Buch lesen: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt»
Zekeriya Akman, 10 Mart 1971’de Şanlıurfa’da doğdu. İlkokulu Şanlıurfa’da, orta ve lise tahsilini Gaziantep Nizip İmam Hatip Lisesinde tamamladı. 1994 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu.
1995-2001 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı bünyesindeki çeşitli okullarda öğretmenlik görevinde bulundu. Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisans eğitimine başladı. 1998 yılında Ebu Hanife ed-Dineveri’nin Hayatı ve Ahbaru’t-Tuval Adlı Eseri isimli teziyle İslam tarihi alanında yüksek lisansını bitirdi. 2001 yılında, İnönü Üniversitesine araştırma görevlisi olarak atandı. Aynı yıl, YÖK tarafından doktora yapmak üzere geçici görevle Ankara Üniversitesine gönderildi.
2002-2005 yıllarında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde araştırmalar yaptı. 2002-2006 yıllarında, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde araştırma görevlisi olarak çalıştı ve burada Osmanlı tarihi üzerine doktora yaptı.
2006 yılında Osmanlı Kurumlar Tarihi alanında yazmış olduğu tez, 2009 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Osmanlı’nın Son Döneminde Bir Üst kurul Daru’l Hikmeti’l-İslamiye adıyla yayımlandı. Üniversitelerdeki görevlerinden sonra çeşitli bakanlıklarda uzman, yönetici ve müşavir olarak görev yaptı. İslam tarihi ve Osmanlı tarihi üzerine yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır. Zekeriya Akman; 2013 yılında doçent, 2019 yılında profesör oldu.
Yayımlanmış eserleri: Osmanlı’nın Son Döneminde Bir Üst Kurul Daru’l Hikmeti’l-İslamiye, Osmanlı'da Devlet-Tekke Münasebetleri: Meclis-i Meşayih, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi.
YAYINCININ NOTU
Bırakın interneti, renkli televizyonu, siyah beyaz televizyonların olduğu evlerin parmakla gösterildiği, mahalle kültürünün olduğu, komşuluk ilişkilerinin kuşatıcılık ve hamiyetperverlik üzerine inşa edildiği 70'li yılların başlarında, babam, yakınlarda oturan akrabalarımızı ve komşularımızı evimizde toplar ve beni sedire oturtarak sesli olarak “Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa” okuttururdu. İlkokul dört veya beşinci sınıfta olmalıyım.
Okuduklarımın büyük bir bölümünü anlamadığım muhakkak.
O gün okuduğum “Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa” kitabı transkripsiyonu tam manasıyla yapılmamış ve Arapça/Osmanlıca kelimelerin manaları parantez içerisinde verilmiş olduğu için oldukça zor okunur bir hâl aldığından, kelimelerin anlamını kavramaya çalışmaktan cümlenin ve kitabın ruhuna dokunamadığınız bir şekil almıştı.
Elbette bugün uzun kış gecelerinde akrabalar ve komşular bir araya gelip toplu olarak tarih kitabı okumuyorlar.
“Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa” kitabı benim kitapların dünyasına attığım ikinci adımımdır. İlkokul üçüncü sınıfta öğretmenim Nursel Yargı (Ölmüşse sonsuz rahmet, yaşamaktaysa sıhhat diliyorum.) bana Uzun Mehmet ve Kara Elmas'ın hikâyesini anlatan bir çocuk kitabı vermişti.
Kilis İmam Hatip Lisesine başladığımda babam Ali Topaloğlu, İsmail İlmi Kıdeyş'ten -sesinin rengini bulamadan vefat eden, dostluğunun derinliğini yıllar sonra anladığım- Bilbik Kitabevini almış ve adını Serhad Kitabevi olarak değiştirmişti.
İşte ben; Kadir Mısıroğlu, Atsız, Şule Yüksel Şenler, Malcolm X, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Atasoy Müftüoğlu, Necip Fazıl gibi bana âlemi anlamak ve görmekte yardımcı olan yazarların kitaplarıyla o küçük Serhad Kitabevinde tanıştım.
Küçük ama işlevi büyük olan Serhad Kitabevi bir neslin manevi dünyasını inşa ve restore etmekte çok büyük bir işlev gördü.
Cenabıhak bana sevdiğim ve yapmak istediğim bir işi, yayıncılığı lütfetti.
Bana bu anlamda yol gösteren ve o küçük kitapçı dükkânını işletmemde emeği geçen, sebebi varlığım anne ve babama sonsuz minnet duygularıyla doluyum.
Bu arada bu eseri günümüz Türkçesiyle sade, billur ve okunur kılan Prof. Dr. Zekeriya Akman'a emeği için medyunu şükranım.
Eylül 2013 / AnkaraYasin Topaloğlu
ÖN SÖZ
AHMET CEVDET PAŞA
19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin siyasi, idari, ilmî ve kültürel hayatında etkili olmuş önemli bir devlet adamı olmasının yanı sıra ilmî yönüyle de ön plana çıkmış bir şahsiyettir. Yaşamış olduğu dönemin en büyük ilim adamlarından biri olarak kabul edilen Ahmet Cevdet Paşa; tarihçi, hukukçu, mütefekkir, edip, eğitimci ve sosyolog vasıflarıyla ön plana çıkmıştır. Çok yönlü bir ilim adamı olan Ahmet Cevdet Paşa’nın müverrih vasfı onun fikir hayatının kaynağını oluşturmuştur. Tarih sahasında müverrihlik sıfatıyla ön plana çıkmış, klasik Osmanlı tarihçiliğine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Tarihçilik, tarih felsefesi ve metodolojisi açısından eski vakanüvis tarihlerinden farklı, yeni bir anlayışın yolunu açmıştır. Yazmış olduğu eserlerde tarihçiliğin önemli ilkelerinin genelini uygulamıştır; bu nedenledir ki kitapları her dönem için kabul ve takdir görmüştür.
Ahmet Cevdet Paşa tarihçiliğinin yanı sıra hukukçu yönü ile de ön plana çıkmıştır. Hukuk alanında yapmış olduğu en önemli çalışma mecellenin hazırlanmasında üstlenmiş olduğu görevdir. Mecelleyi tanzim ederken İslam hukukunu, şekli yönüyle Batı prensiplerini uygularken, özünde şeri prensiplere bağlı kalmayı uygun gören bir hukuk anlayışıyla ve sağlam bir dille kitaplaştırmıştır. Tanzimat Devri’nin önde gelen şahsiyetlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa, Türk- İslam ilim âleminin önemli simalarından olmasının yanı sıra, büyük bir devlet adamı olarak da kabul görmüştür. Osmanlı Devleti’nde önemli kademelerde görevler yapmış ve politikalara yön vermiştir.
HAYATI
26-27 Mart 1823 tarihinde bugünkü Bulgaristan’ın Lofça kasabasında doğmuştur. Asıl adı Ahmet olup Cevdet mahlası, İstanbul’da öğrenim gördüğü sırada Şair Süleyman Fehmi Efendi tarafından kendisine verilmiştir. Babası Lofça ileri gelenlerinden İsmail Ağa’dır. Annesi, aynı kasabada yaşayan Topuzoğlu ailesinden Ayşe Sümbül Hanım’dır. Küçük yaşta ailesinin teşviki ile Lofça Müftüsü Hafız Ömer Efendi’den Arapça öğrenerek öğrenim hayatına başlamıştır. Lofça’da ilkokula devam etmiş ve ayrıca Kadı Naibi Hacı Eşref Efendi ve Müftü Hafız Mehmet Efendi’den özel dersler almıştır. Kısa sürede İslami ilimler ile ilgili kitapları okuyacak seviyeye gelmiş ve bir müddet müftünün yanında müsevvidlik görevini yapmıştır. 1839 yılında on yedi yaşında iken dedesi tarafından ilim tahsili için İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul’da medrese tahsiline devam etmiş ve dönemin önemli ilmî şahsiyetlerinden dersler almıştır. Fatih Medresesinde tefsir, hadis, mantık, âdab ve kelam derslerine devam etmiştir. Tatil günlerinde ise felsefe, hesap, hendese, cebir, astronomi ve coğrafya gibi beşerî ilimler konusunda dersler almıştır. Murat Molla Tekkesi Şeyhi Mehmet Murat Efendi’den ve Şair Süleyman Fehmi Efendi’den Farsça dersi almıştır. Burada Mesnevi dersleri de okumuş ve Mesnevihanlık icazeti almıştır.
Ahmet Cevdet Paşa ilim tahsilinin yanı sıra dönemin tanınmış mutasavvıflarından Kuşadalı İbrahim Efendi’nin sohbetlerine katılmıştır. Tasavvuf ve edebiyatın önemli eserlerini okuyarak bilgi eksikliğini gidermiş, şiir ve edebiyat alanında çalışmalara başlamıştır. Genç yaşta icazet almış, Fatih Camii’nde Gelenbevi’nin Burhan’ını ve Dülgeroğlu Camii’nde de Kadımir okutmaya başlamıştır. Talebeleri arasında yaşça kendisinden büyük olanlar da yer almıştır.
1843 yılında yirmi bir yaşında iken Hamidiye Medresesi imtihanına girmiş ve maaşa bağlanmıştır. Devlet hizmetine 1844’te Rumeli Kazaskerliğine bağlı Premedi kazası kadılığı ile başlamıştır. 29 Haziran 1845’te İstanbul Müdderisliği Ruusu’nu kazanmıştır. Sadrazam Reşit Paşa, tasarladığı kanunları ve nizamları hazırlamak üzere gerekli dinî malumatı almak için Meşihat Kurumundan aydın bir din adamı istemiştir. Meşihat Kurumu, Ahmet Cevdet Efendi’yi görevlendirmiştir. Böylece Reşit Paşa onu yakından tanımış ve takdir etmiştir. 1848 yılında Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın bir talimatını bildirmek üzere Bükreş’te bulunan Keçecizade Fuat Paşa’nın yanına gönderilmiştir. 10 Nisan 1849 tarihinde “Hareket-i Hariç” rütbesini almıştır. 14 Ağustos 1850 tarihinde Meclis-i Marif-i Umumiye azalığı ve Darülmuallimin müdürlüğüne tayin olmuştur. Daha sonra Fuat Paşa, Bursa kaplıcalarına gittiğinde Ahmet Cevdet Efendi’yi de birlikte götürmüş ve burada “Kavaid-i Osmaniye”yi birlikte hazırlamışlardır. 1851 yılında Encümen-i Daniş üyeliğine seçilmiş, yeniden kaleme aldığı “Kavaid-i Osmaniye”yi Padişah Abdülmecid’e sunmuştur. Bu çalışması nedeniyle derecesi “Hareket-i altmışlı”ya yükseltilmiştir. 1853 yılında bir mazbata ile 1774-1826 dönemi Osmanlı tarihini yazmakla görevlendirilmiştir. Bir yıl sonra yazmış olduğu tarihin üç cildini tamamlayarak padişaha takdim etmiştir. Bunun üzerine kendisine “Müsille-i Süleymaniye” derecesi verilmiştir.
1852 yılında Mısır’da Hidiv Ailesi arasındaki bazı ihtilafları halletmek için Fuat Paşa Mısır’a gittiğinde, yanında Ahmet Cevdet Efendiyi de götürmüştür. 1855’te vakanüvis olarak atanmıştır. Bu görevini 1865 yılına kadar sürdürmüştür. Bu dönemde tarih kitabını yazmanın yanı sıra siyasi olayları anlatan “Tezakir-i Cevdet”i kaleme almıştır. Ahmet Cevdet Efendi devlet kademelerinde ilerlemesinin yanı sıra ilmî sahada da yükselmeye devam etmiştir. 9 Ocak 1856 tarihinde mevleviyet derecesindeki Galata kadılığına getirilmiştir. 9 Aralık 1856 tarihinde Mekke-i Mükerreme kadılığı, 21 Ocak 1861’de İstanbul kadılığı payesini almıştır. 1857’de Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Paşa ile Rumeli’ye teftişe çıkmıştır. 1861’de İşkodra’da meydana gelen isyanı bastırmak üzere “Memuriyet-i Fevkalade” ile görevlendirilmiştir. 24 Haziran 1863’te Anadolu kazaskerliği payesini almıştır. 1863 yılında Bosna Eyaleti’ni teftiş ile görevlendirmiş burada gerekli ıslahatları gerçekleştirmiş ve masrafı bölge halkı tarafından karşılanmak üzere iki alay asker tanzim etmiştir. Buradaki başarılarından dolayı ikinci rütbeden Nişan-ı Osmanî ile mükâfatlandırılmıştır. 1864 yılında Kozan tarafına gönderilmiş ve 6 ay süre ile bu bölgede ıslahat çalışmalarını yürütmüştür.
1862 yılında Ahmet Cevdet Efendi’nin şeyhülislamlık görevine getirilmesi düşünülmüş fakat rakiplerinin aleyhinde propagandası nedeniyle bu göreve atanamamıştır. Bu dönemde Ahmet Cevdet Efendi’nin ilmiye sınıfından mülkiyeye nakledilmesine karar verilmiştir. 13 Ocak 1866 tarihinde kazaskerlik payesi vezarete dönüştürülmüştür. Böylece “efendilik”ten alınıp “paşa”lığa geçirilmesi şeklindeki değişiklik, onun çok da hoşuna gitmemiştir.
Ahmet Cevdet Paşa 1866 yılında Maraş, Urfa, Zor sancakları ve Adana Eyaleti’nin birleştirilmesi sonucu oluşturulan Halep valiliği görevine getirilmiştir. 1867 yılında Şuray-ı Devlet ile beraber teşkil olunan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye başkanlığına tayin edilmiştir. Bu divanın nezarete dönüştürülmesi sonucu adliye nazırı olmuştur. Bu dönemde Nizami Mahkemeler Teşkilatı’nı kurarak, bununla ilgili kanun ve nizamnameleri hazırlamıştır. Bu dönemde kendisi tarafından teklif edilen görüş çerçevesinde; Hanefi fıkhına dayalı bir kanun kitabının hazırlanması çalışmaları başlamıştır. Babıali’de oluşturulan Mecelle-i Ahkâm-ı Aliye Cemiyeti’nin başkanlığına getirilmiştir. İki sene içerisinde Mecelle’nin dört kitabını hazırlayıp neşretmiştir. 1870 yılında beşinci kitabı hazırlarken bu komisyonun başkanlığından alınmış ve Bursa valiliğine tayin edilmiştir. Fakat kısa bir süre sonra bu görevinden de alınmıştır. Ahmet Cevdet Paşa’dan sonra Mecelle-i Ahkâm-ı Aliye Cemiyeti’nin başkanlığına Gerdankıran Ömer Efendi getirilmiştir. Cemiyetin bu dönemde çıkartmış olduğu altıncı kitap büyük tenkitlere uğramıştır. Bunun üzerine Ahmet Cevdet Paşa tekrar cemiyetin başkanlığına getirilmiştir. Sekizinci kitabın hazırlandığı dönemde kısa bir süre bu görevinden alınarak Maraş valiliğine tayin edilmiş fakat on sekiz gün sonra tekrar Divan-ı Ahkâm-ı Adliye üyeliğine ve Mecelle encümeni başkanlığına getirilmiştir. 1873 yılında Şuray-ı Devlet azalığına daha sonra da Evkaf nazırlığına getirilmiştir. Aynı yıl Maarif nazırlığına getirilmiş ve bu görevde iken reform niteliğindeki düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur. Nur-ı Osmaniye Camii avlusunda modern usullere göre eğitim verecek “iptidaiye” adında bir ilkokul açmıştır. Darülmuallimin teşkilatı ise sıbyan, rüştiye ve idadi olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır.
Yine bu dönemde öğretmenlerden karma bir komisyon oluşturularak, ilkokullardan yüksekokullara kadar ders programları ve kitaplar hazırlattırılmıştır. Komisyon tarafından kendisine verilmiş olan “Kavaid-i Türkiye”, “Miyar-ı Sedâd”, “Âdab-ı Sedâd”, adlarıyla okullar için üç adet ders kitabı yazmıştır. “Kısas-ı Enbiya” adlı eserinin bir kısmını da Maarif nazırı olduğu dönemde yazmıştır. 1874’te Şuray-ı Devlet başkan yardımcılığına tayin olmuştur. 2 Kasım 1874 tarihinde Yanya valiliğine atanmıştır. 1875’te ikinci defa Maarif nazırı, daha sonrada Adliye nazırlığına getirilmiştir. Adliye nazırı iken Ticaret Nezaretine bağlı ticaret mahkemelerini Adliye Nezaretine bağlamıştır. 1876 yılında Rumeli teftişi ile görevlendirilmiş, döndüğünde nazırılık görevinden azledilmiştir. Suriye valiliğine atanmış fakat görevine başlamadan buradan alınıp üçüncü defa Maarif nazırlığına getirilmiştir. Daha sonra Adliye nazırlığına getirilen Ahmet Cevdet Paşa, bu dönemde Mecelle’yi tamamlamıştır. 1877’de Dâhiliye nazırı olmuş, 1878’de ise ikinci defa Suriye valiliğine atanmıştır. 1877 yılının Zilhicce ayında Ticaret ve Ziraat nazırı olmuştur. Haziran 1879 tarihinde Tunuslu Hayrettin Paşa’nın sadrazamlıktan istifası nedeniyle on gün süre ile bu görevi vekâleten yürütmüştür. 30 Kasım 1882 tarihinde Adliye nazırlığından ayrılmış ve üç yıl kadar resmî bir görev üstlenmemiştir. Bu dönemde “Tarih-i Cevdet”i tamamlamıştır. 11 Haziran 1886 tarihinde tekrar Adliye nazırlığına getirilmiş fakat kısa bir süre sonra bu görevinden ayrılmıştır. 1890’da ll. Abdülhamit tarafından Meclis-i Vükela üyeliğine getirilmiştir. Bundan sonraki dönemde resmî bir görev almayan Ahmet Cevdet Paşa ilmî çalışmalarına önem vermiştir. 26 Mayıs 1895 tarihinde İstanbul Bebek’teki yalısında vefat etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Türbesi haziresine defnedilmiştir.
İLMÎ KİŞİLİĞİ VE TARİHÇİLİĞİ
Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı kurum ve kuruluşlarına yeniden şekil verilmesi konusunda çalışmaların başladığı, farklı fikirlerin tartışıldığı bir dönemde yaşamıştır. Gelenekçi Türk-İslam kültürü ile yenilikçi Batı arasında senteze varmaya çalışmış, Osmanlı kurumlarının İslami esaslara dayandığını dikkate alarak her yönü ile Batılılaşmanın hem yanlış hem de imkânsız olduğunu düşünmüştür. Bu nedenle Batı taklitçiliğine ve maddeci felsefeye şiddetle karşı çıkmıştır. Ahmet Cevdet Paşa bütün icraatlarında Osmanlıcı-İslamcılığı sürdürmekle birlikte, metot olarak yenilikçiliği benimsemiştir. Batı âleminin pozitif bilimler, teknik ve yönetim alanlarındaki üstünlüğünü kabul etmiş ve Osmanlı kurumlarının bu yönleri ile Batı tarzında ıslahını savunmuştur. Avrupa kanunlarının ve kurumlarının olduğu gibi alınmasına şiddetle karşı çıkmış, İslami geleneklerin korunması gerektiğini savunmuştur. Bu bağlamda Avrupa’dan kanunların tercüme edilip alınması fikrini tasvip etmemiştir.
Ahmet Cevdet Paşa Osmanlı Devleti’nin buhranlı bir döneminde yaşamış bir devlet adamıdır. Onun yegâne gayesi, çöküş sürecine girmiş olan devleti kurtarmak ve bu yönde çaba harcamak olmuştur. Bu hedefini gerçekleştirmek için hem devlet yönetimindeki görevlerinde hem de ilmî çalışmalarıyla büyük gayret göstermiştir.
Âlim, edip, hukukçu, tarihçi olduğu kadar iyi bir devlet adamı olan Ahmet Cevdet Paşa’nın resmî görevleri onun ilmî cephesi için kayıp olmuştur. Fakat memlekete idari görevler yoluyla da önemli ve unutulmaz hizmetler yapmıştır. Döneminin önde gelen ilmî şahsiyetlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa, İslami ilimlerle birlikte Arapça ve Farsçayı çok iyi bir şekilde öğrenmiş, Emin Efendi adındaki bir hocadan Fransızca dersleri de almıştır. Böylece hem Doğu hem de Batı medeniyetlerini öğrenme ve değerlendirme imkânını elde etmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa, pek çok vasfının yanı sıra özellikle tarihe dair çalışmalarıyla Osmanlı tarihçiliğine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Tarihçilik, tarih felsefesi, metodolojisi bakımından eski vakanüvis tarihinden farklı, yeni bir anlayış ortaya koymuştur. İslam tarihçiliğinin ilmî tarihçilik ekolünü takip etmiş fakat bunun yanı sıra İran tarzı edebî tarihçilikle ahenkli bir terkibi gerçekleştirmiştir. Böylece eski tarihçilik ile yenisi arasında bir köprü görevi görmüştür. Ona göre tarihten beklenen, sadece bir olayın falan tarihte gerçekleştiğini bilmek değildir. Tarihten asıl amaç olayların doğruluk ve yanlışlığını bilmek ve gerçek sebeplerini öğrenerek bundan ders çıkartmaktır. Ona göre devletin yaşayabilmesi için de tarih ilminin önemi büyüktür. Devletlerin nizamlarını koruyabilmelerinin tarih ilmi ile sağlanabileceğini ifade etmiştir. Ahmet Cevdet Paşa tarih çalışmalarında sadece vaka yazarlığı yapmamış olayların arka planındaki sosyal ve ekonomik sebepleri araştırarak bir tarih felsefesi oluşturmuştur.
Tarih felsefesi ve metodolojisi konusunda İbn Haldun’un tesirinde kalmıştır. Ahmet Cevdet Paşa’nın Batılı tarihçilerden ne derece faydalandığı tartışmalı ise de İbn Haldun’un, onun tarihçilik anlayışında önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. İbn Haldun’un “beş tavır” nazariyesini Kâtip Çelebi, Müneccimbaşı, Naima gibi Osmanlı tarihçilerine benzer bir şekilde nakletmiş ve bütün devletler gibi Osmanlı Devleti’nin de kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve çöküş dönemlerinden geçeceğini fakat diğer Osmanlı tarihçileri gibi bunun değiştirilebileceğine dair kanaatini belirtmiştir. Osmanlı Devleti’nin gerilemesini, yükselme dönemindeki sınırlarının geniş olmasına bağlamış, fakat uzağı gören devlet adamları sayesinde devletin ömrünün uzatılabileceğini, hatta yeniden canlandırılabileceği fikrini savunmuştur.
Ahmet Cevdet Paşa tarihe dair eserlerinde kaynakları titizlikle değerlendirmiş ve bazılarını eleştirmiştir. Olayların sadece cereyan ediş şekillerini anlatmamış, aralarındaki sebep-sonuç ilişkilerini ortaya koyarak değerlendirmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, İbn Haldun’un ısrarla üzerinde durmuş olduğu olaylarda sebep sonuç ilişkilerinin göz önünde bulundurulması ve değerlendirilmesi prensibini çalışmalarında uygulamıştır. Osmanlı Devleti’nin çöküşünün 17. yüzyıldan başladığını, Tanzimat Dönemi ideolojisi paralelinde devletin restorasyona değil, reforma ihtiyacı olduğu görüşünü savunmuştur. Osmanlı tarihini anlayıp değerlendirmek için Avrupa tarihinin de bilinip doğru okunması gerektiğini iddia etmiştir. Kendisinin kitaplarında bu görüş çerçevesinde Avrupa’daki olayları ve kurumları iyi kavrayıp değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Ahmet Cevdet Paşa Doğu-Batı mukayesesini yapmış, tarihî çağlar ile ilgili Avrupa’daki görüşleri değerlendirmiştir. Avrupa’daki zamanlama ölçülerinin İslam tarihine uymayacağını belirtmiş, bunun Doğu için İslam öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayrılması gerektiğini, İslam dininin ve hukukunun tarihi kendi şartlarına göre biçimlendirdiğini belirtmiştir.
ESERLERİ
Tarih-i Cevdet
On iki ciltten oluşan bu eser Osmanlı tarihinin 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar olan dönemini kapsamaktadır. Eserin kaynakları arasında tarih kitapları, arşiv kayıtları, resmî tezkireler ve hatıralar bulunmaktadır.
Tezakir
Ahmet Cevdet Paşa’nın vakanüvisliği döneminde bizzat kendisininde içinde bulunduğu olaylara dair tutmuş olduğu notlardan oluşmaktadır. Bu eserinde dönemin siyasi, toplumsal ve ahlaki yönlerini anlatmıştır. Cevdet Paşa’nın dört ciltten oluşan bu eseri dönemin padişahı ve devlet adamlarının takdirini kazanmıştır.
Ma’ruzat
1839-1876 yılları arasındaki olayları içeren bu eser, II. Abdülhamid’in emri ile yazılmıştır. Cevdet Paşa bu eserinin ismini padişaha sunması nedeniyle “Ma’ruzat” olarak koymuştur.
Kırım ve Kafkas Tarihi
Kafkasya’nın tarihî coğrafyası ile burada yaşayan toplulukların etnografyasının yer aldığı bir eserdir.
Belağat-ı Osmaniye
Ahmet Cevdet Paşa’nın okutmuş olduğu edebiyat dersine ait notlardan oluşturulmuş bir eserdir.
Kavaid-i Osmaniye
Ahmet Cevdet Paşa’nın en önemli çalışmalarından biridir. Türkçe ile ilgili yayımanmış ilk gramer kitabıdır.
Divançe-i Cevdet
Gençliğinde yazmış olduğu şiirlerin yer aldığı bir eserdir.
Mecelle-i Ahkâmı Adliye
Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir heyet tarafından yazılmıştır. Bütün İslam devletlerinde İslam hukuku alanında hazırlanmış ilk kanun kitabı olma özelliğine sahiptir. Mecelle her ne kadar bir heyet tarafından hazırlanmış ise de eserin maddelerinin yazılmasından tamamlanmasına kadar en büyük pay Ahmet Cevdet Paşa’nın olmuştur.
Ahmet Cevdet Paşa’nın ayrıca, “Medhal-i Kavaid”, “Kavaid-i Türkiyye”, “Miyar-ı Sedad”, “Adab-ı Sedad fi İlmil Âdab”, “Beyanü’l Unvan”, “Takvimü’l Edvar”, “Mecmua-ı Ahmed Cevdet”, “Mecmua-ı Âliye”, “Malumat-ı Nafia” ve “Hulasa-i Te’lifi’l-Kur’an” isimlerinde eserleri mevcuttur. Bunların bir kısmı okullarda ders kitabı olarak okutulmak amacıyla yazılmıştır.
Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa
“Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa”, Ahmet Cevdet Paşa’nın hayatının son dönemlerinde yazmış olduğu bir eserdir. Kitapta Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar olan peygamberlerin kıssaları, İslam dininin ortaya çıkışı, Hz. Muhammed’in hayatı, ilk dört halife dönemi, Emevi, Abbasi dönemleri, Türk-İslam devletleri ve Osmanlı tarihinin bir bölümü yer almaktadır. Eserin tamamı on iki cüzdür. İlk altı cüzü Ahmet Cevdet Paşa’nın sağlığında basılmıştır. Eserin tamamı kızı Fatma Aliye Hanım tarafından 1331(1915) yılında on iki cüz hâlinde yayınlanmıştır.
Eseri diğer İslam tarihi eserlerinden ayıran en önemli özelliği, Osmanlıca olarak son derece açık ve akıcı bir dille yazılmış olmasıdır. Bir tarih kitabı olduğu hâlde, üslubundaki bu akıcılık okuyucuyu kendine bağlar ve âdeta sürükler. Bu yüzdendir ki eser yıllar boyunca çok okunan ve birçok baskısı yapılan bir kitap olmuştur. Bu açıdan eser, dili ve kullanılan üslup bakımından çok sayıda yazar tarafından takdir edilmiştir.
Ancak günümüz şartlarında insanların bu kıymetli eserden iyi faydalanabilmeleri için böyle bir çalışmayı yapma gereği duyduk. Çünkü “Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa” ile ilgili daha evvel yapılmış olan çalışmalara bakıldığında; bir kısmının dil yönünden günümüz Türkçesine göre ağır ve zor anlaşılır olduğu, bir kısmında ise İslam kültür ve tarihinde kullanılagelen bazı terimlerin dahi sadeleştirme ve çevirme yoluna gidildiği görülecektir.
Bu nedenle sadeleştirme yapılırken kitabın aslına sadık kalınarak günümüzde kullanılan kelimeler ve bazı terimler aynen yazılmıştır. Okuyucunun daha kolay istifade edebilmesi için bazı terimlerin (Tenasûh, Hâcib, Hurûç, Gulat-ı Şia, Bürde-i Şerife… gibi.) ilk yazılışlarında anlamları da parantez içinde verilmiştir. Bu şekilde terimler korunarak anlam eksikliğinin önüne geçilmiştir. Aynı şekilde sadeleştirme yapılırken; Kostantiniyye, Re’sül-Ayn, Meyyafarikiyn, Amid, Rıha gibi şehir veya yer isimleri de tarihte kullanıldıkları isimleriyle zikredilmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa, kitabının konuları arasında vefat eden önemli şahsiyetlerden de bahsetmiştir. Bunu yaparken devlet adamlarının ve ulemanın kısaca şahsiyetleri, eserleri, inanç ve fikirleri gibi farklı yönlerini de dile getirmiştir. Bu şekilde bazı vefat edenler için kitapta yer alan Arapça dua cümleleri aynen yazılmıştır. Kitapta nadir de olsa bazı cümlelerin anlamı daha iyi anlaşılabilsin diye bir iki kelime eklendiği olmuştur. Bu eseri sadeleştirmede, “Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa”, Kanaat Matbaası, İstanbul-1331 Osmanlıca baskısı esas alınmıştır.
Prof. Dr. Zekeriya Akman