Buch lesen: «Kahramanların cep aynası»
Giriş
Kahramanların Cep Aynası, görünüşün ve çoğunlukla da dalaverenin yönettiği rekabetçi bir dünyada mükemmelliğe ulaşmak için bir taktik kitabı.
Bu bir ayna; çünkü “olduğunuz ya da olmanız gereken insanı” yansıtıyor. Bir cep aynası; çünkü yazar kısa ve öz yazmak için uğraşmış. “Kahramanların” aynası; çünkü etik ve ahlaki mükemmellik için göz alıcı bir resim çiziyor. Yazara göre kahraman “dört dörtlük, olgun ve mükemmel biridir; muhakemesi düzgün, zevki olgun, dikkatle dinleyen, bilgece konuşan, eylemlerinde dirayetli, tüm mükemmelliğin merkezidir.” Kitabın yazarı, zeki ve nükteyi seven İspanyol Cizvit rahibi Baltasar Gracián’dır. Sağduyulu davranışlar üzerine insanı düşündüren 300 aforizmadan oluşan, yazarın en bilinen kitabı Akıllı Yaşama Sanatı, 1641’de yayınlanmış ve günümüzde büyük takdir toplamıştır.
Yazarın bu iki kitabı da akıllı yaşama üzerine özlü sözlerden oluşuyor. Fakat Akıllı Yaşama Sanatı’nda Dünyevi Bilgelik Sanatı’nda Gracián, kısa ve öz yazma olayını son raddeye taşıyor. Cümle yapısı bile en temel öğelere indirgenmiş durumda: “İyi özlüyse iki katı iyidir; kötü azsa daha az kötüdür.” Bu 300 sağduyu hususunu çözüp yorumlamak çok fayda sağlasa da her zaman kolay değildir. Okuyucu, metni derinlemesine anlamak ve paradoksları çözmek için bu özlü sözlerle yazar arasında bağ kurmalıdır. Bu sayede çoğu kişi Kahramanların Cep Aynası’nın dolambaçlı üslubundan memnun kalacaktır. Yalnızca aforizma değil de diyalog, makale, mektup, fabl ve alegori gibi daha farklı edebi yazın çeşitleri de kullanan Gracián, aptallık ve bilgeliğin, cömertlik ve kıskançlığın uç noktalarını bir araya getiriyor. Hayatın güçlükleriyle olasılıkları üzerine eşit yoğunlukta kafa yoruyor. “Yüzyılların sonunda” yaşadığına ve bu dönemde yüceliğe ulaşmanın her zamankinden zor olduğuna inanan yazar, okuyucuya “mükemmele doğru yelken açan bir pusula”, “bir fark yaratma sanatı” sunuyor.
Yazarın dört eserini barındıran Kahramanların Cep Aynası, bize daha “açık seçik” bir Gracián sunuyor; yine muazzam, yine mükemmeli arzulayan, ama daha komik, daha oyunbaz, daha az korunan. Bu sayfalar yazarın “her mevsim, her saat” yanımızda olduğunu kanıtlar nitelikte; hayatın zorluklarını tanıyan ama aynı zamanda tadını çıkaran herkesle arkadaşlık etmeye hazır.
Gracián’a göre hayatın zorlukları önemli. Dünya aldatıcı, kirli ve tehlikeli bir yer olabilir. Zaten hayatın kendisi bir aldatmacayla başlıyor. “Kim böylesine gizemli bir hazineyi bile bile miras olarak kabul etsin ki?” diye soruyor yazarımız. Bize böyle bir miras kaldığı için tedbirle ilerlemeli, şartlara uyum sağlamalı, hiçbir şeyi kanıksamamalıyız. Hayatın zorluklarını kabullenen Gracián, insanları “vücut bulduğumuz çamurun içine saplanmış” olarak görüyor. Ama bize, biraz da iç geçirerek, her şeye rağmen şunu hatırlatıyor: “Devam etmekten başka yapacak hiçbir şey yok”. Yalnızca hayatta kalmak için değil, tamı tamına bir “insan” olmak için; hayatın her mevsiminin tadını çıkarmak için; durup “bu evrenin güzelliğini ve mükemmelliğini” görmek için…
Gracián’da aşırı uçlar buluşuyor. Bilgeliğin başlangıcı, eşdeğer çevirisi bulunmayan İspanyolca kelime desengaño’da yatıyor. Desengaño, “gözü açılma” tabirinden çok daha fazlasıdır. Aldanıştan (engaño) kurtularak gerçeğe (insan doğasına, belirli bir duruma, başkalarının karakterinin gerçeğine) uyanmak anlamına gelir. Ahlaki açıdan şüphecilikle yoğrulmuş net bir görüş sahibi olmak, saf ve duygusal yanılsamayı bir kenara bırakmak demektir. Bu uyanış bir Argos, yani çok gözlü bir dikkat canavarı yaratıyor:
Sizi temin ederim, yaşamak için kendinizi baştan ayağa gözlerle kuşatmalısınız. Zırhınızda yalnızca gözyuvaları değil, kocaman açık gözler olmalı. Bir sürü yanlışı, yalanı fark etmek için kulaklarınızda, başkalarının ne verdiğini, daha da önemlisi ne aldığını görmek için ellerinizde, kapasitenizi ölçmek için kollarınızda, ne diyeceğinizi tartmak için dilinizin ucunda, sabretmek için göğsünüzde, ilk izlenimlere karşı kendinizi savunmak için kalbinizde ve nasıl gördüğünü görmek için gözlerinizde gözleriniz olmalı.
Gracián bu keskin duyulara erişmek için günümüzde pek yaygın olmayan, o zamanın sarsılmaz inancı sanattan ve ustalıktan yararlanıyor. Diğer insanlarla yaşamak aslen bir savaş, bir milicia contra la malicia (şerre karşı savunma) olabilir, ama sanat bizi doğru yazarları sorgulayan, doğru insanlarla konuşan ve insanlık tecrübesinin sayfalarını çeviren herkesin erişebileceği, bilge nesiller tarafından sınanmış stratejilerle bu savaştan kurtarır. “Sanat büyüleyici bir kadındır,” der Gracián. Ama Kirke insanları domuza çevirirken, sanat bizi tamı tamına insan yapar. “Sağduyulu”, “ihtiyatlı” ve “iyi yönlendirilmiş” insanlar, yalnızca sanat, ustalık ve zekâ kıvılcımları sayesinde günlük zorluklardan başarıyla sıyrılabilirler. Arkadaşlar seçmek ve onlardan bir şeyler öğrenmek için zaman yaratmak, kendi karakterine en uygun işi belirlemek, ruh hâli değişikliklerinin üstesinden gelmek, başkalarından neyi saklayıp onlara neyi göstereceğini bilmek, başkalarını gücendirmeden öğretebilmek için gerçeği “tatlandırmak” bu zorluklardan birkaçıdır.
Gracián’ın dünyasında doğrudan başarıya götüren “kurallar”, “talimatlar” ya da bir “davranış” biçimi yoktur. Kurallar kalıplaşmıştır; hiçbir kullanma kılavuzu insani etkinliklerin gelişigüzelliğiyle başa çıkamaz. Herhangi bir “davranış” biçimi ya da örüntüsü ise bizi, tahmin edilebilir, dolayısıyla başkalarına karşı savunmasız kılar. “Düz bir çizgide uçan bir kuşu vurmak” ya da kartlarını her zaman aynı şekilde oynayan birini yenmek kolaydır. Gracián’ın Kahramanların Cep Aynası’nda mercek altına aldığı konu, başarıya götüren etik ve ahlaki niteliklerdir. Bu nitelikler bilge davranışlarda daimi olsalar da, asla kesin değerler değildirler. Her bir nitelik Akıllı Yaşama Sanatı’ndaki özlü sözler gibi “bireysel yansımadan başlayan bir çıkış noktası”dır. Nitelikler dikkatlice değerlendirilmeli, kişinin çevresine uyarlanmalı, avantajlarla birleştirilmeli, doğru şekilde sunulmalı ve bazen de “öyleymiş gibi gösterilmeli”dir. Korkaklığa ihtiyat, aceleciliğe cesaret, kendinden şüphe etmeye tevazu, tutarsızlığa heves ve doğallık gözüyle bakılabilir. Ve doğa bize iyi nitelikleri çok gördüğünde, ustalık sayesinde yapay nitelikler üretebiliriz. Çoğu insan gösterilen nezaketin “doğal” ya da “yapay” olmasıyla ilgilenmez; yalnızca tadını çıkarır. Bir aptal bile sessizliği kendine paravan olarak kullanıp saklanabilir. Yalnızca bilgeler bir niteliği onun gölgesinden ayırt edebilir, hayatın şifrelerini çözebilir, “gerçeğin beyanındaki dengeyi bulabilir”.
Gracián’ın görünüşe verdiği önem konusundaki inançları yazılarının en çok dikkat çeken modern özelliklerinden biri. Ona göre aptalların sayısının akıllıları geçmesi hayatın acıklı bir gerçeği. Aptalların sayısı rahatsız edici biçimde “sonsuz” ve aptallıklarının büyük kısmı görünüşün ötesine geçip altında yatana ulaşmaktaki acizliklerinden kaynaklanıyor. Gracián’a göre görünüş hayati önem taşıyor. Görünüş, yalnızca maddenin özüne inmek için soyunup kurtulacağımız bir “kabuk” değil. Kabuk da meyve kadar önemli; ikisiyle de ilgilenilmeli. İnsanlar, doğru olmasa bile, bir kitabı kapağına, bir rahibi cübbesine bakarak yargılarlar, ve kapak da kitap da olabildiğince çekici olmalı ve doğru ışıkta, belki de loş ışıkta sunulmalıdır ki, gizem ya da en azından merak uyandırsın. Bilgi için görünüşe bağımlıyız; hoşunuza gitsin ya da gitmesin, maddeleri ve insanları yalnızca “dışarıdan içeriye doğru” tanıyabiliriz. Öyleyse en iyisi, başarı için giyinip kuşanmak, ve erdem ile kusur dolabındakilerin tamamını öğrenmektir.
Gracián, “Tavus Kuşu” adlı fablında, bilgelerin görünüşe atfettiği önemi ustaca savunur. Tavus kuşunun güzelliğini kıskanan diğer kuşlar, onu kendini beğenmişlik ve gösteriş yaptığı için eleştirirler. Güzel olmak yeterli değil mi? Bununla övünmek ne kadar da tiksinç! Bu kıskançlıktan incinen Tavus Kuşu durumu makul kılmak için Tanrı’nın ışığı yarattığını, ışığın güzel olduğunu görünce de ona gösteriş yapma hakkını bahşettiğini öne sürer. Diğerleri bu nitelikleri göremeyecekse gülü, elması ya da Tavus Kuşu gibi “tüylü bir güneşi” yaratmanın ne manası vardır ki? Buraya kadar her şey iyi. Ama Tavus Kuşu güzel olmanın ve öyle görünmenin yetmediğini unutuyor; güzel olmayanların kıskançlığını da hesaba katmak gerek. Tavus Kuşu’nun diğerlerini hakir gören bu konuşmalarını dinleyen Dişi Tilki, bir strateji öneriyor: Tavus Kuşu kuyruğunu açtığında kıskançların bakışını başka yöne çekecek… ayaklarının çirkinliğine. Doğuştan yetenekli olanlar ufak bir kusur göstermeli, hafif suçlar işlemeli, “kıskançlığa yem atmalı”, “zehri kalbinden” çekip almalı, der Gracián.
Aynı şey tüm nitelikler için geçerli. Bilge, zarif, yetenekli, hatta dâhi olmak yetmez; bu bilgelik ve yeteneği nasıl “yöneteceğini” bilmek, bunu olduğun yaşa uyarlamak, koşullara göre göstermek ya da gizlemek gerekir. Her durumda mükemmel olmak doğru değildir; en kötüsü olmanın en iyi, vasat olmanın en güvenli olduğu zamanlar vardır. Gracián’ın verdiği ders bir şeylerin göründüğü gibi olmadığı değildir. Maddeler ve insanlar hem oldukları hem de göründükleri gibidir, nasıl göründükleri ise davranışa bağlıdır. Daha kesin konuşursak fark, “görünüş ve gerçek” arasında değil de, “iç” ve “dış” gerçeklik, yani duyularla algılanan ve yalnızca tahmin edilebilen iki gerçeklik arasındadır. İç nitelikler -bilgelik, cesaret, zekâ- “dış” niteliklerle birleşmelidir ki ışıldayarak tezliğe, zarafete, çeşitliliğe, lütfa, ılımlı davranışlara ve dikkatli bir doğallığa dönüşsün. Fakat bu prensip bile değişikliğe açıktır. “Azınlık gibi düşünün, çoğunluk gibi konuşun”. Hem bu kitapta hem de Akıllı Yaşama Sanatı’nda geçen bu özlü söz, bize aptalı oynamanın, akıntının götürdüğü yere gitmenin ve kalabalıkta kaybolmanın en iyisi olduğu durumların varlığından bahseder.
Sahte tavırlar ve ikiyüzlülük üzerine bu düşünceleri yazan, “servete ve şöhrete giden kısa yolları” gösteren kişi gerçekten bir rahip mi?
Baltasar Gracián (1601-1658) İspanya’nın kuzeydoğusunda Belmonte bölgesinde Aragon isimli bir köyde dünyaya gelmiştir. Zaragoza, Valencia ve benzeri üniversitelerde okuduktan sonra Cizvit rahibi olmak için kutsal yeminini etmiş (1634) ve hayatının geri kalanını bir teoloji ve felsefe profesörü, vaiz, günah çıkartan papaz, din görevlisi, yönetici ve yazar olarak sürdürmüştür.
Yazarın yaşadığı ve uyum sağlamaya çalıştığı zamanlar gerçeklere gözünün açılması için sağlam bir zemin hazırlıyordu. 1620’lerin sonlarına doğru İspanya, Yeni Dünya’nın büyük bir kısmının, Avrupa’nın ve Asya’nın bazı bölgelerinin hâkimiydi. Fakat yalnızca yarım asır sonra imparatorluk geri dönüşü olmayan bir şekilde çöküşe geçti; savaş, iç karışıklıklar ve ekonomik sorunlarla daha da zayıfladı. Siyasi anlamda ıstırap dolu bu yıllar, uzun bir kültürel şaşaa dönemine denk geldi: Barok. Calderón de la Barca ve Lope de Vega gibi oyun yazarlarının, Góngora ve Quevedo gibi şairlerin, Velázquez, Murillo ve Zurbarán gibi ressamların döneminde yaşayan Gracián, rahip olduğu için hayatına getirilen kısıtlamalara rağmen, sanatların en iyilerinden keyif alma fırsatını yakaladı. Şans ondan yanaydı ki, kariyerinin erken döneminde Huesca’ya atandı, ve orada yetenekli, varlıklı, soylu ve ondan altı yaş küçük olan Vincencio Juan De Lastanosa’yla arkadaş oldu. Gracián, Lastanosa’nın sarayına olan hayranlığını “gustoda son nokta” sözüyle ifade eder. Gracián, Lastanosa’nın eğitmenlerden devlet adamlarına dek çeşitlilik gösteren arkadaş çevresinde, bitmek tükenmek bilmeyen kütüphanesinde, resim, heykel, silah, savaş aleti ve eski para koleksiyonlarında, edebiyat toplantılarında, dünyanın her yerinden bin bir çeşit bitkilerle bezenmiş bahçelerinde evrensel öğretinin mikrokozmosunu, hem entellektüel hem de materyal insan becerisinin merkezini buldu. Lastanosa, Gracián’ın neredeyse tüm kitaplarının basımını üstlendi, onun yazılarını savundu ve tabii Cizvitlerle mücadelesinde onun yanında oldu, ona destek verdi.
Gracián’ın hayatındaki bu zorluklar erken başladı ve ölümüne kadar devam etti. Bu zorlukların nedeni kitaplarındaki öğretiler değildi; çalışmalarının dogmatik bir yapısı yoktu. Asıl sorun öğretilerin dünyevi yapısı ve Gracián’ın kitapları yayımlamadan önce onları üst düzey Cizvitlere onaylatmamak konusunda direnmesiydi. Cizvitlerin öfkesinden ve resmî bir “yayımlama izni” almanın gecikmesinden çekinen ve muhtemelen eserlerini ondan daha az yetenekli insanların yargılamasına izin veremeyecek kadar mağrur olan Gracián, birkaç eseri dışındaki tüm eserlerini takma isimle yayınladı. Üstlerinden birinin “ciddiyetten ve meslekten uzak” olarak tanımladığı kitaplarını dünyaya sundu. Cizvit Tarikatı lideri 1638’de, yani Gracián’ın ilk kitabı Kahraman’ın yayımlanmasından bir yıl sonra, onu başka bir yere atamak gerektiği hakkında Roma’dan Aragon yetkililerine bir yazı yazmaya çoktan başlamıştı.
Çünkü üstlerine karşı geliyor, üniversitenin huzurunu tehdit eden nahoş olaylara neden oluyor, üstüne vazife olmayan bir işi üstlenerek tarikatı terk eden birinin oğlu olduğunu iddia eden bir çocuk için para dileniyordu ve son olarak [Lorenzo Gracián sahte adı] altında [Kahraman] isimli bir kitap yayımlıyordu.
El Discreto’nun (Sağduyulu) yayımlanması da aynı sert tepkiyle karşılandı. 1658’de Gracián’ın ölümünden birkaç ay önce, General Goswin Nickel son ve gecikmeli bir uyarı gönderdi. Gracián yirmi yıllık edebi zaferini, rahip olarak ettiği itaat yeminine tercih etti. Devam eden bu itaatsizlik karşısında Nickel, Gracián’ın üstlerinden birine şunu yazdı:
Onu izlemek, zaman zaman ellerini, odasını ve kağıtlarını incelemek ve kilit altında bir şey tutmasına izin vermemek iyi olacaktır. Eğer siz, Saygıdeğer Rahip, tarikata ya da yönetimimize karşı Rahip Gracián’ın yazdığı bir kağıt ya da yazı bulursanız, Gracián’ı bir yere kilitlemeli ve burnu sürtene, hatasını anlayana kadar orada tutmalısınız… Cezası sürerken kâğıt, kalem ya da mürekkep almasına izin vermemelisiniz.
Gracián’ın Lastanosa ve diğer itibarlı aristokratlarla olan arkadaşlığı, bu güçlüklerden bazılarının üstesinden gelmesine yardım etmiş olabilir. Muhtemelen Lastanosa sayesinde Cizvitler, Gracián’ın Aragon valisi Napolili Francesco Maria Carafa’nın günah çıkardığı kişisel rahibi olmasına ve mahkemede ona eşlik etmesine izin verdiler. Gracián bu deneyimden pek hazzetmedi. Lastanosa’ya yazdığı bir mektupta Gracián, başkentle ve orada vakit geçirdiği asillerin hizmetkârlarıyla alâkalı görüşlerini ortaya koyuyor:
Bu insanlara ihtiyacım yok. Onların bana ihtiyacı var mı, bilmiyorum. Senin koleksiyonlarına dönmek için can atıyorum. Burada her şey hile, yalan, kibir, gösteriş dolu, çünkü kimse kendinden başka bir şey düşünmüyor. Bense pek alçakgönüllü değilimdir ve insanlara yaltaklık etmem. Bu yüzden onları rahat bırakıyorum.
Gracián’ın Madrid’de başarı getirecek bir tarzı ve cevheri pek tabii vardı. Bazen çok büyük topluluklara vaaz verdiği oluyordu. Bir görgü tanığı bir keresinde onu dinlemek için caddelerde dört bin insanın toplandığını söylüyor. Nefret ve alay ettiği Valensiya gibi bir şehirde bile eşit sayıda hevesli dinleyici bulmuş olmalı. Fakat oradaki kariyeri, vaaz kürsüsünde yeraltındakilerle mektuplaştığını ve cehennemin posta müdüründen gelen bir mektubu halka okuyacağını söylediğinde yerle bir oldu.
Gracián komik, nükteli, inatçı, arkadaşlarına sadık, her türlü kabalığı küçümseyen, doğal güzellik âşığı biri, Cizvit kayıtlarında görünenden çok daha hoş bir arkadaştı. Üstleri seneler içinde onu colericus (huysuz), biliosus (asabi) ve melancolicus (melankolik) şeklinde tanımlardı. Cehennemle mektuplaşma olayı gibi sorun çıkardığı yıllarda, ihtiyat alanında notları düşük olduğu halde, (prudentia mediocris, prudentia non multa) “öğretmenlik yapmaya, yönetime ve diğer dini görevlere elverişliydi”. Gracián, 45 yaşında çok yönlülüğünü gösterdi ve Lerida’da Fransız istilacılara karşı toplanan kraliyet ordusunun rahipliğini yaparak “neşeli” mizacını ortaya koydu. Bir arkadaşına yazdığı mektupta, İspanyol birliklerine ateş altında ön saflarda eşlik ettiğini, yaralılarla ilgilendiğini, İspanyollara ve düşmanlara kutsal yağ sürerek onları yüreklendirdiğini belirtmiş. Bu ânın, onun en kahramanca ve yürekleri parçalayan ânı olduğunu söylüyor: “Beni selamladılar,” diye yazıyor gururla, “Zaferin Rahibi olarak selamladılar”.
Gracián’ın ilk kitabı Kahraman 1637’de, yazar 36 yaşındayken yayımlandı. Kitabın ilk baskısı muhtemelen kraliyetten ödül alma umuduyla IV. Felipe’ye (Velázquez’in ölümsüzleştirdiği soluk, donuk Habsburg hanedanı) ithaf edildi. Kitabı (El Discreto gibi) sevimli, cep boyutunda bir baskıyla yayımlayan Lastanosa, Felipe’nin kitabı okuduktan sonra, “Kitap küçük bir mücevher gibi ve içinde harika şeylerin olduğundan emin olabilirsiniz” dediğini belirtiyor. Kral bu kitabı “seçtiği kitaplar içinde başlıca bir yere” koysa da, (Gracián yıllar sonra saraydaki bir gezisi esnasında kitabı gizlice orada görmüş) kraliyetin şükranını gösteren daha somut başka bir işaret olmadığından Felipe’ye ithaf edildiği ibaresi ikinci baskıdan silindi. Akıllı Yaşama Sanatı’nın aforizmalarından biri de “emeğinizin karşılığı sadece teşekkür olmasın”dır.
Her halükârda Kahraman, Gracián’a yazar olarak ününü ve ilk sorunlarını beraberinde getirdi. 1646 yılında kitabın dört adet İspanyolca baskısı yapılmış, Fransızca ve Portekizceye çevrilmişti. Daha da onur verici olan Fransız bir Cizvit’in kitabı intihal ederek Le Héros François ismiyle yayımlamasıydı. Değiştirilen Kahraman, art niyetli bir Katalan keşiş tarafından tekrar İspanyolcaya çevrildi. Olacakların habercisiydi bu. Sonraki üç yüzyıl boyunca Gracián’ın eserleri taklit edilecek ve Macarcadan Latinceye, Japoncadan Finceye dünyanın önemli dillerine çevrilecekti. Fransa’da La Rochefoucauld, Gracián’ı taklit etti; Almanya’da ise eserleri 17. ve 18. yüzyılda en az on kez çevrildi. Gracián’ın en büyük hayranlarından ikisi ise Alman filozoflar Nietzsche ve Schopenhauer’di.
Gracián, Niccolo Machiavelli’nin Prens kitabının “devlet değil de ahır” yönetmek için daha uygun olduğunu söyleyerek buna cevap niteliğinde yazdığı Kahraman’da, herhangi bir meslekte “kahramanlık” mertebesine erişmek için gerekli nitelikleri yirmi beş kısa bölümde anlatıyor. Siyasi ve askerî güç edinmek ve bunu korumak üzerine yoğunlaşan Prens’in aksine Kahraman, Gracián’ın dediğine göre okuyucuya kendini “yönetme siyaseti” sunuyor. Devlet idaresini ise başka bir yerde, Kastilya Kralı III. Ferdinand’a içtenlikle biat ettiği El Político (Devlet Adamı, 1640) adındaki küçük bir kitapta ele alıyor. El Discreto (1646), Kahraman’la aynı çizgide ilerleyerek yeni nitelikler ekliyor, daha zengin deneyimleri bir araya getiriyor ve bunu okuyuculara hem daha çeşitli hem de daha özlü bir üslupla iletiyor. El Discreto ve Akıllı Yaşama Sanatı’ndaki alegoriler, tahkirler ve diyaloglar Gracián’ı ve okurlarını, insan varoluşu üzerine kapsamlı bir alegorik roman olan yazarın ölümsüz eseri El Criticón’a (Eleştirmen, 1651, 1653, 1657) hazırlıyor. Schopenhauer bu kitaptan “dünyanın en iyi kitaplarından biri” olarak bahsediyor. Kitapta, bilge Crítilo ve çaylak Andrenio adındaki iki arkadaşın hayatlarının bir döneminden, çocukluğun baharından yaşlılığın karakışına ihtiyatlı bir şekilde geçişlerini anlatıyor. İki arkadaşın İkiyüzlülüğün Büyük Çölü’nden geçip Hiçlik Mağaraları’na, “Ama”lar Köprüsü’ne uzanan bu dolambaçlı yoluyla Gracián, tüm İspanyol toplumuna ve Avrupa’nın çoğuna hicivli üslubuyla ulaşıyor. Şans unsuru, diğer eserlerinde olduğu gibi burada da yetenek ve hesaplarla öylesine iç içe geçmiş ki hayat, kocaman bir macera oyunu gibi. Her akıllıca adımın peşinden gizli bir tehlike çıkıyor; her düşüş kahramanlık yoluna çıkıyor. Her zekice stratejinin bir de karşı stratejisi var. Yalnızca değişim sabit kalır: “Mutluluk ayağını yerden keserken hüzün sürüne sürüne ayak izlerini takip eder”. Erdem tek başına bizi oyunun merkezine, Ölümsüzlük Adası’na götürür.
Gracián’ın tüm eserlerindeki itici güç, ahlaki duyarlılığın hizmetine sunulan nükte. En muhteşem kitaplarından biri, Agudeza y arte de ingenio (Aklın Nüktesi ve Sanatı, 1642,1648), insan aklının mekanizmaları ve kaynaklarının hem sözlü hem fiili analizi. Nükte sayesinde Gracián klasik yazarlardan seçip topladığı gerçekleri “tazeleyebiliyor” ve “nükteli sözlerin öğrenme üzerine söylenmiş olan sözlerden çok daha fazla alıntılandığı” bir dünyada zafer kazanıyor. Ama nükte estetik bir değerden ya da bir üslup unsurundan çok daha fazlası. Nükte sayesinde sahtekârların hilelerini açığa çıkarabiliyor, “köpekbalıklarıyla dolu sularda yüzebiliyor”, aynaya şüpheyle bakabiliyor ve kendimizi “en iyi şekilde” tanıyabiliyoruz. Zor bir metin gibi yaşamın da üstünde çalışabilir, şifrelerini çözebiliriz. Okuma sanatı, yani yazarın amacını derinden hissetme sanatı, aynı zamanda yaşama sanatıdır. Gracián’a göre sıkıcı her şey acınasıdır, ama aptallık doğrudan şeytanidir: “Kötü niyetli olmayan bir ahmak yoktur.”
Bu görüş Gracián’ı kötümser mi yapar? Gracián’ın tüm eserlerini dikkatle okuyan ve onun en sevdiği yazar olduğunu söyleyen Schopenhauer’in yargılarına göre evet, yapar. Schopenhauer defterine, Gracián’ın aptalların kötü niyetli olması üzerine yazdığı özlü sözü geçiriyor ve sonrasında “Her şey elde edildikten sonra farklı görünür,” diyerek ekliyor:
Şimdiki zaman asla tatmin etmez, gelecek belirsizdir, geçmişin ise telafisi olmaz. Bu yüzden hayattaki daimi desengaño diğer her şey gibi bizi şu hükmü vermeye zorlamak için tasarlanmıştır: Hiçbir şey, ama hiçbir şey eylemlerimize, çabalarımıza ve yaşadığımıza değmez. Her güzel şey boş ve beyhudedir. Dünya eninde sonunda iflas eder. Hayat masrafını bile çıkaramayan bir ticarettir.
İspanyol filozof Miguel de Unamuno ise aksini düşünüyor:
Kötümser mi? Kabaca, ödleklerin ve trajediden anlamayanların, anti-trajiklerin bu terime atfettiği anlamla evet, Gracián kötümser görünüyor. Ama “Ah, kavga etmek zorunda kalmadan nereye gidebilir ki insan?” diye yazabilen bir adam kötümser değildir. Hayır, hayır, değildir. Çünkü daha da kötüsü, lo pésimo, iyimserlerin barışı, barışseverlerin barışıdır. Savaşı bilenlerin barışı çok, çok farklı olur.
Varoluş savaşında çok az yazar Gracián’dan daha kuvvetli ve yoğun yazabilmiştir. Yine de tüm bu mağrur desengaño içinde sayfaları karıştıranlar, insanoğlunun zengin kaynaklarına karşı yoğun bir hayranlık, derin bir yaşam sevgisi, ahlaki ve sanatsal mükemmeliyet arzusu görebilir. Gracián okuyucularına “değişken talih karşısında neşe, sert kanunlar karşısında sağlık, kusurlu doğa karşısında iyi sanat ve hepsi için de bir tam doz anlayış” diliyor (sayfa 59). Hem umutlu hem de insanın gözünü açan şu satırlar Gracián’ın mezar yazısı olabilir (sayfa 65):
Ah hayat, hiç başlamamalıydın.
Ama madem başladın, hiç bitmemelisin!
Christopher MaurerVanderbilt University Nashville