Buch lesen: «Felsefesi ve Aforizmalarıyla Nietzsche»

Schriftart:

Alfred Richard Orage (22 Ocak 1873 – 6 Kasım 1934), sosyalist politika ve modernist kültürde etkili bir figürdü ve en çok I. Dünya Savaşı öncesinde The New Age dergisinin editörlüğünü yapmasıyla tanınıyor. Leeds’te öğretmen olarak çalışırken Platon, Bağımsız İşçi Partisi ve teosofi gibi çeşitli konularla ilgilendi. 1900’de Holbrook Jackson’la tanıştı ve üç yıl sonra Britanya’da modernist kültürün merkezi haline gelen Leeds Sanat Kulübü’nün kurucu ortağı oldular. 1924’ten sonra Orage, George Gurdjieff ile çalışmak için Fransa’ya gitti ve ardından fon toplamak ve ders vermek üzere Gurdjieff tarafından Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. Gurdjieff’in birçok eserini tercüme etti. Orage, 1900’den 1907’ye kadar hayatının yedi yılını Nietzsche’nin felsefesini incelemeye adadı ve Nietzsche’yle ilgili pek çok kitap hazırladı.

Cemal Can Tarımcıoğlu, 1988 yılında Üsküdar’da doğdu. 2012’de İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü felsefe yandal programıyla birlikte tamamladı. 2014’te ise askeri tarih alanında yüksek lisansını bitirdi. Aynı sene İstanbul Üniversitesi’nde yakınçağ tarihi alanında doktorasına başladı ancak 2018’in sonlarına doğru çeviri yapmaya başladıktan sonra doktorayı yarıda bıraktı. O tarihten itibaren kitap çevirileri yapmaya devam ediyor, ayrıca Marmara Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okuyor.

Giriş

Friedrich Nietzsche 1844 yılında, Saksonya’daki Lutzen yakınlarında bulunan Rocken’de doğdu. Çocukken babası bir kaza sonucu öldü ve aile Saale’deki Naumburg’a taşındı. Kız kardeşinin anlattığına göre Nietzsche, çocukken çok dindardı ve dini meseleler üzerine epeyce kafa yoruyordu. Ayrıca müziğe ve şiire düşkündü. 1858’de Pforta’daki okula gönderilmesinden bir yıl sonra Wagner’in Tristan und Isolde’sinin müziğini ilk kez dinledi. 1863’te Pforta’dan ayrılıp öğrenciliğine Bonn’da devam etti. Ertesi yıl, Leipzig’e gitti ve Schopenhauer’i ilk kez burada okudu. 1868’de Wagner’le tanıştı ve çok geçmeden yakın arkadaş oldular. Ta ki dostluklarının onarılamaz bir şekilde bozulduğu talihsiz 1876 yılına kadar… Nietzsche, 1869’da Basel’deki Klasik Filoloji Kürsüsü’ne atandı ve 1872’de ilk kitabı Tragedyanın Doğuşu yayımlandı. Nietzsche bu kitabı Wagner’e atfetti. Hastalığı yüzünden 1880’de kürsüsünden istifa etti. Hayatının geri kalan yıllarını çoğunlukla İtalya’da seyahat ederek geçirdi.

Nietzsche 1889’da ciddi şekilde hastalandı; şiddetli bir sanrılı hezeyan dönemi, bunamanın son noktası oldu. Böyle geçen on bir yılın ardından bilincini geri kazanamadan öldü.

Nietzsche’nin eserlerinin Avrupa’da yeni bir devinim yarattığı söylenebilir. Polonya asıllı olduğundan, Kopernik’in astronomi ve Chopin’in müzik için yaptıklarını ahlak alanında yapmakla övünüyordu. Onun arzusu, şu ya da bu ahlak sistemini değil, genel olarak ahlak meselesini kesin ve açık bir şekilde ifade etmekti.

Yirmi sekiz yaşındayken yazdığı ilk kitabı Tragedyanın Doğuşu’nda, Dionysos’un dünyanın trajik yapısını kavramasını sağlayan sırrına vâkıf oldu. Nietzsche, bunu takiben, kendisini Avrupa değerler sisteminin bütününü eleştirmeye adadı. Zamana Aykırı Düşünceler; İnsanca, Pek İnsanca; Tan Kızıllığı ve Şen Bilim’de Avrupa’da modern olan her şey hakkında en derin incelemeleri ve en sert suçlamaları yazdı. Bilgin, şair, eleştirmen ve filozof olarak, zamanındaki herhangi bir yazarın en büyük yargıları ve en derin içgörüleri için ehil olduğunu göstermişti. Bir sonraki kitabı Böyle Buyurdu Zerdüşt’te (en ünlü çalışmasıydı) zihninde kaynamakta olan tüm olumlu düşünceleri yazıya döktü. Doğuya özgü ve alegorik bir üslupla yazılan kitabın ana teması, üstinsan olarak Zerdüşt’tü. İyinin ve Kötünün Ötesinde, Nietzsche’yi meselesinin en ücra köşelerine taşıdı. Nietzsche bu kitapta, Batı metafiziğinin, felsefesinin ve psikolojisinin temel kavramlarına güçlü bir saldırıda bulunur. Ahlakın Soykütüğü Üstüne ve Wagner Olayı’nda ahlak konusundaki tutumunu özetledi. Hayatının sonlarına doğru uğraştığı kitap onun başyapıtı olacaktı. Bu kitap, değerlerin yeniden değerlendirilmesi üzerineydi. Bu çalışmada kendisini, şu anda Avrupa’da var olan tüm yargıları, kuralları ve toplumları insani amaçlar için yeniden değerlendirmeye adadı. Ancak yalnızca bir veya iki bölüm ve özellikle notlar biçiminde olanlar tamamlandı. Nietzsche, düzyazının yanı sıra birçok şiir de yazmıştır. Bunlar çoğunlukla, Dionysos’un onuruna yazdığı coşkulu şiirlerdi ama nükteli ve daha sade mısralarda da hünerliydi. Edebi üslubu, Almanya’nın on yıllardır tanık olduğu en yüce üsluptur. O, tutku ve derinliği bir cümleye, bir kelimeye sıkıştırma sanatına sahipti. Tüm modern yazarlar arasında, hiciv ve özlü söz üretme gücü kendisininkine eşit ya da ondan üstün olan Emerson’a hayrandı. Nietzsche kendi tarzıyla gurur duyardı. Bunu, “zamanın eskitemediği şeyler yaratma” arzusu olarak ilan ederdi. “Biçim ve öz bakımından bir nevi ölümsüzlüğü elde etme çabası.” “Ben,” diye devam ederdi, “hiçbir zaman kendimden daha azına ihtiyaç duyacak kadar mütevazı değildim. Almanların en önde geleni olarak benim usta olduğum aforizmalar ve cümleler, sonsuzluğun biçimleridir.”

Bu eserde, Nietzsche’nin “sonsuzluk biçimlerinden” bazıları bir araya getirilmiştir. Ortamından koparılan mücevherler belki de göz kamaştırıcı bir şekilde parlamazlar; ama en azından herkes, bunların sıradan çakıl taşları değil, mücevher olduklarını anlar.

Tanımlamalar

Minnettarlık göstermek, nazik bir şekilde intikam almaktır.

* * *

Çocuksu olmak, rızık için mücadele etmemek ve eylemlerimizin nihai öneme sahip olduğuna inanmamaktır.

* * *

Yolsuzluk, bir halkın sonbaharı için kırıcı bir tanımdan ibarettir.

* * *

Soyluluk ne demektir? Henüz ölçümünün yapılması mümkün olmayan değerlerin tahmini, bilinmeyen tanrılara adanmış sunaklar üzerindeki kurbanlardır.

* * *

Günah değil, çılgınlık.

* * *

Günah, fiziksel çöküntünün ahlaki izahı; kefaretse fiziksel iyileşmenin ahlaki izahıdır.

* * *

İnanç, pons asinorumdur.1

* * *

Aşırı sempati; üçte bir kayıtsızlık, üçte bir merak ve üçte bir hastalık derecesinde asabiyettir.

* * *

İnsanlık, daha güçlü tek bir insan türünün büyümesini sağlamak için toplu halde feda edildi ve buna ilerleme dememiz gerekmişti.

* * *

Vicdan azabı: İnsanın kendi kendine acı çekmesi.

* * *

Çıkar: İradenin harekete geçirilmesi.

* * *

İnsandaki günahkârlık bir olgu meselesi değil, yalnızca bir gerçeğin, fiziksel bir çöküntünün yorumlanmasıdır.

* * *

Erdemlerin en gencine dürüstlük denir.

* * *

İsyan, kölenin üstünlüğüdür.

* * *

Benim devlet dediğim, herkesin ağır intiharına “yaşam” denen yerdir.

* * *

Para, güç sahibi olmanın kapısını açar.

* * *

Adaletin olduğu yer, gören gözlerin ve sevginin olduğu yerdir.

* * *

Üreme arzusunun olduğu yerde masumiyet vardır.

* * *

Güneş sevgisi saflıktır ve yaratıcı bir arzudur.

* * *

Tanrısallık, yalnızca tanrıların olması değil, Tanrı’nın olmaması anlamına da gelmez mi?

* * *

Kötü, korkaklık demektir.

* * *

Bir halk, yani, çabalayan çokça kimse…

* * *

İnsan topluluğu bir teşebbüstür.

* * *

Soyluluk, tükenmeyen gücün şuurudur.

* * *

Acıma, en hafif tarafıyla asimilasyon içgüdüsüyle ilgili hoş bir duygudur.

* * *

Günah, bir Yahudi icadıdır.

* * *

“Ruhun kurtuluşu”, düz bir ifadeyle, “Dünya benim etrafımda dönüyor,” anlamına gelir.

* * *

Kanaatler bizi tutsak eder.

* * *

Ortada olan bir şeyi görmek istememek, bir şeyi göründüğü gibi görmek istememek; işte yalancılık diye buna derim!

* * *

Gerçeklik duygusu, tüm duyuların sonuncusu ve en değerlisidir.

* * *

Haçlı seferleri, korsanlığın biraz üst seviyesi; hepsi bu.

* * *

Rönesans: Hıristiyan değerlerinin değişmesi.

* * *

Cesaret, diğer adıyla küstahlık.

* * *

Trajedi: Dionysosçu bir coşkunun düş dünyası.

* * *

Kin kaynaklı tamamen çete işi harekete Reform denir.

* * *

Egoizm, duygu alanındaki bakış açısının yasasıdır.

* * *

Bağımsızlık, en basit tabiriyle “düşünce özgürlüğü”dür.

* * *

Tanıdık, basitçe ve zarafetle uyandırılan içsel duyguların toplamına ruh denir.

* * *

Yetenek, eski bir öğrenme kırıntısından başka nedir?

* * *

Mutluluğumun formülü: A evet, a hayır, düz bir çizgi, bir hedef

* * *

Temiz vicdan, bazen yanıltıcı olacak kadar iyi bir sindirime benzer.

* * *

Şu lüzumsuzlara bir bak. Mucitlerin eserlerini ve bilge adamların hazinelerini çalıp hırsızlıklarına eğitim diyorlar. Kin kusuyorlar ve buna gazete diyorlar. Hastalıklı onlar.

* * *

Gülmek kötü niyetli olmaktır, ama temiz bir vicdanla.

* * *

Mutluluk nedir? Gücün arttığı, bir direncin aşıldığı duygusudur.

Nietzsche’ye Göre Felsefe

Tüm fikirlerini, teorilerini ve görüşlerini kendi içlerinde tek bir kaynağa göre düzenlemenin ve izlemenin gerekliliğinin yanı sıra eğlenceyi de deneyimleyen ve böylece gerçek kutsallık olan bütünlük ruhuna erişen bilge mizaçlar vardır. Bu kişilerin Nietzsche’nin entelektüel yaşamının büyük bir bölümünü, kendini bu şekilde anlama çabası içinde harcadığı konusunda bilgilendirilmelerine gerek yoktur. Yine de bu girişimin, gerçekliğin doğasının ve doğrunun ölçütünün aranmasıyla sonuçlanması kaçınılmazdı. Nietzsche kişisel bir sorunun sıkı bir şekilde peşinde koştuğu sürece, nihayetinde bu sorunların incelenmesine yönlendirildiği için, kabul edilen anlamda bir metafizikçi ve bir filozof olduğu söylenebilir. Ancak metafiziği soyut ve teorik hale geldikçe, kelime dağarcığının yanı sıra malzemesinin de giderek daha somut ve duyusal hale geldiği hemen belirtilmelidir. Bir dereceye kadar Platon örneğinde olduğu gibi onun durumunda ve daha da fazlası Epiktetos örneğinde olduğu gibi, onun üstün felsefesinin kanıtı her zaman pratik hayata dair artan kavrayışıydı. Tüm büyük mizaçlarda aşırılıklarla buluşur ve Nietzsche okuyucuları, onun materyalizmini yüzeysel veya metafiziğini soyut olarak kabul etmekten kaçınmalıdır.

Tüm teorik felsefenin temel sorunu, varlığın doğası üzerinedir. Gerçekliği oluşturan nedir? Gerçekten olan nedir? İmge dünyasıyla gerçeklik dünyası arasında çağlar boyunca bir ayrım yapılmıştır. Bir yandan tüm gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz akmakta olan sonsuz bir dünyayı kanıtlar ve bunu zorunlu kılar. İmge dünyasındaki hiçbir şey tek bir anda değişmeden kalmaz. Öte yandan zihin, içgüdüsel olarak, fikirlerin en azından değişmez, sabit ve ebedi kaldığı bir varlık dünyasını öngörür.

Bu iki dünya, deneyimlediğimiz dünya ve entelektüel ihtiyaçtan kaynaklı dünya, böylelikle keskin ve temel bir karşıtlık içine yerleştirilir. Köklü içgüdüsel ihtiyaçların ifadesi olan kişisel tercihlerimize göre, bir dünyanın gerçek ve diğerinin yanlış olduğunu ilan ederiz. İdealistler, genel olarak, dünyanın mutlak gerçekliğini zihnin gerektirdiği şekilde kabul ederler. Materyalistler ise genel olarak olgusal dünyanın mutlak gerçekliğini onaylarlar. Din ve ahlak üzerine yazanlar, farklı bir kelime dağarcığıyla ve başka amaçlarla bu iki dünyadan birini gerçek olarak kabul ederler. Dindarlara göre olgusal dünya dünyevidir; duygularla renklendirilen sabit zihinsel kavramların dünyasıysa uhrevidir ve öte dünyadır. Ahlakçı için yine bu olgusal dünya, iyi ve kötünün birbirine karıştığı bir dünyadır. Ancak zihinsel dünya, dünyevi kusurların giderildiği ve mükemmelliğe ulaşılan “ideal” dünyadır.

Nietzsche ister felsefi ister dini ister bilimsel olsun mutlaklığın her türlüsünün tutarlı bir muhalifi olduğundan, gerçek dünyası olarak bilincimize sunulan dünyayı ve bilincin kendisini tercih eder. Zira düşünüldüğünde, bilinç dünyasının dış dünyadan biraz daha az değişken ve akıcı olmadığı açıktır. Kısacası, bilincin kendisi her şey kadar olgusaldır ve gerçek dünya oluşun dünyasıdır.

Dolayısıyla Nietzsche’ye göre sabit, değişmez ve ebedi hakikatler dünyası, başka bir varlık dünyası, fenomenin ardındaki numen, kendinde şey, soyut gerçeklik yoktur. Her zaman oluştan ibaret olan bu sonsuz değişim dünyası, tek dünyadır.

Ancak Nietzsche, idealizmin mutlak değerini reddederken, onun göreli değerini ve zorunluluğunu yadsımaktan ya da materyalizmin mutlak değerini onaylamaktan da uzaktır.

Oluşun tüm engin kaosuyla sunulan ve kendi kaderini tayin eden zihin olarak dünya istenci, kendisini ilkel boşluğun ve biçimlenmemiş olanın üzerindeki sınırları ve enlemleri işaretlemek gibi güçlü bir göreve adamıştır. Bu sınırları ister dünya istencinin kendi kendini sınırlaması olarak istersek de kaos alanlarının sınırları olarak tasavvur edelim, hepsi aynıdır; çünkü sonuç olarak ayrı bir dünya istenci ve bağımsız kaos yoktur. Gerçek olan, tek başına süreçtir.

Ama şimdiye kadar yaratılmamış olan üzerindeki bu çizgiler ve sınırlar, dünyadaki enlem ve boylam çizgilerinden daha gerçek değildi. Yine de zihnin, oluş akışını parça parça incelemesini sağlama amacına hizmet ederler. Denizcinin gemisini sabit yıldızlara göre yönlendirmesi gibi, dünya zihni de kendisi için, sayesinde hareket yönlerinin hesaplanabileceği zihinsel olarak sabitlenmiş takımyıldızlarını yarattı. Şimdi bu sabit çizgilerin ve takımyıldızların insanın “ideallerine”, onun varlık dünyasına, “gerçek ideal dünyasına” tekabül ettiğini söylersek Nietzsche’nin, “idealizm”in ve ideallerinin değerini ya da gerekliliğini yadsımadığı, yalnızca gerçekliklerini inkâr ettiği hemen anlaşılacaktır.

Ama aynı şekilde Nietzsche materyalizmin mutlak gerçekliğini de reddetti; çünkü Madde, zihnin oluş sürecini kavramak için yarattığı hayali çizgi ve sınırlardan başka bir şey değildir. Maddenin düşünceyle karşıtlık içindeki göreceli kararlılığı yalnızca karşılaştırmalıdır. Kendi içinde, her şey kadar akıcıdır. Madde varsayımı aslında idealizmin bir varsayımıdır ve tamamen aynı zorunluluktan doğar. Bu nedenle, yalnızca olgusal dünyanın mutlak gerçekliğini olumlamak, numenal bir dünyanın mutlak gerçekliğini olumlamaktan daha az mantıksız değildir. Ne maddenin ne de düşüncenin mutlak bir dünyası yoktur. Ne duyusal ne de semavi sabit bir varlık yoktur. Sonuç olarak idealizm ne kadar felsefenin dışındaysa materyalizm de felsefeye o kadar uzaktır.

Ama şimdiye kadar tasarlanmış dünyaların mutlak gerçekliğini yadsıdığımızda geriye ne kalıyor diye sorabiliriz. Oluş süreci, diye yanıtlar Nietzsche. Bu süreç tek başına gerçektir. Eylem her şeydir. Dünya, sonsuz bir enerjiden, sonsuz bir faaliyetten, sürekli bir oluştan başka bir şey değildir. O enerjinin doğası, varlığı ve kaynağı nedir diye sorarsak Nietzsche irade diye cevap verir. Kendi doğal görevi olan sürekli eylemle sürekli meşgul olan irade; her şeyin kaynağı ve kapsayıcısı olarak irade… Nietzsche’nin gerçeklik anlayışı bu şekildedir.

Nietzsche, felsefi serüveninde gelecekteki insanlar için büyük bir görev öngörür. Rasyonalistler, şeylere akıllarıyla orantılı bir değer vererek aklın yardımıyla kendi değerler hiyerarşisini kurmuşlardır. Materyalistler, şeylerin maddesellikleriyle orantılı olarak gerçeklik merdivenini tırmandıkları hiyerarşilerini kurmuşlardır. Dindarlar, estetikçiler, ahlakçılar ve diğerleri, şeylere dini, estetik veya etik kıymetlerine göre değer vermişlerdir. Bir gün, der Nietzsche, dünyayı iradenin ölçeğine göre yeniden değerlendirelim. Zira bizi gerçek yapan tek şey içimizdeki irade olduğuna göre, o zaman tek başına irade her şeyi gerçek kılar ve her şey, iradeyi ortaya koyduğu oranda değerlendirilmelidir. Nietzsche’nin gözünde tüm imge dünyası, evrensel bir iradenin sayısız biçimde rol aldığı sahnedir. Biçimler, görünüşler, renkler, oyuncuların mizacı, hepsi aynı şekilde gerçek dışıdır. Gerçek olan tek şey, ister taş ister insan olsun, tüm çeşitli oyuncuların içinde ve arasında çeşitli güç derecelerinde hareket eden iradedir.

Bununla birlikte varlık olarak dünya ve imge olarak dünya olmak üzere iki dünya görüşünden felsefi olarak en azından birincisinin daha baştan çıkarıcı olduğu kesindir. Hiçbir yerde, din ahlakçılarının gururla ilan ettikleri gibi, tanrı kavramına sahip olmayacak kadar “aşağılanmış” bir kabile bulunamaz. Yani, mutlak idealizme inanmanın tehlikesinin mutlak materyalizme inanmanın tehlikesinden daha fazla olmadığı insanlara hiçbir yerde rastlanamaz. Kısacası insan, her şeyden önce idealize eden hayvandır. İnsanda, zihin olarak dünya istenci, biçimsiz derinliğin temellerini ölçmek için kendi kendine atanan görevine başlar ve devam eder. Sonuç olarak, onun için en büyük tehlike her zaman en soylu yetisine, yani akıl yetisine sahip olmak olacaktır. Eski bir Hindu hikâyesinde aklın, gerçeğin katili olduğu ifade edilmektedir.

Genel olarak dünya istenci amacının bilincine ilk varanlar filozoflar olduğu için, yanılgıya en çok düşenler yine filozoflar olacaktır. Zira onlar hâlâ fazlasıyla insan olduklarından, (dünyanın kendisinin ayrım yaptığını varsayabileceğimiz gibi) araçlar ve amaç arasında açıkça ayrım yapamazlar. Hemen hemen tüm filozoflar, aslında entelektüel hayal güçlerinin gerekli bir ürünü olan varlık dünyasının mutlak gerçekliğine inanan, doğrulanmış idealistlerdi. Filozoflar neredeyse her zaman şu ya da bu biçimde “başka bir dünya”nın yazarları haline gelmişlerdir.

Dolayısıyla Nietzsche’nin görüşüne göre, felsefi düzen içindeki zihinlerin bu köklü eğilimine karşı koymak kesinlikle gerekliydi. Bunlar, doğası gereği en derin ve zengin iradeye sahip olarak aklın en güçlü sınıfını oluşturuyordu. Bu güç sayesinde, gerekli oldukları kadar tehlikeli hale geldiler. Platon’un, filozofları kullanmak zorunda olduğu ve onlar tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için onları istihdam eden devleti gibi, dünya istenci de bu son derece bilinçli canlı türünü kendisi için yaratmış ancak kendi amaçlarını tehlikeye attığı anlaşılmıştır.

Zira yalnızca oluş süreci gerçekse ve eylemde bulunan yalnızca gerçeklikse o zaman ideal, sabit, değişmez bir varlık dünyasının ikamesi, dünya istenci açısından ölümcül bir aykırılıktır. Filozof aynı zamanda insanların lideri olduğu için, “idealleri”nin peşinden gittiğinde yalnızca kendisi değil, diğer insanlar da onunla yoldan sapar.

Filozofların, aslında gerçekliğin olmadığı bir yerde gerçekliği keşfetmeye yönelik bu yanıltıcı girişimi, Nietzsche tarafından nihilizm olarak adlandırılır. Nietzsche, nihilizmin belirtilerinin Avrupa’nın her yerinde belirgin olduğunu söyler. Zihin nereye yaslanırsa yaslansın (dine, sanata, bilime, ahlaka veya siyasete) o felsefi sapmanın izi hepsinin üzerindedir. Dünyanın her yerinde insanlar, mutlak bir idealler dünyasının gerçekliğine inanırlar. Bu, dinde cennet, sanatta güzellik, bilimde gerçek, ahlakta ideal, siyasette çoğunluk için en iyi olan şey, hayatta barıştır. Ama ne cennet ne güzellik ne gerçek; ne “ideal” ne mutluluk ne de barış vardır. Bunlar, rehber olarak zihin tarafından yaratılan düşüncelerdir; hayali dünyaya aittir ve insan için yapılmıştır. Onları amaç olarak takip etmek, araç olarak ihmal etmek ve insanı kul konumuna indirgemek anlamına gelir. Dünya istenci mücadelesinin daha yüce noktalara ilerlemesine hizmet eden semboller olarak doğru anlamında idealler yerine, insanların yaşamın sona ermesi arzusuyla önünde secde ettikleri “putlar” haline gelirler. Bu soyut şeylere yönelik her arzu, aslında yaşama aykırı bir arzudur; çünkü idealleri gerçekleştirmek hayatın doğasında yoktur ve onları gerçekleştirme arzusu, daha doğrusu onların bir gün gerçekleşeceğine dair inanç, yolunu kaybetmiştir ve artık yaşamı arzulamayan bir iradenin varlığını varsayar. Ancak insan iradesinin böylesine yanlış yönlendirilmesi ve yoldan sapması, çok daha ciddi bir yaşamsal içgüdü kaybını beraberinde getirir. İçgüdülerle mücadele edilmesi gerektiği, başlı başına çöküşün kanıtıdır. Nietzsche, bu Avrupa idealizminde (“öteki dünya”ya yönelik özlemleriyle birlikte) Avrupa iradesinde büyük bir çöküş hareketi görmüştür. Ancak çöküş, rönesansla el ele gittiği için Nietzsche, ebedi oluş olarak yaşam kavramını yeniden ilan etmenin yeni bir filozof ırkının işi olduğunu düşündü.

Bu oluşum süreci, büyük mitolojik biçiminde, Dionysos’un gizemlerinde açığa çıkarılmış ve yenilenmiştir. Nietzsche, bu nedenle, başlatıcı olan Dionysos’un müridi ve üyesi olduğunu ilan etti. Dionysos uyuyan Yunanistan’ı nasıl uyandırdıysa o da uyuklayan Avrupa’yı uyandıracaktı. Çöküş, seyrinde devam etmelidir ama en azından kontrol edilebilir. Yenileme hareketi başlayabilir.

Ama önce filozofların, sonra sanatçıların Dionysos’un hizmetine girmesi gerekiyordu. En entelektüel çevrelerde hayatın ebedi dramının soylu öğretilerini yeniden doğrulama görevi birincilere düşecektir. Onlar, dünya istenci oyununu kendi içlerinde gören, hisseden ve gerçekleştiren, dolayısıyla, son derece güçlü irade ve beyin sahibi insanlar; zihinlerinde dünya dramının oynadığı insanlar, sonuç olarak, zengin ve trajik deneyimlere sahip insanlar olmalılar. Materyalistler, kendi akıllarının yaratıklarının kölesi olarak, çok büyük bir yanılsama içindeydiler. Akıllarının kölesi oldukları için rasyonalistlerin de onlardan bir farkı yoktu. İdealistlere gelince, onlar düşmandı; zira Dionysos “başka bir dünya” uğruna terk edilmemiş miydi?

Hayır, ihtiyaç duyulan şey, mücadeleyi hisseden ama yine de gelişebilmeyi kasıtlı olarak isteyen bir akıldı. Sabit doğrular ve idealler dünyası için zayıf bir şekilde iç çekmekten uzak, idare edilmesi çok kolay olan bu yeni filozoflar, mutlakiyetçiliğin her biçimine sırt çevirecekler ve sadece görünür, algılanabilir ve duygusal dünya sahnesinin daha trajik, daha korkunç kahramanlarını içerecek şekilde genişletilmesini isteyeceklerdir.

İnsani şeylerin çeşitli alanlarında insanların en çok korktuğu unsurları arzu etmeye cüret etmesi gereken filozoflar, cazibenin büyüsünü yeni “idealler”in üzerine çekmesi gereken büyük sanatçılar da olmalı. Böylelikle Avrupa, yavaş yavaş gençliğini yenilemeye, idealizmin tiranlığından kurtulmaya ve bir kez daha “kendi doğasında yazılı olan şey olma” görevini üstlenmeye yönlendirilebilirdi.

1.Pons asinorum (eşek köprüsü), ikizkenar üçgenlerde tabandaki açıların birbirine eşit olduğunu ve eşit düz doğrular daha fazla uzatıldığında, tabanın altındaki açıların birbirine eşit olduğunu belirtir. Aynı zamanda eleştirel düşünmeyi test eden bir sorun veya zorluk için mecazi bir ifade olarak da kullanılır ve “eşek köprüsü”nün muhakemede yetenekli olanlarla beceriksizleri birbirinden ayırma yeteneğine atıfta bulunur. (e.n.)

Der kostenlose Auszug ist beendet.