Buch lesen: «Karakalpak Halk Masalları»
HAYALÎ MASALLAR
ABAT BATIR
Evvel zamanda dört arkadaş varmış. Birincisinin yedi yıllık ölüye can verebilme, ikincisinin bir gecede bir şehri inşa etme, üçüncüsünün bir şehri ikinci bir şehre taşıyabilme yeteneği varmış. Dördüncüsü de korkusuz bir yiğitmiş. Bu yiğidin adı Abat’mış. Dört arkadaş ormanda birlikte giderken yerde yatan kemikleri görmüşler. Abat Batır, ölüye can verene:
– Hani, yedi yıllık ölüye can veririm diyordun, şu yerdeki kemiğe can ver, demiş.
– Hayır, burada kerametimi sınayıp ne yapacaksın, lazım olduğunda gösteririm, demiş. Abat Batır onun sözünü dinlemeyip, eline kılıcını alıp öldürürüm diye korkutmuş ve o kemiği diriltmeye mecbur etmiş. Yanındaki iki arkadaşı zikir çekip ölüyü dirilten dua okumuşlar. Biraz zaman geçtikten sonra kemiğe bir hayvanın silüeti gelmiş. Duayı bırakıp:
– Tamam mı, diye sormuş.
– Hayır! Bu nasıl bir hayvandır, yüzünü göster, demiş Abat Batır. O hayvan kaplanmış.
– Şimdi oldu, gidelim, demiş can veren adam, O zaman Abat Batır:
– Hayır! Yüzünü gösterdikten sonra canlandırman da lazım, demiş. Tekrar zikir çekip dua okumaya başlamış. Biraz sonra kaplan canlanarak kükreyince hepsi sağa sola kaçışmış. Bir ara Abat Batır toparlanarak arkadaşlarımı bulayım diye geri geldiğinde arkadaşları da kaplan da ortalıkta yokmuş. Bağırarak aramış ama hiçbir yerden ses gelmemiş. Sonra Abat Batır rastgele yoluna devam etmiş. Günlerce yol gidip aç bitap kalıp silahları sırtında, ölesiye yorulmuşken önüne bir şehir çıkmış. Kendi kendine “Bu şehir de nereden çıktı?” diyerek şehre girmiş. Fakat şehirde kimse yokmuş. Her yer yıkık dökük, viraneymiş. Şehri dolaşırken şehrin kenarında bir kara ev görmüş. Kapısının önünde bir kara tay bağlı duruyormuş. Bu evde kim yaşıyor acaba diye merak eden Abat Batır evi uzaktan gözetlemiş. Bir kızın eve girip çıktığını görmüş. Evin önündeki ata yem veren kız tek başına o evde yaşıyormuş. Abat Batır üç gün kızı takip etmiş. Evin etrafında hiç erkek görünmüyormuş. Abat Batır “Evde niye tek başına yaşıyor, bunun bir sebebi olmalı?” diyerek gece yarısı evin önüne varmış. Kapıyı açıp baktığında, iki çıra yakıp divanın üstünde uyuyan kızı görmüş. Sağ tarafta duvarda asılı duran erkek elbisesi ile kızın başucunda duran büyük bir ayna varmış. Abat Batır elindeki kılıcı kınına koyup, eve girmiş. Etrafta canlı kimse yokmuş. Abat Batır uyuyan kızın elinden tutmuş ve kız korkuyla uyanarak üç kez:
– Bırak, diye bağırmış. Abat Batır bırakmamış. Sonra kız:
– Bedenim senin olsun demiş. Bunu duyan Abat Batır kızı bırakmış. Kız kendisinden başka ilk kez bir insan görüyormuş, kız Abat Batır’a bakarak:
– Aynada gördüklerim doğruymuş demek ki, demiş. Abat Batır duvarda asılı duran erkek elbisesini göstererek:
– Bu kimin elbisesi, diye sormuş. Kız:
– Dinle, başımdan geçenleri anlatayım demiş. Eskiden bu şehre düşman saldırmış. O zaman ben iki üç yaşlarındaymışım. İki üç yaşlarımda düşmanın saldırdığını anlayıp korkumdan tandırın içine saklanmışım. Düşman bu şehirdeki insanların çoğunu öldürmüş, kalanları da buradan göç ettirmişler. Düşmanın işine yaramayan bu uyuz kara tay burada kalmış. Düşman gittikten sonra ocaktan çıktım. Sonra tayla arkadaş olduk. Geride kalan tohumları yetiştirerek bugüne kadar geldik. Büyüdükten sonra bu evi yaptım. Bu erkek elbisesini ve şu aynayı buldum. Bu erkek elbisesini giyip aynaya baktığımda, “Demek, erkek böyle oluyormuş.” dedim. O aynada gördüğüm erkek tam senin gibiydi, onun için şaşırdım, demiş. Kız hemen divandan inerek erkek elbisesini giymiş ve Abat ile beraber aynaya bakmışlar. İşte o sırada ikisi anlaşıp karı koca olmuşlar. Kız kara tayı Abat Batır’a vermiş. Bir gün Abat Batır:
– Yoldaşım, artık çalışalım, diyerek şehri dolaşmaya çıkmışlar. Dolaşırken eyer ve koşum bulmuşlar. Kara taya eyer ile koşumu takıp hayvan avlamaya başlamışlar. Böylece günler geçip gitmiş. Günlerden bir gün eşi Abat Batır’a:
– Dostların var mı, diye sormuş. Abat Batır:
– Var hem de nasıl, dostlarım var, demiş.
– O dostlarının ne gibi yeteneği var, diye sormuş eşi.
– Birisi yedi yıllık ölüye can veriyor, birisi bir şehri başka bir şehre taşıyor, birisi de bir gecede bir şehir inşa ediyor, demiş.
– Pekiyi senin ne tür yeteneğin var, diye sormuş, eşi.
– Çelik zırhım, çam saplı mızrağım, kara atım olsa, bir padişahın askerlerine karşı duracak gücüm var, diye cevap vermiş Abat Batır.
– Eşi, pekiyi o dostlarından nasıl ayrıldın, diye sormuş. Abat Batır başından geçen olayları baştan sona anlatmış. Eşi de bu dinlediklerini hafızasına kaydetmiş.
Şehrin yanından bir nehir geçiyormuş. Kız her gün o nehirden su alıyormuş. Bir gün kız nehirde yıkanmak istemiş ve bir dalıp çıkayım diyerek soyunup suya girmiş. Suda yüzerken akıntıyla gelen bir ağacın dalı kızın saçının bir örgüsünün üçte birini alıp götürmüş. Kız sudan çıkınca kendi kendine “Dal suyla akıp gidip de Kısırav padişaha denk gelmez, inşallah. Padişah saçımı görüp de bana âşık olursa o zaman kötü şeyler olabilir. Nehri bulup kocamın başına iş açabilir.” diye düşünmüş. Çünkü kızın saçı mücevher gibi güneş ışığıyla parıldarmış. Nehrin sonunda yurduna saldıran Kısırav padişahın ülkesi varmış. Padişah nehirde ne görürse sopayla kontrol edermiş.
Gerçekten de kızın düşündüğü gibi olmuş. Dal akıp gidip Kısırav padişahın köprüsüne takılmış. Cellâtlar güneşte parıldayan bir şey görmüşler. Alıp baktıklarında dala takılı duran şeyin insan saçı olduğunu anlamışlar. Saçı padişaha götürmüşler. Padişah da saçın sahibine âşık olmuş.
O ülkede bir cadı varmış. Yedi milletin dilini bilirmiş. Sihir ile hangi sarayda neler olduğunu da anlarmış. Padişah cellâtlarına cadıyı getirmelerini emretmiş. Cellâtlar cadıyı getirmişler. Padişah cadının önüne kızın saçını koyup:
– Bu saç nedir, kimindir, bunu bilebilir misin, diye sormuş. Cadı önüne saç koyulur koyulmaz:
– Bu o kızın saçı, ama o kız seni kabul etmez, demiş.
– Padişah kırk bin askerim var, nasıl teslim olmaz bana? Onun nerede olduğunu söyle demiş. Cadı:
– Eskiden saldırdığın bir şehirde üç yaşlarında bir kız ve bir uyuz kötü tay kalmıştı. O kız bu yıl kemale ermiş, uyuz tay da olgunlaşıp küheylan olmuş. Altı ay önce o kıza yolunu kaybeden Abat Batır diye biri rast gelmiş. Kız o kahramana bedenini teslim etmiş. Kız sıcaktan bunalıp nehirde yıkanırken saçı dala takılmış ve saçın bir parçası sana kadar gelmiş. Sen bu kızı zorla alamazsın. Abat Batır seksen bin askerini de yok eder. Onu ancak hileyle alabilirsin, demiş.
– O zaman sen kızı bana getirebilir misin, diye sormuş padişah.
– Cadı, yedi tepsi altın verirsen Abat Batır’ı öldürüp kızı önüne getiririm, diye cevap vermiş. Hazineden yedi tepsi altın verilmiş. Daha sonra cadı:
– Ayrıca bana beş yüz asker, hızlı bir gemi ile içer içmez insanı öldüren zehir vereceksin, demiş. Padişah hepsini hazırlatmış. Cadı ve askerler gemiye binip yola çıkmışlar. Günlerce yol gidip şehre varmışlar. Bir ormanın içine gemiyi çekip askerlerle beklemişler. Güneş battıktan sonra cadı beş yüz askerle şehre girmiş. Sonra da askerleri geminin yanına göndermiş. Cadı tan atana kadar orada durmuş. Tan attıktan sonra kumdan bir mezar yapıp çengel ile çevreleyip başına sopa sokup eline çubuk alıp oturmuş. Tan attıktan sonra Abat Batır her zamanki gibi ava çıkmış. Ava çıkarken şehrin batı tarafında kalabalık asker izi dikkatini çekmiş. Abat Batır izleri takip etmiş. Takibin sonunda elinde çubuk olan yaşlı bir kadının mezar başında ağlayarak dövündüğünü görmüş. Yaşlı kadına selam verip halini hatrını sormuş. Yaşlı kadın:
– Benim halkım buralardan göçtü. Yerdeki izler göçenlerin izi. Tek çocuğum vardı ve hastaydı. Sonra kader onu benden aldı. Onun kemiklerini bırakıp gidemedim, demiş.
– Anladım, sana çok yazık olmuş. Bizim evimiz buralarda. Benim ninem olur musun? Her gün gelip çocuğunu görürsün. Evede gelinin var. Ona da yoldaş olursun, demiş.
– Ah yavrum, sana nine olayım, diye cevap vermiş. Abat Batır cadıyı alıp evine götürmüş. Karısına:
– Sana arkadaşlık edecek bir nine buldum, demiş. Kız yaşlı kadının yüzüne bakar bakmaz cadı olduğunu anlamış:
– Bulmuşsun cadını, diye söylemiş. Bunun üzerine yaşlı kadın yüksek sesle ağlamaya başlamış.
– Bende cadılık, sahtekârlık ne gezer, tek çocuğunu kaybetmiş bir garibanım, diyerek yalandan ağlamış. Bunu gören Abat Batır:
– Ne diyorsun sen, yaşlı bir kadın ne yapabilir? İkimiz oturacağımıza üçümüz oturalım, demiş. Yaşlı kadını evde bırakıp kendisi ava gitmiş. Yaşlı kadın evde kalmış. Yaşlı kadın kızın gönlünü hoş edip öz ninesi gibi yakın olmuş. Kızın güvenini kazanmış. Abat’ın karısı güvenip bütün tenceresini, tabağını kendiliğinden yaşlı kadına teslim etmiş. Artık biri oğlu biri de kızı gibi olmuş.
Bir gün Abat Batır ava çıkmamış. Biraz rahatsızmış. Dinlenmek için evde kalmış. Cadı:
– Ah yavrum, üşütmüşsündür sen. Acılı bir yemek yapayım sana, terleyip iyileşirsin, demiş ve yaşlı kadın yemek hazırlayıp getirmiş.
– İçine acı biber kattım, demiş. Ama Abat Batır’ın tabağına zehir atmış. Abat Batır yemekten bir kaşık yemiş:
– Nine, yemek çok acı, demiş.
– Yavrum, acı biberi çok kattım. Gözünü yum da ye demiş. Abat yemeğini yedikten biraz sonra kendinden geçip uykusu gelmeye başlamış.
– Uykum geldi, nine, demiş.
– Uykun geldiyse uyu. Acı hastalığını iyileştiriyor onun etkisi demiş. Abat Batır horuldayarak uykuya dalmış. Bir süre sonra horultuları azalmış. Daha sonra da sesi kesilmiş. Abat Batır’ın sesi kesilince cadı içinden “kesin öldü” demiş.
– Yiğidin derin uyuyor yavrum. O uyurken suya gidip gelelim. Akarsuyu görmek iyi gelir. Gönlün de zihnin de açılır. Dolaşıp hava alalım, demiş cadı Abat Batır’ın eşine.
– Tamam, olur, ana demiş o da. İkisi beraber suya gitmişler.
– Cadı, yavrum, ikimiz sırayla suya girelim, demiş. Kız tamam deyip girmiş.
– Madem suya girdik, oyun oynayalım, sudan dışarı çıkma demiş cadı. Cadı hemen padişahın askerlerini çağırmış. Askerler kızı suyun içinden yakalayıp giyindirmişler. Hemen gemiye bindirip Kısırav padişaha götürmek üzere yola çıkmışlar. Kız yiğidinin geleceğini ümit ederek ağlayıp sızlamış. Kendi kendine, “Kara küheylan uçan kuş gibiydi. Şimdiye kadar arkamızdan yetişmiş olmalıydı. Cadı az önceki yemeğe bir şey kattı galiba.” demiş. Günlerce yol gittikten sonra Kısırav padişahın ülkesine varmışlar. Kızı padişaha götürmüşler. Kızı gören padişah görür görmez ölesiye âşık olmuş ve kıza:
– Benim olacaksın, demiş.
– Padişahım, bir şartım var. O şartımı yerine getirirseniz sizin olurum, demiş.
– Şartını söyle! Hallederiz, demiş padişah.
– Şehrin doğu tarafına insanoğlunun aklının almayacağı bir şehir inşa ettir. Bunu bir gecede bitirt. Sonra şehri yapan kişi, beni getiren nine ve üç kızınla bir gün birlikte eğleneceğiz. Eğleneceğimiz gün, güneş battıktan sonra sarayda çıra yakılmayacak. Hiç kimse dışarı çıkmayacak. İçmek için alkol gibi ihtiyaçlarımızı karşılayacaksın. Eğlenceden sonra nikâh kıydırıp sizin olacağım, demiş. Padişah:
– Tamam, demiş. “Bir gecede şehir inşa edebilecek kim varsa padişahın huzuruna gelsin, şehir inşa edecek olan kişiye padişah istediğini verecektir.” diye ilan verilmiş. Abat Batır’ın üç dostu da bu şehirdeymiş. İlanı duyan üç dostu padişahın huzuruna çıkmışlar:
– Bir gecede şehir inşa edebiliriz. Ancak bir şartmız var. Güneş battıktan sonra şehirde parlayan bir ateş ve insan olmasın, o zaman şehir inşa edebiliriz, demişler. Padişah da “Şehirde parlayan bir ateş ve insan olmasın. Kim bu emre uymazsa öldürülür ve malı padişahlığın olur!” diye ilan verdirmiş. Abat Batır’ın dostları o akşam şehri kurmaya başlamışlar. Abat Batır’ın eşinin gözüne uyku girmemiş. Abat Batır’ın üç dostunun şehri inşa etmek için padişahın huzurna çıkmalarını dileyip beklemiş. Pencereden baktığında binlerce insanın olduğunu kalabalığın yere göğe sığmadığını görmüş. Abat Batır’ın dostlarının da aralarında olduğunu anlamış. Sabaha kadar şehri inşa etmişler. Böyle olunca da kızın padişahtan istediği gibi şehri inşa eden üç kişi, padişahın üç kızı ve cadı bir gece birlikte eğlenmişler. Eğlence sırasında kız cadıyı ve padişahın kızlarnı sarhoş edip Abat Batır’ın üç dostuyla tanışmış:
– Abat Batır adlı kahramanı tanıyor musunuz, diye sormuş.
– Tanıyoruz.
– Ben Abat Batır’ın karısıyım. Bu cadı Abat’ı zehirleyerek öldürdü. Beni de buraya getirdi, demiş. Sonra kız bir şehri başka bir şehre taşıyana:
– Benim şehrimi buraya getir demiş. O da dışarı çıkmış. Az sonra sert bir fırtına başlamış. Fırtına şehri kaldırmış. Bir süre sonra fırtına durmuş.
– Getirdim şehri, demiş şehri taşıma yeteneği olan. Kız Abat Batır’ın üç dostu ile dışarı çıktığında şehrin tam evin yanına taşındığını görmüş. Kara tay da orada duruyormuş. Dördü beraber eve girdiklerinde, Abat Batır yarı çıplak halde yatıyormuş. Yedi yıllık ölüye can verme yeteneği olana:
– Oku, demiş. İkisi zikir çekmiş, ölüyü canlandıran da dua etmiş. Biraz zaman geçtikten sonra Abat Batır canlanarak:
– Çok uyumuşum diyerek yerinden fırlamış. Gözünü açtığında üç dostunu görmüş. Kucaklaşıp ağlaşmışlar:
– Siz nereden çıktınız, diye sormuş Abat Batır. Onlar olan bitenleri tek tek anlatmışlar. O zaman Abat Batır ölüp dirildiğini öğrenmiş.
Abat Batır dışarı çıkmış ve hayalinin yetmeyeceği benzersiz güzellikte olan bu şehri görmüş. Abat Batır’ı cadının uyuduğu odanın önüne götürmüşler. Karısı içeriye girip cadıyı uyandırmış ve dışarıya çıkarmış. Cadı dışarı çıktığında, Abat Batır’ı canlı, kara küheylanın da bağlı olarak durduğunu görmüş. Cadı çok korkmuş. Onlar hemen orada cadıyı kılıçtan geçirmişler.
Sonra Abat Batır padişahın üç kızını dostlarıyla nikâhlamış.
Kısırav padişah sabah kalkıp baktığında şehir ve şehre dair hiçbir şey yokmuş. Kızları da cadı da evlenmek isetiği kişi de yokmuş. Sağa sola bakmış ki şehir inşa eden üç kişinin de olmadığını görmüş. Bu başına gelen belanın o üç kişinin başının altından çıktığını şehri onların götürdüğünü anlamış ve kırk bin askerini alıp Abat Batır’la savaşmak üzere yola çıkmış. Günlerce yol gittikten sonra Abat Batır’ın şehrine gelip onunla savaşmış. Bu savaşta kırk bin askerin hepsi ölmüş. Abat Batır Kısırav padişahı yakalayarak kılıçla öldürmüş. O şehrin insanları ülkelerine tekrar kavuşmuşlar. Böylelikle Abat Batır padişah olmuş ve hepsi muradına ermiş.
KIRAN
Eskiden bir padişah varmış. O padişahın bir oğlu varmış. Bir gün padişah tek çocuğuna özel bir şehir yaptırmış. Yanına kırk yiğit yoldaşı ile zevk-ü sefa sürmesi için şarkıcılar getirtip yaptırdığı şehre bırakmış.
Günlerden bir gün oğlu babasına haber göndermiş. “On yedi yaşıma geldim, gücüm kuvvetim yerinde, ava çıkıp seyran edeyim desem altımda atım yok, belimde kemer, elimde aksungur kuşum yok.” demiş. Padişah, oğluna silahını, bakımlı küheylanını ve padişahlığına yakışır aksungur kuşunu göndermiş. Silahlarını kuşanıp atına binip şehzade ava çıkmış. Avda önünden bir ceylanın kaçtığını görmüş. Ceylanı yakalamak için kuşunu göndermiş ki bir fırtına kopmuş. Yeryüzünü karanlık kaplamış. Padişahın oğlu ceylanın da kuşun da nereye gittiğini anlamayarak şaşıp kalmış. Biraz zaman geçtikten sonra güneş açmış. Güneş açınca padişahın oğlu ceylanın büyük bir çeşmenin yanında durduğunu görmüş. Bu çeşmede atını sularken suya yansıyan bir güzelin siluetiyle karşılaşmış. Etrafına baktığında, etrafta kimse yokmuş. Padişahın oğlu oracıkta o silüete âşık olmuş. Babam bu kızı bana bulmazsa başımı alıp giderim buralardan diye düşünmüş. Aksungur’u bırakıp babasının yaptırdığı şehre geri gelmiş. Şehre geldikten sonra babasına “Suda silüetini gördüğüm kızı bana alsın. Olmazsa ben aramaya çıkacağım.” diye haber göndermiş Babası da “O silüete âşık olmasın boşuna. O silüete bizim dedelerimiz de âşık olmuş ama bulamamışlar. Başka istediği kızı alırım, gidip böyle söyleyin.” diye haber göndermiş. Padişahın oğlu da “O kızı almazsa başımı alıp giderim.” demiş. Padişah çocuğunun gitmekte kararlı olduğunu anlayınca yanına beş yüz asker vermiş. Padişahın oğlu beş yüz askeri yanına alıp dağlardan geçiyorken başka askerlerin bir adamın elini bağlayıp götürdüklerini görmüş. Padişahın oğlu bu adama acıyıp, onu kurtarmak istemiş:
– Bırakın, adamı diye seslenmiş. Söyleyen padişahın oğlu olduğu için adamı serbest bırakmış askerler. Bırakılır bırakılmaz adam hemen gözden kaybolmuş. Bu adamın adı Kıran’mış. O kadar hızlı bir adammış ki altı aylık yolu bir atlamayla gidermiş. Gözden kaybolunca askerler:
– O Kıran adında babanın nefret ettiği bir adam. Şimdi babana ne diyeceğiz, demişler.
– Eyvah, o zaman ben suçluyum. Edepsizlik ettim, artık babamın yüzüne hayatta bakamam, diyerek yanındaki beş yüz askeri geri göndermiş. Ve kendisi dağlara doğru tek başına yol almış. Yolda giderken bir dağın başında ağlayan çok uzun boylu bir adam görmüş. Bu adamdan korkarak oradan kaçmaya başlamış. Adam gür bir sesle bağırmış:
– Sen kaçmakla kurtulamazsın. Ben senin ahiretlik dostunum, korkma beri gel, demiş. Dikkatlice baktığında az önce kurtardığı adam olduğunu anlamış. Yanına çağırıp kucaklaşmışlar.
– Benim adım Kıran. Babanın en büyük düşmanıyım. Beni yakaladılar. Götürüp öldüreceklerdi, sen beni ölümden kurtardın, demiş. Sonra da Kıran, padişahın oğlunu yaşadığı yere götürmüş. Beraber orada yaşamaya başlamışlar. Günlerden bir gün padişahın oğlu yatarken iç çekmiş. Kıran yerinden fırlayıp:
– At kişnese, sürüsünü özler, yiğit iç çekse yurdunu özler, derler. Ne oldu? Tek tek anlat, isteğini yerine getireyim, demiş. Padişahın oğlu da âşık olduğu kızı anlatarak aklında hep o kızın olduğunu söylemiş.
– Kolay, bu gece o kızı buluruz, demiş. Akşama kadar Kıran dağın başına odun toplamış. Güneş batıp karanlık düştükten sonra:
– Ben gidiyorum. Sen buradan ayrılma. Odunları sürekli yakıp otur. Ateş sürekli yanmazsa ben yolumu şaşırırım, demiş ve Kıran yola çıkmış. Padişahın oğlunun âşık olduğu kız peri padişahının küçük kızıymış. Kıran bunu biliyormuş. Kıran, peri padişahının ülkesine doğru yönelmiş. Tan atmak üzereyken padişahın oğlu uykuya dalmış ve ateş sönmüş. Korkuyla uyanan padişahın oğlu telaşla ateşi yakmış. Akşam olunca Kıran gelmiş:
– Padişahın oğlu ey, Kıran ağa kız nerede, diye sormuş.
– Dur kardeşim, bir sabah olsun, kızı getirdim demiş. Ve sonunda sabah olmuş. Kıran cebinden küçük bir anahtar çıkarıp padişahın oğluna vermiş:
– Atına bin, şu yolla git. Karşına bir uçurum çıkacak. Uçurumun kenarına bir sandık getirip koydum. O sandığı aç. İçinde bir boz güvercin var. O güvercin derin uykuda. Ayak bağı var, eline sağlamca bağla. Atının yularını da beline sağlamca bağla. Sonra da gagasına bir vur. Uyanıp gökyüzüne uçmak isteyecek atın da aşağı çekecektir. O sırada ölecek gibi olursan ben getirmedim, Kıran ağa getirdi diye söyle demiş. Padişahın oğlu ata binip yola çıkmış. Kıran’ın söylediği yere varmış. Sandığı açmış ve ayağından sağlamca tutup eline bağlamış. Atın yularını da beline bağlamış. Sonra gagasına vurmuş. Güvercin gökyüzüne uçmak istemiş ki atı yere doğru çekmiş. Ayağı yerden kesilip ölecek gibi olmuş, padişahın oğlu.
– Ben getirmedim, Kıran ağam getirdi, diye bağırmış padişahın oğlu. Sonra güvercin uçmayı bırakmış.
– Kıran ağan beni niçin buraya getirdi, Kıran ağana gidelim demiş güvercin. Güvercin Kıran’ın yanına gelmiş.
– Kıran ağa, niçin beni oraya getirdin, diye sormuş.
– Seni bu kişiyle kader bir araya getirmiş. Onun için getirdim, diye cavap vermiş.
– Öyleyse tırnağıma bir bakayım, demiş güvercin. Tırnağına baktığında, kaderin onları birleştirdiğini görmüş.
– Kıran ağa dediğin doğruymuş. Kabul ettim diyerek don değiştirip padişahın oğlunun önceden gördüğü silüetteki kız olmuş. O günden sonra üçü o dağda yaşamaya başlamış.
Bir gün padişahın oğlu gece yatarken iç çekmiş.
– Sen niye iç çekiyorsun? Yurdunu mu özledin? Anne baban var mı, diye sormuş kız.
– Ben padişahın oğluyum. Anne babam var, demiş.
– O zaman yurduna dönelim, demiş kız.
– Dönelim diyerek yerinden fırlamış. Atını hazırlayıp silahlarını kuşanmış, padişahın oğlu.
– Dur, edepsizlik etme! Tan atsın, Kıran ağaya söyleyelim. Hangi yolla gideceğimizi soralım, demiş kız.
Tan atmış. Kıran’ın yanına gidip, yurduna dönmek için izin istemiş padişahın oğlu. Kıran izin vermiş.
– Haydi, Kıran ağa, yolu tarif et, demiş padişahın oğlu.
– Şu yoldan devam et. Epey bir süre yol gittikten sonra yol iki ayrılacak. İkiye ayrıldığı yerde bir yazı var. Birinde “Kestirme, kestirme de olsa dolambaç.” diye yazılı, diğerinde ise “Dolambaç, dolambaç da olsa kestirme.” diye yazılı. “Dolambaç da olsa kestirme.” yazılı yoldan devam et. “Kestirme de olsa dolambaç.” yazılı yoldan gitme demiş. Kızla beraber padişahın oğlu yola çıkmış. Günlerce yol gittikten sonra yolun ikiye ayrıldığı yere gelmişler. Padişahın oğlu “Kestirme, kestirme de olsa dolambaç.” yazılı yoldan yürümeye karar vermiş. Kız:
– Kıran ağanın söylediği yoldan devam edelim başımıza bir bela gelir, demiş. Kızın sözünü dinlemeyip “Kestirme, kestirme de olsa dolambaç.” yazılı yoldan devam etmiş, padişahın oğlu. Bayağı yol gittikten sonra önlerine bir şehir çıkmış. Şehrin bir tarafı dağ, bir tarafı denizmiş. Sadece kuşlar uçarak geçebilirmiş denizden. Başka bir canlının geçebilmesi mümkün değilmiş.
– Ben söylemiştim. Kıran ağanın dediği çıktı. Atı çevir, geri dönelim, demiş kız.
– Buraya kadar gelmişken dağın içine girip bakayım. Sen atı tutup bekle. Hemen girip çıkacağım, demiş padişahın oğlu. Dağın içine girip gezerken bu dağın içinde devlerin yaşadığını anlamış, padişahın oğlu. Devler bir yere toplanmış, konuşuyorlarmış. Devler içlerinde yaşça küçük olana:
– İçeriye biri girdi galiba. Etrafı kolaçan edip gel, demişler. Dev etrafı dolaşırken padişahın oğlunu görmüş. Atmacanın serçeyi yakaladığı gibi padişahın oğlunu ensesinden yakalayıp devlerin yanına götürmüş. Devlerden biri yerinden kalkıp:
– Göğsünden bir parça alıp ateşte tütsüleyin, demiş. Büyükleri ayağa kalkıp:
– Ateşte tütsülenen adamın ağzı kalır mı, götürüp zindana atın demiş. Padişahın oğlunu götürüp zindana atmışlar. Bir gün padişahın oğlu ne yapacağını düşünürken Kıran’ın belki lazım olur diye, üç tüy verdiği aklına gelmiş. Hemen bir tüyü ateşle yakmış. Padişahın oğlu tüyü yakar yakmaz Kıran hemen gelmiş ve padişahın oğluna:
– Savaşmaya var mısın, diye sormuş
– Varım, demiş, padişahın oğlu. Kıran, padişahın oğlunu zindandan çıkarıp devlerle savaşmışlar. Devlerin hepsini öldürmüşler ve şehre girip şehir padişahın oğlunun olmuş. O sırada padişahın oğlunun aklına dışarıda bekle dediği kız gelmiş.
Dışarıya çıkıp bakasa ki kız orada yokmuş. Kızı bıraktığı yerde göremeyince Kıran’ın yanına gideyim demiş. Kıran’ı da yerinde bulamamış. Kız, kendi kendine “İkisini de kaybettim. Yurdumu bulayım.” diyerek yola çıkmış. Kıran da kızı aramak için gitmiş. Kız yurdunu bulup evine varmış. O sırada Kıran varıp kızı atıyla alıp kaçmış. Kıran kızı şehre getirmiş. Padişahın oğlu çaresiz bekliyormuş. Onları görünce çok sevinmiş. Sonra üçü birlikte o şehirde kalmışlar.
Bir gün Kıran ile padişahın oğlu ava gitmiş. Kız da şehri dolaşmaya çıkmış. Dolaşırken bir yerde iki atın bağlı durduğunu görmüş. Şu hayvanlara yazık, serbest bırakayım diyerek iplerini çözmüş. Atlar silkinmiş ve biri sarı biri de beyaz dev olmuş. Devler hemen kızı alıp kaçmışlar. Kıran ile padişahın oğlu avdan geldiklerinde kızın evde olmadığını görmüşler. Hemen atların bağlı olduğu yere gitmişler. Vardıklarında atların yerinde olmadığını görmüşler ve kızın atların ipini çözdüğünü anlamışlar.
– Eyvah, burada iki dev bağlıydı, onları serbest bırakmış. Aramamız lazım, demişler. Kıran aramaya çıkmış, kızı. Dünyanın yedi köşesini bir gecede dolaşmış fakat hiçbir yerde bulamamış. Başı öne eğik gelmiş:
– Hiçbir yerde izini bulamadım demiş, padişahın oğluna.
– Kıran ağa, biraz daha arasan, belki gitmediğin yerler vardır, demiş, padişahın oğlu.
Kıran düşünerek:
– Şu denizin ortasında bir ada var. Sadece oraya bakmadım. Geri kalan her yere baktım, demiş.
– Kıran ağa, o adaya da baksan, demiş.
Kıran düşünceli bir şekilde:
– Suya karşı çaresizim fakat bir defa riske gireyim demiş. Ertesi gün Kıran adaya gitmiş. Zar zor ulaşıp kızı aramaya başlayan Kıran onun bir barakanın içinde oturduğunu görmüş. Kıza buraya neden geldin diye sormuş. Kız konuşamıyormuş. İşaretle iletişim kurmuş. Çünkü devler kızı konuşamaz hale getirmişler. Kıran kıza:
– Sana bir akıl vereyim. Devler gelince ne yap et, kendi dilimde de sizin dilinizde de konuşabileyim. Çok korktum, bana yoldaş olun. Bir yere giderken de canınızı bırakıp gidin diye söyle demiş. Kız tamam anlamında başını sallamış Kıran o gün gün boyu adanın bir kenarında saklanmış. Devler geldiği zaman:
– Siz gittiğiniz zaman ben tek başıma korkuyorum. Bundan sonra bir yere gidrken yanıma canınızı bırakıp gidin, demiş. Ertesi gün devler canlarını kızın yanına bırakıp gitmişler. Devler gittikten sonra Kıran gelip:
– Canlarını bıraktılar mı, diye sormuş.
– Evet, demiş.
– Nerede diye sormuş.
– İşte, orada diye canı göstermiş.
– Canlarını bana ver, demiş.
– Hayır, veremem. Kimseye verme diye söylediler, demiş.
– Bakıp geri vereceğim, demiş.
– Al, deyip canı vermiş. Canı alınca tırnağını batırmış. Biraz sonra:
– Bizim canımıza eziyet eden de kim, diyerek iki dev gelmiş. Kıran’ı görüp:
– Vay vay! Kıran ağa, sen miydin, demişler.
– Kızı niye buraya getirdiniz, diye sormuş, Kıran.
– Senin tanıdığın olduğunu bilmiyorduk. Ne istersen yaparız ama canımızı bize geri ver, demişler.
– Aldığınız yere götürün, demiş Kıran. Devler kızı hemen aldıkları yere götürüp bırakmışlar. Sonra devler izin istemişler Kıran izin vermemiş.
– Bu şehri yerinden kaldırıp bu delikanlının babasının şehrinin doğu tarafına yerleştireceksiniz, demiş.
– Tamam, deyip şehri olduğu gibi kaldırıp Kıran’ın söylediği yere yerleştirerek canlarını istemişler. Kıran canlarını geri verip devleri göndermiş.
Padişah sabah dışarı çıkıp doğu tarafa doğru baktığında insanın aklının almayacağı güzellikte desenlerle inşa edilmiş şehir görmüş. Nereden çıktı bu şehir deyip ülkesindeki cadıyı o şehre göndermiş. Cadı şehre varıp etrafı dolaşmaya başlamış ama etrafta kimseler yokmuş Bir evi gözüne kestirmiş. Evin kapısından içeri baktığında başköşede uyuyan bir delikanlı ile sağ tarafta dönüp duran Kıran’ı görürmüş. Cadı padişaha varıp gördüklerini anlatmış. Padişah cadıya:
– O dönüp duran adamı yakalayıp getir, demiş.
– Yakalayayım. Ama bana onun için hazinedeki zehirden vermen lazım, demiş. Cadı zehri alıp o şehre gidip eve girmiş.
– Gel, anne, demiş kız.
– Geliyorum yavrum, deyip gireken ayağı takılmış ve elindeki zehir ocağın üstüne dökülmüş. Bir damla zehir de kızın yüzüne sıçramış. Kız ölecek gibi olmuş. Kıran kızın öleceğini anlayınca kızın yüzündeki zehri emmiş. O sırada padişahın oğlu uyanmış:
– Kıran ağa! Sen de çok hevesliymişsin, demiş
– Öyle değil, dostum, yaşlı bir kadın gelip zehir saçtı. Kızın yüzüne damlayan zehri çıkarıyordum, demiş. Padişahın oğlu buna inanmamış.
– O zaman ben gidiyorum diyerek Kıran evden çıkıp gitmiş.
– Kız neden inanmıyorsun, ben de hemen kanadımı kuyruğumu toplayıp uçup giderim, demiş.
O sırada padişahın askerleri toplanarak şehre oklarala saldırmaya başlamışlar. Padişahın oğlu ne yapacağını bilemeyip Kıran’ın verdiği tüylerden ikincisini yakmış ama Kıran gelmemiş. Üçüncüsünü de yakmış. O vakit Kıran:
– Gelmeyecektim ama çok istedin demiş. Padişahın oğlu Kıran’dan özür dilemiş. Kıran da affetmiş. Kıran dışarı çıkıp heybetiyle padişaha:
– Ben Kıran’ım, sinirlenirsem şehrini yerle yeksan ederim diyerek haykırmış. Senin tek çocuğuna suda silüetini gördüğü kızı buldum. Sonra da yeni bir şehir inşa edip, senin yanına getirttim, demiş.
Padişah askerlerine ok atmayı durdurun diye emretmiş. Askerler silahlarını bırakmışlar. Padişah oğluyla gelinini görüp mutlu olmuş. Düğün yapıp oğlunu tahta oturtmuş. Oğlu da Kıran’ı veziri yapmış. Adaletli padişah, adaletli vezir olarak şanları tüm dünyaya yayılmış.