Buch lesen: «Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri»
Alimcan İbrahimov
(1887–1938)
Alimcan (Galimcan) İbrahimov, Tatar edebiyatında Romantizmin temelini atan, edebiyat teorisi ve tenkidini geliştiren büyük Tatar yazarlarından biridir. Bunun yanında o, XX. yüzyıl başında ünlü devlet ve cemiyet adamı, sosyal bilimlerin neredeyse her kolunda unutulmayacak kadar önemli eserler yazan filolog, tarihçi ve muallim olarak da tanındı.
Alimcan İbrahimov 12 Mart 1887’de Başkurdistan’da, Ufa şehrinin güneyinde bulunan Sultanmurad adlı bir Tatar köyünde doğdu. Başkurdistan’ın masalsı doğası sonraki yıllarda onun yazar olarak yetişmesine mutlaka büyük etki yapmış olup neredeyse bütün eserlerinde hayranlıkla tasvir edildi. Okuma yazmayı eğitimli şehir kızı olan annesinden, hesap ve İslamiyet’in temel bilgilerini ise ilme açık, çocuklarına en iyi eğitim vermekte kararlı olan babası İrfan Bey’den öğrendi. Sonraki yıllarda Keşekli köyü medresesinde eğitim gördü, kendi köyünde bulunan ilkokulda Rusça dersleri aldı. 1898 yılında ailesi Alimcan’ı ağabeyi Şakircan ile beraber Orenburg’da “usul-i cedit” sistemiyle eğitim vermekte olan Hüseyniye medresesine gönderdi. Fakat 1905 yılında şakirtlerin ayaklanmasına katıldığı için bu medreseyi terk etmek zorunda kaldı. 1906 yılında eğitimini Ufa şehrinde bulunan ve birçok Tatar edibi yetiştiren Galiye medresesinde devam etti. Bu medresedeki ilk yılının yaz tatilinde Kafkasya’ya giderek çeşitli köylerdeki Nogay (Tatar) çocuklarına okuma yazma öğretti. Otobiyografik nitelikte olan “Öğrenci Zeki’nin Medreseden Kovulması” adlı ilk hikâyesini de burada yazdı.
A. İbrahimov, Galiye medresesinden ayrıldıktan sonra Kazak bozkırlarında öğretmenlik yaptı, Ural’da çeşitli işlerde çalıştı, Astra-han bölgesinde muallim oldu. 1909 yılında üniversite kazanmak için Kazan’a geldi fakat bu hayalîni gerçekleştiremedi. Buna rağmen çok okudu, fen temellerini, tarihi ve felsefeyi öğrendi, dünya edebiyatı klasiklerinin eserleriyle tanıştı. 1909–1912 yıllarında Kazan’da yaşadığı süre içinde Yeşlernéŋ Tormışınnan Bér Levhe (Gençlerin Hayatından Bir Örnek), Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez), Yaz Başı (Bahar Başı), Diŋgézde (Denizde), Yöz Yıl Élék (Yüz Yıl Önce), Söyü-Segadet (Sevgi-Saadet), Utı Süngen Cehennem (Odu Sönen Cehennem), Karak Mulla (Hırsız Molla), Kart Yalçı (İhtiyar Irgat), Yeş Yörekler (Genç Yürekler) gibi eserlerini yazdı. Bu eserlerde o dönemin önemli sorunları gündeme getirildi; medreselerde eğitim sisteminin çağa uygun olmaması, gönül arayışları, millete hizmette bulunma isteği, aile içi ilişkiler, sosyal eşitsizlik, kadın özgürlüğü vb. 1910 yılında yayınlanan Yaz Başı (Bahar Başı) adlı hikâyesi ise Tatar bilim adamı M. Hesenov’un yazdığı gibi “Tatar edebiyatına gerçekten de büyük bir kabiliyetin gelmesini müjdeledi.”1
A. İbrahimov’un 1917 Ekim Devrimi öncesi yaratıcılığını iki döneme ayırıp bakmak doğru olur; 1) 1910-1912 yılları; 2) 1913-1916 yılları. 1910-1912 yıllarında yazılan eserler, yazarın maarifçi görüşlerini yansıtan romantik eserlerdir. A. İbrahimov’un bu dönemde yazdığı Diŋgézde (Denizde), Utı Süngen Cehennem (Odu Sönen Cehennem), Söyü – Segadet (Sevgi Saadet) vb. hikâyelerinde romantik ideal, insanın ruhunu ezen hayatın olumsuz gerçeklerine karşı koyulmuştur. Örneğin, Diŋgézde (Denizde) adlı eserin başkarakteri şöyle der: “Yaşamak, binlerce, milyonlarca yıl yaşamak istiyorum. Fakat bugüne kadar olan acınacak bir beden hayatıyla değil, başka bir yaşamla, güzel, kutsal, büyük yaşamla yaşamak istiyorum!”2 Bu eserde doğa kucağına yönelip gerçek hayata lanet etme, insanlar arasında olan tuhaf ilişkileri ortaya çıkaran şartlara başkaldırma yer almıştır.
A. İbrahimov’un bu dönemde yazdığı Utı Süngen Cehennem (Odu Sönen Cehennem) adlı eserinde halka hizmet etmek isteyen, hayattan çok güzel beklentileri olan, hayatın ve kaderin esiri olduğuna üzülen fakat bulunduğu bataklığın farkına varıp bu durumdan memnun olmasa da kendisinde ruhen yeniden dirileceği bir gücü bulamayan aydın bir genç anlatılmaktadır. Buna benzer vicdan azabının benzerini Söyü – Segadet (Sevgi-Saadet) adlı eserin kahramanı da yaşamaktadır. Her iki eserde başkarakterler, arkalarında bıraktıkları hayattan şikâyetçi fakat hayatlarını değiştirmeye, mücadele etmeye cesaretleri, güçleri olmayan tiplerdir.
Alimcan İbrahimov’un 1910 yıllarında yazıp yayınladığı en önemli eserlerinden birisi de Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eseridir. 1909 yılında edip Ural’da Mi-ass fabrikasında çalıştığı dönemde yazılan bu öykü, 1910 yılında Başkurdistan’ın Sterlitamak kazasında yayımlanır. 1911 yılında eserin ikinci baskısı yapılır. A. İbrahimov, Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eserinde Tatar köyünün karmaşık hayatını, daha fazlası Tatar kadınlarının dramatik kaderini, Gülbanu adlı Tatar kadınının feci kaderi örneğinde anlatıyor. Kayınvalidesinin eziyetini çeken, kocası tarafından sürekli dövülen ve bunun sonucu ikiz bebeklerini ölü doğuran Gülbanu, bütün bu olup bitenlere dayanamaz ve kendisini suya atar.
A. İbrahimov sadece Tatarların değil, kardeş olan Başkurt ve Kazak Türklerinin tarihini ve kültürünü de önemser. 1911 yılında yazılıp 1924 yılında Moskova’da yayımlanan Kazak Kızı adlı romanında edip, Kazak halkının tarihin önemli bir kesimindeki hayatını kaleme alır.
Yazarın bu dönemde yazdığı başka diğer iki eseri de Yöz Yıl Élék (Yüz Yıl Öncesi, 1911) ve Karak Mulla (Hırsız Molla, 1912) adlı eserleridir. Aynı zamanda İbrahimov, 1912 yılının baharında Tatar nesrinde psikolojik romana temel atan ilk hacimli eseri Yeş Yörekler (Genç Yürekler) adlı romanını tamamlar. 1913 yılının başında yayımlanan bu romanda eski görüşlü gerici babalarla artık farklı bir yaşam sürdürmek isteyen, ruhen özgür olmak için can atan çocuklar arasındaki çatışma anlatılır. Yazar, bu durumla ilgili daha sonraki yıllarda şöyle yazar: “XX. yy. başına kadar biz eski düzenle yaşadık. Ama şimdi Tatar uyandı. Yaşam yolunda yenilikler aramaya başladı. Bizim hayatın şimdiki günleri, eski hayatın yıkılıp meydana yeni bir hayatın geldiği devirdir. Bu devirde eskiyi savunan yaşlılarla yeni hayat için can atan gençler arasında bir çatışma başladı.”3 Bu çatışma her şeyden önce Celeş Molla ile onun oğulları Ziya ve Sabir arasında olur. Ziya, kendi hayal ve istekleriyle eski hayata karşı başkaldırmakta, şahıs özgürlüğünü savunmaktadır. O, müzisyen olmak istiyor ve müziğin gücüyle halkın hayatını hafifletebileceğine inanıyor. Ziya’nın Meryem’e olan aşkı da eski hayata, dinin kanunlarına bir protesto niteliğindedir. Fakat Ziya, kendi hayalleri ve idealleri için mücadele verecek kadar cesarete sahip olmayan zayıf bir tiptir. O, idealist ve romantiktir.
1912 yılının sonunda A. İbrahimov, Kiev şehrine gider. Kiev Üniversitesi’nde misafir öğrenci olarak derslere devam eder ve öğretmenlik yapar. Kiev’de Müslüman ve Rus sosyalist gençlerle görüşerek Çar rejimi aleyhine çalışacak gizli bir teşkilat kurma çalışmalarına da katılır. Bir toplantı sırasında, toplantının ihbar edilmesi üzerine Lukyanovsk kazası hapishanesine atılır ve bu nedenle 1917 Devrimi’ne kadar polis gözetiminde yaşar. Hapisten çıktıktan sonra yine Kazan’a döner ve burada yayımlanmakta olan, o zamanın önde gelen Aŋ dergisinde çalışmaya başlayıp görev icabı Odessa, Kiev ve Suhumi gibi çeşitli şehirleri dolaşr.
A. İbrahimov, 1915–1917 yıllarında Ufa’da Galiye medresesinde hocalık yapar. 1913 yılına kadar yazdığı eserleri genelde romantizm temelinde kurulmuş olsa da, 1913–1917 yılları arasında yazdığı Kötüçéler (Çobanlar), Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları), Merhümnéŋ Defterénnen (Merhumun Defterinden), Béznéŋ Könner (Bizim Günler), Gabdérraxman Salihov (Abdurrahman Salihov) gibi eserlerinde artık ön plana sosyal ve içtimai meseleler çıkar. 1914 yılında yazdığı ve doğa ile insan arasındaki ilişkileri ele aldığı Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları) adlı eseri, Tatar Türklerinin hayatıyla ilgili önemli bilgiler içerir.
Aynı dönemde yazılan Béznéŋ Könner (Bizim Günler) adlı romanında A. İbrahimov, Rusya’da gerçekleşen 1905 İhtilalini ve ondan sonraki baskı yıllarını ele alır ve o dönemin kahramanını devrin gergin olayları içinde anlatır. Eserde 1905 İhtilaline katılan ya da ihtilale karşı olan çeşitli sosyal tabakaların vekilleri gösterilir.
Bu dönemde A. İbrahimov, Tatar Şagıyrleré (Tatar Şairleri), Tatar İmlası, Yaŋa Edebiyat (Yeni Edebiyat), Edebiyat Derésleré (Edebiyat Dersleri), Tatar Télén Niçék Ukıtırga? (Tatar Dili Nasıl Okutulmalı?) gibi Tatar Türkçesi ve Tatar edebiyatı ile ilgili birçok bilimsel yazı ve ders kitabı da hazırlar. Eleştiri hizmetlerinde millî şuurun oluşması, edebiyat, müzik, millî tiyatro gibi sanat alanlarının ve folklorun gelişimi ile ilgili yazılar yazar. Fakat A. İbrahimov’un edebî eleştiri, edebiyat teorisi ve tarih alanlarında yazdığı hizmetlerinin çoğu Sovyet döneminde yazılır.
Alimcan İbrahimov, 1917 Ekim Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren aktif sosyalist olarak tanınmaya başlar. Galiye medresesindeki görevini bırakıp Ufa Müslümanları Arasında Halkçılığı Yayma Komitesi’nde görev alır. Rusların Sosyalist Revolüsyoner (Es-Er) partisine katılarak, 1917 yılında Fatih Seyfi Kazanlı ile birlikte İrek (daha sonra Béznéŋ Yul olarak çıkar) adlı bir gazetede çalışır. 1918 yılının Ocak ayında Stalin’in daveti üzerine Merkez Müslüman Komiserliği başkanı Mullanur Vahitov’un yardımcısı görevini üstlenir. 16 Ocak 1918’de Petrograd’da (daha sonra Moskova’da yayınlanır) çıkmaya başlayan Çulpan isimli gazetenin redaktörü ve kurucusu olur.
Alimcan İbrahimov’un yaratıcılığı 30 yıla yakın bir süreyi kapsayıp tarihin dönüm noktası olan XX. yüzyılın ilk yarısına denk gelir. Yazar, Rusya sınırları içinde yaşayan halkların hayatını kökten değiştiren devrimlerin ve iç savaşın şahidi olur, bu olayları kendi eserlerine en samimi şekilde yansıtır. Bu dönemde yazılan Yaŋa Kéşéler (Yeni İnsanlar), Kızıl Çeçekler (Kızıl Çiçekler), Tiren Tamırlar (Derin Kökler) gibi sosyal içerikli eserlerinde yeni Sovyet hükûmetinin kazançlarını geniş epik planda tasvir eder. Tatarlar arasında çeşitli sosyal tabakaların oluşması, sosyal sınıflar arasındaki mücadele ve milletin geride kalma nedenleri gibi sorunları gündeme getirir.
1920’li yılların başında A. İbrahimov’un yazdığı bir başka önemli eser, o yıllarda İdil-Ural bölgesinde yaşanan açlık faciasını en gerçekçi manzaralarla yansıtan, merkezinde Ölüm ve Yaşam gibi metafizik konu olan Âdemler adlı eseridir. Yazar, bu eserinde insanın belli şartlarda insanlık sıfatlarını kaybedebildiğini anlatır. İnsanın doğasına özgü olarak yemek yeme ihtiyacı artarak onu zayıf düşürdükçe, insanın düşünce kabiliyeti tükenir ve o, aç kalmamak ve hayatta kalmak için hatta kendi çocuğunu yiyebilir. Örneğin, eserde açlıkla mücadele eden Gerey, en sevdiği kızı Nefise’yi de artık et sıfatında görmeye başlar. Fakat köye erzak getirildiğini duyunca onun karanlık içinde kalan bilinci birden parlayıverir ve yaptıklarının bir facia olduğunu bütün derinliğiyle anlar ve kendisini asar.
A. İbrahimov’un 1917 Devriminden sonra yazılan en önemli eserleri, Yaña Keşeler (Yeni İnsanlar) adlı dram eseri ve Kızıl Çiçekler adlı hikâyesiydi. Edip bu eserlerin temeline, 1917 Devrimi ve iç savaş döneminde topladığı mücadele tecrübesini, Kolçak’ın cephesinde casus olarak görevli olduğu zaman yaşadıklarını da alır. Yeni İnsanlar adlı eserinde iç savaşın Ural dağından uzakta olan Tatar köylerine ulaşması, köylülerin devrim, yeni hayat ve hayatta kalmak için ellerine silah alıp savaşa katılmaları gibi konuları işler. A. İbrahimov, o dönemde yeni insanın doğuşunu zor ve çetrefilli bir hayat yolu geçen Kızıl Ordu komutanı Batırhan karakteri örneğinde gösterir. Bu eser, 1920 yılında ilk kez sahnede oynanır ve A. İbrahimov’un ilk ve tek dram eseri olur.
Edip, yeni insan tipini 1922 yılında yazdığı Kızıl Çiçekler adlı hikâyesinde de devam ettirir. Bu eserde aynı köyde doğup birlikte büyüyen, çocukluk ve gençlik yılları I. Dünya savaşı, 1917 Devrimi ve İç Savaş yıllarına denk gelen beş gencin kaderi anlatılır.
A. İbrahimov’un 1920’li yılların sonunda yazdığı diğer hacimli eseri de Tiren Tamırlar (Derin Kökler, 1928) adlı romanı oldu. Bu eser yayınlanır yayınlanmaz hemen Rusçaya ve başka dillere çevrilir ve Sovyetlerde yaşayan bütün Türk boylarının edebiyatı üzerinde olumlu bir etki yaratır. Özbek yazarı Aybek, romanla ilgili şöyle yazar: “Biz onu orijinalinde okuyor ve bir türlü okuyup doyamıyorduk. İbrahimov’un yazdıklarından sadece haberdar olmadık, onun yolundan gitmek için çabaladık.”4
1922 yılında A. İbrahimov, bütün Türk boyları için ortak olan at sevdasını ele alan Almaçuar adlı eserini yazar. 1933 yılında yazdığı Başkurt Kızı Gülbike adlı eserinde ise A. İbrahimov, Başkurt halkına özgü alışkanlıklardan ve bu topraklarda söylenen türkülerden bahseder.
1924 yılının Şubat ayında A. İbrahimov, Moskova’da toplanan Tatar-Başkurt öğretmenler kurultayına katılır. Bu toplantıda millî okulların geliştirilmesi, eğitimin yeni usulde yapılması ve yeni programların hazırlanması sorunları üzerine çalışır. 1925–1927 yılları arasında Tataristan Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığı’nın İlim Merkezi’nde görev yapar.
1927–1938 yılları arasında edip Kırım’da Yalta şehrinde verem tedavisi görür. Çok yönlü fedakâr hizmetlerinden dolayı A. İbrahimov 1928 yılında Devlet Sanat Bilimleri Akademisi’ne akademik üye olarak seçilir. 1932 yılında aktif çalışmaları için Bütün Rusya Merkez Komitesi tarafından “Hizmet Kahramanı” ismine layık bulunur.
Ağır hasta olmasına rağmen 1938 yılında tutuklanarak Kazan’a getirilir ve Tatarların millî bağımsızlığına önem vermek, devrim öncesi Tatar kültürünü yüceltmek, Tatar aydınlarının rolünü aşırı abartmak, solculara saldırmak, sağcıları görmezden gelmek, Rus komünistlerini çarlık jandarmasıyla kıyaslamak gibi suçlardan yargılanarak, “halk düşmanı” ilan edilir. O günden itibaren A. İbrahimov’un eserlerini dile almak, okumak yasaklanır. Onun adı ve eserleri Tatar halkına ancak Stalin kültü faş edilince geri döner.
A. İbrahimov Pleten hapishane revirinde eceliyle ölür. Yazarın vefatından sonra hapiste kaldığı odasında bulunan komodin kapağının iç tarafına “Parti karşısında, halkım karşısında hiç bir suçum yoktur. Hakikat yerini bulur, tarih kendi sözünü söyler” diye yazdığı yazı bulunur. Kazan’da Arhangel mezarında defnedildiği hususunda bilgiler olsa da Alimcan İbrahimov’un mezarı günümüzde bilinmemektedir.
1980’li yıllarda Rusya halklarının tarihi yeniden değerlendirilmeye başlayınca, A. İbrahimov’un hayatı ve eserlerini de yeniden değerlendirme ihtiyacı gündeme gelir. Tatar âlimi L. Minhaceva’nın da bildirdiği gibi bazı araştırmacılar onu “kızıla boyalı yazar” olarak tanıtmaya çalışır. Tabii, edibin Bolşevizm’e yaramaya çalışarak tarihî ve gazetecilik ruhunda yazılan hizmetleri var fakat edebî eserlerinde o, her şeyden önce kendi halkının gelenek göreneklerini, geçmişini ve gerçek hayatını yansıtan büyük yazar olarak kalabildi.5 Bu yönde Alimcan İbrahimov’un eserleri M. Xesenov, R. Ganieva, F. Hatipov, A. Yahin, Ö. Beşirov gibi Tatar bilim adamları tarafından objektif olarak değerlendirildi.
Sovyet döneminde Tataristan’da edibin üç ciltlik Saylanma Eserler (Seçme Eserler)i, dokuz ciltlik akademik baskısı, Türk lehçeleri ve Tatar Türkçesi ile ilgili hizmetleri ve birçok edebî eseri ayrı kitap olarak yayımlanır. A. İbrahimov’un hizmetlerini çeşitli yönleriyle araştırıp yüksek lisans ve doktora tezleri savunuldu, monografiler, hatıra kitapları dünya gördü. Edibin yıldönümlerinde ulusal ve uluslararası bilimsel sempozyumlar düzenlendi. A. İbrahimov’un hayatı ile ilgili roman ve uzun hikâyeler, belgesel eserler hazırlandı.6 Ayrıca, Tataristan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Dil, Edebiyat ve Sanat Enstitüsü de doğal olarak Alimcanov İbrahimov’un adını taşımaktadır.
Giriş
Avrupalıların XIV-XVI. yüzyılda yaşadığı Rönesans dönemi, çeşitli nedenlerden dolayı Tatar Türklerine daha geç, XIX. yüzyılın son çeyreğinde ulaşır ve XX. yy. başında zirve yapar. Bu hareket Tatar Türklerinin millî ve ruhi-medeni yükselişini temsil etti, gelecek gelişimi için bir dönüm noktası ve güvenilir temel oldu. Doğal olarak millî Rönesans, halkın ruhi mirası, asırlarca toplanan fikrî ve medeni zenginliği olmadan imkansızdı. Bu yüzden Tatar edebiyatı XX. yüzyıla girerken bin yılı aşkın zengin tarihine güvendi, ondan beslendi ve ondan güç aldı.7
Bir milleti veya halkı tanımanın en iyi yolu, o halkın kültürünü öğrenmekle başlar. Halk kültürü, insan topluluklarına şahsiyet ve kimlik kazandıran en önemli faktörlerden birisidir. XX. yüzyıl başı Tatar edebiyatı, gelecek kuşaklara bu açıdan değeri biçilmez bir miras bıraktı.
XX. yüzyıl başı, Tatar âleminde, millî edebiyatta önemli değişikliklerin beklendiği bir dönemdi. Bu çağda yaşayan ve eserler yaratan Ayaz İshaki, Sagıyt Remiev, Abdullah Tukay, Fatih Emirhan, Derdmend, Alimcan İbrahimov, Mecit Gafuri, Mirhaydar Feyzi gibi yazarlar ve şairler, ilk eserlerinden itibaren millet kaderini gündeme getirdiler. Öz milletine sahip çıkma, asırlarca uyuyan halkın millî şuurunu uyandırma isteği ile onlar her şeyden önce Tatar halkının ruhi mirasına, geleneklerine, yüzyıllarca gelişe gelen kültür birikimine başvurdular. Bu konuda ayrıca nesir uzmanları Ayaz İshaki ve Alimcan İbrahimov başarılı oldular. Ayaz İshaki’nin Sönnetçé Babay (Sünnetçi Dede), Ostazbike (Ustazbike), Kiyev (Damat), Kötélgen Bikeç (Beklenen Gelin), Aldım-Birdém (Aldım-Verdim), A. İbrahimov’un Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları), Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez), Almaçuar gibi eserlerinin, Tatar Türklerinin o dönemdeki hayatını yansıtan ve bugün de millî değerleri ve hayat tarzı ile bu milleti dünya çapında tanıtmaya devam eden, Tatar Türklerinin hayat ansiklopedisi niteliğini taşıyan eserler olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu eserler Tatar köyünün, Tatar halkının tarihî geçmişini, yaşam tarzını, geleneklerini, örf âdetlerini ve kültürel değerlerini gelecek nesillere ulaştırmakta önemli rolü üstlenmektedirler.
Tatar millî edebiyatına temel atan ünlü yazar, bilim adamı, eleştirici, gazeteci, öğretmen, tarihçi ve siyaset adamı Alimcan İbrahimov, hikâye, öykü ve romanlarında hangi konuyu ele alırsa alsın her şeyden önce Tatar halkının hayatını, yaşam tarzını anlatmaya çalıştı ve halkın umutlarını ve isteklerini daha gerçekçi bir şekilde ortaya koymak için halk edebiyatından ustaca yararlandı. Örneğin, 1922 yılında yazılan ve bütün Türk boyları için ortak olan at sevdasını ele alan Almaçuar adlı eserinde A. İbrahimov, her şeyden önce Tatar çiftçilerinin günlük hayatını, toprak ve at ile uğraşını, üzüntü ve sevinçlerini, köylülerin hayat felsefesi ve hayat tarzını, alışkanlıklarını, Tatarların sabantuy8 adlı millî bayramını anlatır. Ünlü Rus bilim adamı P. Kogan, A. İbrahimov’un Almaçuar adlı hikâyesini “Nesir sanatının cevheri” diye nitelendirir. A. İbrahimov’tan sonra gelen, aynı onun gibi eserlerinde Tatar köyü ve çiftçi hayatını yazan A. Şamov, M. Emir, Ö. Beşirov, F. Hüsni, E. Yeniki gibi ünlü Tatar yazarları da bu eserde işlenen konulara, genel olarak İbrahimov’un yaratıcılığına, usta kalemine sık sık müracaat ederler. Tatar edebiyat uzmanı G. Xalit’in de yazdığı gibi “sosyal olayları, insanlar arası ilişkileri ve tiplerin sadece onlara özgü karakterini günlük hayat, örf ȃdetler, etnik boyalar (efsaneler, inanışlar, inançlar, türküler, atasözleri, deyimler) aracılığıyla açabilme ustalığı A. İbrahimov’un kabiliyetine özgü bir sıfat.”9 Tatar halk edebiyatını öğrenmeyi ve edebî eserler yaratırken onlardan yararlanmayı A. İbrahimov başka yazarlardan da talep eder ve onların bu yönde yakaladıkları olumlu tecrübeleri hemen görür ve değerlendirirdi.10
A. İbrahimov sadece Tatarların değil birçok Türk boyunun medeni ve tarihî bilincinin gelişimini sağlayan yazarlardandır. A. İbrahimov’un bütün yaratıcılığı ve faaliyetleri kardeş halkların dostluğunu sağlamlaştırmaya yönelikti. Eserlerinde de ne kadar ustaca Tatar halkının hayatını ve geleneklerini yazdı ise aynı şekilde diğer kardeş boyların günlük hayatı ve kültürel değerlerini de yazdı. Türkmen şairi Berdı Kerbabayev onu ilk öğretmeni olarak tanıyarak “Sovyet hâkimiyeti yerleştirilen yıllarda Orta Asya edebiyatlarına nazaran Tatar edebiyatı çok ileriye gitmişti. Bunda A. İbrahimov önemli yer almaktaydı” dedi.11 Büyük Azerbaycan yazarı Samed Vurgun, A. İbrahimov’u Sovyetlerin içinde yer alan bütün Doğu halklarının büyük yazarı olarak nitelendirir. Başkurt yazar ve edebiyat uzmanı Kirey Mergen de Tatar Türklerinin büyük oğulları A. Tukay ve A. İbrahimov’un usta kalemleri ile birçok Türk boyuna üstat ve kıble olduğunu anlatır. Başkurdistan’ın halk şairi Seyfi Kudaş, onu üstadı olarak tanır, diğer ünlü Başkurt edibi Davut Yultıy ise A. İbrahimov’un Başkurt Sovyet edebiyatının temelini atmakta doğrudan emeği olduğunu söyler.12 Bu konuda Tatar yazarı Fervaz Minnullin’in sözleriyle bir sonuç yapacak olursak, “A. İbrahimov’un yaratıcılığı Kazak, Kırgız, Başkurt, Azerbaycan ve Özbek yazarları için de örnek ve tecrübe ekolü oldu.”13
Tatar edipleri XX. yy. başında kendi tarihleri dışında diğer halkların geçmişine, hayatına ve örf ȃdetlerine de müracaat ettiler. Örneğin, 1908 yılında Kasıym Bikkolov, Tatar okuyucularına Orta Asya halkını, onların hayatını tanıtan Törkistan (Türkistan) adlı romanını yayımladı. G. Monasıypov Tarançı Kızı Yeki Helimnéŋ Bérénçé Möhebbeté (Tarancı Kızı Ya da Halim’in İlk Aşkı) adlı romanında Uygur ve Çin halklarının geçmişini anlatır. Gali Refikıy’ın Vakıtlı Nikah (Süreli Nikâh, 1913) adlı hikâyesinde Selim ile Kaşgar kızı Hakime’nin kaderi örneğinde yerli örf ȃdetlerle ilgili zengin malumat verilir. Bu tür eserler Tatar edebiyatını içerik bakımından zenginleştirdi, edebiyatta yeni konuların açılmasına zemin hazırladılar.14
A. İbrahimov Başkurdistan topraklarında bulunan Soltanmurad köyünde doğup büyüdü, köy hayatının düzenini, örf ȃdetlerini, çiftçi hizmetinin bütün inceliklerini ve zorluklarını kendi omuzlarında hissetti. Bu yüzden onun yaratıcılığında köy ve çiftçi hayatı önemli yer alır. Daha fazlası, doğup büyüdüğü toprakta konuşulan dilin zenginliği, doğa, günlük hayat, gelenekler, evcil hayvanlar, çiftçilik hayatı, tarla işleri, giyim kuşam ile ilgili Ural bölgesinde yaşayan Tatar ağızlarında (Minzele, Sterlitamak, Zlatoust, Perm vb.) bulunan diyalektik sözleri başarılı bir şekilde ve yerinde kullanarak halk dilinin zengin bir kaynak olduğunun altını çizer.
A. İbrahimov, köy mektebinde eğitim almaya başladığı yıllardan itibaren Başkurt çocuklarıyla bir arada oynayıp kardeş Başkurt halkının geleneklerine ve kültürel değerlerine büyük saygı ve sevgi içinde yetişir. 1906 yılında Ufa şehrinde Zıya Kamali tarafından yeni usul Galiye medresesi açılır. A. İbrahimov orada ilk öğrencilerden olarak eğitim görmeye başlar. Bu medreseye ileri görüşlü Başkurt ve Tatar öğrencileriyle beraber eğitim almaya Kazak, Kırgız, Özbek, Dağıstan, Çerkez ve diğer halklardan da öğrenciler gelir. Aynı yıl Galiye medresesine kendisini gelecekte ünlü Tatar-Başkurt şairi olarak tanıtacak olan Mecit Gafuri de başlar ve A. İbrahimov ile yakından arkadaş olur.
Ünlü Başkurt halk şairi ve aksakalı Mostay Kerim’in de anlattığı gibi, A. İbrahimov “Başkurdistan toprağında doğup büyüyen, Başkurdistan’ın havasını soluyan, yırlarını15 söyleyen, sularını içip yetişen bir edipti.”16 Bu yüzden A. İbrahimov’un birçok eserinde olaylar Başkurdistan toprakları sınırları içinde bululan köy ve şehirlerde gerçekleşir ve yazar Başkurt halkının hayatını, millî özelliklerini, zengin halk edebiyatını ve eşi benzeri olmayan doğasını en içten duygularla tasvir eder (Yöz Yıl Élék (Yüz Yıl Önceden), Karak Mulla (Hırsız Molla), Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları), Yeş Yörekler (Genç Yürekler), Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez), Yaŋa Kéşéler (Yeni İnsanlar), Almaçuar, Başkort Kızı Gölbike (Başkurt Kızı Gülbike) vb.). Ünlü Başkurt yazarı, dram ustası ve gazeteci Davut Yultıy 1920-1930’lu yıllarda şöyle yazar: “Bugüne kadar Başkurdistan’ın zengin doğasını Alimcan İbrahimov gibi tasvir eden başka bir edip doğmadı. Alimcan, Başkurt’un zengin doğası, güzel karakterleri ile nasıl Tatar edebiyatında ve tarihinde büyük eserler yarattı ise aynı zamanda saf Başkurt hayatından Tatarlar için yarattığı Gülbikeleri, Almaçuarları ile Başkurt edebiyatına da temel atmaya yardımcı oldu diyebiliriz.”17
1910 yılında Sterlitamak şehrinde Kalem kütüphanesinde yayımlanan Tatar Xatını Niler Kürmi adlı öyküsünde Başkurdistan gerçekleri daha dolu ve özel bir yankı bulur. Eserde olaylar, malını Başkurt halkının hakkını yiyerek biriktiren Kanton Şibay ailesi ile bağlantılı olarak gelişir. A. İbrahimov bu öyküde bir araya gelip yaşayan Başkurt ve Tatar halklarının sıradan vekilleri arasında olan yakınlığı, ılımlı münasebeti, onların türkülerle ve örf ȃdetlerle değiş tokuş yapıp yaşadıklarını canlı bir şekilde tasvir eder ve hizmet sever Başkurtların topraklarının Şibay gibi zengin insanların eline geçmeye başladığına üzülerek yazar.18
Béznéŋ Könner (Bizim Günler) adlı romanın bir bölümü olmasına rağmen içeriği ve süjesi ile müstakil bir eser sayılan Başkort Kızı Gölbike (Başkurt Kızı Gülbike) adlı hikâyesinde A. İbrahimov Başkurt köylülerinin türkü zenginliğini ve genel anlamda Başkurtların samimi, güler yüzlü tipik karakterlerini yaratmayı başarır. Aynı zamanda, yazar bu eserinde Tatar ve Başkurt edebiyatında bir ilk olarak Başkurt kızı Gülbike’nin karakterini yaratır. Davut Yultıy şöyle yazar: “A. İbrahimov Gülbike’yi öyle nefis boyalarla tasvir etmiş ki bu eseri okurken tamamen kendinden geçip Gülbike’nin yaşadığı doğa ile bütünleşiyorsun. O manzara, o güzelliğiyle canlanıyor. Onun kendisine özgü havası temizliğiyle genize vuruyor, duyguların en ince tellerini yumuşak, rahat bir şekilde titretiyor.”19
A. İbrahimov’un 1912 yılında yazdığı Yeş Yörekler (Genç Yürekler) adlı romanı da iki kardeş Tatar ve Başkurt halklarının yakınlığını yansıtması bakımından önemlidir. Doğup büyüdüğü Başkurdistan’ın doğası, halkın kaderi, düşünceleri, hayalleri Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları) adlı hikȃyede de özenle tasvir edilir ve anlatılır. Yazarın Almaçuar adlı eserinde ise Başkurdistan’da yaşayan Tatarların Başkurtlarla beraber kadim bayramlarından olan sabantuy bayramı, at yarışları ve çeşitli eğlenceler düzenlediği anlatılır. Kart Yalçı (İhtiyar Irgat) adlı eserinde de A. İbrahimov doğal bir şekilde olay örgüsüne Başkurt türkülerini örer. Kızıl Çeçekler (Kırmızı Çiçekler) adlı öyküde edip doğa manzaralarını sık sık Başkurtların tarihî efsaneleri ve rivayetleri ile bağlantılı olarak tasvir eder. Başkurt halk edebiyatına yazar o kadar ȃşık oluyor ki hatta Tataristan’da olup biten olayları temele alıp yazdığı Tiren Tamırlar (Derin Kökler) adlı romanına da çok özel türküleri ve hüznü ile Alemgol adlı bir Başkurt gencini yerleştirir.
1915 yılında A. İbrahimov Ufa’ya taşınır ve eğitim gördüğü Galiye medresesinde dil ve edebiyat dersleri vermeye başlar. Bu yıllarda o, Tatar ve Başkurt medeniyetini geliştirmek için aktif şekilde çalışır, Başkurt ediplerinin edebiyat meydanına çıkmalarına yardımcı olur. Ş. Babiç, S. Kudaş, G. Nigmeti, X. Tufan, B. İşemgol, A. Bikmurzin gibi ünlü Başkurt ve Tatar şair, edip ve bilim adamlarının A. İbrahimov’un şakirtleri olarak yükselmeleri edibin ne kadar etkili bir şahıs olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.20 Böylece 1915-1917 yıllarında bu medrese, Tatar ve Başkurt halkarının edebî ve medeni hareketinin bir merkezine dönüşür. A. İbrahimov, M. Gafuri, S. Remiyev, X. Tufan, S. Kudaş, B. İşemgol, F. Seyfi-Kazanlı, S. Sünçeley, S. Gobeşi gibi edebiyat, medeniyet ve cemiyet adamları bu medreseden çıkar. 1917 Ekim devriminden sonra ünlü Başkurt şairleri Mecit Gafuri ve Şeyhzade Babiç’in yaratıcılıklarıyla ilgili makaleler yazan ilk edep de A. İbrahimov oldu.
A. İbrahimov’un siyasi faaliyetleri de temelde Başkurdistan ile ilgili oldu. 1917 Şubat Devriminden sonra A. İbrahimov beraber öğretmenlik yaptığı Fatih Seyfi-Kazanlı ile Ufa şehrinde İrék gazetesi çıkarmaya başlar. Aynı yılın eylül ayında Ufa şehrinde aynı amaçla çıkan üç gazete -İrék, Soldat Télegé, Avıl Halkı- birleşerek, onların yerine Béznéŋ Yul gazetesi dünya görür ve onun muharriri de A. İbrahimov olur. 1918 yılında A. İbrahimov Ufa vilayetinin Uçreditelnoye Sobraniye’sine21 milletvekili olarak seçilir. Her ne kadar daha sonraki yıllarda çeşitli şehirlerde yaşamak zorunda kalsa da A. İbrahimov Başkurdistan’da olup bitenlerle yakından ilgilenir. Örneğin, 1922 yılında Ulu Başkurdistan’a ait olmayan Ufa vilayeti Başkurtları, Başkurt Özerk Cumhiriyetine (BASSR) katılma dileğini bildirince yazar, Başkurt halkı kendisine özgü bir devlet kurmaya layıktır diye bildirir. Başkurdistan Özerk cumhuriyetinin oluşumu Başkurt halkının yazılı edebî dili etrafında bahislere yol açar. A. İbrahimov bu mesele ile ilgili 1923 yılında Béznéŋ Bayrak gazetesinin sekizinci sayısında yayınlanan Edebi Tél Meselesé Yaŋadan Küteréle (Törki Edebi Téller Xakında) adlı makale yazar.22 Edip, Başkurt Türkçesi hakkında söz ederken onun bütün incelikleri üzerinde durur, şive ve ağızlarını açıklar ve böylece bu ciddi meseleyi ele alarak Başkurt Türkçesini ne kadar yakından tanıdığını ve öz olarak kabul ettiğini bir kez daha kanıtlar. Tatar bilim adamı F. İslamov’un da belirttiği gibi, doğduğu yerin, Başkurt halkının düşüncelerini, umutlarını, isteklerini iyi bilen, ömrünü Tatar halkı ile beraber Başkurt halkının da mutluluğu için mücadeleye adayan A. İbrahimov’un yaratıcılığı, asırlar boyunca sıkı bir bağlantı içinde yaşayan bu iki kardeş halkların hayatının en güzel örneğidir.23
XX. yüzyıl başında Tatar yazarları millet kaderi konusunu kadınların kaderi ile sıkı bir bağlantıda izlediler. A. İbrahimov’un 1908 yılında yazılan Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı öyküsünde de Tatar kadınının toplumsal baskıya ve ailedeki hukuksuzluğa karşı protestosu çok farklı tasvir edilir. Eserde Gülbanu adlı kadın, erkek kıyafetiyle eşinin evinden kaçar. Fakat 1920’li yıllarda yazılan bu eserin ikinci sürümünde İbrahimov, artık Gülbanu’nun kaderini gerçek hayat şartlarına bağlı olarak anlatır. Edip, böyle bir kaderin o dönem için yaygın olduğunu vurgulama amaçlı, onun etrafında feci kadere sahip olan başka gerçekçi kadın karakterler de yaratır. Daha fazlası, A. İbrahimov, Gülbanu’yu felakete sürükleyen dinî ve sosyal hayatın nedenlerini de açıklamaya çalışır. Bu nedenle öykünün ikinci sürümünde Tatar kadınının kaderi artık aile içi ilişkiler, Müslüman kadınlarının toplumdaki durumu, İslam dini, şeriat kanunları gibi faktörlerle belirlenir. Yazar sadece bir Tatar kadının kaderini anlatmadı, aslında Başkort Kızı Gölbike (Başkurt Kızı Gülbike) ve Kazah Kızı (Kazak Kızı) adlı kardeş Başkurt ve Kazak halklarının hayatını anlatan eserlerinde de aynı konuyu işlemeye devam etti. Eşi tarafından eziyet gören ve mutluluğun ne olduğunu bilmeden, acıklı türküler yakarak yaşayan Başkurt kadını Gülbike ile henüz bir buçuk yaşındayken beşik kertmesi sonucu bir erkek çocuğuna sözü kesilen ve büyüdüğünde başka bir genci sevmesine rağmen yine de ailesi tarafından istemediği sözlüsüyle siyasi amaçla evlendirilmeye çalışılan Kazak kızı Karlıgaç Sılu da o dönem Müslüman kız ve kadınların paylaştığı çelişkili kaderin birer örneğidir.