Buch lesen: «Seçme Eserler»
ALİMCAN İBRAHİMOV
(1887-1938)
Dünya edebiyatında öyle yazarlar vardır ki eserleriyle sadece kendilerini değil mensup oldukları halkı da en güzel şekilde temsil eder ve tanıtırlar. Dahası, sadece kendi halkını değil birlikte yaşayıp tanıdıkları diğer halkların hayatını da usta kalemleriyle en ufak ayrıntılarına kadar anlatmayı başarırlar. 12 Mart 1887 yılında Başkurdistan’da, Ufa şehrinin güneyinde bulunan Sultanmurad adlı bir Tatar köyünde dünyaya gözlerini açan, köy hayatının düzenini, örf âdetlerini, çiftçiliğin bütün inceliklerini ve zorluklarını kendi omuzlarında hisseden, Başkurdistan’ın masalsı doğasını içine, kalbine sindirip neredeyse bütün eserlerinde hayranlıkla tasvir eden, kardeş Başkurt halkının hayat tarzını, gelenek ve göreneklerini yakından tanıyıp benimseyerek yetişen, doğup büyüdüğü toprakta konuşulan dilin zenginliğiyle birlikte doğa, günlük hayat, çiftçilik hayatı ve giyim kuşamla ilgili Ural bölgesinde yaşayan Tatar ağızlarında bulunan diyalektik sözleri başarılı bir şekilde kullanarak halk dilinin zengin bir kaynak olduğunun altını çizen ünlü Tatar yazar, bilim adamı, eleştirmen, gazeteci, öğretmen, tarihçi ve siyaset adamı Alimcan İbrahimov da işte o yazarlardan.
Başkurt Türklerinin ünlü şairi ve aksakalı Mostay Kerim, Alimcan İbrahimov’u “Başkurdistan topraklarında doğup büyüyen, Başkurdistan’ın havasını soluyan, yırlarını (türkülerini) söyleyen, sularını içerek yetişen bir edip.” olarak nitelendirir.1 Alimcan İbrahimov’un birçok eserinde olduğu gibi, mevcut kitapta Türkiye Türkçesine aktarılan “Almaçuar” ve “Tatar Hatını Niler Kürmi” (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eserlerinde de olaylar, Başkurdistan toprakları sınırları içinde bulunan Tatar köylerinde gerçekleşir. Yazar, Tatar ve Başkurt halkının hayatını, millî özelliklerini, zengin halk edebiyatını ve eşi benzeri olmayan doğasını en içten duygularla tasvir eder.
Zamanının en önde gelen medreselerinde eğitim alan, yaz tatilinde Başkurt köylerine, Kazak bozkırlarına, Astrahan’a ve Kafkasya’ya giderek çeşitli köylerde Nogay (Tatar) ve kardeş Türk topluluklarının çocuklarına okuma yazma öğreten, Ural’da çeşitli işlerde çalışan, Galiye medresesinde öğretmenlik yapan Alimcan İbrahimov, bu köylerde gördüğü ve bizzat deneyimlediği gelenek görenek, örf âdet ve kültürel değerleri ancak o boydan olan bir yazarın yazabileceği kadar ustaca eserlerine aktarır.2 Tatar edebiyatı ve bizzat Alimcan İbrahimov’la ilgili araştırmaları olan bilim adamı Mustafa Öner’in de yazdığı üzere, “A. İbrahim’in geniş edebiyat mirası, sadece köklü bir medrese eğitimine ve ilaveten aldığı Rusça bilgisine değil, aynı zamanda hayatının ilk otuz yılında biriktirdiği, çok geniş alandaki bu büyük görgü ve insan tecrübesine de dayanıyor.”3
Üniversitede okuma hayalini gerçekleştirememesine rağmen Alimcan İbrahimov bireysel olarak çok okur. İlmin temellerini, tarihi ve felsefeyi öğrenir, dünya edebiyatı klasiklerinin eserleriyle tanışır. 1909–1912 yıllarında Kazan’da yaşadığı süre içinde dönemin önemli sorunlarını gündeme getiren, medreselerdeki eğitim sisteminin zaman taleplerine cevap vermediğini, bir şahsın gönül arayışlarını, millete hizmette bulunma isteğini, aile içi ilişkileri, sosyal eşitsizliği, kadın özgürlüğünü ele alan “Yeşlernĕñ Tormışınnan Bĕr Levhe” (Gençlerin Hayatından Bir Örnek), “Tatar Hatını Niler Kürmi” (Tatar Kadını Neler Görmez), “Yaz Başı” (Bahar Başı), “Diñgĕzde” (Denizde), “Yöz Yıl Élĕk” (Yüz Yıl Önce), “Söyü-Segadet” (Sevgi-Saadet), “Utı Süngen Cehennem” (Odu Sönen Cehennem), “Karak Mulla” (Hırsız Molla), “Kart Yalçı” (İhtiyar Irgat), “Yeş Yörekler” (Genç Yürekler) gibi maarifçi görüşlerini yansıtan romantik eserler yazar. Onların hepsinde romantik ideal, insanın ruhunu ezen hayatın olumsuz gerçeklerine karşı koyulur.4
Alimcan İbrahimov’un en önemli eserlerinden biri olan Tatar Hatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı uzun hikâyesi 1910 yıllarında yazılır. Despotizme dayanan örf âdetlerin hukuksuz kurbanı olan kadınların kaderi, demokratik ruha sahip olan Tatar ediplerini XX. yüzyıl başında en çok endişelendiren konulardandı. Tatar edebiyatı uzmanı, çağdaş bilim adamı Ferit Beşirov’un da belirttiği üzere, bir taraftan onlar bu meseleyi ayrı bir şahsın kaderi örneğinde izlemeyi amaç edindiler, diğer taraftan da mevcut içeriği daha geniş planda, Tatar milletinin o günkü vaziyeti ve geleceğiyle bağlantılı olarak açma niyetindeydiler.5 Eserin 1929 yılında yapılan 3. baskısının “Müherrirden” diye adlandırılan giriş kısmında Alim-can İbrahimov şöyle yazar: “Tatar Kadını Neler Görmez hikâyesi 1909 yılında Ural’da Miass fabrikasında yazıldı. 1910 yılında şimdiki Başkurdistan Cumhuriyetinin kanton şehirlerinden olan Sterlitamak’da Kalem kütüphanesinde ilk baskısı yapıldı. 1911 yılında aynı kütüphane eserin 2. baskısı yapıldı. Bu 3. baskıda hikâyenin genel anlamı içtimai temelde bir değişikliğe uğramadı. Fakat edebi malzemeleri ile kompozisyonu tamamıyla yeniden işlendi.”
Görüldüğü üzere Alimcan İbrahimov, söz konusu eseri 1909 yılında Ural’da Miass fabrikasında çalıştığı dönemde yazar ve 1910 yılında Başkurdistan’ın Sterlitamak kazasının Kalem kütüphanesinde yayımlar. 1911 yılında eserin ikinci, 1929 yılında da üçüncü baskısı yapılır. Aslında uzun hikâyenin iki sürümü mevcuttur. 1908 yılında yazılan sürümünde Tatar kadınının toplumsal baskıya ve ailedeki hukuksuzluğa karşı protestosu daha değişik bir şekilde tasvir edilir. Eserde Gülbanu adlı kadın, erkek kıyafetiyle eşinin evinden kaçar. Fakat eserin 1920’li yıllarda yazılan ikinci sürümünde Alimcan İbrahimov, artık Gülbanu’nun kaderini gerçek hayat şartlarına bağlı olarak anlatır. Ekim Devrimi öncesi Tatar köyünün günlük hayatı, sosyal yapısı ve gelenekleri de bu sürümde daha dolu ve daha renkli tasvir edilir. Babası tarafından hiç tanımadığı ama saygın ve varlıklı bir aileden olan komşu köyün genciyle evlendirilen Gülbanu’nun, kaynanasının eziyetlerine ve eşini kışkırtmalarına, kocası tarafından dövülmeye, yani kaynanasıyla eşi tarafından gördüğü zulme ve evlât acısına (Gülbanu, sürekli dövülme sonucu ikiz bebeklerini ölü doğurur) dayanamayıp kendisini nehre atmasında çok derin felsefi bir anlam var. Yazar, toplumda köklü değişimler olmadığı sürece Tatar kadınının özgür olmasının imkânsız olduğunu gösterir. Bu yüzden eserin kıymeti sadece Tatar edebiyatıyla da sınırlı kalmaz. Bu konu, Sovyetler bünyesinde olan bütün Türk boyları için ortak ve güncel bir konu olur ve onu Orta Asya, Kazakistan ve Kafkasya halklarından olan neredeyse her yazar kaleme alır. Eserin adına gelince, o sadece Gülbanu ve onun kaderiyle sınırlı kalmaz. İhtiyar Nuri’nin merhametsizce davrandığı önceki altı tane talihsiz eşi, eşine yedinci eş olarak gelen ve hayatı boyunca ondan korkarak yaşayan Fethiye Nine, çocuğu olmadığı için üzerine kuma getirilen ve artık kendi evinde hizmetçilik yaparak yaşamak zorunda olan Gülbanu’nun güzel yengesi Meftuha, kızken eniştesi tarafından kandırılan ve karnındaki bebeğini aldırtmak zorunda kalan görümcesi Hayırnisa, kanton Şibay’a kim bilir kaçıncı eş olarak gelen ve kötü huyundan dolayı kocasından sürekli dayak yiyen Sabire’nin kendisi ve onun eziyetine dayanamayan kumaları, eserde hangi kadının hayatına bakılırsa bakılsın hepsi kendi başına ayrı bir dram, ayrı bir trajedidir. Böylece edip, Gülbanu’nun evlilik hayatının o dönem için yaygın olduğunu vurgulama amaçlı, onun etrafında feci kadere sahip olan başka gerçekçi kadın karakterler de yaratır. Dahası, Alimcan İbrahimov Gülbanu’yu felakete sürükleyen dinî ve sosyal hayatın nedenlerini de açıklamaya çalışır. Bu sebeple öykünün ikinci sürümünde Tatar kadınının kaderi artık aile içi ilişkiler, Müslüman kadınların toplumdaki yeri, İslam dini, şeriat kanunları vb. birçok faktörle belirlenir.6 Eserde Başkurdistan gerçekleri de dolu ve özel bir yankı bulur. Olaylar, malını Başkurt halkının hakkını yiyerek biriktiren kanton Şibay’ın ailesi etrafında gelişir. Ayrıca Alimcan İbrahimov, bu öyküde bir araya gelip yaşayan Başkurt ve Tatar Türklerinden sıradan insanların arasında olan yakınlığı, ılımlı münasebeti, onların türkülerle ve örf âdetlerle değiş tokuş yapıp yaşadıklarını canlı bir şekilde anlatır ve hizmet sever Başkurtların topraklarının Şibay gibi zengin insanların eline geçmeye başladığına üzülür.7 “Tatar Hatını Niler Kürmi” (Tatar Kadını Neler Gçrmez), köydeki sosyal farklılığı, eski Tatar aile yapısını, Tatar Türklerinin aile içi –ayrıca düğün geleneğinin bütün safhalarını- ve mevsimlerle ilgili geleneklerini, yüzyıllarca süregelen örf âdetleri, aile içi ve akraba ilişkilerini, Tatarların hayat tarzını, hukuki ve dinî haklarını, yeme içme, giyim kuşam gibi kültürel değerlerini, yani bir halkın soyut ve somut mirasının neredeyse tamamını detaylı bir şekilde ortaya koyan eşi benzeri olmayan bir eserdir.8
1913 yılına kadar yazdığı eserleri genelde romantizm temelinde kurulmuş olsa da onlarda sosyal ve içtimai meseleler de ön plana çıkar. Alimcan İbrahimov’un 1913 yılında yazdığı “Kötüçĕler” (Çobanlar) hikâyesi, köyde çoban olarak çalışan yaşlı Eptireş’in oğlu Vahit’in ağzından anlatılır. Tıpkı babası gibi kendisi de daha çocukken sürü gütmek zorunda kalan, köylüler tarafından sık sık azarlanan Vahit, yaşadığı yoksul hayata boyun eğmek istemeyen, güzelliği seven gururlu bir çocuk olarak, hastalanan babasının köylüler tarafından nöbetle evden eve geçerek bakılacağını duyar ve köylülerin aşağılayıcı söz ve tavırlarına daha fazla dayanamayıp isyan eder ve köyünü de babasını da terk edip gider. Uzun süre karanlık ormanın içinde belirsiz bir yöne gitmeye çalışan ve bir müddet baygın yatan Vahit, gözlerini şehir şifahanesinde açar. Bu şifahanede tedavi görmesi ve onunla ilgilenen melek gibi hemşire Sara, Vahit’in hayatında bir dönüm noktası olur. Sara Vahit’i müzeye götürünce o, orada bulunan Hazreti İsa ve odun toplayan yaşlı adam tablolarını görünce çok etkilenir ve sürekli geçmişini, babasını düşünür. Daha fazlası, bu tablolar derinden hüzünlenen Vahit’in talihsiz insanların çektikleri acılardan kimin sorumlu olduğunu ve neden insanların yüz, hatta bin yıllardır hâlâ mutlu olamadıklarını sorgulamasına sebep olur. Gururlu, eşitsizliğe başkaldıran, özgür olmayı düşleyen ve insanlık âlemiyle ilgili felsefi düşüncelere dalan delikanlı Vahit’in anlattıkları her ne kadar gerçekçi olsa da hikâye romantizm çerçevesinde değerlendirilir. Çünkü romantizm estetiği kanunlarına göre, hikâyede kahramanın iç dünyasını daha dolu bir şekilde açmak için aşk kültüne bir de doğa ve sanat (müzik, resim vb.) kültleri de eşlik eder. Yaşlı Eptereş’in ölüm haberini almasıyla Vahit’in gözünün önüne bu çileli hayatta yaşayıp ölmüş milyonlarca fakir insan gelir.9 Eserde, eziyet çeken topluluk ve medeniyet elçileri olan “çobanlarla” ilgili felsefi düşünceler de önemli yer alır. Tatar araştırmacı Rezeda Ganiyeva’nın belirttiği üzere, eserin adı sadece çoban Eptereş ve oğlu Vahit’le ilgili olmayıp dünyaya gelip göçmüş peygamberlere, filozoflara ve bilgin insanlara da işaret eder: “Akil insanları böyle adlandırma, eski Şarktan gelen bir gelenektir. Milattan önce Hindistan’da okuyan kişiler ‘çobanlar’ olarak adlandırılırdı. Müslüman medeniyetinde, örneğin, hadislerde insanlar için önemli bilginleri ve peygamberleri ‘çobanlar’ olarak adlandırma bulunmaktadır. Türklerin ilk klasik manzumesi Kutadgu Bilig’de de bilginler için ‘halk sürüsünü güdenler’ denilmekte. Tatar Türklerinde halk imajını sürüyle karşılaştırma; bilgin, filozof, ressam, yazarları da ‘çoban’ olarak adlandırma, XX. yüzyıl sonuna kadar devam eder.”10
1922 yılında Alimcan İbrahimov “Almaçuar” adlı eseri yazar. Hikâyenin isminden de görüldüğü üzere, edip bu sefer bütün Türk boyları için ortak olan ve Tatar Türkleri için de çok önemli bir konuyu, at sevdasını ele alır. Tatar Türklerinde at konulu 600’e yakın atasözü ve deyim, çok güzel, anlamlı türküler ve ilginç inanışlar da mevcuttur.11 Diğer halkların mitolojisinde ve kahramanlık destanlarında olduğu gibi, Tatar Türklerinde de at, “aydınlık ve hız simgesi, erin kolu kanadı, mertebeli ve kutsal varlık olarak sayılır.”12 Hikâye, Zakir adlı iyi yürekli, hakkını yedirmeyecek kadar güçlü, istediklerini elde edecek kadar azimli bir çocuğun ağzından geçmişte yaşanan bir olay olarak anlatılır. O henüz 7-8 yaşındayken babası Hafız’a Alem-gol adlı kişiliğinden şüphe duyulan bir Başkurt, Tatarların “burlı biye” dedikleri aklı kızılımsı renkte olan bir kısrak hediye eder. Yazar, Alemgol’un atı hediye etme serüvenini halk edebiyatı örneklerini de ustaca kullanarak heyecanlı bir şekilde anlatır. Kısrağın gelişi Hafız’ın ailesinin en zor dönemine denk gelir ve sıkıntı, yoksulluk içinde yaşayan eve geldiği günden itibaren bereket ve bolluk getirir. İlk yavrusunu düşüren kısrak, nihayet ikinci yavrusunu dünyaya getirir ve Zakir için yeni bir hayat başlar. Tayına çok düşkün çocuk, onu ev işlerine koymadan Sabantuy bayramında gerçekleşecek at yarışına hazırlar. Bütün bu çabaların sonucu olarak Zakir’in Almaçuar’ı yarışı kazanıp ödülü almayı hak eder. Fakat bu mutluluk fazla sürmez, kısa bir süre sonra Almaçuar hastalanır ve ölür. O günden sonra Zakir, hayatta hiç kimseyi ve hiçbir şeyi artık içten sevemediğini söyler. Almaçuar’ın hastalanıp ölmesinden dolayı Zakir’in dünyaya ve her şeye küsmesi, sevgisini yetirmesi, çocuklukta ilk kez ölümle karşılaşan ve en sevdiği varlığını kaybeden bir çocuğun derin duyguları olarak anlatılır. Almaçuar adlı hikâyede anlatılan olaylar da Başkurdistan sınırları içinde bulunan bir Tatar köyünde geçer. Bu hikâyede 1917 Ekim Devrimi öncesi Tatar köyü, çiftçi hayatı, onun toprak ve su, doğa ve atla ilgili günlük meşakkatleri, sevinçleri, dertleri, köylü insanların hayat tarzı, uğraşları, bayramları –özellikle de Sabantuy bayramı- çok zengin etnografik bezeklerle, dolu ve dürüstçe tasvir edilir. Tatar halkı köyde tarımla uğraştığından dolayı atın köy hayatında pahası biçilmez bir değeri vardır. Örneğin, eserde Zakir’in yoksulluk içinde yaşayan ailesi, hediye edilen atın sayesinde toparlanır.13 Atın bereket simgesi olarak izlenmesi, bütün Türk boylarına ortak bir inançtır. At, Türklerde eskiden ilahî bir güce sahip hayvan olarak kabul edilirdi. Türklerin ata taptığı dönemler de vardı.14 Bu yüzden Türkler ata canları gibi bakar, ona büyük sevgi ve saygı duyarlar. “Tatar toplumunda ata sahip olmak, özgürlük, güç ve zenginliğe eşdeğer sayılır ve günümüzde bile atları koruyan ruhların olduğuna inanılır.”15 Çünkü at, insanların bütün işini görür ve büyük fayda sağlar. Fakat atlar Tatarlarda sadece tarla ve ev işlerinde kullanılmaz, onların arasında Sabantuy bayramında düzenlenen at yarışlarının göz bebeği olan koşucu atlar da yer alır. “Almaçuar”da Alimcan İbrahimov’un bir köylü çocuğun atına olan sevdasını Tatarların millî ve geleneksel bayramı Sabantuy içinde vermesi de büyük anlam taşır. Eser, bir Sabantuy bayramını anlatmakla başlar ve diğer bir Sabantuy bayramında yaşananlarla sona erer. Tayın Zakir’in evine gelme tarihi de çocuğun babasının Sabantuylarda gösterdiği bahadırlığıyla yakından ilgilidir. Sabantuy, baharda ekimin başlaması, üretime geçilmesini temsil eder. Birlik, beraberlik ve dayanışma bayramı olarak bilinen Sabantuy, Tatar Türklerinin millî kimliğini, gelenek ve göreneklerini, yaşayış şeklini ve insan ilişkilerini gösterme açısından da son derece önemlidir. Çünkü toplumlar, “kederlerini, sevinçlerini, aşklarını, üzüntülerini, beklenti ve taleplerini kendi genlerindeki hissiyatın birikimiyle oluşturdukları gelenek ve göreneklere döker, yaşam tarzları, ekonomik ve coğrafi şartlarının da etkisiyle oluşan bu güçlü ifade biçimi ile davranmaktan mutlu olurlar.”16 Ayrıca, Sabantuy bayramı sırasında uygulanan at yarışı, Tatar Türklerinin Orta Asya’da yaşamakta olan başka Türk boylarıyla aynı kökten olduğunu bildiren önemli unsurlardan biridir. Alimcan İbrahimov’un birçok eserlerinde olduğu gibi bu hikâyede de Tatar Türklerinin gelenek göreneklerine, örf âdetlerine, sosyal hayatına, halk edebiyatına ve kültürel değerlerine büyük önem verir. “Alimcan İbrahimov’un makalelerinde sosyalist fikirler olsa da, kendisi de görev gereği Bolşevizm’e hizmet etse de, eserlerinde Tatar halkı, Tatar yaşam tarzı, gelenekleri, ilerlemesi, aydınlanması ve Tatar kültürü her zaman ilk sırada olmuştur.”17 Tatar edebiyat uzmanı G. Halit’in de yazdığı gibi “sosyal olayları, insanlar arası ilişkileri ve tiplerin sadece onlara özgü karakterini günlük hayat, örf âdetler, etnik boyalar (efsaneler, inanışlar, inançlar, türküler, atasözleri, deyimler) aracılığıyla açabilme ustalığı, Alimcan İbrahimov’un kabiliyetine özgü bir sıfat.”18
Alimcan İbrahimov’un yaratıcılığına gelince o, eserleri hariç Tatar Türkçesi ve Tatar edebiyatıyla ilgili birçok bilimsel yazı ve ders kitabı da hazırlar. Çoğu Sovyet döneminde kaleme alınan eleştiri, edebiyat teorisi ve tarih alanlarında yazdığı hizmetlerinde millî şuurun oluşmasını, edebiyat, müzik, millî tiyatro gibi sanat alanlarının ve folklorun gelişimini ele alır. Ufa Müslümanları Arasında Halkçılığı Yayma Komitesi’nde görev alan, Rusların Sosyalist Revolüsyoner (Es-Er) partisine katılarak 1917 yılında Fatih Seyfi Kazanlı ile birlikte İrèk (daha sonra Béznéŋ Yul olarak çıkar) adlı bir gazetede çalışan, 1918 yılının Ocak ayında Stalin’in daveti üzerine Merkez Müslüman Komiserliği başkanı Mullanur Vahitov’un yardımcısı görevini üstlenen, 16 Ocak 1918’de Petrograd’da (daha sonra Moskova’da yayınlanır) çıkmaya başlayan Çulpan isimli gazetenin redaktörü ve kurucusu olan, 1924 yılının Şubat ayında Moskova’da toplanan Tatar-Başkurt öğretmenler kurultayına katılıp bu toplantıda millî okulların geliştirilmesi, eğitimin yeni usulde yapılması ve yeni programların hazırlanması sorunları üzerine çalışan, 1925–1927 yılları arasında Tataristan Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığı’nın İlim Merkezi’nde görev yapan Alimcan İbrahimov, Rusya sınırları içinde yaşayan halkların hayatını kökten değiştiren devrimlerin ve iç savaşın şahidi olur. Bütün bu olayları kendi eserlerine en samimi şekilde yansıtır (Yaŋa Kéşéler (Yeni İnsanlar), Kızıl Çeçekler (Kızıl Çiçekler), Tiren Tamırlar (Derin Kökler) vb.), sosyal içerikli eserlerinde yeni Sovyet hükûmetinin kazançlarını geniş epik planda tasvir eder, Tatarlar arasında çeşitli sosyal tabakaların oluşması, sosyal sınıflar arasındaki mücadele ve milletin geride kalma nedenleri gibi sorunları gündeme getirir. 1920’li yılların başında o yıllarda İdil-Ural bölgesinde yaşanan açlık faciasını en gerçekçi manzaralarla yansıtan, merkezinde Ölüm ve Yaşam gibi metafizik konu olan, doğasına özgü olarak yemek yeme ihtiyacı artarak onu zayıf düşürdükçe insanın insanlık sıfatlarını kaybedebildiğini, açlıktan ölmemek, hayatta kalmak için hatta kendi çocuğunu yiyebildiğini anlatan “Âdemler” adlı eserini yazar.19
1927–1938 yılları arasında edip Kırım’da Yalta şehrinde verem tedavisi görür. Çok yönlü fedakâr hizmetlerinden dolayı 1928 yılında Devlet Sanat Bilimleri Akademisi’ne akademik üye olarak seçilir. 1932 yılında aktif çalışmaları için Bütün Rusya Merkez Komitesi tarafından “Hizmet Kahramanı” ismine layık bulunur. Ağır hasta olmasına rağmen 1938 yılında tutuklanır ve Kırım’dan Kazan’a getirilir. Tatarların millî bağımsızlığına önem vermek, devrim öncesi Tatar kültürünü yüceltmek, Tatar aydınlarının rolünü aşırı abartmak, solculara saldırmak, sağcıları görmezden gelmek, Rus komünistlerini çarlık jandarmasıyla kıyaslamak gibi suçlardan yargılanır ve “halk düşmanı” ilan edilir. O günden itibaren Alimcan İbrahimov’un eserlerini dile almak, okumak yasaklanır. Onun adı ve eserleri Tatar halkına ancak Stalin kültü açığa çıkınca geri döner. Alimcan İbrahimov Pleten hapishane revirinde eceliyle ölür. Kazan’da Arhangel mezarında defnedildiği hususunda bilgiler olsa da mezarı ne yazık ki günümüzde bilinmemektedir.
1980’li yıllarda Rusya halklarının tarihi yeniden değerlendirilmeye başlayınca, Alimcan İbrahimov’un hayatı ve eserleri yeniden gündeme gelir. Sovyet döneminde Tataristan’da edibin üç ciltlik Saylanma Eserler (Seçme Eserler) kitabı, dokuz ciltlik akademik baskısı, Türk lehçeleri ve Tatar Türkçesiyle ilgili hizmetleri ve birçok edebî eseri ayrı kitap olarak yayımlanır. Alimcan İbrahimov’un hizmetleri çeşitli yönleriyle araştırılıp yüksek lisans ve doktora tezleri savunulur, monografiler, hatıra kitapları dünya görür, hayatıyla ilgili roman ve uzun hikâyeler, belgesel eserler hazırlanır. Edibin yıldönümlerinde düzenli ulusal ve uluslararası bilimsel sempozyumlar gerçekleşir, Tataristan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Dil, Edebiyat ve Sanat Enstitüsü de doğal olarak Alimcanov İbrahimov’un adını taşır.
Alimcan İbrahimov’un birçok eseri Rusçaya ve başka dillere çevrildi. Böylece, yaratıcılığı Tatar edebiyatıyla sınırlı kalmayıp diğer Türk boylarında da popüler oldu. Yazarın ve eserlerinin etkisi bütün Türk edebiyatlarına tartışılmaz derecede büyüktü. Çünkü sadece Tatarların değil birçok Türk boyunun medeni ve tarihî bilincinin gelişimini sağladı. Ufa’da zamanın en ünlü medreselerinden olan Galiye medresesinde öğretmenlik yaptığı yıllarda Tatar ve Başkurt medeniyetini geliştirmek için aktif şekilde çalışan Alimcan İbrahimov, Başkurt ediplerinin edebiyat meydanına çıkmalarına yardımcı oldu. Şeyhzade Babiç, Seyfi Kudaş, Galimcan Nigmeti, Hesen Tufan, Bulat İşemgol gibi ünlü Tatar ve Başkurt şair, edip ve bilim adamlarının onun şakirtleri olarak yükselmeleri, edibin ne kadar etkili bir şahıs ve eğitici olduğunu bir kez daha kanıtlar.20 Alimcan İbrahimov’un edebî geleneklerini Tatar yazarları dışında Özbek yazarlar A. Kadıri ve Aybek, Kırgız edip A. Tokombayev ve birçok Başkurt ve Kazak yazarları da devam ettirdi. Hatta Kazak ve Azerbaycan Türkleri onu kendi yazarlarından saydılar. Büyük Azerbaycanlı yazar Samed Vurgun, Alimcan İbrahimov’u Sovyetlerin içinde yer alan bütün Doğu halklarının büyük yazarı olarak nitelendirdi. Başkurt yazar ve edebiyat uzmanı Kirey Mergen de Tatar Türklerinin büyük oğulları Abdullah Tukay ve Alimcan İbrahimov’un usta kalemleriyle birçok Türk boyuna üstat ve kıble olduğunun altını çizdi.21 Daha Alim-can İbrahimov kendisi sağken Rus bilim adamı, edebiyat uzmanı P.S. Kogan şöyle yazdı: “O, önemi kendi ülkesi sınırlarından uzaklara taşıyan yazarlardan bir tanesidir ve insanlık tarihinin en iyi edipleri arasında onurlu bir şekilde yer alabilir.”22
Türkiye’de 2016 yılında Bengü yayınevinde yayımlanan “Çulpan Zaripova Çetin. Alimcan İbrahimov’un Eserlerinde Tatar, Başkurt ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri.” adlı kitapta Alimcan İbrahimov’un dolu biyografisi verilmiş olup “Tabigat Balaları” (Tabiat Çocukları), “Tatar Hatını Niler Kürmi” (Tatar Kadını Neler Görmez), “Almaçuar”, “Başkort Kızı Gölbike” (Başkurt Kızı Gülbike) ve “Kazah Kızı” (Kazak Kızı) adlı eserleri Tatar, Başkurt ve Kazak Türklerinin kültürel değerleri açısından incelendi. 2020 yılında yine Bengü yayınevinde yayımlanan “Çulpan Zaripova Çetin. Alimcan İbrahimov. Âdemler. Araştırmaİnceleme-Metin.” adlı kitapta yazarın açlık konusunu işleyen eseri incelendi ve Türkiye Türkçesine çevrildi. Elinizdeki kitapta ise Alimcan İbrahimov’un Tatar ve Başkurt hayat tarzı, hayat felsefesi, gelenek ve görenekleri, örf-adetleri ve millî değerlerini en güzel şekilde yansıtan “Kötüçéler” (Çobanlar) adlı hikâyesi ile “Almaçuar” ve “Tatar Ha-tını Niler Kürmi” (Tatar Kadını Neler görmez) adlı uzun hikâyeleri Türkiye Türkçesine çevrildi. “Kötüçéler” (Çobanlar) ve “Almaçuar” eserlerinin orijinal metni 2007 yılında Kazan’da Tataristan Kitap Neşriyatı’nda yayımlanan “G. İbrahimov. Hikâyeler, Povest, Poman. (Tözüçe R. Akyeget) kitabından alındı. “Tatar Hatını Niler Kürmi” (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı uzun hikâyesi ise 1957 yılında Kazan’da Tatarstan Kitap Neşriyatı’nda yayınlanan “G. İbrahimov. Saylanma Eserler. 3 Tomda. 3. Tom.” kitabından alındı. Eserdeki dipnotların çoğunluğu çevirmen tarafından verilmekle birlikte orijinalden alınan dipnotların sonuna Alimcan İbrahimov’un ismi kısaltılarak “(A.İ.)” şeklinde belirtilmiştir.
Kitap, Alimcan İbrahimov'un doğumunun 135. yılı anısına hazırlanmıştır.
Çulpan ZARİPOVA ÇETİN