Buch lesen: «Boşnak Alhamiyado Edebiyatı»
Što sam znao, to sam napisao;
Ko zna više – bujrum neka piše!
-Safvet beg Bašagić-
ÖNSÖZ
Boşnakları, Balkan ulusları içerisinde Türklerin Balkanlardaki 500 yıla yakın hâkimiyetinin önemli manevi mirasçıları olarak kabul edebiliriz. Türklerin bölgeyi fethi akabinde İslamiyet’i benimseyen, uzun ve çileli bir sürecin sonunda tüm olumsuzluklara rağmen asimile olmadan sahip oldukları milli ve dinî hususiyetleri günümüze değin taşıyan müstesna bir millettir. Türklerle tanışmaları ve İslamiyet’i benimsemeleri Ortodoks ve Katolik Güney Slav topluluklar arasında Boşnakların farklı bir etnik topluluk olarak teşekkül etmelerine vesile oldu. Bu yeni etnisite dil gibi kendi kadim kültür öğelerini muhafaza etmekle birlikte Türk ve İslam kültürü etkisi altında bütünleşmiş bir kültür yarattı. Boşnaklar, Güney Slavlarından farklı yeni bir edebî anlayış ile kendilerine has bir tarzda Arap alfabesi ile kaleme alınan, ideolojik olarak büyük ölçüde Türk tasavvuf anlayışından beslenen ve Türkçe menşeli binlerce sözcüğü bünyesinde barındıran alhamiyado edebiyat geleneğini vücuda getirdiler.
Çalışmamızda öncelikli olarak Boşnak yazını ve Bosna Hersek tarihi ile alakalı genel bilgiler verdiğimiz bölümün ardından Boşnak alhamiyado edebiyatı literatürü başlığı altında başlangıçtan günümüze değin bu edebiyat geleneği ile alakalı yapılan çalışmalar ve bu çalışmalara imza atan araştırmacılar üzerinde durduk. Alhamiyado edebiyatının teşekkülü ve yapısal hususiyetleri başlığı altında alhamiyado sözcüğünün etimolojisini açıkladıktan sonra bu edebiyat geleneğinin belli başlı karakteristik ve ideolojik özellikleri hakkında değerlendirmeler yaptık. Türler başlığı altında alhamiyado ediplerinin kullandığı türler, süreli yayınlar başlığı altında ise Arap harfli çıkarılan süreli yayınlar hakkında bilgi verdik. Alhamiyado edebiyatının belli başlı temsilcileri ve bunlara ait eserler başlığı altında ilk temsilcilerden 20. yüzyıla değin vücuda getirilen manzum-mensur eserler ile bu gelenek içerisinde değerlendirilen şair ve yazarlar hakkında bilgiler verdik. Örnek metinler başlığı altında manzum ve mensur metinlerin bir kısmını Boşnakça, bir kısmını ise Türkçe tercümeleri ile birlikte verdik. Ayrıca gelenek içerisinde var olan ve yaratıcısı belli olmayan çok sayıda anonim metin içerisinden manzum ve mensur örnek metinler koyduk. Sonuç bölümünde ise alhamiyado edebiyatı ile alakalı vermiş olduğumuz tüm bilgilerin genel bir değerlendirmesini yapmış bulunmaktayız.
Çalışmamızda, bilhassa Boşnakça bilmeyenler olmak üzere okuyucuya kolaylık olması açısından Boşnakçada olup Türkçede karşılığı olmayan đ, ž, ć, č, š, nj, dž, c, j, lj işaretleri Türk yazı sistemindeki karşılıklarıyla, yani c, j, ç, ç, ş, ny, c, ts, y, ly şeklinde verilmiştir. Örnek metinlerde, dipnotlarda ve kaynakçadaki eser adları ve yazarların adlarında ise orijinal yazılışlara sadık kalınmıştır.
Bu çalışmaya başlarken gayemiz Güney Slavları, bilhassa da sıkı bir tarihî-dinî bağımız olmasına rağmen Boşnak edebiyatı ve folkloru ile alakalı literatürün oldukça sınırlı olduğu Türkiye’de bu eksikliği gidermek adına küçük bir adım atmaktı. Ayrıca gözlemlediğimiz kadarıyla yapısal ve ideolojik bağlamda dinî tasavvufi Türk halk edebiyatının, bu edebiyat geleneğine olan etkisi araştırmacılar tarafından göz ardı edilmişti. Türk halk edebiyatı içerisinde İslamiyet öncesinden günümüze değin çok kadim bir edebiyat geleneğini temsil eden dinî tasavvufi Türk halk edebiyatı, yüzyıllarca Türk hâkimiyetinde kalan ve İslamlaşma ile Türk kültüründen büyük oranda etkilenen halkların edebiyat geleneklerine büyük oranda nüfuz etmiştir. Bu bölgelerde etkin bir biçimde faaliyet gösteren tarikatlar Türk kültürünün nüfuzunu pekiştirmiştir. Bu vesile ile çalışmamızda alhamiyado edebiyatı geleneğini dinî tasavvufi Türk halk edebiyatının etkilerini göz önünde bulundurmak suretiyle inceledik. Şüphesiz eksiklerimiz ve hatalarımız olmuştur. Tüm eksikler ve hatalar şahsıma aittir.
Bu çalışma sürecinde birçok kişinin farklı şekillerde yardım ve desteklerini gördük. Makale yazma fikri ile başladığımız bu çalışmayı kitaplaştırmamız konusunda bizi teşvik eden Doç. Dr. Oğuzhan DURMUŞ’a; kaynakların ve metinlerin Türkçeye tercümesi noktasında yardımlarını benden esirgemeyen eşim Esma MEZİT AKSOY ve Dr. Nadira ŽUNİĆ’e; Çalışmayı okuma zahmetine katlanıp önerileri ile eksiklerini ve hatalarını gidermemize vesile olan dostum Okt. Selçuk DURMUŞ, mesai arkadaşım Okt. Cüneyt NUR ve hocam Prof. Dr. Bülent BAYRAM’a şükranlarımı sunarım.
Son olarak Bosna Hersek’te uzun bir süre çalışmak suretiyle naçizane Güney Slav dilleri, edebiyatları, dinleri, folkloru ve kültürüne vakıf olduk. Bu noktada şahsıma Bosna Hersek’te 5 yıl misafir öğretim görevlisi olarak çalışma fırsatını veren Yunus Emre Türk Kültür Merkezi ve Trakya Üniversitesi’ne minnettarım. Başta bu iki kurum bünyesinde Bosna Hersek’te çalışmamıza vesile olanlara ve çalışmam boyunca yardımlarını gördüğüm herkese teşekkürü borç bilirim.
GİRİŞ
Edebiyat ve güzel sanatların din ile olan münasebeti tarih boyunca bazen dinî bir ritüelin dışavurumunda; bedii duyguların ifadesi olarak şiirde ve güzel sanatlarda bazen ise dinî bir propaganda aracı olarak kullanılması esnasında karşımıza çıkmaktadır. Tüm toplumların edebiyat tarihlerinde mensubu olunan dinin propagandası edebiyat aracılığıyla yapılmıştır. Özellikle yeni bir din ve kültürün etkisi altına girilmesi bu dinin toplum nezdinde meşruluğunu sağlamak adına edebiyat ve güzel sanatların bir vasıta olarak kullanılmasını sağlamıştır. Din değiştirme veya başka bir din ve kültürün nüfuzu altına girme, toplumların sosyo-kültürel yaşantısında, düşünce yapısında ve dillerinde köklü değişikliklerin meydana gelmesine, o toplumun edebiyatlarının dinin yörüngesine girmesine sebebiyet verir. Diğer taraftan bu sayede zengin bir edebî külliyat meydana getirilmiş olur. Türk tarihinde bunun çok sayıda örneğine rastlarız. Uygur Türklerinde belirli bir zümrenin Budizm ve Manihaizm dinine dinini benimseyip, bu dinler etrafında oluşan kültür dairesine dâhil olması, bu inançların propagandasını yapmak gayesi ile edebî ürünlerin vücuda getirilmesine ve zengin bir edebî külliyat oluşturulmasına imkân sağlamıştır. Türklerin İslamiyet’i kabulü de benzer bir sonuç doğurmuştur. Türklerin İslam’ı benimsemesi akabinde bir taraftan edebiyat ve güzel sanatlar İslamiyet’in nüfuzu altına girerken bu durum aynı zamanda İslam’ın konar-göçer Türk zümreleri arasında yayılması için propaganda işlevi gören din adamlarının menkıbeleri ve dinî içerikli şiirlerden mürekkep olan dinî-tasavvufi Türk edebiyatının teşekkül etmesine ve yüzyıllar boyunca İslamiyet’in ve tasavvufun ön gördüğü “insan-ı kâmil” olma yolunda ahlaki-didaktik öğütler ile bezeli şiir geleneğinin oluşmasına imkân sağlamıştır. Balkanların kadim Slav topluluklarından olan Boşnakların İslam’ı kabulü ve Türk-İslam kültür ekolojisinin bir parçası olması, onların da edebiyatlarında Türklerinkine benzer bir süreç ile karşılaşmasına vesile olmuştur. Öncelikle İslamiyet’i kabul eden Boşnaklar Türk kültürünü nüfuzu altına girmiş, edebiyat, dil, sanat, mimarî gibi kültürün tüm alt birimlerinde Türk kültüründen beslenmiştir. İslam’ın ve İslam’ın mistik yorumu olan tasavvufun propagandası da Türklerde olduğu gibi şiir ve güzel sanatlar vasıtasıyla yapılmıştır.
Slav toplulukların özellikle 6. ve 7. yüzyıllarda Slavların ilk ata yurdu olarak kabul edilen Ukrayna’daki Özi (Dnyeper) nehri ile Bug nehri arasındaki bölgelerinden göçerek Balkan topraklarına yerleşmesi, Balkanlarda Slavizasyon adı verilen Slavlaşma sürecini de başlatmıştır. Kısa sürede bölgedeki Slav kökenli olmayan etnik topluluklar Slavlaşmıştır. Bölgenin tamamen Slavlaşmasında Hristiyanlığın bölgede dinî hâkimiyetini sağlamasının etkisi yadsınamaz. Keza Hristiyanlık, Slavlar ve bölgenin yerliler arasındaki en önemli bağlantı olmuştur. Bölgedeki Slav olmayan etnik gruplar zaman içerisinde ana dillerini unutarak Slav dilini kullanmışlardır. Böylece kısa bir süre içerisinde günümüzde Bosna Hersek sınırlarını da kapsayan büyük bir bölge Slavlaşmıştır. Bölgeye sonradan gelen Slavlar ile yerli halk arasında dinî organizasyon içerisinde bir çeşit okur-yazar kitle teşekkül etmiştir.
Bosna Hersekli Slav topluluklar Türk hâkimiyetine kadar, bölgede yapmış oldukları misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde Hristiyanlığın yayılmasında etkili olan Kiril ve Metodius kardeşlerin Slavlara okuma yazma öğretme faaliyetleri kapsamında geliştirdikleri Kiril yazı sisteminin farklı bir formu olan Bosançitsa (Bosančica) adlı Bosna Kiril yazı sistemini yaygın olarak kullanmışlardır. Boşnak Kiril alfabesini Orta Çağ’da Bosnalı ban1 ve kralların yanı sıra Bosna Kilisesi mensupları, Ortodokslar ve Katolikler daha sonra da Bosnalı Müslümanlardan oluşan feodal soylular kullanmışlardır. Boşnak Kiril alfabesi ile yazılmış en eski belge, Ortaçağ Bosna krallarının en meşhuru olan Ban Kulin’in 1189 yılında Ragusa Prensi Krvaş’a yazdığı meşhur mektuptur. Orta Çağ Bosna Devleti’inden günümüze Bosançitsa kullanılmak suretiyle vücuda getirilen ve Orta Çağ dinî edebiyatını yansıtan 23 kodeks ulaşmıştır.2
Bosna Hersek’in Türkler tarafından fethi akabinde İslamiyet ve Türk kültürü bölgeyi nüfuzu altına almaya başlamıştır. Bölgede Slav grupların kitleler halinde İslamiyet’i kabulü, Slavlar arasında Türk ve İslam kültürü etkisinde yeni ve farklı bir sosyal yapının oluşmasına etken olmuştur. Bosnalı Müslümanlar, Osmanlı medrese, mektep gibi eğitim kurumlarının bölgede yayılmaya başlaması ile Bosançitsa yerine Türkler kanalıyla benimsedikleri Arap harfleri ile yeni bir yazı sistemi geliştirmişlerdir. Osmanlı medreselerinde yetişen edipler Türkçe, Arapça ve Farsçada edebî eserler kaleme alırken aynı zamanda Arap alfabesi ile yazılan Boşnakça edebî ürünler kaleme almaya başlamıştır.
Alhamiyado edebiyatı; Boşnak edebiyat araştırmacıları tarafından Boşnakların Osmanlı hâkimiyetinde yaşadığı dönemde şair ve yazarlarca manzum ve mensur olmak üzere Boşnak halk dilinde Arap harfleri ile vücuda getirilmiş edebiyat geleneğine verilen addır. Bu edebiyat geleneğinin, İslamiyet başta olmak üzere beslendiği en önemli kaynak Türk kültürü etkisinde teşekkül eden Boşnak halk kültürü olmuştur. Bu geleneğe mensup şair ve yazarlar, Boşnak halkın gündelik yaşantılarında kullandıkları Boşnakçayı edebî eserlerinin dili olarak tercih etmişlerdir. Söz konusu dil, Türkizm adı verilen ve tarihî süreçte karşılıklı kültürel etkileşimin neticesinde Boşnakçaya geçen Türkçe menşeli sözcüklerin yoğun bir şekilde kullanılması ile teşekkül etmiştir. Türk hâkimiyeti öncesinde Boşnakçanın Kiril harfleri ile yazılması söz konusu iken Müslüman Türk hâkimiyeti ile birlikte Boşnakların İslamiyet’i kabulü neticesinde Müslüman Türk kültürü Bosnalı Slavlar arasında yayılmış, Boşnakça da Bosnalı entelektüeller tarafından Arap harfleri kullanılarak yazılmıştır. Türk hâkimiyeti boyunca yetişen entelektüeller, Türkçe, Arapça ve Farsça klasik edebiyat mahsulleri kaleme alırken bir taraftan da kendi halk dillerinde eserler vücuda getirmeyi ihmal etmemişlerdir. Arap alfabesi kullanmak suretiyle Boşnak halk dilinde verilen eserleri ve bu çizgide eser veren sanatçıları günümüzde alhamiyado edebiyatı olarak adlandırdığımız edebiyat geleneği içerisinde değerlendirmekteyiz.
Alhamiyado edebiyatı olarak adlandırılan edebiyat geleneğinin bir diğer önemli hususiyeti dinî-tasavvufi bir karakter taşımasıdır. Boşnakların İslam’ı kabulü ve Türk tasavvuf hareketinin Boşnaklar arasında da yayılması neticesinde Türk tekke şiiri ile aynı karakteristik yapıda dinî-ahlaki öğütler içeren şiir geleneği Boşnaklar arasında yayılmaya başlamıştır. Edebiyatın propaganda işlevinden faydalanan mutasavvıf şair ve yazarlar tasavvuf düşüncesinin ve İslam’ın öngördüğü yaşam prensiplerinin halk arasında yayılması noktasında edebiyatı bir vasıta olarak kullanmışlardır.
Boşnak toplumunun tarihî süreçte Türklerle temasları neticesinde sosyal, siyasi, dinî ve kültürel yaşantılarında önemli değişimler söz konusudur. Boşnakların vücuda getirdikleri alhamiyado edebiyat geleneği, bu edebiyat geleneği içerisinde yetişmiş şair-yazarlar ve bunların eserlerini farklı yönleri ile ele almadan evvel alhamiyado edebiyatının teşekkülüne zemin hazırlayan saikleri ortaya koyma adına Bosna Hersek’in ve Boşnakların tarihî, coğrafî, dinî ve kültürel yapısına kısaca göz atmak icap etmektedir.
A. BOŞNAKLAR VE BOŞNAK EDEBİYATI ÜZERİNE
Bosna toponomisinin ve Boşnak etnik adının kullanımının tarihi çok eski dönemlere dayanır. Bosna sözcüğü tarihî kaynaklarda ilk kez 10. yüzyılda Bizans İmparatoru Konstantin Porfirogenit tarafından kaleme alınan “De Administrando İmperio” (İmparatorluğun Yönetimi) adlı eserde coğrafi bir bölge adı olarak kullanılmıştır. Bosna’nın orta kesimlerinden doğarak Sava nehrine dökülen Bosna nehrinin ülkeye adını verdiği iddia edilmektedir. Bosna toponomisinin etimolojisi ile alakalı ise çok farklı görüşler bulunmaktadır. En yaygın görüş İlir dilinde “akan su” anlamına gelen Bos sözcüğünden türediğidir. Porfirogenit’in de bu adı, Bosna nehrinin doğduğu ve geçtiği bölgeleri kastederek kullanması bu iddiayı güçlendirmektedir.3 Diğer taraftan Bosna Hersek’in Dalmaçya kıyılarında kalan; Türk hâkimiyetinin hemen öncesinde bölgenin knezi olan Herceg Stephen Vukčić’in doğduğu ve hâkimi olduğu bölge, Türk hâkimiyeti ile birlikte Stephen Vukčić’in ünvanı olan ve Almanca’da dük, bey anlamına gelen Herzog adından türeyen Hersek toponomisi ile anılacaktır.4 Bosna toponomisinden türeyen Boşnak adı Bosna Hersek, Sırbistan ve Karadağ sınırları içerisinde yaşayan Müslümanları adlandırmak için kullanılan geleneksel bir etnonimdir.
Bosna Hersek, coğrafî konum itibariyle Avrupa kıtasının güneybatı, Balkan yarımadasının ise kuzeybatısında yer almaktadır. Doğusundan Sırbistan, güneydoğusundan Karadağ, kuzeyinden ve batısından ise Hırvatistan ile çevrilidir. Neretva Nehri’nin denize döküldüğü yerde 24 kilometrelik bir toprak parçasıyla Adriyatik Denizi’ne kıyısı bulunmaktadır. Ülkenin büyük bir bölümü dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Bölgenin stratejik öneme sahip ülkelerinden biridir. Sahip olduğu stratejik önemi bilhassa yer altı zenginliklerinden kaynaklanır. Bu özelliği sayesinde tarih boyunca çeşitli kavimlerin istilasına maruz kalmıştır. Çinko, demir, kurşun, manganit, krom, pirit, gümüş gibi önemli maden yataklarına ev sahipliği yapar. Ayrıca zengin bir hidroelektrik enerji potansiyeline de sahiptir. Yugoslavya Federasyonu’na bağlı iken federasyonun toplam yıllık elektrik ihtiyacının % 25 `i Bosna Hersek’ten karşılanmıştır. 5
Bosna Hersek, 1990’lı yılların başında dağılan Yugoslavya’nın 6 federatif cumhuriyetinden biri iken Yugoslavya’nın dağılmasının ardından çok sancılı bir sürecin sonunda bağımsızlığını elde edilebilmiştir. 1995 yılında imzalanan Dayton Antlaşması ile kesin statüsü ve sınırları belirlenmiş, bağımsız bir federasyondur. Bu federasyon Hırvat, Sırp ve Boşnak olmak üzere 3 farklı etnik gruptan oluşmaktadır.6 Bosna Hersek nüfus oranları Bosna Savaşı’nda büyük oranda değişmiştir. Savaşın başlamasından hemen önce, 1991 yılında yapılan nüfus sayımına göre ülke nüfusu 4. 377. 033’tür. Yurtlarını terketmek zorunda kalan Boşnakların bir kısmı dünyanın farklı ülkelerine göçerken bir kısmı da Bosna içerisinde muhaceret terk etmek zorunda kalmışlardır. 2016 yılında yapılan son nüfus sayımına göre ülkenin toplam nüfusu 3.531.159 iken bu rakamın 1.769.592 nüfus ile %50,11’ini Boşnaklar, 1.086.733 nüfus ile %30.78’ini Sırplar, 540.780 nüfus ile %15,43’ünü Hırvatlar oluşturmaktadır.7 Bu oranlara göre günümüzde Bosna Hersek nüfusunun yarıdan fazlasını Müslüman Boşnaklar oluşturmaktadır.
Bosna Hersek tarihin en eski dönemlerinden itibaren coğrafi konum itibariyle göç yolları üzerinde yer alan stratejik öneme sahip bir bölge olmuştur. Tarih boyunca farklı etnik gruplar bu topraklarda medeniyetler vücuda getirmişlerdir. Bu özelliği sayesinde günümüze değin farklı dinlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin bir arada yaşadığı homojen bir bölge olmuştur. Bölgenin bilinen en eski medeniyeti ise Bosna Hersek ile birlikte Arnavutların da kadim kökenleri olarak bilinen İliryalılardır.8 Yaklaşık beş yüzyıl boyunca varlığını sürdüren İliryalı kabileler MÖ. 1. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu ile olan hâkimiyet mücadelesini kaybederek Romalıların egemenliği altına girmiştir.9
Yaklaşık 400 yıl süren Roma hâkimiyeti boyunca İlirya halkının dinî ve kültürel yaşantıları üzerinde Roma medeniyetinin önemli etkileri olmuştur. İlirya toprakları uzun bir müddet Roma İmparatorluğu için asker yetiştiren bir üs vazifesi görmüştür. Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla, İlirya topraklarının büyük bir kısmı Doğu Roma, diğer adıyla Bizans İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde kalırken Bosna Hersek’in kuzey bölgelerini içerisine alan tarihî Panonya bölgesi Batı Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde kalmıştır. Bu bölünme aynı zamanda etkileri günümüze değin uzanacak olan ilk dinî ayrılığı beraberinde getirmiştir. Batı Roma sınırları içerisinde kalan bölgeler Roma Kilisesi’ne, Doğu Roma sınırları içerisinde kalan bölgeler ise İstanbul Patrikliği’ne bağlanmıştır. Pananonya bölgesi Ortodoks ve Katolik dünyası arasında doğal bir sınır olmuştur.10
6. yüzyıldan itibaren bölgeye Türk soylu Avarların göçü ve bölgede yaklaşık 250 yıl sürecek olan hâkimiyeti başlar. Avarlar ile aynı dönemde bölgeye Slav göçleri başlamış ve Slav gruplar Avarların idari hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Avar hâkimiyeti döneminde bölgeye Hırvatlar, Sırplar ve Avarlar gibi Türk soylu olan Bulgarlarda göçmüşlerdir. Bölgeye göçen diğer tüm etnik gruplardan sayıca oldukça fazla olan Slavlar, Balkan yarımadasının büyük bir kısmına yayılarak yarımadanın etnik çehresini tamamen değiştirmiştir. Slavların göçleri ile birlikte Slavizasyon olarak adlandırdığımız; Epir bölgesinin kuzeyinde yaşayan ve bölgeye sonradan göçen tüm etnik toplulukların Slav etnisitesi altında birleşmesi ve Slav dili konuşması söz konusudur.11
12. yüzyılın sonlarında tarih sahnesine çıkan ve bağımsız bir oluşum olarak Bosna tarihinde yerini alan Orta Çağ Bosna Devleti, bahsi geçen Slavlaşma sürecinden itibaren Ortodoks ve Katolik dünyasının siyasi oluşumları arasındaki çekişmelerin ortasında yaklaşık iki buçuk asır geçirmiştir. Bu dönemde Bosna coğrafyası ve burada yaşayan Slavlaşmış topluluklar, Bizans ve Bulgar güdümündeki Sırp prensliği ile Macar güdümündeki Hırvat güçlerinin iktidar mücadeleleri arasında kalmıştır. Ancak kesin olan şudur ki bölgedeki etnik grupların bölge üzerindeki hâkimiyet mücadelesinin olumsuz sonuçlarına rağmen bu ortamın Bosna bölgesinde bağımsız bir Boşnak entitetinin oluşumuna herhangi bir olumsuz etkisi söz konusu olmamıştır.12 Böyle bir ortamda Sırp ve Hırvat entitetlerine bağlı olmaksızın, dolayısıyla da Katolik ve Ortodoks kiliselerinden tamamen bağımsız bir şekilde, Bogomiller olarak adlandırdığımız Hristiyanlığın farklı bir yorumu olan anlayışa mensup bir Slav grup teşekkül etmiştir. 12. yüzyıl başlarında Bosna topraklarında Macar, Bizans, Zeta Knezliği (Karadağ) ve feodal bir gücü temsil eden yerel banların hâkimiyet mücadeleleri devam ederken 1180 yılında Macaristan ve Bizans İmparatorluğu’nun bölgedeki hâkimiyetini kaybetmesi, Zeta Knezliği’nin de geri çekilmesi neticesinde Bosna’da bağımsız banlıklar dönemi başlamıştır.13
Ortaçağ Avrupasında etkili olan siyasi yönetim biçimi feodalite (derebeylik), fizikî koşulları nedeniyle Bosna Hersek’te daha geç ve Avrupa’ya oranla daha esnek bir yapıda oluşmuştur. Bölge, dağlık ve engebeli bir coğrafi yapıya sahiptir. Bosna Hersek’te yaşayan soyluların tebaları üzerindeki otoriteleri daha esnek olmuştur. Soyluların askerî yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin arazilerine el koyma gibi bir uygulamanın söz konusu olmamasını Bosna Hersek’teki feodalitenin esnekliğine örnek olarak gösterebiliriz. Soylular, bağımsız toprak sahipleri olarak krallarını seçmiş ve gerektiği takdirde banları ve kralları tahttan indirebilmiştir. 14 Bu soylular arasından Bosna’da banlık ve krallık yapmış olan önemli hükümdarlar çıkmıştır. Orta Çağ Bosna Devleti’nde banlık ve krallık yapan Ban Kulin (1180-1204), Ban Stephen Kotromanic (1322-1353) ve Kral Stephen Tvrtko (1353-1391) dönemlerinde Bosna’da belirli bir feodal güce sahip olan soylular tek bir hükümdar yönetimi altında birleşmiştir. Özellikle Ban Kulin günümüzde Boşnakların kendisinden ve onun banlığı döneminden gururla bahsettikleri önemli bir isimdir.15
Bosna Hersek’te yaşayan Slavlar, 15. yüzyıldan itibaren kitleler halinde İslam’ı kabul etmeye başlamıştır. Boşnakların İslam ile tanışması ve İslam’ı benimsemesi Türklerin bölgeyi fethi ile gerçekleşmiş bir süreç. Türklerin askerî anlamda gerçekleştirmiş olduğu ilk akınlar ve bölgesel fetihler I. Murat dönemine dayanır. Bölgenin büyük bir kısmı 1463 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiş, Yaytse şehri ise Macarlar ile sınır olarak tayin edilmiştir. 1526 Mohaç Savaşı ile günümüzdeki Bosna Hersek Devleti sınırları tamamen Osmanlı topraklarına katılmıştır.16
Bölgenin askerî olarak fethini, İslamiyet’in hızlı bir şekilde yayılması neticesinde dinî bir fetih hareketi takip etmiştir. Bosna Hersek’te İslamiyet’i Katolik ve Ortodoks kiliselerinin etkisi ve nüfuzuna rağmen hızlı bir şekilde nasıl yayıldığı meselesi üzerine farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki Boşnakların İslamiyet öncesinde sahip oldukları Hristiyanlığın farklı bir yorumu olan Bogomil mezhebi ile ilişkilidir. Bölgede Katolik ve Ortodoks kiliselerinden bağımsız olarak varlığını sürdüren Bogomiller, hem İslam ile var olan benzerlikler,17 hem de Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık ortasında yüzyıllardır süren sıkışmışlığın etkisi ile kitleler halinde İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardır. Başka bir neden olarak ekonomik gerekçeler gösterilir. Eski imtiyazlarını kaybetmek istemeyen Bosnalı toprak sahipleri ile Osmanlı yönetimi arasında bir tür siyasi ittifak gelişmiş, bu ittifakın neticesi olarak Bosnalı Slavlar kitleler halinde İslamiyet’e geçmeye başlamışlardır. Bölgede İslam’ın yayılması uzun ve kademeli bir süreç olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca bölgede askerî anlamda Türk varlığından çok daha önceleri Türk dervişlerin bölgenin Müslümanlaşmasına olan katkısı da göz ardı edilmemelidir.
Boşnakların İslamiyet’i kendi arzuları ile benimsemesi, onları devlet içerisinde her açıdan ayrıcalıklı bir konuma getirmiştir. Müslüman çocukların devşirme sistemine dâhil olmamasına rağmen, Boşnakların isteği doğrultusunda kendi arzuları ile Müslüman olmanın bir mükâfatı olarak Boşnak çocukları sadece saray ve özellikle Bostancı Ocağı için devşirilmiştir.18 Osmanlı bürokrasisinde bu yolla devşirilerek devlet hizmetine alınan Boşnak kökenli devlet adamlarının sayısı oldukça fazladır. Sadece yükselme döneminde sadrazamlığa kadar yükselen Boşnak kökenli devlet adamı oranı % 12’dir.19 II. Beyazıt’ın torunu olan ve 17 yıl Bosna Sancak Beyi olarak görev yapan meşhur akıncı Gazi Hüsrev Bey ile yükselme devri vezirlerinden Hadım Ali Paşa, Hersekzade Ahmet Paşa, Hadım Sinan Paşa, Semiz Ali Paşa, Sokullu Mehmet Paşa, Lala Mustafa Paşa, Napolyon ordularını Akka’da büyük bir hezimete uğratan Cezzar Ahmet Paşa gibi isimler Boşnak asıllı olan ve Osmanlı bürokrasisinde önemli görevlerde bulunan devlet adamlarından sadece birkaçıdır.
Bosna Hersek’te Osmanlı öncesinde nüfus daha ziyade kırsal kesimde yoğunluk gösterirken fetih ile birlikte Türk tarzı şehirler ve bu şehirler içerisinde yeni müesseseler imar edilmeye başlanmıştır. Osmanlı yönetimi ile Türk tarzı şehirlerin kurulması, beraberinde Türk kültür hayatının da tüm kurumları ile Bosna Hersek’e taşınmasına vesile olmuştur. Gazi Hüsrev Bey’in Saraybosna’da yaptığı eserler ve tarihî Saraybosna çarşısı (Baş-çarşı) günümüze değin ulaşan ve Türk etkisini en güzel yansıtan örneklerden sadece biridir. Saraybosna, Travnik, Mostar, Banya Luka, Zvornik gibi şehirler Osmanlı hâkimiyeti sonrasında kurulmuş ve Boşnakların sosyal ve kültürel hayatlarının merkezi olmuştur. Bu şehirlerin nüfusu ağırlıklı olarak Müslümanlardan müteşekkildir. Saraybosna, Travnik ve Banya Luka şehirleri çeşitli aralıklarla eyaletin yönetim merkezi olarak hizmet vermiştir.
Bosna, 16. yüzyıl boyunca devam eden fetihler akabinde 1580 yılında eyalete dönüştürülmüştür. 1699 yılında Karlofça Antlaşması ile kaybedilen topraklarla Bosna, bir uç eyaleti halini almıştır. Sınır boylarını savunma ve sınır güvenliğini sağlama amacıyla 16. yüzyılın ortalarında kurulan kaptanlıklar (kaputanluk), bir tür askerî çiftlik olup bu idari birimlerin yöneticisi konumundaki kaptanlar (kapetan), sınırları kontrol etme görevlerinin yanında asker toplamak, eyalet sınırları içerisinde asayişi sağlamak gibi bir takım görevleri ellerinde bulunduran yarı feodal zenginleri temsil etmektedir. Her kaptanlığın kendisinin kontrolünde ve yetkisinde olan belirli bir arazisi bulunmaktadır. 18. yüzyılın başlarından itibaren Bosnalı kaptanlar, 17. yüzyıldan itibaren özellikle merkezî otoritenin de zayıflaması ile kendilerine çok önemli bir siyasi, askerî ve ekonomik güç tesis etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş sınırlara ulaştığı 17. yüzyılda 29, Karlofça Antlaşması ile kaybedilen 12 kaptanlığın ardından tekrardan düzenlenmesi ile 28 kaptanlık kurulmuştur. II. Mahmut’un padişah olduğu dönemde Bosna Eyaleti’nde 39 kaptanlık ve bunların emri altında yaklaşık 24 bin asker bulunmakta idi.20
18. yüzyılda yerel kaptanlar ve beyler yönetimi tamamen ele almış idiler. Merkezden gönderilen valiler, beyler üzerine nüfuz edemiyordu. II. Mahmut’un merkezileşme çabaları ile Bosna’ya atadığı bazı valiler kısmen asayişi ve merkezî otoriteyi sağlamada başarılı olsa da uzun vadede kesin bir sonuç elde edilemiyordu. 1831 yılında II. Mahmut’un yapmış olduğu yeniliklerin de ortaya çıkardığı hoşnutsuzluklar ile bazı kaptanlıklara yapılan atamaların çıkardığı anlaşmazlıklar neticesinde Bosna Ejderi lakaplı Kapetan Hüseyin Gradaçeviç önderliğinde özerklik talebiyle bir ayaklanma çıktı. Hersekli iki ayan İsmail Ağa Çengiç ve Ali Rıdvanbegoviç, II. Mahmut tarafından isyanı bastırmak üzere görevlendirildiler. İsyanın bastırılması neticesinde Bosna’dakaptanlık sistemi tamamen ortadan kaldırıldığı gibi merkezî otorite de güçlendirildi. Hersek yönetimi Bosna’dan ayrılarak mutasarrıflık haline getirildi ve isyanda gösterdiği hizmetten dolayı Ali Paşa Rıdvanbegoviç 1833 yılında Hersek mutasarrıflığına atandı.21
Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinin ardından fermanın uygulanması esnasında II. Mahmut dönemi isyanlarına benzer isyan hareketleri yaşanmıştır. Bu isyan hareketlerinin liderliğini Hersek mutasarrıfı Ali Paşa yapmaktaydı. İsyan bastırılmış, Ali Paşa tutuklanmış ve 1850 yılında Tanzimat Bosna’da tatbik edilebilmiştir. 1851 yılında Hersek Sancağı yeniden Bosna’ya bağlanmıştır. Bu tarihlerden itibaren bilhassa Hersek bölgesinde Osmanlı idaresine karşı isyan girişimleri olmuştur. Bu isyanlar karşısında Osmanlı Devleti, asayişi sağlaması ve bölge halkının sıkıntılarını gidermek adına meşhur tarihçi ve devlet adamı Cevdet Paşa’yı bölgeye göndermiş, onun bölgede yapmış olduğu çalışmalar geçici olarak sükûneti sağlamıştır. Ancak 1875 yılında patlak veren Hersek İsyanı, Hersek bölgesinin yeni idari birim olarak vilayete dönüştürüp Bosna’dan yeniden ayırırken kısa bir süre sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bölgenin yönetimine el koyduğunu deklare etmiştir. Yaklaşık 415 yıllık Türk hâkimiyeti yerini Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar sürecek olan Avusturya-Macaristan hâkimiyetine bırakacaktır.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i 1878 yılında önce işgal etmiş, Bosna Hersek idari olarak Avusturya-Macaristan hükümetine bağlanmıştır. Bu durum karşısında Boşnaklar silahlı bir şekilde örgütlenip Avusturya işgaline karşı direnmiştir. Ancak bu direnç sonuç getirmemiş, Avusturya, 3 aylık bir mukavemetin sonunda tam olarak kontrolü sağlamıştır. 1908 yılında ise Bosna Hersek’i tamamen ilhak ettiğini duyurmuştur. Habsburg yönetimi 1918 yılına kadar Bosna Hersek’te idareyi elinde bulundurmuştur.
Avusturya döneminde Boşnaklar ile Osmanlı yönetimi arasındaki irtibat tamamen kesilmemiştir. Osmanlı padişahı halife sıfatıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sağlamış olduğu özerklikten istifade ederek Bosnalı Müslümanların dinî ve kültürel yaşantılarına yön vermiş ve manevi bağların kopmasına müsaade etmemiştir. 22 Bunun yanı sıra hükümet 1878 yılından itibaren Anadolu’ya yapılan göçlerin önüne geçmeye, bu sayede bölgedeki Müslüman nüfusu korumaya yönelik tedbirler almıştır.23
Avusturya Macaristan özellikle Macarlar ile Hırvatlar arasındaki tarihî ve dinî bağlardan hareketle bölgedeki Katolik Hırvatları desteklemiştir. Macarlar, Bosna üzerindeki tarihî münasebetlerini gerekçe göstererek Bosna Hersek’in Macaristan’ın denetiminde olması gerektiğini iddia etmişlerdir. Bosna’ya gönderilen yöneticiler Macarlar arasından seçilmiştir. Avusturya-Macaristan’ın bölgede yaşayan Hırvatları daha fazla desteklemesi, bölgedeki Boşnak ve Sırpların Hırvatlara ve Avusturya yönetimine karşı ittifak içerisinde olmasını sağlamıştır.24
Avusturya-Macaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından bölgedeki hâkimiyeti de sona ermiştir. Sırp, Hırvat ve Slovenler bölge üzerinde hâkimiyetlerini tesis etmişlerdir. İlk olarak Bosna Hersek, 24 Kasım 1918 tarihinde Sırbistan Krallığı tarafından ilhak edilmiş ve akabinde 1 Aralık 1918 tarihinde kurulan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na Sırbistan’ın bir parçası olarak dâhil olmuştur. 1946 yılında ise Bosna Hersek, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni meydana getiren 6 cumhuriyetten birisi olmuştur.
Bosna Hersek Devleti, Boşnak, Sırp ve Hırvatların, nüfusun belirli oranını oluşturdukları bir federasyondur. Bu üç entitet Güney Slavlarının farklı kollarını teşkil etmektedir. Konuştukları diller, kendi entitetleri ile adlandırılsa da bazı akraba adları ve dinî terimleri 3 entitetin farklı sözcükler ile karşılamasının dışında aynıdır. En genel adlandırma ile Bosna Hersek’te yaşayan etnik grupları Güney Slavları olarak adlandırmak mümkündür.