Buch lesen: «İş Hayatında 99 Ölümcül Hata»
ÖN SÖZ
Dün insanın en büyük meselesi cehaletti; bugünse malumatfuruşluk.
Her gün, her saat ve hatta her dakika, bilgi ve malumat bombardımanı altındayız.
İnsanlık, 20. yüzyıla, 19 yüzyılda elde ettiği bilgiden fazlasını sığdırdı.
Son 25 yıl da 20. yüzyılda elde ettiğimiz bilgiden daha fazlasına ulaşmamızı temin etti.
Peki bu durum, hayatımızda neyi veya neleri değiştirdi?
Bugün dünden mesut muyuz?
Bugün dünden daha huzurlu muyuz?
Anne ve babamızdan daha mesut, daha huzurlu, daha sağlıklı mıyız?
Bu soruların tek bir cevabı veya meselenin yeknesak bir çözümü yok.
Son yıllarda kendi girdabında boğulma tehlikesi yaşayan günümüz insanı için binbir reçete yazılmakta, çözüm yolları aranmaktadır.
Öyle ki hayatın her cephesinde bunalan insanlar, nefes koçundan kariyer koçuna, eğitim koçundan kişisel gelişim koçuna kadar arayış içerisine girerek kendilerine soluk aldıracaklarını düşündükleri her imkânı test ediyor, her çıkıştan medet umuyor, gördükleri her ışığa umutla bakıyorlar.
Esasında ilk insandan bu yana insanın kendisinde kayda değer bir değişim yaşanmamıştır.
Çevre, ulaşım, teknoloji ve yerleşim alanlarındaki değişimler insanın kendi gönül inşasında kayda değer bir tahkimata imkân vermemiştir.
İnsan bugün hâlâ yalnız, hâlâ çaresiz, hâlâ nefessizdir ve hâlâ kendine yetebilmenin imkânlarını aramaktadır.
Tekerleğin icadından önceki insanla bugünkü insanın kendi dünyasındaki mücadelesi bitmemiştir.
Peygamber Efendimiz, bir savaş dönüşü “Küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz.” diyerek insanın kendi dünyasındaki mücadelesine çok ehemmiyetli bir vurgu yapmıştır.
Bütün fırtınalar kendi dünyamızda, bütün savaşlarımız kendi içimizde, bütün mücadelemiz kendimizle…
Kendimizle…
Çünkü kendimizi anlamak ve aşmak, kâinatı anlamak ve aşmakla doğrudan alakalı.
İnsan kendini merkeze aldığı oranda bencil ve yalnız bir varlığa dönüşüyor.
Kur’an-ı Kerim işte bu noktada imdadımıza yetişerek bize kendimizle, çevremizle, kâinatla, insanlıkla ve Rabb’imizle olan münasebetlerimizi nasıl tesis edeceğimizi göstermektedir.
Bu kitap bir kişisel gelişim kitabı değil.
Bir biyografi kitabı da değil.
Bu kitap hayatın imbiğinden ve halk tabiriyle “feleğin çemberinden” geçmiş bir insanın binbir acı ve üzüntüyle elde ettiği birikimin bir kısmıdır.
Bu kitapta yer alan her bir cümlenin veya aktarılan her bir tecrübenin arkasında belki bir iflas yahut okunmuş bir kitap vardır.
Eğer ticareti bir savaş olarak telakki etmek mümkünse bu kitap doğrudan cephede yazılmıştır.
Hayata dair bir iddiam olmasaydı bu kitap olmazdı, o zaman da ben kendim olmazdım.
Kendim olmak için izlediğim rota hep düz bir istikamet üzere gitmedi.
Yalpaladım. Düştüm. Canım yandı.
Ama yılmadım, beylik tabirle yıkılmadım.
Vazgeçmedim.
Siz de vazgeçmeyin.
Kendiniz olmak için yola çıkın.
Yolda karşılaşacağınız engeller, sizi yolunuzdan vazgeçirmesin.
Ne ilk ne de son olacaksınız o yolda meşakkatle karşılaşan.
Yolunuz açık, gönlünüz inşirah içerisinde olsun.
Ekim 2017 / Ankara
HATA 01
Sözleşmesiz İş Yapmanız
Küçük büyük, az çok, eksik fazla, bir tacirin yapacağı her türlü tasarrufta ve işte mutlaka bir sözleşme yapması gerekiyor. Zaten ticaret de ilk gün, ilk dakika bir notere gidip şirketin ana sözleşmesini imzalamamız ve akabinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlatmamız ile başlıyor.
Türk Ticaret Kanunu ve Türk hukuk sistemi, “basiretli tüccar” diye bir kavram icat etmiştir. Şirketini kötü idare eden bir tacire der ki: “Sen şirketini yönetirken basiretli bir tüccar gibi davranmamışsın.” Basiretli bir tüccar gibi davranmamak, hukukta suçtur. Şirket senin olabilir, fakat şirketle ilgili her türlü tasarrufun, bir mevzuata, bir gerekçeye, bir karineye dayanmak zorundadır.
Ticaret, sözleşme ile başlar ama devamı basiret gerektirir. Sözleşme, karşılıklı yükümlülüklerin bilinmesi ve hukuk karşısında hak aramak için gereklidir. Sözleşmeniz yoksa hukuk karşısında hak arayamazsınız.
Bugünün dünyasında her türlü sözleşmenizi doğru dürüst tanzim etmeli, imzaladığınız anlaşmanın maddelerini sarih bir şekilde yazmalı, her iki tarafın sorumluluklarını, zorunluluklarını açık, anlaşılır bir dille belirtmelisiniz. Bunu yapmazsanız sonuçlarından büyük zararlar görebilirsiniz.
Anlaşma, en budala insanın bile anlayabileceği kadar anlaşılır bir dille yazılmalıdır. Esasında bu bile tek başına her zaman, her şeyi kurtarmaz.
Ben, kitapçı bir babanın oğluyum. On beş yaşından beri ticaretle iç içeyim. Babam, kendisinden senet isteyen insanlarla alışveriş yapmazdı. Bunu kendisine bir itimatsızlık addederdi. “Ben sözümün eri bir adamım. Ödeyeceğimi söylediğim zaman öderim.” derdi.
Kitapçılık yaparken tedariklerimizi Gaziantep’ten görürdük. Babam, eğer birine borcumuz var ise Gaziantep’e gidip o ödemeyi yapmamı isterdi. “Yarın Gaziantep’e zaten gideceğim. Ödemeyi o zaman yapalım.” derdim ama bunu kabul etmezdi. “Ben bugün için söz verdim. Bir gün daha bekletmeyelim.” derdi. O zamanki ahlak böyleydi.
Babamın kitapçı dükkânında büyük bir para kasası vardı. O zaman bankacılık sistemi çok yaygın değildi. İnsanlar faize bulaşırım korkusuyla bankacılık sisteminden uzak duruyorlardı. Bu sebeple Kilis’te üç dört köyün ahalisi, paralarını bankaya yatırmak yerine, getirip babama emanet ederlerdi. Kilis’te ambalaj lastiğine “tıntın” denir. Babam, tıntınla parayı sarar, üzerine sahibinin ismini yazar, kasaya koyardı. Gün olur babama para gerekirdi, bana “Git filandan borç al!” derdi. “Kasada bir sürü para var, niye borç istiyoruz?” dediğimde cevabı “Adam gelip parasını isterse ona ne derim!” olurdu. “Herkes aynı gün gelip parasını ister mi? Köy otobüsü kalktı, adam yarına kadar gelemeyecek.” diye itiraz ettiğimde ise “O emanet paradır. Biz onu kullanmak için almadık. Sen git borç al, şu ödemeyi yap.” derdi.
Bundan 20-25 yıl önce ticaretin dinamikleri böyleydi. Siz, muhataplarınızla zımni bir sözleşme yapıyordunuz. Bugün aynı dinamiklerle ticaret yapamazsınız.
Yayınevi olarak 2002 yılında, bir yazarla veya mütercimle sözleşmemiz 8 yahut 9 madde idi. Bu yarım A4 sayfası ediyordu. Şimdi imzaladığımız hizmet alımı veya mal ihtiyacı sözleşmemiz dört tam sayfadan oluşuyor. Bu şu demek: Biz uğradığımız her türlü haksızlık, hukuksuzluk, zulüm gibi durumları Türk Ticaret Kanunu’nda, Telif Hakları Kanunu’nda yazan temel hükümlere bağlı kalarak sözleşme hükmüne dönüştürdük.
İlk imzaladığımız sözleşme basitti. Kitap kaç adet basılacak, ödemesi ne zaman yapılacak, sözleşme kaç yıl yürürlükte kalacak gibi temel hükümleri içeriyordu. Zamanla bu kadar sade bir sözleşmenin ihtiyacımızı karşılamadığını gördük. Mükellefi olduğumuz her sözleşme ile ilgili başka başka tecrübeler edinmek zorunda kaldık.
Para, kendi insan tipini inşa edici bir güce sahip. İnsanlar, çıkarlarına fazlasıyla düşkün hâle geldiler. Artık kendilerini parayla ilgili verdikleri sözlerine sadakat göstermeye mükellef hissetmiyorlar. Parayla ilgili taahhütlerinin aleyhlerine olabilecek kısmından sarfınazar edebiliyorlar. Aleyhlerine olabilecek şeyleri ifade etmekten imtina ediyorlar. Çıkarlarını, sözlerinden daha üstün tutuyorlar. Bu nedenle verdikleri sözlerin değeri kalmıyor. Ticari tecrübelerimden biliyorum; sözleşmeye eklemediğiniz iki satır yüzünden büyük zararlara uğrayabilirsiniz. Ben de böyle bir durum yaşadım ve bu yüzden birkaç yüz bin liralık bir fatura ödemek zorunda kaldım.
Sözleşmesiz iş yapmama konusunda bizim esas ilham kaynağımız Kur’an-ı Kerim’dir. Yüce kitabımız, insanları kendi aralarındaki iktisadi ilişkileri yazmakla ve onu imza altına almakla mükellef kılıyor. Bizden anlaşmalarımızı kayda almamızı ve şahit tutmamızı istiyor.
Küçük büyük, az çok, eksik fazla, bir tacirin yapacağı her türlü tasarrufta ve işte mutlaka bir sözleşme yapması gerekiyor. Zaten ticaret de ilk gün, ilk dakika bir notere gidip şirketin ana sözleşmesini imzalamamız ve akabinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlatmamız ile başlıyor. O sözleşmede nasıl bir ticari sistematik kuracağımızı beyan ediyoruz. Benimle ticaret yapacaklar, benim faaliyet alanımı, hangi konularla iştigal edeceğimi bilsin. Şirketin ana sözleşmesi, şirketin anayasasıdır. Ancak ülke anayasa ile idare edilmiyor. Nasıl anayasanın altında kanunlar, tüzükler, yönetmelikler varsa sözleşmeler de anayasaya bağlı kanunlar gibidir. Bu sebeple “Bu kadar az bir iş için böyle bir sözleşme olur mu?”, “Bunu konuştuk nasıl olsa, gereğini yapalım.” demek, bugünün şartlarında geçerli ve anlamlı değildir.
Sözleşme yapmak, karşınızdaki kişiye güvenmediğiniz anlamına gelmiyor. Zaten tabi olduğunuz mevzuat, sizi bununla mükellef kılıyor. Çünkü şirketi kurduğunuz andan itibaren vergi mükellefi oluyorsunuz. Doğal bir ticari faaliyetin içine giriyorsunuz. Fatura kesmeniz, fiş vermeniz gerekiyor. Kâr-zarar söz konusu olduğu için şirketinize vergi tahakkuk edecek. Bunları bir şekilde vesikalandırmanız gerekiyor.
Türk Ticaret Kanunu ve Türk hukuk sistemi, “basiretli tüccar” diye bir kavram icat etmiştir. Şirketini kötü idare eden bir tacire der ki: “Sen şirketini yönetirken basiretli bir tüccar gibi davranmamışsın.” Basiretli bir tüccar gibi davranmamak, hukukta suçtur. Şirket senin olabilir, fakat şirketle ilgili her türlü tasarrufun bir mevzuata, bir gerekçeye, bir karineye dayanmak zorundadır.
“Hatırda kalmaz, satırda kalır.” kuralını her tacir kulağına küpe yapmalıdır. İnsan, unutkan bir varlıktır. Üstelik senin unuttuğunu sana hatırlatacak eski ticari atmosfer de tarihe karışmıştır. O zaman ticarete başlayan ve bu konuda hevesi olan her insanın, kendini sistematik bir şekilde, alacağı hizmetin, ürünün, ödemenin, fiyatın belli olduğu bir sözleşme ile tahkim etmesi lazımdır.
Sözleşme hazırlamak eskisi gibi güç değildir. Günümüzde ofis içi donanımlar işlerimizi oldukça kolaylaştırmıştır. Bilgisayarda kayıtlı bir sözleşmeyi, yeni bir sözleşmeye uyarlamak, kişinin birkaç dakikasını alır. Birkaç dakika içinde yapılabilecek bir düzenlemeyi göz ardı ederek daha sonra telafisi mümkün olmayacak bir zarara yol açmak akıl kârı değildir. Öyle ki söz konusu zarar, şirketinizin iflasının istenmesine dahi yol açabilir.
Bir alacaklı, bir şirketten alacağını alamadığı zaman, yasal olarak o şirketin iflasını isteme hakkına sahiptir. Böylesi tehlikeler söz konusuyken maliyeti sıfıra yakın, üzerinize zaman külfeti bindirmeyecek, dört beş şablonunu bilgisayarınızda saklayabileceğiniz bir sözleşmeyi tesis etmek yapılacak ilk iş olmalıdır. Sözleşme örneklerini internette de bulabilirsiniz.
Eğer proje bazlı çalışan bir şirketseniz ayrıca gizlilik sözleşmesi de yapmalısınız. Yahut imzaladığınız sözleşmeye gizlilik maddesi koymalısınız. Birlikte iş yapacağınız kişi veya şirket, kendisine sunulacak birtakım verileri, şifreleri, dokümanları üçüncü şahıslara aktarmayacağına dair bir taahhütname imzalarsa ticaretinizi daha kolay ve güvenilir bir şekilde yapabilirsiniz. Bugün üşendiğiniz için veya aşırı iyimserlikten yaptığınız bir ihmalin faturası yarın sizin için çok ağır olabilir.
Hukuk karşısında hak aramanın yolu, belgedir. En güçlü belge de sözleşmedir. Eğer işinizi hukuk yoluyla çözmek zorunda kaldıysanız hukukun karşısına sözleşmenizle çıkmak zorundasınız. Bazen, haklılığınızı ispatlamak için tek başına sözleşme de kâfi gelmez. O sözleşmenin şartlarını yerine getirmek için sonuna kadar çaba göstermelisiniz. Mümkünse sözleşmeyi, şirketinize zarar vermeyecek bir mahiyete büründürerek mahkeme karşısına çıkmamaya gayret edin. Aksi takdirde sözleşmenize rağmen davayı kaybedebilirsiniz. Elinizdeki çeke, kasanızdaki senede rağmen hukuk karşısında haksız duruma düşebilirsiniz. Onun için beşerî münasebetleri sonuna kadar zorlayıp, sözleşme yükümlülüklerini yerine getirirken, karşı tarafı -opsiyonel taleplerini makul karşılayıp- idare ederek mahkemelik olmamaya çaba gösterin. Çünkü ticaret başından sonuna kadar idareciliktir.
Bir tacirden daha ziyade basiretli olması beklenir. Basiretli olmak, şirketini avucunun içinde tutmak, sektörünü idare etmek, ticari koku almak değildir sadece. Basiretli tüccar, bir mahkeme sürecinin başlayacağını gördüğü zaman bunu engellemek için de şartları zorlamalı ve uzlaşma yollarını aramalıdır. Kur’an’ı Kerim insanın bu manada karşılaşacağı müşkülatları teferruatlı bir şekilde anlatıyor: “Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabb’i olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen veya zayıf bir kimse ise ya da yazdıramıyorsa velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alış-veriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara Suresi, 282)
HATA 02
İyi Bir Avukata Sahip Olmamanız
Tacir, herhangi bir sözleşmeye imza atmadan önce avukatıyla sözleşmenin hükümlerini muhakeme etmelidir. Sözleşmeleri, çekleri, senetleri, her türlü evrakı imza aşamasından önce avukatıyla konuşmalıdır.
Avukat veya hukuk müşaviri ile çalışmanın elbette bir maliyeti vardır. Zaten Türk Ticaret Kanunu’na göre, sermayesi 250 bin liranın üzerinde her şirketin sözleşmeli bir avukatı olması lazımdır. Bu sizin tercihinize bırakılmış bir konu değildir.
Avrupa’da aile doktoru, insanları her ay veya iki ayda bir, hasta olsun veya olmasın muayene eder. Bizde ise ancak bir hastalık belirtisi görüldüğü zaman doktora gidiliyor; yani Avrupa’daki uygulamanın aksine bir durum. Öyle ki Avrupa’da aile doktoru, siz doktora gitmediğiniz zaman neden gelmediğinizi sorar.
Bunu avukat için de düşünmek lazım. Şirketi kurduğunuz anda notere, bir avukatla anlaşmış ve ona vekâlet vermiş olduğunuzu beyan etmeniz gerekir. Avukatla ilişkiniz şirketi kurduğunuz an başlamalıdır.
Ben burada KOBİ kapsamında, müteşebbisliğe yeni adım atmış, yeni bir ümit ve heyecanla şirket kuran kişilerin bu tavsiyelerden yararlanmalarını istiyorum. Şunu peşinen ifade edeyim ki, yeni bir şirket kurduğunuz anda bir avukatınız olmazsa avukatlık hâle geldiğiniz zaman bazı şeyler için geç kalmış olursunuz.
Avukat deyince aklınıza sadece mahkeme gelmemelidir. Avukat veya şirketlerde yaygın olarak kullanıldığı şekliyle hukuk müşaviri, esas olarak mahkeme öncesinde gereklidir. İyi bir avukata sahip olmak, sizi bazı risklerden kurtarabilir.
Tacirseniz ticareti mevcut yasalara göre yapacaksınız. Onun için yasaları iyi bilen bir avukatınızın olması şart.
Avukat, işler kötü giderken aranacak insan değildir. Onun size en büyük yardımı, hukuki normları doğru anlamanızı sağlamak ve sizi doğru yönlendirmektir.
Tacir, herhangi bir sözleşmeye imza atmadan önce avukatıyla sözleşmenin hükümlerini muhakeme etmelidir. Sözleşmeleri, çekleri, senetleri, her türlü evrakı imza aşamasından önce avukatıyla konuşmalıdır.
Prensip olarak yalan söylemekten nefret eden biriyim. Ama buna rağmen yalan söylemek durumunda kalan tacire tavsiyem şudur ki; asla yalan söylenmemesi gereken üç kişiden biri avukattır.
Avukatınıza şirketinizin bilgilerini bütün çıplaklığıyla vermelisiniz. Avukatınızı işinizle, sektörünüzle ve yaptığınız işin muhtemel riskleriyle ilgili düzenli olarak bilgilendirirseniz o da sizi birtakım hukuki problemler konusunda aydınlatabilir. Bu noktada da tercihiniz, faaliyet alanınızla ilgili bir avukat olmalıdır. Ticari bir davada, ağır ceza avukatının size bir yararı yoktur.
Ben burada “danışman avukat” diye bir kavram kullanmak istiyorum. Avukatlar da bu anlamda kendi aralarında ihtisaslaşmış durumdadır. Mesela marka vekili avukatlığı diye bir iş sahası var. Kişi nasıl doktoru, hastalığına göre arıyorsa tacir de iştigal sahasına göre avukatını tayin etmelidir. O avukatıyla utanmadan, çekinmeden, imtina etmeden her türlü meseleyi en olumsuz senaryolarla konuşup ona göre fayda ummalıdır. Avukata hilaf-ı hakikat bilgi verirseniz sonuç da hilaf-ı hakikat olacaktır.
Günümüzde haberleşmenin maliyeti son derece düşük, aldığı zaman son derece azdır. İmza aşamasındaki bir sözleşmeyi, ofis içi imkânlarla avukatınıza ulaştırmanız çok kolaydır. Böylece sözleşmenin hukuken gözden geçirilmesini sağlamış olursunuz.
Amerikalılar diyor ki: “İki tarafın da kaybettiğini düşündüğü anlaşma, iyi bir anlaşmadır. Taraflar, karşı taraf beni kazıkladı diyor ise o anlaşma hem iki tarafın kazandığı hem de herkesin fedakârlık yaparak birbirine adım attığı bir anlaşmadır.” Dolayısıyla sizin için en iyi sözleşmeyi avukatınız hazırlar. Sözleşmenin içeriğini daha zengin hâle getirir.
Türkiye, iktisadi buhranlarla karşılaşma ihtimalinin yüksek olduğu ülkelerdendir. Bu gibi ülkelerde, beklemediğiniz bir anda meydana gelebilecek iktisadi buhranlar sebebiyle siz de ticari olarak çok kötü sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Böyle durumlarda en büyük yardımcınız avukatınız olacaktır. Avukatınız hem sizi mahkemeye düşmekten korumalı hem de eğer böyle bir durum olursa sizi en iyi şekilde savunup haklarınızı korumalıdır.
Ticaret, bazen sadece bir zamanlama meselesidir. O zamanlama sürecinde avukatın size kazandıracağı vakit, içine düştüğünüz fasit daireyi kırmanızı sağlayabilir.
Avukat veya hukuk müşaviri ile çalışmanın elbette bir maliyeti vardır. Zaten Türk Ticaret Kanunu’na göre, sermayesi 250 bin liranın üzerinde her şirketin sözleşmeli bir avukatının olması lazımdır. Bu sizin tercihinize bırakılmış bir konu değildir. Yasa sermayesi 250 bin lira olan herkesin ve anonim şirketlerin bir avukatla sözleşme yapmasını zorunlu kılmaktadır. Ödeyeceğiniz ücret sizin avukatla kuracağınız ilişkiye bağlıdır. Büyükşehirdeyseniz 1500 lira civarı bir fiyat, makuldür. Daha altı daha iyidir ama 1500 lira fena sayılmaz.
Avukatınızla haftada bir saat ya onun ya da sizin büronuzda görüşmelisiniz. İkliminizi avukatınızın kavraması için bazı zamanlarda ofisinizde misafir ederek ona sektörü gözlemleyebileceği bir ortam oluşturmalısınız. Aksi takdirde avukat olaylara şematik bakar.
Olaylara şematik bakmak tehlikelidir. Çünkü ülkemizde her şey kâğıt üzerindeki gibi yürümüyor. O yüzden sektörün ihtiyaçlarına göre iyi bir tacirin, bazen bir, bazen de birden fazla avukata ihtiyacı olabilir.
Avukatınızın olması, mahkemeye düşmeyeceğiniz anlamına gelmez. Makul şartlarda imza ettiğiniz sözleşmeden dolayı, siz veya karşı taraf yükümlülüğünü yerine getirmediği anda, mahkemelik olabilirsiniz. Zaten bir yerde imza atılması talep ediliyorsa o imza ile sorumluluk altına girdiğiniz bir süreç başlamıştır. Attığınız imza sizi hukuki denetime tabi kılar. Bu, bir kuryenin getirdiği alelade bir koli için de geçerlidir. Hukuki tabirle, attığınız imza ile temerrüde düşmüş olursunuz. Ben koliyi teslim ettim, ben sözleşmeyi imza ettim gibi… O yüzden imza aşaması muhakkak avukatın denetiminde olmalıdır.
Avukatınızın olmasını, “Günde yüz kere mi görüşeceğiz!” gibi abartılı bir yaklaşımla değerlendirmeyin. İnsanlar bir günde yüz sözleşme imzalamazlar. Dolayısıyla hayatımızın her safhasında avukatla ilişkili olmamızı gerektirecek bir süreç yaşamıyoruz.
Bazı meslek gruplarıyla kurduğunuz ilişki, istediğiniz zaman sona erdireceğiniz bir ilişki değildir. “Sizi azlettim.” dediğinizde o azil gerçekleşmiş olmaz. Bu sebeple avukatınızı doğru seçmelisiniz. Sizin geçmişinizi bilen, meseleyi kavramış bir avukatla çalışmanın konforu yüksek ve maliyeti daha düşüktür. Onun için çok sık avukat değiştirmek, makbul bir durum değildir. Yeni bir avukat bulmak, aynı zamanda hem geçmişi oraya taşımak hem yeni şeyler anlatmak demektir. Bu da yorucu ve maliyetli bir süreçtir. Akıllı bir avukat sizi, iyi bir gelir kapısı olarak görür. Dolayısıyla işlerini en iyi şekilde yürütmek ister. Çünkü avukat zaten sizden bir danışmanlık ücreti almaktadır; ekmek kapısını bırakmak istemez. Bu sebeple, ticarette ana sözleşme tanziminden sonra yapılacak en doğru iş, iyi bir avukatla şeffaflığa dayalı bir sözleşme yapmaktır.