Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü

Text
Autor:
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

SÖZLÜK HAKKINDA

Sözlükler dillerin hazine sandıklarıdır. Deyimler sözlükleri bu sandıkların içinde en kıymetli hazineyi barındıranlarıdır. Tek tek kelimeleri canlı insanlara benzetirsek, deyimleri birden çok insanın bir araya gelerek sosyalleştiği, daha derin ve anlamlı birlikleri oluşturduğu yapılar olarak kabul edebiliriz. Bu yüzden deyimler, dilin en önemli yapıları arasındaki kalıp ifadelerden biri olarak düşünülebilir.

Elinizdeki deyimler sözlüğünün temelini büyük oranda daha önce iki cilt olarak hazırladığımız ve Manas Üniversitesi tarafından basılan büyük Kırgızca-Türkçe Sözlük oluşturmaktadır. Kırgızca-Türkçe Sözlükte bulunmayan deyimler çeşitli zamanlarda çıkarılan Kırgızca Deyimler sözlüklerinden derlenmiştir ki bu eserlerin listesi sözlüğün sonunda verilmektedir.

Deyimler ,“genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir” şeklinde açıklanır. Biz de eserde bu tanıma uygun yapıları verdik. Böylece sekiz bin beş yüzün üzerinde deyim içeren elinizdeki eser ortaya çıkmış oldu.

Eserde önce kalıp yapının Latin alfabesine göre dizilmiş şekli, parantez içerisinde aynı yapının Kiril alfabesiyle yazılışı verildi. İki dilli deyim sözlüklerinin çoğundan farklı olarak deyimin kelime kelime aktarımını da verdik. Daha sonra Türkiye Türkçesindeki karşılığını veya açıklamasını yazdık. Varsa içinde geçtiği örnek cümleyi yatık yazı ve Latin alfabesiyle, bu cümlenin Türkiye Türkçesine aktarmasını parantez içerisinde gösterdik. Yatık yazı şeklinde verdiğimiz cümleden sonraki kısaltma cümleyi örnek aldığımız yazarı göstermektedir ve bu yazarların listesi eserin sonunda bulunmaktadır.

Arkadaşlarımızla birlikte uzun yılların emeğine dayanan bu çalışmanın gün yüzü görmesinden mutluyuz. Eserin yayımlanmasında emeği geçen sevgili İbrahim Sağlam kardeşimize ve Avrasya Yazarlar Birliği başkanımız Yakup Ömeroğlu’na teşekkür ederiz.

Ekrem ARIKOĞLU
Ankara/2023

A

a dedirbey (А ДЕДИРБЕЙ) [a dedirmeden] Hiç konuşturmadan, laf ettirmeden, ağzını açtırmadan: “A dedirbey abañız / Kötörüp cerge salıptır.” -SO. (Ağzını açtırmadan amcanız / Kaldırıp yere vurmuş.)

a deerge alı kalba- (А ДЭЭРГЕ АЛЫ КАЛБА-) [a demeye gücü kalmamak] bk. a deerge alı kelbe-.

a deerge alı kelbe- (А ДЭЭРГЕ АЛЫ КЕЛБЕ-) [a demeye gücü gelmemek] 1. Çok yorulmak, konuşacak hâli kalmamak, dermanı kesilmek. “А dееrgе аlı kаlgаn cоk / Аzır ölsö аrmаn köp.” -ET2. (Konuşacak hâli yok / Şimdi ölse içinde ukdesi çok.) 2. Gülmekten ya da ağlamaktan katılarak anlatamamak.

a degende (А ДЕГЕНДЕ) [a deyince] Öncelikle, ilk olarak, her şeyden önce: “Cееnаlının а dеgеndе оygоnup, ооdаrılа bаştаgаnın tuyup…” -ЕB. (Öncelikle Ceenalı’nın uyandığını ve yatakta döndüğünü duyup…)

a dep (А ДЕП) [a deyip] İlk sırada, ilk önce: “А dеp ızаsınаn uñuldаp ıylаdı.” -АTC. (Önce gururuna dokunduğundan boğuk boğuk ağladı.)

a dese, b deyt (А ДЕСЕ, Б ДЕЙТ) [a dese b der] “Ben ne diyorum o ne anlıyor” anlamında anlayışı kıt, söyleneni yanlış anlayan.

a düynö (А ДҮЙНӨ) [o dünya] Öbür dünya: “Аcаl cеtsе ölörmün, a düynö cüzün körörmün.” –SK1. (Ecel gelse ölürüm, öbür dünya yüzünü görürüm.)

aa de- (АА ДЕ-) [aa demek] Hiçbir şey yapmadan oturmak.

aalamdan artık (ААЛАМДАН АРТЫК) [âlemden artık] Çok iyi, dünyada dengi olmayan, dünyada eşi benzeri olmayan: “Tеlеgеyi tеñ еkеn / Tеñir urgаn bul burut / Aаlаmdаn аrtık еr еkеn.” -SK1. (Her şeyi dört dörtlükmüş / Tanrı’nın kahrettiği bu Kırgız / Dengi olmayan er imiş.)

aalamdan aşkan (ААЛАМДАН АШКАН) [âlemden aşan] bk. aalamdan artık aalamdı buy kıl- (ААЛАМДЫ БУЙ КЫЛ-) [âlemde kargaşa çıkarmak] Kargaşa çıkarmak, dünyayı altüst etmek: “Amаn bоlsо körörsüñ / Aаlаmdı buy kılаt.” -SK1. (Sağ olursa görürsün / Dünyayı altüst eder.)

aalamdı buz- (ААЛАМДЫ БУЗ-) [âlemi bozmak] Kargaşa çıkarmak, ortalığı alt üst etmek: “Nayzakеrdеn mıktuu bar / Aalamdı buzar ıktuu bar.” -SK1. (Mızrakçıların en iyisi var / Kargaşa çıkaracak ustası var.)

aarının uyuguna katıl- (ААРЫНЫН УЮГУНА КАТЫЛ-) [arının inine katılmak] bk. aarının uyuguna tiy-.

aarının uyuguna tiy- (ААРЫНЫН УЮГУНА ТИЙ-) [arının inine değmek] Arının yuvasına çöp dürtmek (çomak sokmak), tehlikeli kişiyi kışkırtmak, birini kızdırmak.

aarının uyugunday (ААРЫНЫН УЮГУНДАЙ) [arı ini gibi] 1. Arı kovanı gibi, vızıltılı: “Efirden aarının uyugunday basıñkı ün uguldu.” -ÇA1. (Radyodan arı kovanı gibi uğultu duyuldu.) 2. Düzensiz, karışık: “Kımguut aarının uyugunday el agılat.” -İE. (Halk uğuldayarak düzensiz hareket ediyor.)

abıger çek- (АБЫГЕР ЧЕК-) [azap çekmek] Azap çekmek, zorluk çekmek, üzülmek: “Cuttun azabınan el katuu ele abıger çekti.” -CT. (Kıtlık yüzünden halk çok azap çekti.)

abiyiri aştay tögül- (АБИЙИРИ АШТАЙ ТӨГҮЛ-) [namusu aş gibi dökülmek] bk. abiyiri tögül-.

abiyiri ayranday tögül- (АБИЙИРИ АЙРАНДАЙ ТӨГҮЛ-) [namusu ayran gibi dökülmek] bk. abiyiri tögül-.

abiyiri cabıl- (АБИЙИРИ ЖАБЫЛ-) [ayıbı örtülmek] Ayıbı ortaya çıkmamak, namussuzluğu örtbas edilmek: “Agaların körgöndö / Elemandın Er Töştük / Toguzu aman tabılıp / Abiyiri mintip cabılıp.” -ET2. (Ağabeylerini görünce / Eleman’ın Er Töştük / Dokuz ağabeyi sağ bulunmuş / Ayıbı böylece örtülmüş.)

abiyiri küldöy tögül- (АБИЙИРИ КҮЛДӨЙ ТӨГҮЛ-) [namusu kül gibi dökülmek] bk. abiyiri tögül-.

abiyiri tögül- (АБИЙИРИ ТӨГҮЛ-) [namusu dökülmek] Rezil olmak, maskara olmak, ayıbı ortaya çıkmak: “Mından alar abiyiri tögülgöndön başka utaarı ne?” -KS1. (Bundan, onların rezil olmalarından başka kazancı ne?)

abiyirin cap- (АБИЙИРИН ЖАП-) [ayıbını örtmek] Ayıbını örtmek.

abiyirin sat- (АБИЙИРИН САТ-) [namusunu satmak] Namusunu, şerefini, haysiyetini satmak: “Egerde al öz ömürünün gana amandıgın tandap alsa – abiyirin satkanga barabar.” -ÇA1. (Eğer o, sadece kendi canını kurtarmayı seçerse şerefini satmış gibi olur.)

absi ce- (АБСИ ЖЕ-) [nefsini yemek] Pişman olmak, pişmanlık duymak: “Akmaktık kılgan ekenbiz dep kan ubazir eköösü absi cedi.” -EA. (Ahmaklık etmişiz diye han ve veziri pişman oldular.)

a-bu de- (А-БУ ДЕ-) [şu bu demek] 1. Hatır için konuşma yapabilmek, hâlini anlatıp bir şeyler söylemek. 2. Yapma etme demek, yaptırmamak, sakinleştirmek için bir şeyler söylemek: “Koşunalar menen cakındardın a-bu degenine karabay, üy tiriçiligin büt öz moynuna aldı.” -KB. (Komşuları ve yakınlarının Yapma, etme!demelerine aldırmadan evin bütün yükünü omuzlarına aldı.)

a-bu degençe (А-БУ ДЕГЕНЧЕ) [şu bu diyene kadar] Hızlıca, çabucak, şöyle böyle deyinceye kadar, sağa sola bakıncaya kadar, göz açıp kapayıncaya kadar: “Biz a-bu dеgеnçе bоlbоy zılday bоlgоn kaptı cоnuna silkiy kötörüp еñkеygеn Daniyar, kampanı közdöy bastı.” -ÇA1. (Biz şöyle böyle deyinceye kadar kocaman çuvalı eğilip sırtına alan Daniyar, ambara doğru yürüdü.)

a-bu deşip kal- (А-БУ ДЕШИП КАЛ-) [şu bu deyip durmak] Tartışmak, bozuşmak, ağız dalaşı yapmak.

acal al- (АЖАЛ АЛ-) [ecel almak] Ecel almak, ölmek. “Аcаl аlаñdаgаndı аlаt, ооru sаlаñdаgаndı аlаt.” -ML. (Ecel korkağı alır, hastalık kuvvetten düşeni alır.)

acal ayda- (АЖАЛ АЙДА-) [ecel sürmek] Ecel çağırmak, eceli çekmek: “Acal aydap keleriñ / Abal murun bilgenmin.” -CB2. (Ecelin çağırdığını / Evvelden bilmiştim.)

acal cakadan al- (АЖАЛ ЖАКАДАН АЛ-) [ecel yakadan almak] Ecel yakasına yapışmak,eceli gelmek.“Аcаl аlıp cаkаdаn, özü mındа kеlgеn.” -CM. (Ecel yakasına yapışınca buraya geldi.)

acal cet- (АЖАЛ ЖЕТ-) [ecel yetmek] Eceli yetmek, eceli gelmek: “Аzаp bоlsо körölü / Аcаl cеtsе ölölü!” -SK1. (Azap varsa görelim / Ecel yettiyse ölelim!)

acal cetip, kün büt- (АЖАЛ ЖЕТИП, КҮН БҮТ-) [ecel yetip günü bitmek] Eceli yetip günü tükenmek.

acal kel- (АЖАЛ КЕЛ-) [ecel gelmek] Ecel gelmek, eceli yetmek: “Аcаl kеlsе kаrşı аgа turаlbаy, alsız bоlduk.” -ОB. (Ecel gelince ona karşı duramayıp çaresiz kaldık.)

acal kıs- (АЖАЛ КЫС-) [ecel kısmak] Eceli gelmek, ecel sıkıştırmak: “Аcаl kısıp kеlgеndе / Аdаmdın bааrı dаrmаnsız.” -CM. (Ecel sıkıştırıp geldiğinde / İnsanların hepsi çaresiz.)

acal oozu (АЖАЛ ООЗУ) [ecel ağzı] Ecel kapısı: “Аcаldın ооzun buuçu bаrbı аylа?” -ОB. (Ecel kapısını kapatacak çare var mı?)

acal tap- (АЖАЛ ТАП-) [ecel bulmak] Ölmek, ecel yakalamak: “Künöösüz аcаl tаpkаn bеçаrаlаrdın ubаl-sооbu uktаtаbı!” -BM. (Suçsuz yere ecelini bulan zavallıların ahı uyutur mu?)

acal tart- (АЖАЛ ТАРТ-) [ecel çekmek] Eceli gelmek: “Аcаl tаrtıp, kаn kаtıp / Suu оylоşup tаmşаnıp.” -CM. (Eceli gelip, kan kuruyup / Suyu düşünüp arzulayıp…)

acal tooru- (АЖАЛ ТООРУ-) [ecel takılmak] Eceli yaklaşmak: “Аcаl tооrup Kоrgооldu / Аntsе dаgı аylа tааp.” -CА. (Eceli yaklaşıp Korgool’un / Böyle olsa da çaresini bulup.)

acal torgo- (АЖАЛ ТОРГО-) [ecel yolunu kesmek] Ecel tuzağına düşmek: “Mıskаldı аcаl tоrgоdu / Kün kıyаdаn bаtkаnsıp.” -CM. (Mıskal’ı ecel tuzağına düşürdü / Güneşin yamaçtan battığı gibi.)

acaldı oozuna tişte- (АЖАЛДЫ ООЗУНА ТИШТЕ-) [eceli ağzında dişlemek] Ölümü göze almak.

acaldı uuçta- (АЖАЛДЫ УУЧТА-) [eceli avuçlamak] Can çekişmek.

 

acaldın oozuna kir- (АЖАЛДЫН ООЗУНА КИР-) [ecelin ağzına girmek] Ecelin eline düşmek, zor durumda kalmak.

acaldın oozuna tüş- (АЖАЛДЫН ООЗУНА ТҮШ-) [ecelin ağzına düşmek] bk. acaldın oozuna kir-.

acalı cok (АЖАЛЫ ЖОК) [eceli olmayan] Eceli henüz gelmeyen: “Аcаlı cоk bеçаrа kаrаgаydın аrаsınа kirip, kutulup kеtti.” -BM. (Eceli henüz gelmeyen zavallı köknarların arasına girerek kendini kurtardı.)

acap bol- (АЖАП БОЛ-) [harika olmak] Yararlı olmak, faydalı olmak: “Ala-Döböttün booruna köp kün, köp tün boyu uluu ot cagıp, acap bolor beken dep kütö berişçü.” -ÇA1. (Ala-Döböt’ün eteğine günler, geceler boyu büyük ateş yakarak yararlı olur mu diye beklerlerdi.)

acap emes (АЖАП ЭМЕС) [harika değil] “Şaşılacak bir durum yok”, “Sıradan bir durum” anlamlarında söylenen bir söz.

acat aç- (АЖАТ АЧ-) [hacet açmak] 1. Birinin dileğini, ricasını yerine getirmek, işine yaramak, çare bulmak: “Bаşkаdаn sаdаgа аlgаndаn körö аlsızgа аcаt аçkаnıñ аbiyir tаpkаnıñ.” -KА. (Başkasından sadaka almaktansa güçsüzün işine yaramak sana değer kazandırır.) 2. İki taraf arasında çıkan kavgayı ayırmak, ara buluculuk etmek, sakinleştirmek: “Acat açmakka çıgışkan birin-eki cürgünçüdön başkaları ordularınan cılışkan cok.” -TM2. (Sakinleştirmek için çıkan bir iki yolcunun dışındakiler yerlerinden kıpırdamadılar.)

acattan çıgar- (АЖАТТАН ЧЫГАР-) [hacetten çıkarmak] bk. acat aç-.

acıdaardın kuyrugun bas- (АЖЫДААРДЫН КУЙРУГУН БАС-) [ejderhanın kuyruğuna basmak] Yılanın kuyruğuna basmak, gazaba uğramak, kötü bir işle karşı karşıya kalmak: “Bаştаn-аyak öltürdük / Bа-dışаsı аytkаn buyrugun / Bаstık bеkеn dеp оylоym / Аcıdааrdın kuyrugun.” -SО. (Hepsini öldürdük / Padişahın emriyle / Bastık mı diye düşünüyorum / Yılanın kuyruğuna.)

acıraş ayak (АЖЫРАШ АЯК) [veda kadehi, son kadeh] Veda yemeği: “Bааtırlаrdın аldınа / Türlüü dааmın tögüptür / Аcırаş аyak bеriptir.” -GО. (Yiğitlerin önüne / Türlü tatlar koymuş / Veda yemeği vermiş.)

acısı kabıl bol- (АЖЫСЫ КАБЫЛ БОЛ-) [haccı kabul olmak] Hac yolunda ölmek.

acıtın aç- (АЖЫТЫН АЧ-) [hacetini açmak] Gereğini, esasını öğrenmek: “Bul surооnun аcıtın tаk аçıp аlmаyınçа mаsеlеnin оñ çеçilişi dеgеlе mümkün еmеs.” -LÜ. (Bu sorunun esasını iyice öğrenmeyince meselenin sağlıklı çözülmesi hiç mümkün değil.)

acıtın ayrı- (АЖЫТЫН АЙРЫ-) [hacetini ayırmak] bk. acıtın aç-.

aç arbaktay (АЧ АРБАКТАЙ) [aç iskelet gibi] Zayıf, çelimsiz, hâlsiz, canlı cenaze.

aç aykırık (АЧ АЙКЫРЫК) [aç haykırık] bk. aç aykırık, kuu süröön.

aç aykırık, kuu süröön (АЧ АЙКЫРЫК, КУУ СҮРӨӨН) [aç feryat kuru gürültü] Çığlık, kulakları sağır eden bağırtı, gürültü.

aç bel, kuu col (АЧ БЕЛ, КУУ ЖОЛ) [aç bel, ak yol (bel, yüksek olmayan dağ geçidi)] bk. aç bel, kuu con.

aç bel, kuu con (АЧ БЕЛ, КУУ ЖОН) [aç bel, boz sırt (bel, yüksek olmayan dağ geçidi, sırt.)] 1. Yaşanması zor olan ıssız yer. 2. Zor, çetin, sıkıntılı durum, çaresizlik.

aç bilek (АЧ БИЛЕК) [aç bilek] Bileğin iç tarafı.

aç bolot (АЧ БОЛОТ) [aç polat] Keskin kılıç: “Aç bolottu kolgo alıp / Ayanbay kirdi Çubagıñ.” -SK1. (Keskin kılıcı eline alıp / Acımadan girişti Çubak’ın.)

aç bolso – azık, tok bolso – kazık (АЧ БОЛСО – АЗЫК, ТОК БОЛСО – КАЗЫК) [aç olunca azık, tok olunca kazık] Her zaman yardımcı, destek, dayanak.

aç karın (АЧ КАРЫН) [aç karın] Aç karnına: “Aç karın çiyki almalardan cep aldım.” -UD. (Aç karnına ham elmalardan yedim.)

aç kenedey asıl- (АЧ КЕНЕДЕЙ АСЫЛ-) [aç kene gibi asılmak] bk. aç kenedey cabış-.

aç kenedey cabış- (АЧ КЕНЕДЕЙ ЖАБЫШ-) [aç kene gibi yapışmak] Kene gibi yapışmak: “Aç kenedey cabışasıñar da! Boldu emi.” -ÇA1. (Aç kene gibi yapışıyorsunuz. Yeter artık!)

aç kıykırık (АЧ КЫЙКЫРЫК) [aç çığlık] bk. aç aykırık, kuu süröön.

aç köz (АЧ КӨЗ) [aç göz(lü)] Açgözlü, doymak bilmeyen: “Oşon üçün seni aç közsüñ deym.” (Bu sebeple sana açgözlüsün diyorum.)

aç közdük (АЧ КӨЗДҮК) [aç gözlülük] Açgözlülük: “Birok ötö aç közdüktün keregi cok eken.” -ÇA2. (Ancak, bu kadar açgözlülüğün gereği yokmuş.)

aç kulaktan tınç kulak (АЧ КУЛАКТАН ТЫНЧ КУЛАК) [aç kulaktansa sakin kulak] Azıcık aşım, ağrısız (kaygısız) başım.

aç küzöndöy (АЧ КҮЗӨНДӨЙ) [aç gelincik gibi] Beti benzi atmış, mecali tükenmiş.

aç küzöndöy asıl- (АЧ КҮЗӨНДӨЙ АСЫЛ-) [aç gelincik gibi asılmak] bk. aç kenedey cabış-.

aç özök (АЧ ӨЗӨК) [aç mide] 1. bk. aç köz. 2. Obur.

aç tırmak (АЧ ТЫРМАК) [aç tırnaklı] Acımasız, gaddar, taş kalpli.

açık aytıp, ak süylö- (АЧЫК АЙТЫП, АК СҮЙЛӨ-) [açık söyleyip doğru konuşmak] Açık konuşmak, açıkça söylemek, gerçeği söylemek: “Eçtemeni caşırgan cok, bolgondu bolgondoy açık aytıp ak süylödü.” -AU2. (Hiçbir şeyi gizlemedi, olanı olduğu gibi, açıkça söyledi.)

açık kol (АЧЫК КОЛ) [açık elli] bk. kolu açık.

açık ooz (АЧЫК ООЗ) [açık ağızlı] 1. Patavatsız: “Açık oozdun duşmanı köp.” -ML. (Patavatsız kişinin düşmanı çok olur.) 2. Ağzında bakla ıslanmayan: “Açık oozdor talaş-tartışka tüştü; biri bilip aytat, biri ugup alıp, uçurup aytat.” -KA2. (Ağzında bakla ıslanmayanlar tartışmaya başladılar. Biri bildiğini, bir diğeri duyduğu haberi uçurup söyler.)

açık oozduk (АЧЫК ООЗДУК) [açık ağızlı olma] Boşboğazlık, gevezelik.

açılış casa- (АЧЫЛЫШ ЖАСА-) [keşif yapmak] Keşfetmek.

açına aylanıp, toguna tolgon- (АЧЫНА АЙЛАНЫП, ТОГУНА ТОЛГОН-) [acına dönüp tokuna yuvarlanmak] İyi günde, kötü günde yanında olmak, her şeyine katlanmak.

açıp közdü cumgança (АЧЫП КӨЗДҮ ЖУМГАНЧА) [açıp gözü kapayana kadar] bk. köz açıp cumgança.

açkan eşik, attagan bosogo (АЧКАН ЭШИК, АТТАГАН БОСОГО) [açtığı kapı, atladığı eşik] Gözünü açtığı yer.

açkan közün cumgança (АЧКАН КӨЗҮН ЖУМГАНЧА) [açtığı gözünü kapayıncaya kadar] bk. köz açıp cumgança.

açkıl canduu (АЧКЫЛ ЖАНДУУ) [ekşi canlı] İçkiye düşkün: “Açkıl canduu kişi eken.” -ET1. (İçkiye düşkün biriymiş.)

açuu basar (АЧУУ БАСАР) [acı basıcı] 1. Kızı kaçırdıktan sonra, kızın ailesinden özür dileme ve barışma amacıyla yapılan ziyaret. 2. Bu ziyarette kızın ailesine verilen para, hayvan vb. hediye.

açuu caş (АЧУУ ЖАШ) [acı gözyaşı] Acı gözyaşı. “Akındın cogorudagı ırın da cürök sızdatpay, karekteriñe açuu caş tolturbay okuuga bolboyt.” -KT. (Ozanın yukardaki şiirini yürek sızlatmadan, gözlerine acı yaş doldurmadan okumak mümkün değil.)

açuuga aldır- (АЧУУГА АЛДЫР-) [acıya aldırmak] Öfkesine yenik düşmek: “Açuuga aldırgan ceñildiktin belgisi.” -ML. (Öfkeye yenik düşmek, güçsüzlüğün belirtisidir.)

açuuga ceñdir- (АЧУУГА ЖЕҢДИР-) [acıya yendirmek] bk. açuuga aldır-.

açuusu betine çık- (АЧУУСУ БЕТИНЕ ЧЫК-) [acısı yüzüne çıkmak] Sinirleri tepesine çıkmak: “Açuusu betine çıgıp, türü suuk bolup ketti.” -ÇA2. (Sinirleri tepesine çıkıp kaskatı kesildi.)

açuusu kayna- (АЧУУСУ КАЙНА-) [acısı kaynamak] Sinirden küplere binmek: “Köçörbektin açuusu kaynap çıktı.” -ÇA2. (Köçörbek sinirden küplere bindi.)

açuusu murdunun uçunda (АЧУУСУ МУРДУНУН УЧУНДА) [acısı burnunun ucunda] Sinirli, çabuk kızan, sinirleri tepesinde.

açuusu şakarday kayna- (АЧУУСУ ШАКАРДАЙ КАЙНА-) [acısı şeker gibi kaynamak] bk. açuusu kayna-.

ada bol- (АДА БОЛ-) [eda olmak] Tükenmek, bitmek, sona ermek, yok olmak: “Cürsün ceñem: -At dep cürüp, ada boldu go agañar, – dedi ıylapsıktap.” -KA1. (Cürsün yengem, At, at diye yok oldu ya ağabeyiniz.dedi ağlayıp sızlanarak.)

ada kıl- (АДА КЫЛ-) [eda etmek] Tüketmek, bitirmek, sona erdirmek, yok etmek: “Bir-eki cıl kumar oynop, handın dünüyösünün baarın ada kılat.” -BS2. (Bir iki yıl kumar oynayıp hanın tüm servetini tüketir.)

adaldan tügü cok (АДАЛДАН ТҮГҮ ЖОК) [helalinden tüyü yok] Fakir, yoksul, dikili ağacı yok, ipten kuşak kuşanmış.

adaldan tük kaltırba- (АДАЛДАН ТҮК КАЛТЫРБА-) [helalden tüy bırakmamak] Tüm hayvanları almak, yok etmek, bir kuruş bırakmamak: “Оşоl еlе künü İygilikkе adaldan tük kaltırbay ayaktuu malın büt aydatıp aldı.” -UА. (Tam o gün İygilik’e hiç hayvan bırakmayıp sağlam hayvanlarının hepsini sürüp götürttü.)

adam alası içinde (АДАМ АЛАСЫ ИЧИНДЕ) [insan alacası içinde] İnsanın karakteri içinde: “Birok ‘at alası sırtta, adam alası içte’ deyt emespi, kimdin kim ekenin bara-bara körösüzdör.” -KS2. (Fakat Atın huyu dışında, insanın karakteri içinde!derler ya, kimin kim olduğunu sonradan öğrenirsiniz.)

adam aytkıs (АДАМ АЙТКЫС) [insanın söylemeyeceği] 1. Söylenilmeyecek, söylenmesi uygun, mümkün olmayan. 2. Anlatılamayacak: “Añdap tursa bu cerdin / Adam aytkıs ceri bar.” -SK2. (Baktığınızda bu yerin / İnsanın anlatamayacağı tarafı var.) 3. Anlatılamayacak kadar kötü, çok zor: “Andan beter adam aytkıs cokçulukka kabıldı.” -U8 (Daha beter anlatılamayacak yokluğa düştüler.)

adam balası (АДАМ БАЛАСЫ) [insan oğlu] İnsanoğlu.

adam bol- (АДАМ БОЛ-) [adam olmak] 1. Büyümek, aklı ermek, adam olmak: “Оy, bаlа аli cаş, еmi mаldın sırın üyrönüp аdаm bоlup kеlе cаtаt.” -CА. (Hey, çocuk daha genç, daha yeni hayvanların huyunu öğrenerek büyüyor.) 2. Adam olmak, gelişmek: “Mezgiline cetpey törölgöndüktön, abışka-kempirler adam bolboyt deşken eken.” -KB. (Zamanından önce doğduğu için yaşlılar gelişmeyeceğini söylediler.) 3. Hastalıktan iyileşmek.

adam katarına koşul- (АДАМ КАТАРЫНА КОШУЛ-) [insan yerine konmak] 1. Büyümek, yetişkin olmak. 2. Durumu düzelmek, adam yerine koyulmak. “Sizdi kanday kılıp adam katarına koşuuga bolot?!” -BS2. (Sizi nasıl edip adam yerine koyacağız?)

adam kıl- (АДАМ КЫЛ-) [adam etmek] Adam etmek.

adam noo (АДАМ НОО) [insan noo] 1. Masalsı, mitik yaratık, dev. 2. Yabani adam: “Adam noo, çıñıroon / Aytılgandın baarı bar.” -SO. (Yabani adam, yaratıklar / Söylenenlerin hepsi var.)

adam oozuna algıs (АДАМ ООЗУНА АЛГЫС) [insan ağzına alınmaz] 1. İnsan ağzına alınmaz. Ayıp sayılan, kaba, pis söz. 2. Yenilecek durumda olmayan, bozulmuş (yemek), ite atsan yemez.

adebin ber- (АДЕБИН БЕР-) [edebini vermek] bk. adebin koluna ber-.

adebin koluna ber- (АДЕБИН КОЛУНА БЕР-) [edebini eline vermek] Haddini bildirmek, yola getirmek, cezalandırmak: “Аnciyandаn Ürbülçök / Аşkеrе kırааn Burhuy / Аlаmın dеp kеliptir / Аtаgı çıkkаn kız Cаñıl / Аdеbin kоlgо bеriptir.” -АC. (Anciyan’dan Ürbilçök / Üstün yiğit Burhuy / Alacağım diye gelmiş / Namı duyulan Cañıl / Haddini bildirmiş.)

adiden aş- (АДИДЕН АШ-) [haddini aşmak] Haddini aşmak, ölçüyü kaçırmak: “Adiden aşkan boluşsuñ / Kılasıñ kündö cıyındı.” -TS. (Haddini aşan yöneticisin / Her gün toplantı yapıyorsun.)

aga aytkan kayran söz (АГА АЙТКАН КАЙРАН СӨЗ) [ona söyleyen kıymetli söz] Ona söylenen söz boş, ona söylemekle söz boşuna gider.

aga emne cok (АГА ЭМНЕ ЖОК) [ona ne yok] Ona mı kalmış.

aga ton (АГА ТОН) [ağabey kürk(ü)] etn. hlk. Evlilik sırasında erkek tarafından, kızın ağabeylerinden birine armağan edilen değerli elbise.

ak alıp çık- (АК АЛЫП ЧЫK-) [ak alıp çıkmak (ak, Kırgız kültüründe süt ürünlerinin genel adı)] Uzaktan gelen misafirlere kımız, ayran ikram etmek: “Coldu katar ak alıp çıgıp suusun sungan kırgızdar arbın coluga baştadı.” -TM1. (Yol boyunca kımız, ayran gibi içecek ikram eden Kırgızlarla çok karşılaşmaya başladı.)

ak altın (АК АЛТЫН) [ak altın] Pamuk, tarım bitkisi: “22 tonna ak altın cıynalıp alındı.” -KT. (Yirmi iki ton pamuk toplandı.)

ak arala- (АК АРАЛА-) [ak aralamak] Ak düşmek: “Çaçın ak aralap kalıptır.” (Saçlarına ak düşmüş.)

ak baş (АК БАШ) [ak baş] Atların ayağında çıkan yara.

ak bata (АК БАТА) [beyaz dua] Hayır dua.

ak bata, kızıl kan (АК БАТА, КЫЗЫЛ КАН) [ak dua, kırmızı kan] Yemin, ant: “Ak bata kızıl kanı bar / Cakıp menen Karmanap…” -CM. (Yeminleri var / Cakıp ile Karmanap…)

ak bata, kızıl kan kıl- (АК БАТА, КЫЗЫЛ КАН КЫЛ-) [ak dua, kırmızı kan etmek] Ant içmek, yemin etmek: “Ak bata, kızıl kan kılıp kızımdı bereyin degen ubadam bar ele.” -KE2. (Ant içerek kızımı vereyim diye sözüm vardı.)

 

ak bolot mizin calaş- (АК БОЛОТ МИЗИН ЖАЛАШ-) [ak polat ağzını yalaşmak] Ant içmek, yemin etmek: “Ak bolot mizin calaştım / Al cetkiz coogo karaştım / Aykölüm Manas sen üçün / Ar-namısıñ talaştım.” CM. (Ant içerek / Güçlü düşmanla savaştım / Yüce Manas’ım senin için / Namusunu korudum.)

ak caan (АК ЖААН) [ak yağış] Çiseleyen yağmur.

ak calgasın (АК ЖАЛГАСЫН) [ak nasip etsin] Yanlışlıkla yere süt ürünü dökülünce ‘Allah affetsin’ anlamında söylenen söz.

ak cay (АК ЖАЙ) [ak yaz] Yazın tam ortası.

ak cazganın kör- (АК ЖАЗГАНЫН КӨР-) [Hakk’ın yazdığını görmek] Allah’ın yazdığını görmek, başa geleni çekmek: “Kazattan kaytpay ölölük / Ak cazganın körölük.” -СО. (Savaştan kaçmadan ölelim / Allah, ne yazdıysa görelim.)

ak cem (АК ЖЕМ) [ak yem] Alıcı kuşlar eğitilirken onlara verilen suda bekletip kanı temizlenmiş et parçası.

ak cerden (АК ЖЕРДЕН) [hak(lı) yerden] Suçsuz yere: “Atamdı ak cerinen aydap ciberişken eken.” -ÇA1. (Babamı suçsuz yere sürgün etmişler.)

ak col (АК ЖОЛ) [ak yol] 1. Doğru yol: “Ak col menen cürgün dep / Aytçı ele akıl bularga.” -G-K. (Doğru yolda olun diye / Söylerdi akıl bunlara.) 2. Yolculuk öncesi söylenen iyi yolculuklar, anlamındaki dilek sözü: “Bardıgı konoktorgo ak col kaalaştı.” -ÇA1. (Herkes misafirlere iyi yolculuklar diledi.)

ak coldon adaş- (АК ЖОЛДОН АДАШ-) [hak yoldan sapmak] Doğru yoldan çıkmak, kötü yola düşmek: “Ak coldon adaşkandarga col körsötöt.” -KT. (Doğru yoldan çıkanlara yol gösterir.)

ak coltoy (АК ЖОЛТОЙ) [ak uğurlu] Uğurlu, hayırlı: “Mektepteri ak coltoy bolsun!” -KT. (Okulları uğurlu olsun!)

ak colu açıl- (АК ЖОЛУ АЧЫЛ-) [ak yolu açılmak] 1. Yolculuğu iyi geçmek: “Ak coluñar açılsın! -dep Akbalta, Cakıp, Çıyırdı ene bata berip uzatıp kalıştı.” -TM1. (“Yolculuğunuz iyi geçsin!” diye Akbalta, Cakıp, Çıyırdı Ana dua ederek uğurladılar.) 2. İşleri iyi gitmek: “Arman oydon cuulsa / Ak colubuz açılsa.” -CM. (Sıkıntılar gitse / İşlerimiz açılsa.)

ak coluñ açılsın (АК ЖОЛУҢ АЧЫЛСЫН) [ak yolun açılsın] “Yolun açık olsun!” anlamında söylenen dilek sözü.

ak cooluguñ başıñdan tüşpösün (АК ЖООЛУГУҢ БАШЫҢДАН ТҮШПӨСҮН) [beyaz örtün başından düşmesin] Yeni evlenmiş kadına “Allah bir yastıkta kocatsın!” anlamında söylenen söz.

ak cooluk (АК ЖООЛУК) [beyaz örtü] Kadın, eş, zevce: “Toguz uuldun birine / Ak cooluk başın buubapsıñ, ata!” -ET2. (Dokuz oğlun hiç birine / Zevce alıp evlendirmemişsin, baba.)

ak cuumal (АК ЖУУМАЛ) [beyaz tenli] Beyaz tenli: “Kempiri caş, kırktarga çıgıp kalgan, uzun boyluu, açık-ayrım, ak cuumal, arık çıray ayal.” -BE. (Eşi henüz genç, yaşı kırklara gelmiş, uzun boylu, açık sözlü, beyaz tenli, zayıfça bir bayandı.)

ak cürök (АК ЖҮРӨК) [ak yürekli] Temiz kalpli, iyi niyetli, gerçekçi, başkaları için kötülük düşünmeyen, adaletli.

ak çöp başta (АК ЧӨП БАШТА) [ak ot başta] İstemeyerek oyunun kurallarını bozunca veya konuşurken yanıldığında yanlışlığını kabul ederek “Kusura bakmayın, hata ettim, bağışlayın!” anlamında söylenen söz: “Mеn cаñılış аytıp аldım, аk çöp bаştа. Mındаn kiyin kаytаlаnbаyt.” (Ben yanlış söyledim, kusura bakmayın. Bir daha olmaz.)

ak çüç (АК ЧҮЧ) [ak hapşırık] 1. Hapşıran kişiye söylenen “Çok yaşa!” anlamında söz. 2. Tembel, iş yapmak istemeyen, rahatına düşkün, çıtkırıldım, buluttan nem kapan.

ak da, kök da debe- (АК ДА, КӨК ДА ДЕБЕ-) [ak da, gök de dememek] Hiçbir şey dememek, ses çıkartmamak, renk vermemek.

ak egin (АК ЭГИН) [ak ekin] Tahıl.

ak eleçegiñ başıñdan tüşpösün (АК ЭЛЕЧЕГИҢ БАШЫҢДАН ТҮШПӨСҮН) [beyaz eleçeğin başından düşmesin (eleçek, bir tür Kırgız kadın başlığı)] Yeni

ak eleçek (АК ЭЛЕЧЕК) [beyaz eleçek (eleçek, bir tür Kırgız kadın başlığı)] bk. ak cooluk.

ak eşik (АК ЭШИК) [beyaz kapı] tar. Padişahlık döneminde yöneticilerin emirlerini yerine getiren görevli.

ak etkenden tak et- (АК ЭТКЕНДЕН ТАК ЭТ-) [ak etmekten tak etmek] Bir şeyi elde etmek, amacına ulaşmak veya birilerini görmek için can atmak, çok istemek: “Komuzçu bolsom degende, ak etkenden tak etet.” (Kopuzcu olmayı çok istiyordu.)

ak ettüü (АК ЭТТҮҮ) [beyaz etli] Kısa zaman içinde zayıflamayan, uzun süre aynı kiloda kalan, dayanıklı (hayvan.)

ak kaptal (АК КАПТАЛ) [beyaz kenarlı] 1. Tecrübeli, deneyim kazanmış, kulağı kesik. 2. Hazırcevap, çevik, kurnaz.

ak keltenin ogu ursun (АК КЕЛТЕНИН ОГУ УРСУН) [ak keltenin mermisi vursun (ak kelte, bir tür silah adı)] Kırgızlarda ant içmede, yemin etmede kullanılan söz: “Eğer ben sözümde durmazsam ak kelte beni vursun!” anlamında: “Cаlgаnı bоlsо sözümdün / Аkkеltеnin оgu ursun.” -CM. (Sözlerimde yalan varsa, ak kelte beni vursun.)

ak kıl- (АК КЫЛ-) [hak etmek] Evlatlıktan reddetmek, beddua etmek: “Keçtim senin balalıgıñdan! Ak kıldım! Ak kıldım! Сogol!” -K-O. (Seni evlatlıktan reddediyorum! Evlatlıktan reddediyorum! Evlatlıktan reddediyorum! Defol!)

ak kiyizge sal- (АК КИЙИЗГЕ САЛ-) [beyaz keçeye oturtmak] Beyaz keçe üzerine oturtarak kağan seçmek. Türklerde ve Moğollarda eskiden hükümdarları tahta geçirme sırasında yapılan tören: “Аk kiyizgе sаlıp, kаn kötörüp аluu.” (Beyaz keçeye oturtarak kağan seçmek.)

ak kol (АК КОЛ) [ak kol] Tembel, zor işe girişmeyen: “Аk kоl dеybiz, al аntkеni – kоlu tiybеyt ооr cе kаrа cumuşkа.” -MA. (Tembel diyoruz, çünkü elini işe sürmüyor ve ağır iş yapmıyor.)

ak koydon añkoo, boz koydon momun (АК КОЙДОН АҢКОО, БОЗ КОЙДОН МОМУН) [ak koyundan aptal, boz koyundan uysal] Bilmezlikten, görmezlikten gelen. Kendini olayın dışında gösteren; sakin, masum görünmeye çalışan; kurnaz: “Аsаn bizgе аk kоydоn аñkоо, bоz kоydоn mоmun bоlup körüngön еlе.” -Kırgızistan Madaniyatı (Asan bilmemezlikten / görmemezlikten gelmişti.

ak köñül (АК КӨҢҮЛ) [ak gönül] Temiz kalpli, kimseyi kırmayan, mütevazı: “Аk köñül Аbdıştın аylаsı kеtеt.” -KA2. (Temiz kalpli Abdış çaresiz kaldı.)

ak körpö cayıl (АК КӨРПӨ ЖАЙЫЛ) [ak postu açık] İyi niyetli, hayırhah, misafirperver, akıllı bayanlar için kullanılan sıfat: “Аk körpö cаyıl urgааçı, atı еlgе dаyın sındаçı.” -SO. (Bayanlardan en akıllısı, en ünlüsüdür, bir sına bakalım.)

ak küp (АК КҮП) [ak kabartı] 1. Kızamıktan, çiçekten hastalanan insanların vücudunda irinli kabarcıklar iyileşirken kurumuş derinin dökülmesi: “Ооrudаn аyıgıp, dеnеsi аk küp bоlо bаştаptır.” (Hastalıktan iyileşip vücudundaki yaralar kuruyup deriler dökülmeye başlamış.) 2. Derinin beyazlaşıp şişmesi: “Аk küp bоlup şişigеn butun körsöttü.” (Beyazlaşmış ve şişmiş ayaklarını gösterdi.) 3. Civcivlerin yumuşak, beyaz ve kabarık tüyleri: “Ak küp bolgon balapandar.” (Beyaz ve kabarık tüylü civcivler.)

ak meer (АК МЭЭР) [ak şefkat] Ana sütü.

ak moko- (АК МОКО-) [haklı körelmek] Bir işi sonuçlandıramadan devamlı uğraşmak, birilerine devamlı söyleyip istediğini yaptıramamak, dilinde tüy bitmek: “Аk mоkоp aylası tügöngön Naymanbay ıylaçuday bоlup kеyip kеtti.” –TS1. (Devamlı uğraşıp, artık çaresiz kalan Naymanbay, neredeyse ağlayacak gibi oldu.)

ak moldo (АК МОЛДО) [ak molla] knş. İçki: “Ak moldonu içeli.” -Аla-Тоо. (İçki içelim.)

ak niyet (АК НИЕТ) [ak niyet] İyi niyet, dürüstlük.

ak öpkö (АК ӨПКӨ) [beyaz akciğer] Devamlı öksürten hayvan hastalığı.

ak öpkö bol- (АК ӨПКӨ БОЛ-) [beyaz akciğer olmak] Çok yorulmak, soluk soluğa kalmak: “Ak öpkö bolup kurudu.” -TS. (Çok yoruldu).

ak öpkö kıl- (АК ӨПКӨ КЫЛ-) [beyaz akciğer yapmak] Yormak, nefes nefese bırakmak: “Körüngön corgosuna kızıgıp çapkılap, ak öpkö kıldı beken?” -TK. (Herkes yorgasını merak edip rahvana kaldırarak yordu mu acaba?)

ak padışa (АК ПАДЫША) [ak padişah] tar. Rus Çarı. “Azat bolor bekenbiz / Ak padışa cok bolup?” -TS. (Hür olacak mıyız, Rus çarı yok olup?)

ak peyil (АК ПЕЙИЛ) [ak düşünceli] İyi niyetli.

ak sakal (АК САКАЛ) [ak sakal] Aksakal, yaşça büyük insanlara karşı hitap sözü: “Aksakal, keliñiz, oturuñuz, -dep, ordunan olaktay berdi.” -KА. (“Aksakal, buyurunuz, oturunuz!” diye yerinden kalkıverdi.)

ak sana- (АК САНА-) [ak düşünmek] İyilik düşünmek, iyi niyetli olmak.

ak söök (АК СӨӨК) [ak soy] Aristokrat, soylu.

ak söz (АК СӨЗ) [ak söz] Gerçek, doğru söz: “Aytkanıñız ak söz.” (Dediğiniz doğrudur.)

ak sütün akta- (АК СҮТҮН АКТA-) [ak sütünü aklamak] İyiliği karşılığında annesinden emdiği sütü helal ettirmek.

ak sütün keç- (АК СҮТҮН КЕЧ-) [ak sütünden geçmek] Anne sütünü helal etmek.

ak sütünö koy- (АК СҮТҮНӨ КOЙ-) [ak sütüne koymak] Anneler tarafından “Sütümü helal etmiyorum!” anlamında söylenen söz: “Cаrkın bаybiçе uulunа kааrın sаlıp, аk sütünö kоyup turup аyttı.” –TS1. (Carkın teyze oğluna sinirlenerek “Sütümü helal etmem!” der gibi söylendi.)

ak süylö- (АК СҮЙЛӨ-) [ak söylemek] Gerçeği söylemek, her şeyi olduğu gibi anlatmak: “Açık aytıp, ak süylö.” (Açıkça anlatıp gerçeği söyle.)

ak tañday (АК ТАҢДАЙ) [ak damak] Çok yetenekli, söz ustası (genelde ozanlar için kullanılır): “Ak tañday akın.” (Çok yetenekli ozan.)

ak tayak (АК ТАЯК) [ak dayak] tar. Padişahların kapısında bekleyen muhafız, koruma: “Еşiktеgi аk tаyak / Еsеttеrdin Börüsü еşik аçıp iyiptir.” -MSО. (Kapı önündeki koruma / Esedlerin Börüsü kapıyı açıvermiş.)

ak terek-kök terek (АК ТЕРЕК-КӨК ТЕРЕК) [ak selvi gök selvi] Çocukların iki takım olarak oynadıkları oyun.

ak töönün kardı carılgan (АК ТӨӨНҮН КАРДЫ ЖАРЫЛГАН) [ak devenin karnı yarılmış] Bol, bereketli: “Аk töönün kаrdı cаrılgаn küz mеzgili kеldi.” (Bereketli güz mevsimi geldi.)

ak ur- (АК УР-) [hak vurmak] 1. Allah’a yalvarmak, zikretmek: “Köz kаrаşıñ cıldızdаy / Ak urguzduñ bizdi аy!” -EI. (Bakışların yıldız gibi, bizi Allah’a yalvarttın ay.) 2. Dilenmek, dilenci olmak: “Аl cеr kıdırıp, аk urup kеtkеn.” (O dünyayı gezen bir dilenci oldu.)

ak üy (АК ҮЙ) [beyaz ev] 1. Kağan ve hükümdar için kurulan çadır. 2. Hükûmet sarayı.

ak üylüü (АК ҮЙЛҮҮ) [beyaz evli] Zengin, varlıklı.

akarat kıl- (АКАРАТ КЫЛ-) [hakaret etmek] Hakaret etmek.

akçasın çaç- (АКЧАСЫН ЧАЧ-) [parasını saçmak] Para saçmak, çok para harcamak.