Buch lesen: «Bir nefeste dünya tarihi»
GİRİŞ
Bu çalışma dünya tarihinin yaklaşık 5000 yıllık bir kesitini, küçük bir kitaba sığdırmayı amaçlamaktadır. Küresel tarihimizin geniş ve sıklıkla karmaşık doğası, basit ve anlaşılır bir formatta damıtılmış; bir nefeste okunabilen tarih derlemesi ortaya çıkarılmıştır.
Biz, bu kitapta dünyanın en eski medeniyetlerine ve antik imparatorluklarına özellikle önem gösterdik. Daha önce fazlasıyla ele alınmış olan Avrupa tarihinin ötesine geçebilen bir dünya tarihi hazırlamaya gayret ettik.
Bu kitapta, Avrupa ve Kuzey Amerika tarihinin bilindik öykülerine, Antik Yunan’ın yücelikleri ve Norman İstilaları’ndan Amerikan Bağımsızlık Savaşları ve Wall Street’in çöküşüne kadar birçok olaya yer verildi. Bununla birlikte Uzakdoğu, Afrika, Ortadoğu, Okyanusya ve Amerika halklarının başından geçen olayları da ele aldık. Bu sayede, kitabın doğası gereği, kısa da olsa Pakistan’ın İndus Medeniyeti’ne, Çin’in Tang Hanedanlığı’na, Kuzey Afrika’nın Kuşitler’ine ve Pers Ülkesi’nin Nadir Şah’ına kitapta dikkat çekebildik.
Her bir bölüm kısa fakat kapsamlıdır. Bu çalışmada yer alan bağımsız her bir bilgi parçasından kendi başına ya da sunulan diğer bilgilerle birlikte yararlanılabilir. Bir kitabın kapsayabileceği şekilde mümkün olan hiçbir şeyi atlamamaya gayret gösterdik (Neyin dışarıda bırakılacağına karar vermek neyin kitaba dahil edilmesi gerektiğine karar vermekten daha zor oldu). Diğer kayıtlara ve olaylara da atıflar yapıldı. Zira tarih, daha önce yaşanan olaylarla şekillendirilmediği ve bağlantılandırılmadığı sürece hiçbir şey ifade etmez.
Kitaba, hakkında pek az şey bildiğimiz ama bugünkü hayatımız üzerinde muazzam bir etkiye sahip olan en eski medeniyetlerle başladık. (Tarihçi J. M. Roberts’ın dediği gibi: “Eski tarih, yaşamlarımızı ve düşüncelerimizi etkilemeye devam etmektedir.”) İlk medeniyetlerden başlayarak 1945 yılına kadar getirebildiğimiz süreçte, neredeyse elli dört asrı aşan bir dünya tarihi anlatılmaktadır. Aktarımlar Ortadoğu ve Afrika, Avrupa, Amerika, Uzakdoğu ve Okyanusya’yı içeren alt gruplar halinde tasnif edildi. Sıklıkla ülkelerin ve şehirlerin günümüzde yaygın olan adları kullanıldı. Eski isimlerin daha uygun ve okuyucu için daha tanıdık olduğu hallerde ise orijinal isimler muhafaza edildi.
Bir Nefeste Dünya Tarihi’nin tarihle ilgili kimi karışıklıkları aydınlatarak, kitlesel göç ve çatışmalardan, geçmişin büyüleyici başarılarına ve insanın hayatta kalma azminin sayısız örneklerine kadar düşüncelerimizi etkileyen ve bizi bugün olduğumuz şey haline getiren gerçeklerin anlaşılmasına katkı sunacağını umuyoruz.
Emma Marriott
Bu kitaba olan katkılarından ötürü Dr. Hilary Stroh 2 soyadlı, Lindsay Davies, David Woodroffe, Ana Bježančević, Greg Stevenson, Andrew John, Charlotte Buchan, Dominique Enright ve Glen Saville’e teşekkür ediyorum.
I
İLK İMPARATORLUK VE MEDENİYETLER
M.Ö. 3500 – M.Ö. 800
ORTADOĞU VE AFRİKA
Sümer Medeniyeti
M.Ö. 5000’lerde Güney Mezopotamya’nın (günümüzde Irak) Sümer adıyla bilinen verimli topraklarına çiftçiler yerleşti. Bu mütevazı başlangıç aslında dünyanın ilk büyük medeniyetinin tohumlarını atıyordu.
Dicle ve Fırat nehirleri arasında yaşayan (Mezopotamya, Yunancada “iki nehrin arasındaki toprak” demektir) Sümerli çiftçiler tahıl ve diğer tarım ürünlerini bol miktarda yetiştirebiliyorlardı. Temel gıda ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra ellerinde kalan üretim fazlası ise onlara yerleşik bir yaşam sürme imkanını sunuyordu. Sümerliler, ellerindeki fazla gıdayı günümüzde Pakistan ve Afganistan sınırlarına kadar uzanan bölgede yaşayan insanlar tarafından üretilen metalleri ve aletleri almak için kullandılar. Verimli fakat sel eğilimi olan arazileri üzerinde hendek ve kanallardan oluşan bir ağ sistemi ve drenaj yolları kurmayı başardılar.
M.Ö. 3000’lerde, Sümer’de bir dizi şehir devleti ortaya çıktı. Bunların en büyüğü kırk bin insanı barındıran Ur’du. Dünyanın bilinen ilk yazı sistemi Sümer kökenlidir. Başlarda resim yazısı olan Sümer çivi yazısı, aşamalı olarak bir dizi kama biçimli basit simgeden oluşan bir yazı sistemine dönüştü. Metinler kil tabletlere kamış saplarıyla yazılıyordu. Sümerliler aynı zamanda karmaşık bir yönetim ve hukuk sistemi düzenlediler. Tekerlekli araçlar ve çömlekçi çarkları geliştirdiler. Büyük zigguratlar1, kubbeli ve sütunlu binalar inşa ettiler.
İlk büyük Sümer İmparatorluğu, M.Ö. yaklaşık 2350 yılında Akad Kralı Sargon (Sümer’in kuzeyinde yer alan antik bir krallık) tarafından kurulmuştu. Bütün Sümer şehirleri onun kontrolü altında birleşti. İmparatorluk Suriye’den Basra Körfezi’ne kadar uzanıyordu. Bu hanedanlık takriben M.Ö. 2200 yılında yıkıldı. Ancak M.Ö. 2150’den sonra Ur kralları Sümer otoritesini yeniden kurup, Akadları egemenlikleri altına aldılar. Tahminen M.Ö. 2000 yıllarında, Elamitlerin istilası (Sümer’in doğusunda yer alan bir medeniyet) ve Ur’un yağmalanmasını takip eden süreçte Sümerliler Amorit egemenliği altına girdi. Yakın gelecekte onlardan geriye kalanlardan büyük şehir devleti Babil doğacaktı (Bkz. sayfa 17).
Antik Mısır: Eski Krallık
Afrika’daki ilk medeniyet M.Ö. 5000’lerde kıtanın kuzeydoğusunda yer alan Nil Vadisi’ndeki yerleşim ile başladı. Buralarda yaşayanların Sahra’dan geldiği düşünülmektedir. Yaklaşık 2000 yıl önce, iklim değişikliği Sahra’yı çöl haline getirmeden Afrika’nın ilk tarımcı toplulukları orada yaşamışlardı. Aynı iklim değişikliği Nil Vadisi’nin bataklıklarını da kurutmuş ve burayı çiftçi halklar için çekici bir bölge haline getirmişti.
M.Ö. 4. yüzyılın ortalarında, Nil Vadisi yoğun bir nüfusa sahipti. Kasabalar büyümüş ve bölge iki Mısır krallığına ayrılmıştı. Geleneksel Mısır kronolojisi bize M.Ö. 3200’de Firavun (Hükümdar) Menes’in Mısır’ın iki krallığını tek bir devlet çatısı altında birleştirdiğini söyler. Bu 3000 yıllık bir medeniyetin başlangıcıdır. Bu medeniyete devasa anıt mezar inşa projeleri ve serpilip gelişen Mısır kültürü damgasını vuracaktır.
Antik Mısır’ın en eski dönemi Eski Krallık (yaklaşık2M.Ö. 2575-2130) olarak bilinir. Bu dönemde ülkeyi bir dizi güçlü firavun yönetmiştir. Teknoloji, sanat ve mimarlıkta büyük gelişmeler yaşanmıştır. Hiyeroglif yazı sistemi geliştirilmiş, Büyük Sfenks ve Giza piramitleri inşa edilmiştir (Bunların inşası sırasında binlerce Mısırlı hayatını kaybetmiştir). Piramitler firavunun ölümden sonraki hayatı için inşa edilmişlerdir. Piramitler, Güneş Tanrısı Ra inancıyla yakından ilişkilidir. Bir noktadan genişleyerek inen şekli, güneş ışınlarını andırır ve merhum kralın tanrılara doğru yükselişi için bir merdiven rolü oynar.
Antik Mısır: Orta ve Yeni Krallık
Mısır’da Orta Krallık (y. M.Ö. 1938-1630) adıyla bilinen bir istikrar döneminin ardından şiddetli kuraklık, kıtlık ve merkezi devletin çöküşü gelmiştir.
Daha sonra Mısır’ın firavunları ülkenin refah ve istikrarını yeniden inşa etmeyi başarmışlardı. Bu amaçla sınırların güvenliği sağlanmış, tarımsal üretim arttırılmış ve zengin maden kaynakları ele geçirilmiştir (Bu başarı kısmen zengin altın madenleri ve taş ocaklarına sahip olan Nubya’nın fethi ile gerçekleşmiştir). Bu döneme, altın ve diğer değerli maddelerden yapılan mücevher tasarımları damgasını vurmuştur. Ölüm ve yeniden doğuş tanrısı Osiris’e tapınma Mısır’da yaygınlaşmıştır. Bu inanca göre sadece firavunlar değil tüm insanlar ölümlerinin ardından tanrılar tarafından karşılanacaklardır.
Bu dönemde girişilen iddialı inşaat ve madencilik projeleri, Nil’deki ciddi taşkınlarla birlikte firavunun Mısır’daki gücünün zayıflamasına neden oldu. Bu durum yabancı yerleşimcilerin (Özellikle de Filistin’den geldiği düşünülen Hiksosların) gücü ellerine geçirmesine imkan verdi. Bronz yerine demirin yaygın olarak kullanıldığı bir ekonomiye geçiş de bu düşüşe katkıda bulundu. Bu dönemi izleyen Yeni Krallık (y. M.Ö. 1539-1075) döneminde firavunlar hakimiyeti yeniden ele geçirdiler. Mısır etkisi Suriye, Nubya ve Ortadoğu’da yayıldı. Mısır tarihinin en önemli dönemlerinden biri olarak görülen bu süreçte, çok sayıda büyük tapınak inşa edildi. Bunların arasında Krallar Vadisi’ndeki resimli anıt mezarlar da bulunmaktadır. Aralarında kadın lider Hatşepsut ve çocuk kral Tutankamon’un da bulunduğu Mısır’ın en ünlü firavunları bu dönemde hüküm sürmüşlerdir.
Mısır’ın son büyük firavunu III. Ramses’in M.Ö. 1070 yılında ölümünün ardından, Mısır çok sayıda küçük krallığa bölünmesine neden olacak olan yavaş bir gerileme dönemine girdi. M.Ö. 719 yılı civarında, Kuşitler (Bkz. sayfa 40) Mısır’ı fethettiler. Kuşitler, M.Ö. 656 yılında Asurlular tarafından kendi sınırlarına sürülene dek Mısır’ı firavunlar gibi yönettiler. Asur hakimiyetini, M.Ö. 525 yılında Pers istilası izledi. M.Ö. 322 yılında Büyük İskender ve son olarak M.Ö. 30 yılında Romalılar Mısır’ı fethettiler.
Babil
Mezopotamya’daki politik güç, en sonunda kuzeydeki Akad şehri Babil’e kaydı. Öyle ki bu dönemde tüm bölge Babil adıyla anıldı. İlk büyük Babil Hanedanlığı, M.Ö. 1894 yılından gücünün zirvesine çıktığı Kral Hamurabi (y. M.Ö. 1795-1750) dönemine kadar 300 yıl boyunca hüküm sürdü.
Hamurabi döneminde, Babil İmparatorluğu’nun sınırları Sümer de dahil olmak üzere Güney Mezopotamya’nın tamamını ve Asur’un kuzey bölgelerini içine alacak biçimde genişledi. Hamurabi, kendi adıyla bilinen dünyanın ilk kanunlarını çıkarmasıyla (Hamurabi Kanunları), bilimi ve bilim insanlarını desteklemesiyle ün kazanmıştı.
Hamurabi’nin ölümünün ardından Babil gerilemeye başladı. M.Ö. 1595 yılından itibaren Hitit egemenliği (aşağı bakınız) altına girdi. Hititleri, 400 yıllık bir hanedanlık kuran, Babil’in doğusundan gelmiş dağlı Kas-sitlerin hükümranlığı izledi. Bu süreçte Asur Babil’den ayrıldı. Babil’in kontrolü için yüzlerce yıl sürecek olan bir mücadele başlıyordu. M.Ö. 9. yüzyılda Asur kralları Babil’i yönetmeye başladılar. Bu dönem M.Ö. 7. yüzyılın sonlarına kadar devam etti.
1 Antik İmparatorluklar: Afrika ve Ortadoğu y. M.Ö. 3500-M.Ö. 60
Daha sonra Babil, haklarında pek az şey bilinen semitik bir halk olan Keldanilerin kontrolüne geçti. Özellikle II. Nebukadnezar (M.Ö. 604-532) döneminde imparatorluk yeniden yükselmeye başladı. II. Nebukadnezar, Asur ve Filistin’i egemenliği altına aldı, Babil şehrini yeniden canlandırdı ve Babil’in ana tanrısı olan Marduk Tapınağı’nı yeniden inşa etti. Nebukadnezar ünlü “Babil’in Asma Bahçeleri”nin yapılmasını emretti. M.Ö. 539 yılında Babil, Büyük Kiros komutasındaki Persler tarafından istila edildi (Bkz. sayfa 33). Bu olay Babil İmparatorluğu’nun sonu oldu. Buna karşılık M.Ö. 4. yüzyıla kadar Babil şehri önemini korumaya devam etti.
Hitit İmparatorluğu
Bronz Çağı’nın en büyük güçlerinden biri olan, Hititler adıyla bilinen savaşçı halk, günümüz Türkiye’sinin büyük bir bölümünü ve Suriye’yi yaklaşık bin yıl boyunca yönetti. En geniş sınırlarına M.Ö. 1450 – M.Ö. 1200 yılları arasında ulaşan Hititler, Babil ve Asur İmparatorlukları ve Antik Mısır ile mücadele etti.
Hititlerle ilgili bilgilerimizin büyük bölümü 1906 yılında Türkiye’deki Hattuşaş’ta keşfedilen çivi yazılı on bin adet kil tabletten gelmektedir. Diğer antik şehirlerinden geriye kalanlarla birlikte bu tabletler, Hititlerin M.Ö. 3000 yıllarından sonra Karadeniz’in kuzeyindeki bir bölgeden Anadolu’ya (Bir başka deyişle Küçük Asya’ya) geldiklerini ortaya koymaktadır. Bu bölge günümüzde Türkiye’nin Asya topraklarını teşkil etmektedir. Hititler ata binip, at arabaları kullanıp bronz hançerler kuşanıyorlardı. Hitit dominyonları, M.Ö. 2000’de bir imparatorluk çatısı altında birleştiler. Başkentleri Hattuşaş oldu. İlk Hitit krallarından olan I. Hattuşili (M.Ö. 1650-1620) Suriye’yi işgal etti. Halefi I. Mursili, Babil’i yağmaladı. Ne var ki Mursili öldürüldükten sonra Hitit istilası başarısız oldu.
M.Ö. 1450’de Hitit İmparatorluğu’nun yükselişi başladı. M.Ö. 1380’de büyük Hitit Kralı Şuppiluliuma, Suriye’den günümüzde İsrail sınırları içerisinde yer alan Kenan bölgesine dek uzanan bir imparatorluk yarattı. Onun soyundan gelen Muwatallis zamanında Mısır ve Hitit İmparatorluğu Suriye’de egemenlik kurmak için birbirleriyle mücadele ettiler. Bu süreçte, Mısır Firavunu II. Ramses’le Muwatallis arasında Kadeş’te yaşanan çok şiddetli savaş, tarihte önemli bir üne sahiptir (y. M.Ö. 1300).
Hititlerin, demiri büyük ölçeklerde üreten ve üretilen demiri alet ve silah yapımında kullanan ilk medeniyet olduğu düşünülmektedir. Bu özellikleriyle Hititler, Demir Çağı’nı başlatmışlardır (Demir, birkaç yüzyıl sonra bile birçok medeniyet tarafından hâlâ kullanılmamıştı). Aralarında Ege denizi halklarının (Doğu Akdeniz kökenli göçmenlerin nasıl oluşturulduğu tam bilinmeyen koalisyonu) da bulunduğu göçmenlerin yaklaşık olarak M.Ö. 1193 yılında bölgeyi istila etmeleri ile birlikte Hititler aniden çöküş sürecine girdiler.
Asurlular
M.Ö. 14. yüzyılda Asurlular, Babil’den (Bkz. sayfa 17-19) ayrılarak asıl merkezi Kuzey Mezopotamya’daki Asur şehri olan bağımsız bir imparatorluk kurdu.
Kuzeyden ve güneyden gelen işgalcilerle yaptıkları aralıksız mücadeleler, Asurluları usta savaşçılar haline getirmişti. Çoğunlukla zalimlikleriyle ün kazanmışlardı. Kültürlerini büyük ölçüde özümsedikleri Babillilerin dili ile kendi dilleri neredeyse aynıydı. Özellikle silah teknolojisi alanında son derece yenilikçiydiler. Çeşitli kuşatma silahları geliştirmişlerdi. Atlara araba çektirmek yerine onları süvari birliklerinde kullanan ilk kavim oldukları düşünülmektedir.
En ünlü Asur Kralı II. Sargon (M.Ö. 722-705), başkenti Ninova’ya taşıdı. Şam ve İsrail’in de içinde bulunduğu birçok bölgeyi fethetti. 30 bin İsrailliyi sürgüne gönderdi (İsrail’in “On Kayıp Kabile” efsanesinin temeli bu olaya dayanmaktadır).
M.Ö. 7. yüzyılda, Asur dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük imparatorluk halini almıştı. Büyük Asur krallarının sonuncusu olan Asurbanipal (M.Ö. 668-627) Pers Körfezi’nden Mısır’a dek uzanan büyük bir imparatorluğa hükmetti. Asurlular böyle bir imparatorluğu yönetebilmek için, yollar ve son derece etkili bir posta servisi kurdular. Asurbanipal Ortadoğu’nun ilk düzenli kütüphanesini Ninova’da kurdu. Burada binlerce metin ve kil tablet bulunuyordu. Bu çiviyazılı tabletlerin 20.720 tanesi, günümüzde British Museum’da saklanmaktadır.
Asur Devleti, M.Ö. 612 yılında Medler (Perslerle bağlantılı Hint-Avrupa kökenli bir halk) ve Keldanilerin oluşturduğu bir koalisyon tarafından yenilgiye uğratıldı. Asurlular, sonraki yüzyıllar boyunca Babil, Pers İmparatorluğu, Büyük İskender (Adını “Suriye” olarak değiştirdi), Partlar ve Romalılar tarafından idare edilmiştir.
Fenike
M.Ö. 2000’de Doğu Akdeniz sahilinde çok sayıda halk yaşıyordu. Bu bölge günümüzde Lübnan, Suriye ve İsrail’i kapsamaktadır. Bu dar sahil Asya, Afrika ve daha ileride kalan bölgeler için doğal bir iletişim noktası konumunda bulunuyordu. Sahil şeridinde yaşayanlar, aralarında sedir ağacı (bina yapımında), zeytin, şarap ve giysi gibi birçok ürünün bulunduğu çeşitli ticari mallar üretiyorlardı. Bu ürünler Mısır, Kıbrıs, Girit ya da Türkiye’nin batısında bulunan Truva gibi bölgelerin halklarına satılıyordu.
M.Ö. 1500’lerde, bölgede Ugarit ve Biblos şehirlerine ek olarak yeni yerleşim yerleri inşa edilmeye başlandı. Ugarit M.Ö. 4000, Biblos ise M.Ö. 3000’de kurulmuştu. Çevre imparatorlukların gerilemesine paralel olarak, Fenike’nin en bilinen ve süslemeleriyle ünlü olan Tire, Sidon ve Berot şehirleri M.Ö. 1000 civarında altın çağlarını yaşamaya başladı.
Ticaret Fenike refahının temel unsuru olmaya devam etti. Özellikle altın ve gümüş işlemeleri, güzel cam ürünleri ve işlenmiş fildişi gibi lüks maddelerin üretimi ve ticaretinin bu refahın oluşumundaki payı büyüktü. Fenike boyaları ve özellikle mor dokumaları çok rağbet görüyordu (Mor kumaşlar o dönemde yüksek bir sosyal statünün göstergesiydi). Nitekim Fenike adı bile Yunanca “mor” kelimesinden türetilmişti.
Denizci bir güç olan Fenikeliler, M.Ö. 9. yüzyılın sonlarından başlayarak Kıbrıs’ta ve Kuzey Afrika sahili boyunca koloniler inşa etmeye başladılar. M.Ö. 814 yılında Tunus’ta Kartaca’yı kurdular (Bkz. sayfa 41-42). Fenike, M.Ö. 322 yılına kadar Asur ve Pers imparatorluklarının kontrolü altında büyümeye devam etti. Bu tarihte başkentleri Tire yağmalandı ve Fenike Büyük İskender’in Yunan dünyası ile birleşti.
UZAKDOĞU
İndus Medeniyeti
Dünyanın en gelişmiş kent topluluklarından biri, yaklaşık olarak M.Ö. 2500 yılında, günümüzde Pakistan sınırları içerisinde bulunan İndus Nehri’nin aşağı vadisinde ortaya çıktı. Bu topluluk pek çok açıdan Antik Mısır’dan daha ileriydi. 500.000 kilometrekarelik bir alanı kaplıyordu. Bu haliyle toprakları 63.000 kilometrekarelik bir alana yayılmış olan Mısır’dan çok daha genişti. Güney Asya’nın ilk medeniyeti olarak, gelişimini İndus Vadisi’nin bereketine borçluydu.
Arkeologlar tarafından günümüze kadar İndus Medeniyeti ile ilişkili 100 yerleşim yeri açığa çıkarılmıştır. Bu bölgelerde yapılan kazılar halen devam etmektedir. Söz konusu yerleşimlerin en büyükleri her biri 30-40.000 civarı bir nüfusa sahip olan Harappa, Mohenjo-daro ve Dholavira’dır. Fırınlanmış tuğladan yapılmış binalar belirgin bir sokak planı içerisinde sıralanmıştır. Bu durum İndus Medeniyeti’nde yerleşim bölgeleri inşa edilirken, planlamaya ve tekbiçimliliğe dikkat edildiğini göstermektedir. Bölgedeki şehir ve kasabalarda belirgin bir uyum vardır. İndus yerleşimleri aynı zamanda döneminin en ileri sulama kanallarına ve su tesisatı sistemlerine sahiptir. Mohenjo-daro’da neredeyse her evde bulunan tuğla kanal formundaki tuvaletler sokakların altından akan bir kanalizasyon sistemine bağlanmaktadır.
Yaklaşık 400 farklı simgeden oluşan ve genellikle sabuntaşından damga mühürlerinin üzerinde bulunan İndus yazısı halen deşifre edilmeyi beklemektedir. Bu nedenle, İndus Medeniyeti’ne ilişkin pek çok soruya halen yanıt verilememiştir. Bölgede ciddi bir silahlanma ya da organize dinin varlığına dair herhangi bir kanıta ulaşılamamıştır. Henüz İndus Medeniyeti’nin M.Ö. 1500’lerde son derece ani bir biçimde çökmesiyle ilgili ikna edici bir açıklama ortaya konulamamıştır. Nüfus artışı, seller, topraktaki tuz miktarının artışı ya da şehirlerinin Aryan işgalcileri tarafından yağmalanması bu çöküşe neden olmuş olabilir.
Vedik Çağ ve Hinduizm
Vedik Çağ (y. M.Ö. 1500-800), Antik Hindu metinleri olarak bilinen Vedaların meydana getirildiği çağdır. Dört kutsal kitaptan oluşan Vedalar, Hinduizmin tarihsel kaynakları olarak kabul görmektedir. Vedik Çağ, Aryan işgalcilerin M.Ö. 1500’lerde Hindistan’a gelmeleri ile başlar. Bunlar Orta Asya kökenli asil göçebe halklardı. Nitekim “Aryan” kelimesi esas olarak “asil” anlamına gelmektedir.
Aryan göçünün somut tarihsel kanıtları bulunmamaktadır. Buna karşılık, Veda metinlerinin en eskisi olan Rigveda metinlerinde Aryanlara göndermeler yapılır. Metinlerde Aryanlardan, hayatları atları ve sığır sürüleri etrafında geçen kabile halkları olarak bahsedilmektedir. Aryanlar Antik Hindu metinlerinin dili olan Sanskritçenin eski bir formunu kullanmışlardır. Bu dil, aralarında modern Hindistan’ın resmi dili Hintçenin de bulunduğu çok sayıda modern dile kaynaklık etmiştir.
Aryanların gelişini izleyen yüzyıllarda, Kuzey Hindistan adım adım Aryanlaştırılmıştır. Açık tenli Aryanlar, başlarda Hindistan’ın koyu tenli yerleşimcileri ile herhangi bir biçimde karışmayı reddetmişlerdir. Toplumu dört gruba ayırarak, katı bir sosyal hiyerarşi kurmuşlardır: Brahmanlar (rahipler ya da bilginler), Kshatriyalar (askerler), Vaişyalar (çiftçiler ve tüccarlar) ve Şudralar (hizmetçiler). Bu bölünme Hindu kast sisteminin temelini oluşturmaktadır.
Vedik inanç formlarının modern Hinduizmin köklerini teşkil ettiğine inanılmaktadır. Temel ilahları Indra, Agni (kurbanlık ateş) ve Suyra’dır (güneş). Metinlerde Vişnu gibi kimi önemli Hindu ilahlarına ise çok az önem verilir. Hatta Şiva gibi ilahlara hemen hemen hiçbir atıf yapılmaz. Kurban törenleri Vedik ibadetinde merkezi bir role sahiptir. Özellikle sanrı (halüsinasyon) görülmesine sebep olan Soma içkisinin tanrılara sunumu yaygın bir dini ritüeldir. Geç Vedik dönemde, Hindistan’ın fethedilmiş halkının inançları Veda gelenekleri ile harmanlanarak Hinduizmin ilk biçimleri ortaya çıkarılmıştır.
Erken Çin Medeniyeti
Çin’de ilk medeniyet biçimi Xia Hanedanlığı döneminde ortaya çıkmıştır. Arkeolojik kalıntıların son derece sınırlı oluşu Xia Hanedanlığı’nın gerçekten var olup olmadığı konusunda tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yine de Xia Hanedanlığı’nın, arkeologların M.Ö. 2000’li yıllara ait taş aletler ve bir bronz dökümhane buldukları Sarı Nehir Vadisi’nde M.Ö. 2100’lerde kurulmuş olabileceği düşünülmektedir.
Daha sonra gelen Shang Hanedanlığı, M.Ö. 1766 yıllarında, modern Anyang’ın yakınlarında kurulmuştur. Bu hanedanlık hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır. Shang Hanedanı hakkında sahip olduğumuz tüm bilgileri, bu dönemde 100.000’den fazla kaplumbağa kabuğu ve kemik parçasının üzerine işlenmiş olan eski metinlere borçluyuz. Shang halkı hayvanların kemiklerini ya da kabuklarını ısıtarak geleceği tahmin etmeye çalışıyorlardı. Bunlara kehanet kemiği denirdi. Bu kemik ve kabukların üzerine işlenmiş olan yazılar Çin yazısının bilinen en eski kayıtlarıdır. M.Ö. 1500’lerde Shang Hanedanlığı gelişmeye başladı. Kutsal vazolar ve bronz dökümü silahlar yapılması, bol içerikli bir yazı sisteminin geliştirilmesi, karışık fildişi ve yeşim taşı oymaların yapılması gibi gelişmeler bu dönemde mümkün olmuştur. Shang Krallığı’nın sınırlarının genişliği belirsizdir. Yaklaşık 647.500 km’ye kadar yayıldığı tahmin edilmektedir.
M.Ö. 1046 yılında, Zhou Krallığı’nın yöneticileri Shang Krallığı’nı ele geçirdi. Bu hanedanlık yaklaşık 800 yıl ayakta kalacaktı (Çin tarihinin en uzun ömürlü hanedanlığıdır). Zhou Hanedanlığı, Yangtze Nehri’nin kuzeyindeki bölgede hüküm sürdü. M.Ö. 771 yılında başkentleri Hao’dan Luoyang’a taşındı. Sonrasında, krallar ve feodal lordlar arasında yaşanan savaşlar Çin’deki birliğin bozulmasına sebep olan (Söz konusu feodal yapı Avrupa’da ortaya çıkışından bin yıl önce Çin’de ortaya çıkmıştı). Zhou Hanedanlığı döneminde, çarpım tabloları geliştirildi. Demir işleme ve tarımsal üretim alanında gelişmeler oldu. Konfüçyusçuluğun Beş Klasiği bu dönemde derlendi. Bu eserler daha sonra yüzyıllar boyunca Çinli bilginlerin temel metinlerinden olacaktı.