Nur auf LitRes lesen

Das Buch kann nicht als Datei heruntergeladen werden, kann aber in unserer App oder online auf der Website gelesen werden.

Buch lesen: «Kırgız Şiirinde Akan Su»

Schriftart:

Kısaltmalar

AKM Atatürk Kültür Merkezi

ASKİ Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi

C. Cilt

çev. Çeviren

haz. Hazırlayan

İTOBİAD İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi

S. Sayı

s. sayfa

sad. Sadeleştiren

TDK Türk Dil Kurumu

TDV Türkiye Diyanet Vakfı

TTK Türk Tarih Kurumu

vb. ve benzeri

vd. ve diğerleri

Takdim

19. asır Türkistan tarihinin en karanlık ve meşum dönemidir. Bu donemi bu kadar karanlık yapan husus Türkistan’ın istilası ve yaşanan katliamlardır. Bu dönem dünyadaki bütün sömürge güçler sanki Türkistan’ın üzerine bir kara bulut gibi çökmüştür.

Bu dönem aynı zamanda Türk’e ait, Türkistan’a ait bütün değerlerin kirletildiği, yok edilmeye çalışıldığı coğrafyaya ve coğrafyada yaşayan insanlara esaret zincirinin takıldığı dönemdir. Bu dönemin takibinde özellikle Kırgız coğrafyasında çok büyük acılar yaşanır ki bunlar katliamı aşan soykırıma varan olaylardır.

İlmiskiy’le beraber sistematik hale getirilen asimilasyon politikaları bir taraftan da şiddet ve katliama dönüşür. İnsanlar çaresiz ne yapacaklarını bilmez durumdadırlar. Aydın insanların pek çoğu da susmak zorunda bırakılmıştır. Bu duruma seyirci kalamayan Kırgız akınları yaşanan zulmü, katliamı, soykırıma varan olayları dillerinin döndüğünce şiirle dile getirmeye çalışırlar.

Bütün edebiyatı neredeyse şiirden ibaret olan coğrafyanın insanlarını harekete geçirebilecek tek şey akınların söyledikleri şiirlerdir. Bugün yaşanan bu acı olayların belgelerini gerçeğiyle bulmak çok zordur. Ancak bu acı olayları anlatan şiirler oldukça fazladır tam olmasa bile kısmen bu acılar şiirlerde yaşamaktadır. Kırgız edebiyatı konusunda çalışan değerli bir araştırmacı bu şiirlerden hareketle bu acıları tarihe not düşmek için bir kitap haline getirmiş ve konuyla ilgilenenlere takdim etmiştir. Verdiği emek, gösterdiği gayret için Dr. Mustafa KUNDAKCI’ya teşekkür eder böyle çalışmalarının devamını gönülden dilerim.

Prof. Dr. Hikmet KORAŞ

Ön Söz

İnsan, en geniş anlamıyla tabiatı kendi faydasına hazırlanan bir mekân olarak görür. Onda var olan tüm imkânların kendisine hizmet için hazırlandığını düşünür. Hayatta kalmak için bir yurt, sığınak, ev olarak da değerlendirilebilecek tabiata güvenen insan; çoğu zaman kendisini de onun dışında, karşısında değil ona ait bir şey olarak hisseder. Daha çok his ama yer yer düşünce olarak insanda biçimlenen bu hâl, edebî eserler eliyle tarif edilir. Edebiyat bu bakımdan insan ve onun ezelî yurdu tabiat arasındaki ilişkinin ifadesinde samimî bir araç olarak değerlendirilebilir.

Edebî türler içerisinde bilhassa şiir, insan ve tabiat arasında çözüldükçe daha da karmaşık hâle gelen ilişkiyi en kısa yoldan anlatmaya heveslenir. Zira şiir nesire has hesabîlikten uzak hasbî bir tavırla bu iki unsur arasındaki alakayı sadece zihne değil kalbe dokunacak şekilde anlatma imkânına sahiptir.

Türkistan coğrafyasında konargöçer bir hayat süren ve tabiatla iç içe yaşayan Türk toplulukları için toprağı, havası, güneşi, ormanı ile tabiat; elleri, gözleri, ayakları kadar vazgeçilmez bir uzva dönüşür. Onları bu derece etkileyen, dışlarını çepeçevre kuşattığı hâlde içlerinde de taşıdıkları tabiatı tanıma, onun sırrına erme, ona hakkı olan saygı ve sevgiyi gösterme çabasının sonucu olarak bir düşünme çeşidi de olan şiirlerinde bu konu işlenir.

Kırgız edebiyatında XIX. yüzyılın son yarısından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar tabiatı anlama ve anlatma maksadıyla söylenen şiirlerden bir kısmının ana konusu tabiatın dört temel unsurundan biri olan ‘su’dur. Daima hareket hâlinde olan bir millet olan Kırgızlar, suyu da hareket halinde yani ‘Akan Su’ olarak değerlendirirler. Bu konuyu şiirlerinde işleyen şairler su konusunda birçok açıdan farklı düşünmekle beraber onun dinamik ve hayatın kaynağı olduğu konusunda hemfikirdirler.

İki bölüm olarak hazırlanan bu çalışmanın ilk bölümünde tabiatın bir parçası olan ‘su’ unsurunun evrensel ölçekten başlayarak Türkler ve en sınırlı hâliyle Kırgız Türklerinin mitolojisinde ve kültüründeki yeri üzerinde durulmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise Kırgız edebiyatında tabiatı anlama çabası içerisindeki beş şairin bir akım hâlinde işlediği ‘Akan Su’ başlıklı şiirlerde bu tabiat unsuruna bakışları irdelenmeye çalışılır. Bu irdelemeye esas olmak üzere şairlerin ‘Akan Su’ konusunu işledikleri şiirleri onların biyografileri ve sanat anlayışları eşliğinde verilmektedir.

Bu çalışmayla amaçlanan artık Asya’nın ortasında bir meçhule dönüştürülen ana yurdumuzda sadece etnik olarak değil, tarih, kültür ve anlayış bakımından pek çok ortak noktamız bulunan Kırgız Türklerinin tabiata bakışını biçimleyen dinamikleri anlamaktır. Esasen sadece o gün değil bugün de kendisini tabiattan çok ayrı düşünmeyen Türk toplumunun ‘su’ unsurunu dönemin en ünlü şairlerinin başat konularından biri hâline getirmesi, lirizmden felsefeye kadar uzanan bir yelpazede bu kavramı anlamaya çalışması şaşırtıcı değildir. Son tahlilde şiirlerin çoğunda kişileştirilerek verilen su üzerinden o günün insanına ve toplumuna dönük bir durum değerlendirmesi yapan şairlerin gözünden olan biteni anlamak ve anlatmak en temel çabamızdır.

Kitabı hazırlamamda yardım ve desteklerini esirgemeyen saygıdeğer hocam Prof. Dr. Abdıldacan AKMATALİYEV’e, Türk dünyası kültürünü tanımaya, tanıtmaya yönelik görüş ve yönlendirmeleriyle samimi teşviklerini sürekli yanımda hissettiğim çok kıymetli hocalarım Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU ve Prof. Dr. Hikmet KORAŞ’a, araştırmalarım sırasında fikir ve tavsiyeleriyle katkıda bulunan Doç. Dr. Enver KAPAĞAN ve Doç. Dr. Cıldız İSMAİLOVA’ya, kitabın düzeltmelerinde değerli katkılarını esirgemeyen Öğr. Gör. Yılmaz BACAKLI’ya, kitabın yayınlanmasında gösterdiği ilgi ve alakadan dolayı Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU ve Bengü Yayınevi çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Dr. Mustafa KUNDAKCI

I. BÖLÜM
GİRİŞ

Tabiatta insanoğlu için vazgeçilmez unsurların başında su gelir. Kâinatın yaratılışındaki oluşumu sağlayan ve “anâsır-ı erbaa” olarak adlandırılan hava, su, toprak ve ateş gibi öğelerin en önemli unsurlarından biri de sudur. İnsanlık tarihinin her döneminde vazgeçilmez bir ihtiyaç olan su, canlıların varlıklarını devam ettirebilmeleri için hayati bir yaşam kaynağıdır. Dünyanın dörtte üçü sularla kaplı olduğu gibi İnsan vücudunun da dörtte üçünü su oluşturur. Bu hakikatten yola çıkarak yaratılışın özünün su olduğunu söylemek mümkündür. Su, her şeyin kaynağı olması ve tüm canlılar için hayati önem arz etmesi hasebiyle bütün dinlerde ve kültürlerde kutsal kabul edilir. Su; özellikle şifa, bereket, sonsuzluk, güç ve kuvvet kaynağı olarak milletlerin mitoloji, destan, hikâye, masal, şiir ve birçok sözlü ve yazılı edebi ürünlerinin en temel konuları ve motifleri arasında yer alır.

Su insanlar için ayrıca temizliği sembolize eden hem maddi hem de manevi bir arınma aracıdır. Vücudun veya belli uzuvların suyla yıkanmasıyla fiziksel temizlenme sağlanır. Ayrıca bazı dinlerde bir kısım uzuvların suyla yıkanması fiziksel temizlenmenin yanı sıra manevî arınmayı da sağlayıcı bir ibadet olarak kabul edilir. Suyun farklı özellikleri bilinmekle beraber çeşitli kültürlerde ve dinlerde suyun daha çok temizleyici ve arındırıcı özelliği üzerinde durulmaktadır (Akman, 2002: 2-3).

Bütün bir varoluşun kaynağı olması yönüyle büyük bir değere sahip olan su, tabiatı gereği sıvıdır ve yumuşaktır. Fakat bununla birlikte sert maddeleri delen, yıkan, yok eden bir özelliği vardır. Su, belli bir şekle de sahip olmadığından tabiattaki tüm varlıklardan daha güçlü kabul edilir. Suyun hayati ve olumlu özelliklerinin yanı sıra taşkınlık, sel, tufan gibi olumsuz özellikleri de vardır. Karşı konulmaz gücüyle su, geçmişten günümüze toplumların oluşmasında ve yok olmasında, kültür ve medeniyetinin gelişmesinde, bütün gelenek ve göreneklerinde, inanç ve dinî düşüncelerinde her zaman önemli bir yere sahiptir (Eliade, 2005: 254).

Eski Türklerde ve Mitolojide Su

İnsanlığın suyla münasebeti ilk insanın ortaya çıkışı ile birlikte başlar. Tarihte ilk uygarlıkların nehirler ve su kaynakları etrafında oluştuğu bilinmektedir. İnsanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için büyük önem taşıyan suyun, maddî ve manevî boyutuyla birçok medeniyet, inanç ve mitolojide hayat kaynağı olarak görüldüğü ve kutsallaştırıldığı bilinen bir gerçektir.

Genellikle bütün mitolojilerde yaşam suyla başlar ve suyla son bulur. Su ile ilgili mitler oldukça zengindir. Mitolojilerde su, arındıran iyileştiren, yenileyen, ölümsüzleştiren bir varlık olarak nitelense de özellikleri bunlarla sınırlı değildir. Mitolojide su olağanüstü özelliklere sahip, yaşayan bir varlıktır. Mitolojilerde geçen sosyal ve kültürel değerler, ritüellerle somut hale getirilip çeşitli şekillerde ve zamanlarda uygulanarak bir inanç ve davranış biçimi haline gelir. Bu sürecin sonunda ‘kült” haline dönüşen değerler bir çeşit kutsallık kazanır. Hayvanlar, bitkiler, gök cisimleri, ateş ve su gibi insan hayatında önemli bir etkiye sahip varlıklar kendilerine atfedilen kutsallıkla birlikte saygı, bağlılık, maksadına dönük çeşitli davranışların ve sözlerin de muhatabı olur (Çobanoğlu, 1993: 288). Bu bakımdan ‘kült’lerin toplumlar içerisinde asırlardır yaşayan inançların birikimi olarak değerlendirmek mümkündür. Ayrıca içerisinde ortaya çıktığı toplumun kültür ve inançlarının bir hafızası olarak kabul edilebilecek kültler, o topluma ait bu unsurların kuşaktan kuşağa aktarılmasını da sağlar.

Yer-Su inancının temelini oluşturan her şeyde bir ruh olduğu inanışı, Türk kültürü içerisinde zamanla su kültünün oluşmasına da zemin hazırlar (Akman, 2002: 1). Su kültü hem dünya hem Türk mitolojisinde oldukça geniş bir yer tutmaktadır. Her bir toplum farklı bir kültüre ve inanca sahip olmakla birlikte, bu farklılıklara karşılık toplumların ortak sayılabilecek davranış, düşünüş ve inanış kalıpları da vardır. Tüm canlıların yaşam kaynağının su olduğu, ilk canlıların sudan yaratıldığı inanışı ile ilk yerleşim yerlerinin su kaynakları etrafında oluştuğu bilgisi neredeyse tüm toplumlar için ortak kabullerdendir. Kısaca Yunan, Mezopotamya, Sümer, Mısır, İran, Hint, Japon, Çin ve Türk mitolojilerinde suyun ayrı ve önemli bir yeri vardır. Ayrıca başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere diğer din ve inanış biçimlerindeki kutsal kitaplarda, ibadet formlarında suyla ilgili farklı uygulamalar ve kabuller bulunmaktadır (Kürkan, 2018: 6).

Eski Türkler, su yerine, ‘sub’ kullanılır. Sonradan ‘b’ sesi, bazı değişmeler sonucu düşer. Zamanla kelime ‘su’ şeklinde söylenmeye başlar (Ögel, 2002: 317). Su kültü pek çok kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de tabiat kültü içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Türklerin inanç sisteminde yer alan su kültünün temelleri yer-su inanışına dayanmaktadır (Türkyılmaz, 2013: 171).

Eski Türkler tabiatta gizli güçlerin var olduğuna inanır ve onları ‘iye’ olarak adlandırır. İyeler belirli mekânlarda bulunmakla beraber onlar aynı zamanda koruyucu ruhlardır. Bu nedenle Türkler; pınar, göl ve yüksek dağları iyelerin makamı kabul ederek onları yer-su inanışı gereği kutsallaştırır (Oymak, 2010: 38). Her suyun bir iyesi olduğuna inanılır. Özellikle iyeleri memnun etmek ve yardımlarını almak gayesiyle su kenarlarına gelerek kurbanlar kesilir ve dualar edilir. Ayrıca ruhların gazabına uğramamak için suya onu kirletecek şeyler atılmaz, suya tükürülmez (Pala, 2010: 85), (Kalafat, 1995: 53). Esasında eski Türkler su, ateş ve rüzgâr gibi tabiat unsurlarına saygı göstermek, değer vermekle birlikte bunlardan hiçbirini Tanrının kendisi olarak kabul edip doğrudan bu unsurlara tapınmazlar. Türk tarihinde önemine binaen bazı sular Tanrı tarafından gönderilmiş anlamında ‘ıduk’ yani kutsal sayılır (Güney vd., 2007: 78).

Türklerin yaratılış mitolojisine göre yer ve gök yaratılmadan önce sadece su vardır ve her şey sudan ibarettir (Akpınar, 1988, 30). Suyun birçok özelliğinin yanında yok edici kuvvetine de inanan Türkler; suyu bereket kaynağı, koruyucu güç, temizlik ve arınma vasıtası olarak da benimserler. Halk arasında kirlendiği varsayılan eşya veya kişilerin ‘kırklama’ olarak adlandırılan kırk tas su dökme uygulamasıyla temizleneceği inancı da yaygın olarak kullanılmaktadır (Akman, 2002:5). Suya verilen kutsallığın bir sonucu olarak Türk gelenekleri içerisinde suya dualar edildiği, suyu kirletmemeye özen gösterildiği ve hatta yılın belli dönemlerinde ona kurbanlar sunulduğu, su üzerine yeminler edildiği ve kenarında sabahlayarak ondan çocuk istendiği de görülmektedir (İşcanoğlu, 2017: 296-306).

Suyun Türk kültüründe kutsal sayılmasında Yer-Su inancının yanı sıra Şaman din adamlarının etkin olduğu eski Türk inancının da etkili olduğunu belirtmek gerekir. Bu inanış içerisinde yer alan ‘animizm’ düşüncesi yani her şeyde bir ruh olduğu inancı, suyun da bir koruyucu ruhu (iyesi) olduğu inanışını beraberinde getirir. Türk kültürü içerisinde yer alan su kültü hem Eski Türklerdeki Yer-Su hem de Şaman din adamlarının etkin olduğu eski Türk inancının bir birleşimi olarak açıklanabilir (İşcanoğlu, 2017: 296-306). Su kültü, Şaman öğretilerine hemen bütün yönleri ile yansır. Şaman din adamları ve bu din adamlarının etkisindeki insanlar doğadaki her şey gibi suyun (çay, göl, ırmak, deniz) da bir ruhu olduğuna inanır. Bu nedenle Şamanlar ayinlerinde ırmak adlarını anmadan geçmezler. Nitekim bu inanışın yaygın olduğu Altay- Yenisey Türklerinin ayinlerinde söyledikleri ilahilerde Yenisey, Abakan, Kem, Tam, ırmaklarının adları geçmektedir (İnan, 1976: 41).

Kutsal kabul edilen su, insanların çeşitli hastalık ve ağrılarına da şifa olur. Halk hikayelerinde, hatta bugün için gündelik hayatta daha çok korkan insanlara su verilmesi, suyun tüm korkuyu ve bu korkunun olası zararlı sonuçlarını ortadan kaldırabilecek şifalı bir özelliği bulunduğu kabulünden hareketle insanları psikolojik olarak rahatlatma yöntemidir (Çifçi, 2013: 27). Yine kimi suların içilmesinin kısırlığı giderici şifalı bir etkisi olduğuna inanılır (Türkyılmaz, 2013: 174).

Tüm ilahî dinler de olduğu gibi İslamiyet’te de su önemlidir ve farklı anlamlara sahiptir. Kuran- Kerim’de altmış üç ayette bahsi geçen suyun yağmur, nehir, pınar, deniz gibi şekillerinden de sıklıkla bahsedilmektedir (Günay, 2009: 432-437). Kuran- ı Kerim’de suyun ibadet yapabilmek için gereken manevî temizliği sağlayan abdest almakta kullanılan bir temizlik aracı olduğunun yanı sıra onun hayatın kaynağı ve yaratılışın başlangıcı olduğuna da vurgu yapılır (Günay, 2009: 432). Nitekim A’raf, Hud, Enbiya, Nur ve Furkan surelerinde Allah’ın insanı ve bütün canlıları sudan yarattığına işaret edilmekte, özellikle A’raf suresi 54. ayette yaratılışla ilgili olarak: “Allah Teâla önce Arş’ı, sonra suyu, daha sonra da gökleri ve yeri yaratmıştır.” (Yazır, 2014:162) denilmektedir. Yaratılış süreci ve sonrasında suyun etkisiyle ile ilgili olarak Hud suresinin 7. ayetinde: “Allah, Arş’ı henüz su üstünde iken gökleri ve yeri altı günde, altı evrede yaratmıştır.” (Yazır, 2014: 7), Enbiya suresinin 30. Ayetinde: “Ya o inkâr edenler görmediler mi ki gökler ve yerler bitişik idiler de Biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık, hala inanmıyorlar mı?” (Yazır, 2014: 325), Nur suresinin 45. ayetinde ise: “Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür… Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Yazır, 2014: 357), Furkan suresinde ise ilk insan olan Hazreti Âdem’in su ve toprak karışımından yaratılıp kendisinden sonra gelen insanların bir damla su şeklinde olan meni’den yaratıldığı anlatılmaktadır (Karaman vd., 2004: 355). İslamiyet’e göre su, insanlığın ortak malı ve büyük bir nimet olduğu için kutsaldır. İslamiyetin suya verdiği değer sadece bu dünyaya ilişkin değildir. Çünkü İslam inancına göre insanın ana yurdu olan ve öldükten sonra iyilerin tekrar döneceği cennet ırmakların bolca bulunduğu bir mekân olarak tasvir edilir. Ayrıca Fetih ve Kevser surelerinde adı geçen ve yine cennette yer alan kutsal Kevser suyunun müminlere bir mükâfat şeklinde sunulacağına inanılır (Pala, 2009: 442).

İslamiyette suyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de de geçen birçok kıssa mevcuttur. Bu kıssalarda Hz. Nuh’un kendine inananları tufandan kurtarmak için gemi yapması, Hz. Yusuf’un kuyudan çıktıktan sonra suyla ilgili mucizeleri, Hz. Eyüp’ün yakalandığı amansız hastalık sonrası su içerek şifa bulması, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i ikiye ayırması, Hz. Yunus’un denizde balığın karnına girmesi ve çıkması, Hz. İbrahim’in ateşe atılması sırasında ateşin suya dönüşmesi gibi birçok ibretli hadise aktarılır. Kur’an-ı Kerim’de şifa kaynağı olarak geçen Zemzem suyunun hangi niyetle içilirse o yönde sıhhat kazandıracağı inancı, yine Kur’an-ı Kerim’de geçen Hz. Musa ve Hızır kıssasında âb-ı hayat olarak nitelendirilen suyun varlığı İslam’da suyun önemine vurgu yapan belli başlı işaretlerdir (Kürkan, 2018: 27).

Hacı Bektaş-ı Veli Makalat’ında, Allah’ın insanları dört unsurdan yarattığını ve insanların yaratıldıkları unsurların özelliklerini taşıdığını belirtmektedir. Bunlardan ‘âbidler’ olarak anılan şeriat ehli yelden, ‘zâhidler’ olarak nitelendirilen tarikat ehli ateşten, muhabbet ehli olan ‘muhipler’ topraktan yaratılır. Marifet ehli olan ‘ârifler’ ise sudan yaratılır. Suyun aslı ise Allah’ın kudretinden olduğu için, aslı su olan ârif, içinde kirli ve kötü hiçbir şeyi barındırmaz. (Yılmaz vd., 2007: 44-52). Türkler arasında evrendeki dört elementten biri olarak ifade edilen suyun bereket sağlamadaki rolü iyi bilindiği için su, hayatın kaynakları arasında yer alır. Kutagu Bilig’de geçen:

 
Yağız yer yasıl suv yaraştı bile
Ara min çeçekler yazıldı küle
 
 
Kara toprak, mavi su birbirine yaraştı;
Ortada binlerce çiçek gülerek açıldı.
 

(Atalay, 2008: 579) ifadesinde de suyun bereketi sembolize ettiği görülmektedir. Sıkça vurgulanmasa da toprak gibi ‘ana’ olarak da isimlendirilen su, Türkler için daha çok saflık timsali olarak değerlendirilir (Roux, 1994: 114).

İslamiyetin kabulünden sonra özellikle bugünün Türk toplumlarında su ile ilgili inanışlar farklı şekillerde görülmeye başlanır. Örneğin su içerken alnını tutma, besmele çekme, suyu yudum yudum içme gibi saygı içeren davranışlar suyun kutsiyetine binaen yapılmaktadır (Ögel, 2002: 319).

Türk kültürü içerisinde su ve su kaynakları çevresinde gelişen çeşitli inanışları ve ritüelleri görmek mümkündür. Bahaeddin Ögel’e göre su, Türk gelenek ve göreneklerinin temellerinde yer alan en büyük unsurlardan biridir (Ögel, 2002: 315). Su, tarih boyunca kurulan bütün Türk devletleri tarafından da kutsal sayılır. Hunlar zamanında suyun kutsal olarak görüldüğüne dair bilgiler bulunmaktadır. Hunların sulara ve ağaçlara kurban sundukları rivayet edilir. Ayrıca Hunların elbiselerini üzerlerinde parçalanıncaya kadar giydikleri ve yıkamadıkları da çeşitli kaynaklarda geçmekte ve bu durum kimi araştırmacılarca su kültü ile ilişkilendirilmektedir (Çobanoğlu, 1993: 289-290). Göktürk Kitabelerinde geçen “Türk milletim suyundan ayrılmazsan, Türk milleti kendin iyilik göreceksin.” (Ergin, 2001: 63-64) ifadesi de bu inanışı yansıtmaktadır.

Manas destanında Yakup Han on dört yıllık evliliğine rağmen çocuk sahibi olamayınca karısına şöyle çıkışır:

 
On dört yıldır alalı, anne dahi olmadı,
Kutsal bir yere gidip, adım bile atmadı,
Kutsal pınara gidip, yanında bir yatmadı,
Bir elmanın altına, giderek oynamadı,
Kısırlıktan kurtulup, kutlu yol bulamadı!
 

Manas destanındaki bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla kısırlıktan kurtulup çocuk sahibi olmanın çarelerinden biri de kutsal sayılan bir pınarın kenarında yatmaktır (Ögel, 2002: 358).

Dede Korkut Destanında alpler, temiz sudan abdest alıp namaz kıldıktan sonra savaşın seyrinin değiştiği ve kaybedilmek üzere olan bir mücadelede zafer kazandıkları aktarılmaktadır. Yine büyük sulardan geçmek için sudan izin istemeleri ve dua etmeleri, sevdiğinden haber almaya çalışan Banu Çiçek’in su üzerine and içmesi de suya verilen değeri göstermektedir (Aydoğan, 2006: 70). Dede Korkut Destanında Salur Kazan’ın ırmağa ve suya hitaben söylediği sözler Şamanların Yer-Su ruhlarına hitaben söyledikleri ilâhilere benzemektedir (İnan, 1998: 492):

 
Çağnam çağnam kayalardan çıkan su!
Ağaç gemileri oynatan su!
Hasan ile Hüseyn’in hasreti su!
Bağ ve bostanın hasreti su!
Ayşe ile Fatma’nın nigâhı su!
Şehbaz atlar gelip içtiği su!
Kızıl develer gelip geçtiği su!
Ak koyunlar gelip çevresinde yattığı su!
Ordumun haberin bilir misin, değil bana!
Kara başım, kurban olsun suyum sana!
 
(Ögel, 2002: 343-344)

Türk topluluklarında çok eski dönemlerden beri ‘cad’, ‘cada’, ‘yada’ isimleriyle anılan ve istendiği zaman yağmur, dolu, kar yağdıran veya fırtına çıkaran sihirli bir taşın varlığından bahsedilmektedir. Kuraklığın çok olduğu, gölün ve ırmağın olmadığı veya kuruduğu yerlerde suya kavuşmak için ‘yada’ taşından fayda umulur. Gökte bulunan suyun yağmur olarak yere akıtılması için ‘yada’ taşı devreye sokulur. Yağmur, kar ve dolu yağdırdığına inanılan bu taş sayesinde hem kuraklıktan ve susuzluktan kurtulunur hem de savaş dönemlerinde çok fazla yağmur yağdırmak suretiyle düşmanların helak olması sağlanır.

‘Yada’ taşı, hem taş kültü hem de su kültü ile ortak bir ilişki de olması münasebetiyle farklı bir değere sahiptir. Bazı dönemlerde bu taşı elde etmek için uzun ve kanlı savaşlar yapan Türk topluluklarında taşın rengi, şekli, bulunduğu yer ve kullanım amaçları ile ilgili inanışlar ortaklık gösterir. Buna göre ‘yada’ taşının yağmur yağdırmasının yanında azgın yağan yağmurun durdurulması için de kullanıldığına inanılmaktadır. Bu taşı kullanarak kurak zamanlarda yağmur yağdıran kişiler ödüllendirilmekte buna karşılık yağmurların yağmurun bir felâkete sebep olacak şekilde aşırı yağması durumunda ise ya öldürülmekte ya da memleketten uzaklaştırılmaktadır (Ayan, 2002: 627-628).

Kaşgarlı Mahmut da Divanü Lugati’t-Türk adlı eserinde ‘yada’ taşından bahseder. ‘Yat’ olarak adlandırdığı bu taşın, Yağma ülkesinde yaşayan Türkler tarafından yağmur yağdırma amaçlı kullanıldığını belirten Kaşgarlı Mahmut, bizzat kendisinin şahit olduğu bir hadiseyi de anlatır. Sıcak bir yaz gününde Yağma ülkesinde yangın çıkınca ‘yat’ taşı kullanılarak yağmur yağdırılır ve bu sayede yangının büyümesi önlenir (Gezgin, 2009: 75).

Eski Türkler de ‘bengü su’ Kutadgu Bilig’de ‘tiriglik subı’ (ölümsüzlük suyu) İslamiyette ise ‘âb-ı hayat’ olarak adlandırılan ve içenlere yeniden can verip ölümsüzlük sırrına ermelerini sağlayan bir suyun varlığına inanılır (Ögel, 1989: 106). İçildiği zaman ölümsüzlüğe kavuşulacağına inanılan bu suyla ilgili bir rivayet de Zülkarneyn’e atfedilir. Zülkarneyn ölümsüzlük suyu olduğunu duyar ve bunu aramaya karar verir. Zülkarneyn, Hızır diye anılan Elyesa ile askerlerinin refakatinde yolculuğa başlar. Yolda bir fırtına yüzünden Zülkarneyn ve Hızır askerlerden ayrı düşerler, bu arada Hızır ilahî bir ses duyar ve bir nur görür ve kendini çeken bu sesin yanına gider. Orada hayat çeşmesini bulur, suyundan içer ve bu suda yıkanır. Böylece hem ebedî hayata kavuşur hem de olağanüstü güçler kazanır. Zülkarneyn ile karşılaşınca olanları anlatır. Birlikte suyu tekrar bulmak için çaba gösterseler de ulaşamazlar. Bu sebeple Hızır’ın ölümsüzlük sırrına ermesine karşılık Zülkarneyn ölür (Akman, 2002: 6).

İslamiyet öncesinde ‘bengü su’ olarak anılan hayat suyu İslamiyetle birlikte kısmî bir form değişikliğiyle birlikte varlığını sürdürür. Hayat ve canlılık kazandıran, şifa veren ve ölümsüzlüğe ulaştıran nitelikleri bu yeni din anlayışına ‘ab-ı hayat’ adıyla aktarılarak birçok kıssaya kaynaklık eder. Nitekim İslamiyetle birlikte ‘âb-ı hayat’ suyu; yaşanılan dünyadaki somut formu olarak ‘zemzem’ suyu, cennette ise Kevser ırmağı ile ilişkilendirilir. Kevser cennette akan bal, süt ve türlü içeceklerin lezzetini ihtiva eden kutsal bir ırmak olarak tasvir edilirken halk arasında da kutsal kabul edilen sular ‘Kevser’ ve ‘zemzem’e benzetilir (Oymak, 2010: 48).

Şifa, bereket, arınma, sihir gibi büyü ile ilgili uygulamalarda ve inanışlarda duaların suya atılması, okunmuş sularla yıkanma veya bunları içme, rüyaları ve sıkıntıları suya anlatma, kutsal kabul edilen sularda yüzme ve dilek tutma vb. gibi uygulamalar Türklerin sudan fayda umma şekillerinden bazılarıdır. İslamiyetin Türkler tarafından kabulüyle beraber suyun kullanımında inanç ve uygulamalara ilişkin olarak en başta temizlik olmak üzere değişiklikler olur. Özellikle vücudun maddî ve manevî kirlerden su aracılığıyla temizlenmesi önemli bir zorunluluk haline gelir. Çünkü imanın yarısının temizlik olduğu gerçeğinden hareketle ibadetin başlangıcı olan suyla abdest alma davranışı, insanlara hem vücut temizliği hem dolaşım aksaklıklarının giderilmesi ve bağışıklık sisteminin güçlenmesi açısından çok faydalı olur (Nurbaki, 1983: 24-26).

Der kostenlose Auszug ist beendet.