Ancak bununla Abbasi Devleti’ndeki mevali nüfuzu kırılamadı.
Bir görevde uzun süre kalınması, insanlarda mülkiyet duygusunu geliştiriyor olsa gerek. Tarihin hemen her devresinde karşımıza çıkan bu durumu Mansur döneminde vezirlik görevine getirilen Bermeki Ailesi de yaşadı. Uzun müddet vezirlik görevini yürüten Bermekiler, devlet içinde halife kadar kudret sahibi oldular. Abbasiler’i, Bermekiler’den kurtaran ise Harun Reşid oldu.
Arap-Fars Çekişmesi Türklere Yaradı
Abbasiler’e en parlak dönemini yaşatan Halife Harun Reşid’in ölümünden sonra devlet, oğulları Emin ve Memun arasındaki hilafet mücadelesine sahne oldu. İkisi arasındaki mücadelenin tarafları ise Arap ve Fars unsurları idi. Anne ve baba tarafından Arap olan Emin’i Araplar, annesi İranlı bir cariye olan Memun’u da İranlılar destekledi. Sonuç olarak Memun galip gelince Arapların Abbasi sarayındaki etkisi büyük ölçüde zayıfladı.
Memun, halifeliği döneminde Arap-Fars çekişmesinin yarattığı tehdide karşı bir denge unsuruna ihtiyaç duydu. Halifeliğinin ilk yıllarında Merv’de bulunduğu dönemde Türkleri yakından tanıma imkânı buldu. Arap ve Fars unsurların çekişmesinden kaygılanarak güvenebileceği bir kuvvet ve kadro arayışına girdi. Onun arayışına cevap verebilecek nitelikteki tek kuvvet Türklerdi. Bu nedenle, halifeliğinin son yıllarında Türkleri askerî birlikleri arasına almaya başladı. Tarihçiler, Memun’un halifeliğinin son yıllarında ordu içindeki Türklerin sayısının 8 bin ile 10 bin arasında olduğunu tahmin etmektedirler.
Memun’un ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Mutasım döneminde de Abbasi Devleti içinde Türklere duyulan güven artmaya devam etti. Mutasım da ordu içindeki Türklerin ağırlığını artırırken Türk birlikleri için 836 yılında Samarra şehrini kurdu ve daha sonra kendisi de halifelik merkezini bu şehre taşıdı. Böylece yaklaşık 56 yıl sürecek Samarra Devri başlamış oldu.
Hilafet merkezinin de Samarra’ya taşınmasıyla birlikte, Türk komutanların saraya nüfuzları kolaylaştı. Halife Mütevekkil’den itibaren de halife seçiminde söz sahibi oldular. Türklerin ele geçirdikleri bu güçten rahatsız olan halifeler, zaman zaman bazı Türk komutanları ortadan kaldırsalar da Türklerin etkisinden kurtulamıyorlardı. Bunun üzerine halifelik merkezini 892 yılında yeniden Bağdat’a taşıdılar. Ancak bu değişiklik de halifelik müessesesini etki altında kalmaktan kurtaramadı.
Halife Mutazıd, sahip olduğu yetkileri kullanma konusunda irade gösterse de onun ölümüyle durum tekrar eski hâline döndü. Emeviler’in son döneminde olduğu gibi Abbasi Devleti de merkezî idareyi toparlamak için Halife Râzi döneminde 936 yılında -günümüzdeki başbakanlık kurumuna benzer- emîr-ül ümera kurumunu tesis etti. İlk emîr-ül ümera da Muhammed b. Raik El Hazari oldu. Ancak devlet iyice parçalandığı için halifenin iktidarı ancak Irak’ın sınırlı bir kesiminde etkili oldu.
Büyük Darbeyi Şiiler Vurdu
Abbasiler, tarihlerindeki en büyük darbeyi 945 yılında Şiilerden yediler. İran kökenli ve Şia’ya mensup Büveyhoğulları Hanedanı, 9. yüzyılın ortalarına doğru Fars, Huzistan, Kirman ve Cibâi bölgelerinde egemen hâle gelmişlerdi. Şiilerin Bağdat’ı işgal etmeleri üzerine, Abbasi Halifesi Mustekfi, Büveyhoğulları’ndan Muizzüddevle Ahmed’e emîr-ül ümeralık görevini vermek zorunda kaldı.
Büveyhoğulları Hanedanı, yüz yılı aşkın bir süre Bağdat sarayını yönettiler. Bu süreçte Abbasi halifeleri, Büveyhoğulları’nın kölesi durumuna düşerken askerî ve siyasi otoritelerini kullanamaz hâle geldiler. Abbasi halifelerini meşruiyetin kaynağı olarak gören Büveyhoğulları, istedikleri kişiyi halife yaparak halifeleri kuklaya çevirdiler. Uğradığı uzun işgal döneminde Bağdat, İslam dünyasının merkezi olmaktan çıkarken Abbasiler’in uğradığı ikinci yıkım da Kahire’den geldi. 11. yüzyılın ortalarında Büveyhoğulları’nın gücü kırılırken bu sefer de Türk kökenli komutanlardan Arslan El Besasiri tehlikesi ortaya çıktı.
Abbasi Devleti’nin krize girdiği dönemde Afrika’da Fâtımîler, Asya’da da Selçuklular güçlenmeye başlamıştı. Arslan El Besasiri, Türk olmasına rağmen Fâtımî dâîlerinin etkisinde kalmış bir komutandı. Büveyhoğulları’nın gücünün zayıfladığı dönemde Arslan El Besasiri, Bağdat camilerinde hutbeyi Fâtımî halifesi adına okutmaya başladı. Bağdat’ın Fâtımî egemenliğini tanıması anlamına gelen bu hareket üzerine Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’a girdi. Bağdat bu sefer de Selçuklular’ın nüfuzu altına girdi.
Abbasiler’in Kurtarıcısı Türkler Oldu
11. yüzyılın yükselen gücü olan Selçuklular, Bağdat ile birlikte Irak ve Suriye’de de Fâtımî nüfuzunu kırdılar. Aynı zamanda Şia anlayışına karşı Sünni anlayışı yaymak için fikrî mücadelede fonksiyonel olacaklarına inandıkları medreseler açtılar.
Büyük Selçuklu Devleti’ni Bağdat karşısında zayıflatan ise Türkler arasındaki iktidar kavgaları oldu. Türklerin iç kavgalarından Abbasi halifeleri faydalanmayı başardılar. Halife Nasır döneminde başlatılan maddi iktidarı ele geçirme mücadelesi, 1194 yılında Irak Selçuklu Sultanı Tuğrul’un, Harzemşah Sultanı Tekiş’e yenilince Büyük Selçuklular nüfuz sahalarını Harzemşahlar’a terk etmek zorunda kaldılar. Ancak Abbasi sarayı için bu sefer de Harzemşahlar tehdide dönüştü.
Moğolları Bağdat’a Abbasiler mi Davet Etti?
Bazı tarihçiler otuz dördüncü Abbasi Halifesi Nasır’ın, Harzemşahlar’ı Selçuklular’dan daha tehlikeli bulduğunu kaydetmişlerdir. Harzemşahlar’a karşı bir denge unsuru olarak daha uzak tehdit olan Moğollardan yardım istediği belirtilen Halife Nasır’ın amacı, Harzemşahlar’ı Moğollar ile sıkıştırmak ve Bağdat üzerindeki Harzemşah tehdidini gevşetmek idi. O dönemde Harzemşahlar’ın başına geçen Sultan Muhammed’in planı Abbasi halifeliğine son vermekti. Halife Nasır’ın planladığı gibi Moğol tehdidi Harzemşahlar’ın Bağdat’a yönelik planlarını gerçekleştirmeye fırsat vermedi.
Devlet Hızla Küçüldü
Emevi Devleti döneminde en geniş sınırlarına ulaşan Araplar, Abbasiler iktidara geldikten sonra büzüşmeye başladı. Abbasiler’den bağımsızlığını ilk ilan eden 756 yılında Endülüs Emevi Devleti oldu. Endülüs Emevilerini 758’de merkezi Fas’ın Sicilmase şehri olan Harici Midrariler, 777’de Batı Cezayir’de Rüstemîler, 789’da Fas’ta İdrisîler ve 800’de Tunus’ta Ağlebîler takip etti. 9. yüzyılın ortalarından itibaren de Abbasiler’in, Kahire’nin batısında hiçbir etkileri kalmadı.
9. yüzyıldan itibaren Abbasiler’in doğudaki sınırları da hızla daraldı. 819 yılından itibaren bugünkü İran’ın kuzeydoğusundan Ceyhun Nehri’ne kadar uzanan Horasan bölgesi ile Maveraünnehir denilen Ceyhun Nehri’nin doğusunda Samaniler, 821 yılında Horasan’da Tahinler, Bağdat’a şeklen bağlı kaldılar. 867’de Sistan bölgesinde Saffariler ortaya çıktı. Aynı şekilde 905 yılında Suriye ve El Cezire’de Hamdaniler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Böylece, 9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbasi Devleti’nin hüküm alanı, Bağdat ve çevresinden ibaret kaldı.