Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü

Text
Autor:
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

bülgün tüş(БҮЛГҮН ТҮШ-) [yağmaya yakalanmak] Kaosa uğramak, kaosa düşmek: “Atkılaştan bülgün tüşüp çek ara.” -OB. (Silahlı çatışmadan kaosa düştü sınır.)

bülük sal(БҮЛҮК САЛ-) [kargaşa çıkarmak] 1. Kargaşa çıkarmak, ortalığı karıştırmak. 2. Rahatsız etmek, huzurunu bozmak: “Birok bir künü şahtın kapasınan arıstan boşonup çıgıp ketet da, büt şaarga bülük salat.” -İE. (Fakat bir gün arslan, şahın kafesinden kaçar ve tüm şehrin huzurunu bozar.)

bülük tüş- (БҮЛҮК ТҮШ-) [kargaşaya düşmek] 1. Kargaşa çıkmak, karışıklık meydana gelmek: “A da ketet kızmattan / Ölkö içinde bülük tüşöt kayta da.” -AA1. (O da görevinden ayrılacak / Ülkede yine kargaşa çıkacak.) 2. Rahatsız olmak, huzuru kaçmak: “Kandın peyli buzulsa, kalkına bülük tüşöt.” -BF. (Hanın niyeti bozulursa, halkın huzuru kaçar.)

bür al- (БҮР АЛ-) [tomurcuk almak] bk. bür bayla-.

bür bayla- (БҮР БАЙЛA-) [tomurcuk bağlamak] Tomurcuklanmak, tomurcuk bağlamak: “Kün cılıp, baktar bür bayladı.” (Havalar ısınıp ağaçlar tomurcuk bağladı.)

bürçügünö teñ kelbe- (БҮРЧҮГҮНӨ ТЕҢ КЕЛБЕ-) [pürtüğüne denk gelmemek] Tırnağı bile olmamak.

bürgödöy sekir- (БҮРГӨДӨЙ СЕКИР-) [pire gibi sıçramak] 1. Fırlamak, pire gibi sıçramak: “Al tereñ uykusunan kadimki bürgödöy sekirip turdu da, uykuga çegerilgen beş saattın ötüp ketkendigine ötö kubana tüştü.”-DjL. (O derin uykusundan fırlayarak kalktı ve uyumak için ayırdığı beş saatin geçtiğine çok sevindi.) 2. Sert tepki göstermek: `Caydak tonduu nemege kızımdı berbeym,` -dep Suban bürgödöy sekirdi.” -KTS. (“Fakir birine kızımı vermem!” diye Suban, sert tepki gösterdi.)

bürgödöy tüyül- (БҮРГӨДӨЙ ТҮЙҮЛ-) [pire gibi gerilmek] Sert tepki göstermek: “Sveta kızarıp-tatarıp bürgödöy tüyüldü: “Cok-cok albaym Tük da albaym.” -K. Saktanov. (Sveta kızarıp sert tepki gösterdi “Hayır, hayır almam, kesinlikle almam.”)

bürkümgö kelbe- (БҮРКҮМГӨ КЕЛБE-) [ağızda püskürtecek su kadar olmamak] 1. Çok az miktarda olmak, yetersiz olmak: “Çındasa munuñ bir bürkümgö da kelbeyt, uşunça kişige kantp cetkizebiz.” -ÇJ. (Açıkçası bu çok az, bu kadar kişiye nasıl yetiştireceğiz?) 2. Hemen, kısa zaman içinde yenik düşmek, mağlup olmak vb.: “Oşondo calpı at koyup, bukarasın tep-seybiz, alar bürkümgö kelbeyt.” -KTS. (O zaman hep beraber atla saldırıp halkını çiğneriz, onlar hemen yenik düşerler.)

bürkütkö çırga süyrötköndöy kıl- (БҮРКҮТКӨ ЧЫРГА СҮЙРӨТКӨНДӨЙ КЫЛ-) [kartala hayvan postu atmış gibi yapmak] Oyalamak, bekletmek.

bütkön boy (БҮТКӨН БОЙ) [biten boy] Tüm vücut: “Bütkön boyu kaltırayt.” -TAB. (Tüm vücudu titriyor.)

bütkön boyu çımıra- (БҮТКӨН БОЮ ЧЫМЫРА-) [bütün vücudu karıncalanmak] bk. bütkön boyu ımır-çımır bol-.

bütkön boyu dür dey tüş- (БҮТКӨН БОЮ ДҮР ДЕЙ ТҮШ-) [bütün vücudu ürperivermek] Tüyleri ürpermek: “Anın cüzün körgöndö bütkön boyum dür dey tüştü.” -AJ. (Onun yüzünü görünce hemen tüylerim ürperdi.)

bütkön boyu dür et- (БҮТКӨН БОЮ ДҮР ЭТ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.

bütkön boyu dürkürö- (БҮТКӨН БОЮ ДҮРКҮРӨ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.

bütkön boyu dürüldö- (БҮТКӨН БОЮ ДҮРҮЛДӨ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.

bütkön boyu ımır-çımır bol- (БҮТКӨН БОЮ ЫМЫР-ЧЫМЫР БОЛ-) [bütün vücudu karıncalanmak] Vücudu karıncalanmak: “Bütkön boyu ımır-çımır bolup, közünö eçteke körünböy, atına kamçı urup, ıldam cürüp ketti.” -UA. (Tüm vücudu karıncalanıp gözleri hiçbir şey göremez olunca atına kamçı vurarak gitti.)

bütkön boyu kuruş- (БҮТКӨН БОЮ КУРУШ-) [biten boyu kırışmak] Hastalıktan vücudu gerilmek, kasılmak: “Emnegedir içirkenip, bütkön boyum kuruşkansıyt.” -MA1. (Nedense üşüyüp, tüm vücudum kasılıyor.)

bütkön boyu ot menen calın (БҮТКӨН БОЮ ОТ МЕНЕН ЖАЛЫН) [bütün vücudu ateş ve alev] Ateşli, ateşi yüksek.

bütüm çıgar- (БҮТҮМ ЧЫГАР-) [karar çıkarmak] 1. Karar almak: “El atınan süylöştü, el atınan bütümdör çıgarıştı.” -LÜ. (Halk adına konuştular, halk adına kararlar aldılar.) 2. Karara varmak: “Oşentip sır çeçişip uzun tünü / Çıgardık ene-bala bir bütümdü.” -AM. (Böylece dertleşip gece boyunca / Anne oğul bir karara vardık.)

büyrösü kız- (БҮЙРӨСҮ КЫЗ-) [böğrü kızışmak] bk. büyrü kızı-.

büyrü çık- (БҮЙРҮ ЧЫK-) [böğrü çıkmak] Yemekten karnı şişmek: “Uylar ottoyt büyrü çıga teñselip” -OB1. (İnekler otluyorlar, karınları şişerek sallana sallana.)

büyrü kızı- (БҮЙРҮ КЫЗЫ-) [böğrı kızışmak] 1. Merakı uyanmak, meraklanmak: “Al emi Kırgızstanda Nobel sıylıgına cetüünü eñsegender barbı degen suroo köpçülüktün büyürün kızıtsa kerek.” -ŞJ. (Kırgızistan’da Nobel ödülü almak isteyenler var mı sorusu çoğunluğun merakını uyandırsa gerek.) 2. Coşmak, heyecanlanmak, içten içe kaynamak, aşırı duygulanmak: “Baytik ayttırgan kabar Dıykanbaydın büyürün kızıttı.” -AT2. (Baytik’in gönderdiği haber Dıykanbay’ı heyecanlandırdı.); “At üstündö turgandardın büyürü kızıdı.” -AK2. (At üstündekiler coştular.)

C

caa berbe- (ЖАА БЕРБЕ-) [caa vermemek] Asileşmek, başkaldırmak, boyun eğmemek.

caa boyu kaç- (ЖАА БОЮ КАЧ-) [yay boyu (kadar) kaçmak] Duymak, görmek istemeyip kaçmak, uzaklaşmak: “Meni körgön cerden caa boyu kaçat.” -KA1. (Beni gördüğü yerden kaçıp uzaklaşır.)

caa boyu sekir- (ЖАА БОЮ СЕКИР-) [yay boyu (kadar) fırlamak] Karşı çıkmak, direnmek.

caagı açıl- (ЖААГЫ АЧЫЛ-) [çenesi açılmak] 1. Çenesi düşmek, çok konuşmak, gevezelik etmek. 2. Şarkı söylemek.

caagı cap bol- (ЖААГЫ ЖАП БОЛ-) [çenesi kapanmak] 1. Korkudan konuşamaz olmak, çenesi tutulmak: “Al meni körüp, caagı cap boldu.” -MB. (O beni görünce korkudan çenesi tutuldu.) 2. Sesi kesilmek, sessizliğe gömülmek: “Bardıgının caagı cap boldu.” -AU2. (Hepsinin sesi kesildi.)

caagı karış- (ЖААГЫ КАРЫШ-) [çenesi kitlitlenmek] 1. Konuşamaz hâle gelmek: “Beçaranın caagı karışıp kalgan turbaybı.” -BM. (Zavallının çenesi kilitlenmiş.) 2. Susmak, sesi kesilmek, sakinleşmek: “Sen attanıp çıkkanda / Çeçensigen duşmanıñ / Süylöböy caagı karıştı” -MK2. (Sen yola çıktığın zaman / Büyük konuşan düşmanının / Konuşamayıp sesi kesildi.)

caagı katuu (ЖААГЫ КАТУУ) [çenesi katı] 1. Dizginlenmesi zor, hırçın (at). 2. Söz dinlemeyen, devamlı direnen.

caagı katuula- (ЖААГЫ КАТУУЛА-) [çenesi sertleşmek] Kızmak, öfkelenmek, kavgaya tutuşmak: “Caagı katuulap baratkanda, iz cazgırıp bıyakka cönögönün ayttı.” -KO1. (Sinirlenince yön değiştirip bu tarafa döndüğünü söyledi.)

caagın ayrı- (ЖААГЫН АЙРЫ-) [çenesini yırtmak] 1. Haddini bildirmek, üstesinden gelmek, işini bitirmek. 2. Bir şeyi çok tüketmek, çok kullanmak, hakkından gelmek: “Köpkö çeyin oturup, kımızdın caagın ayrıdık.” (Uzun süre oturup kımızın hakkından geldik.) 3. Bir işi ustalıkla yapmak: “Akkordeon degendin timele caagın ayrıyt.” -ŞJ. (Akordeon çalmayı çok ustalıkla yapar.)

caagın bas- (ЖААГЫН БАС-) [çenesini basmak] 1. Sesini kesmek, ağzını kapatmak, susmak: “Baldar caagın baspay ıylap, ızı-çuu tüşüştü.” -BM. (Çocuklar susmak bilmeyerek ağlayıp gürültü çıkardılar.) 2. Birinin çenesini kapatmak, ağzını kapatıp konuşturmamak, susturmak: “Tigilerdin caagın basış kerek.” -ÇA1. (Onların çenesini kapatmak lazım.)

caagın can- (ЖААГЫН ЖАН-) [çenesi(ni) yanmak] 1. Durup dinlenmeksizin konuşmak. 2. Durmadan şarkı söylemek: “Caagın canıp maktap ırdap catıptır.” -TK. (Durup dinlenmeksizin övüp şarkı söylemiş.) 3. Durmaksızın ağlamak.

caagın cap- (ЖААГЫН ЖАП-) [çenesini kapamak] bk. caagın bas-.

caagın cap bas- (ЖААГЫН ЖАП БАС-) [cenesini tamamıyla basmak] bk. caagın cap kıl-.

caagın cap kıl- (ЖААГЫН ЖАП КЫЛ-) [çenesini tamamıyla kapamak] Lafı ağzına tıkmak, susturmak: “Birotolo caagın cap kıluu üçün, baarı kıy-kıra baştaştı.” -ÇA1. (Tamamen susturmak için hepsi bağırmaya başladı.)

caagın ısıt- (ЖААГЫН ЫСЫТ-) [çenesini ısıtmak] Tokat atmak, tokat atarak cezalandırmak.

caagın karışkır (ЖААГЫН КАРЫШКЫР) [cenen tutulasıca] bk. caagıñ sıngır.

caagın karıştır- (ЖААГЫН КАРЫШТЫР-) [çenesini kilitlemek] Ağzına mühür vurmak.

caagıñ sıngır (ЖААГЫҢ СЫНГЫР) [çenen kırılasıca] Çenen kırılasıca!

caagın tülöt- (ЖААГЫН ТYЛӨТ-) [çenesinin tüyünü değiştirmek] bk. caagın ısıt-.

caagına cılan cumurtkalagır (ЖААГЫНА ЖЫЛАН ЖУМУРТКАЛАГЫР) [çenene yılan yumurtalayası] bk. caagına cılan uyalagır.

caagıña cılan uyalagır (ЖААГЫҢА ЖЫЛАН УЯЛАГЫР) [çenene yılan yuva yapasıca] ‘Dilini eşek arısı sokasıca!’ anlamında söylenen beddua.

caagıña taş (ЖААГЫҢА ТАШ) [çenene taş] ‘Ağzından yel alsın!’ anlamında söylenen beddua.

caagınan tügü çık- (ЖААГЫНАН ТҮГҮ ЧЫК-) [çenesinden tüyü çıkmak] 1. Burnundan solumak, küplere binmek. 2. Yüreği ağzına gelmek. 2. Ürpermek, korku, tiksinti, üşüme vb. yüzünden tüyleri diken diken olmak.

caagıñdı bas (ЖААГЫҢДЫ БАС) [cenini bas] Kapat çeneni!

caak basar (ЖААК БАСАР) [çene kapayıcı] 1. Açlığı bastıracak yemek, aperatif, atıştırmalık: “Caak basar berbeseñ aytam, berseñ unçukpaym.” -KTS. (Açlığı bastıracak yemek vermezsen söylerim, verirsen susarım.) 2. Sır saklaması, bir şeyi söylememesi, gizlemesi için birine verilen sus payı.

caak eti şılın- (ЖААК ЭТИ ШЫЛЫН-) [çene eti sıyrılmak] Yanakları çökmek, çok zayıflamak.

 

caak eti tüyül- (ЖААК ЭТИ ТҮЙҮЛ-) [çene eti düğümlenmek] bk. caak terisi tırış-.

caak etin ce- (ЖААК ЭТИН ЖЕ-) [çene etini yemek] Başının etini yemek, bıktırırcasına konuşmak.

caak öçtüülük (ЖААК ӨЧТҮҮЛҮК) [çene öçlülük] Karşılıklı söylenme, atışma, devamlı kavga etme: “Bul eköönün caak öçtüülügün koyo kal, atırılıp aytışkıday boluşsa, canına kişi çıdap tura albayt.” -ÇA1. (Bu ikisinin bırak kavgaya tutuşmalarını, birbirleriyle konuşurken bile yanlarında kimse duramaz.)

caak terisi tırış- (ЖААК ТЕРИСИ ТЫРЫШ-) [çene derisi kırışmak] Hiddetlenmek, öfkelenmek.

caakka çapkanday (ЖААККА ЧАПКАНДАЙ) [çeneye vurmuş gibi] bk. başka çapkanday.

caakta cok (ЖААКТА ЖОК) [çenede olmayan] Ağzı laf yapan, laf ebesi, eşsiz söz ustası: “Caakta cok akın bolgonduktan el arasında anın kadır-barkı çoñ ele.” -KC. (Eşsiz bir şair olduğu için halkın gönlüne taht kurmuştu.)

caaktan baştı ayırganday kıl- (ЖААКТАН БАШТЫ АЙЫРГАНДАЙ КЫЛ-) [çeneden kelleyi ayırmış gibi yapmak] Yakın insanlar arasındaki ilişkiyi bozarak birbirinden ayırmak.

caaktuuda cok (ЖААКТУУДА ЖОК) [çenelide olmayan] bk. caakta cok.

caaktuuga cay berbegen (ЖААКТУУГА ЖАЙ БЕРБЕГЕН) [çenesi olana huzur vermeyen] Lafın altında kalmayan: “Caaktuuga cay berbegen çeçen Abil coop tappay kaldı.” -TK. (Lafın altında kalmayan söz ustası Abil, verecek cevap bulamadı.)

caalı betine çık- (ЖААЛЫ БЕТИНЕ ЧЫК-) [öfkesi yüzüne çıkmak] Sinirleri tepesine çıkmak.

caalı kat- (ЖААЛЫ КАТ-) [öfkesi sertleşmek] Çok sinirlenmek, fazlasıyla öfkelenmek.

caalı katuu (ЖААЛЫ КАТУУ) [öfkesi sert] Çok sinirli, merhametsiz.

caalı közünö çık- (ЖААЛЫ КӨЗYНӨ ЧЫК-) [öfkesi gözüne çıkmak] bk. caalı betine çık-.

caası kat- (ЖААСЫ КАТ-) [yayı katılaşmak] bk. caagı kat-.

caba sal- (ЖАБА САЛ-) [örtüvermek] İftira etmek, suçu başkasının üzerine atmak: “Ayıptuunun üstünön ayıbın alıp, başka bir beçaranın üstünö caba salat.” -CAT. (Suçlunun suçunu üstünden alıp başka bir zavallının üstüne atar.)

cabık münözdüü (ЖАБЫК МҮНӨЗДҮҮ) [kapalı karakterli] İçine kapanık.

cabıluu ayak cabıluu boydon kal- (ЖАБЫЛУУ АЯК ЖАБЫЛУУ БОЙДОН КАЛ-) [örtülü kase örtülü olarak kalmak] bk. cabıluu ayak cabuusu menen kal-.

cabıluu ayak cabuusu menen kal- (ЖАБЫЛУУ АЯК ЖАБУУСУ МЕНЕН КАЛ-) [örtülü ayak örtüsüyle kalmak] Kol kırılsın, yen içinde kalsın, sır olarak kalsın.

cabır tart- (ЖАБЫР ТАРТ-) [cebir çekmek] Zulüm görmek, cefa çekmek: “Cabır tartkan adam ekensiñ.” -BF. (Zulüm görmüş adammışsın.)

cabuuluu ayak cabuusu menen alsın (ЖАБУУЛУУ АЯК ЖАБУУСУ МЕНЕН КАЛСЫН) [örtülü kase örtüsüyle kalsın] Başkalara bilinmeyen bir konu ifşa edilmeden olduğu gibi kalsın.

cabuuluu kara ingen (ЖАБУУЛУУ КАРА ИНГЕН) [örtülü kara deve] “Akıllı, tecrübeli” anlamında kadınlara yönelik övgü sözü.

cabuuluu kazan cabuuluu kalsın (ЖАБУУЛУУ КАЗАН ЖАБУУЛУУ КАЛСЫН) [örtülü kazan örtülü kalsın] bk. cabuuluu ayak cabuusu menen kalsın.

caga berbey kal- (ЖАГА БЕРБЕЙ КАЛ-) [pek hoşuna gitmemek] Beğenmek, hoşuna gitmek.

caka koldo, can uyada (ЖАКА КОЛДО, ЖАН УЯДА) [yaka elde, can yuvada] bk. can uyada, caka koldo.

cakadan al- (ЖАКАДАН АЛ-) [yakadan almak] Yakasına yapışmak, zorlamak, zorlayarak elde etmek: “Coo cakadan, börü etekten alıp turat.” -AU2. (Düşman yakaya, kurt eteğe yapışıp alır.)

cakası agar- (ЖАКАСЫ АГАР-) [yakası ağarmak] İki yakası bir araya gelmek: “Carı cakşı erkektin cakası agarat.” -ML. (Yâri iyi olan erkeğin iki yakası bir araya gelir.)

cakasın agart- (ЖАКАСЫН АГАРТ-) [yakasını ağartmak] Dostlara giyim hediye etmek: “Cakasın agartıp cañı kiyim kiygizip…” -CAT. (Elbise hediye ederek giydirip…)

cakasın karman- (ЖАКАСЫН КАРМАН-) [yakasını tutmak] 1. Hayret etmek, hayrete düşmek, şaşırmak: “ ‘Oy, toboo!’ dep cakasın karmanat Koñko baatır.” (Allah Allah diyerek, hayrete düştü Koñko bahadır.) 2. Dehşete düşmek, dehşete kapılmak: “Korkup ketti okşoyt, cakasın karmanıp, özün-özü toktotup turup kaldı.” -MB. (Korkudan dehşete düşmüşe benziyor, kendisini frenledi.)

cakasına carmaş- (ЖАКАСЫНА ЖАРМАШ-) [yakasına yapışmak] Yakasına yapışmak: “Açarçılık malsız alsızdardın cakasına carmaşıp, etegine ermeşip aldı.” -AU2. (Yoksulluk, malı mülkü olmayanların yakasına yapışıp eteğine asıldı.)

cakşı attuu bol- (ЖАКШЫ АТТУУ БОЛ-) [iyi adlı olmak] İyi görünmek, göze girmek için gayret etmek, dalkavukluk etmek: “Cakşı attuu boloyun dep, anı ayabay maktadı.” (Göze girmek onu överek göklere çıkardı.)

cakşı bol- (ЖАКШЫ БОЛ-) [iyi olmak] 1. İyileşmek, hastalıktan kurtulmak. 2. Dertten, sıkıntıdan kurtularak düze çıkmak: “Okuuma da cakşı boloorun, işime da cakşı bolup caşoo şartım oñolorun tüşünüp turam.” -BE. (Eğitimimin, işimin iyi olacağını, hayatımın düze çıkacağını hayal ediyorum.)

cakşı catıp, cay turuñuz (ЖАКШЫ ЖАТЫП, ЖАЙ ТУРУҢУЗ) [iyi yatıp iyi kalkınız] Allah rahatlık versin! İyi geceler!

cakşı çıkma (ЖАКШЫ ЧЫКМА) [iyi çıkma] Mükemmel, dört dörtlük: “ ‘Atanın uulu’ dep baa berişet cakşı çıkma cigitke.” -ZP. (“İnsan evladı!” diyerek övdüler, mükemmel olan delikanlıyı.)

cakşı kör- (ЖАКШЫ КӨР-) [iyi görmek] 1. Saygı duymak, değer vermek, yakın görmek: “Cuma, seni cakşı körörümdü bilesiñ.” -KK. (Cuma, seni kendime yakın gördüğümü biliyorsun.) 2. Sevmek, gönlünü kaptırmak: “Cakşı körgön coldoşuñ, camandık işke bardırbayt.” -KPA1. (Sevdiği dostunun kötü bir işe karışmasına engel olur.) 3. Hoşlanmak: “Bul sözdü kişige aytuudan körö komuz menen bayandoonu cakşı körçü elem.” -KK. (Bu sözü kişiye sözlü olarak söylemek yerine kopuzla anlatmaktan hoşlanırdım.)

calaa cap- (ЖАЛАА ЖАП-) [iftira kapamak] İftira atmak, kara çalmak: “Cok cerden calaa cabat.” -KA2. (Yok yere kara çalar.)

calaaga cıgıl- (ЖАЛААГА ЖЫГЫЛ-) [iftiraya kapılmak] Suçlu bulunmak, suçunu kabullenmek: “Calaaga cıgılıştuu bolup, kaçıp kelgemin.” -KK. (Suçlu bulununca kaçıp geldim.)

calakorduk kıl- (ЖАЛАКОРДУК КЫЛ-) [iftiracılık yapmak] İftira etmek.

calañ cüz (ЖАЛАҢ ЖҮЗ) [yalın yüz] Sözünde durmayan, yüzsüz, ikiyüzlü.

calañ ot, caydak töş (ЖАЛАҢ ОТ, ЖАЙДАК ТӨШ) [yalın ot, cavlak döş] bk. caydak töş.

calañ tonduu (ЖАЛАҢ ТОНДУУ) [yalın kürklü] bk. calan tonduu, calgız attuu.

calan tonduu, calgız attuu (ЖАЛАН ТОНДУУ, ЖАЛГЫЗ АТТУУ) [yalın kürklü yalnız atlı] Hiç kimsesi olmayan, yalnız: “Calañ tonduu, calgız attuu kembagaldardın üröyün uçurat” -KTS. (Hiç kimsesi olmayan yoksulların yüreğini ağzına getirir.)

calañ tonduu, caydak attuu (ЖАЛАҢ ТОНДУУ, ЖАЙДАК АТТУУ) [yalın kürklü, cavlak atlı] bk. calañ tonduu, calgız attuu.

calañ töş (ЖАЛАҢ ТӨШ) [yalın döş] bk. caydak töş.

calayak ooz (ЖАЛАЯК OOЗ) [bez ağız(lı)] Büyük ağız: “Calayak ooz, car kabak / aybatı katuu, cüzü zaar…” -ME1. (Ağzı büyük, alnı çıkık / Heybeti büyük, yüzü asık.)

caldırama tiy- (ЖАЛДЫРАМА ТИЙ-) [sersemlik dokunmak] Sersemleşmek, bir durum karşısında hareketsiz kalmak: “Cigit emne kıların bilbey, caldırama tiyip, tigilerdin artınan karayt.” -KA1. (Delikanlı bu tuhaf durum karşısında ne yapacağını bilemeyip onların arkasından bakıyor.)

calgan düynö (ЖАЛГАН ДҮЙНӨ) [yalan dünya] Yalan dünya, fâni dünya, ölümlü dünya, gelip geçici dünya: “Calgan düynödö, ölböy, öçpöy kim kalgan.” -CB1. (Yalan dünyada kim ölmeden kalabilmiş?)

calgan tüş (ЖАЛГАН ТҮШ) [yalan öğle] Kuşluk vakti: “Calgan tüştö üydü karay col tarttım.” -ME3. (Kuşluk vaktinde evin yolunu tuttum.)

calgız at, calañ tonduu (ЖАЛГЫЗ АТ, ЖАЛАҢ ТОНДУУ) [yalnız at, yalın kürklü] bk. calan tonduu, calgız attuu

calgız ayak col (ЖАЛГЫЗ АЯК ЖОЛ) [yalnız ayak yol] Patika, dar yol.

calgız başı eki bol- (ЖАЛГЫЗ БАШЫ ЭКИ БОЛ-) [yalnız başı iki olmak] bk. bir başı eki bol-.

calgız boy (ЖАЛГЫЗ БОЙ) [yalnız boy] 1. Bekâr: “Közgö körüngüdöy dele özgörüü cok, men baştagıday ele calgız boymun.” -ÇA1. (Gözle görünür hiçbir değişiklik yok, ben önceki gibi bekârım.) 2. Tek başına, yalnız başına: “Calgız boy, küyöösü soguşta cürgön ayaldardın da egini kar astına kaluuçu emes.” -AU2. (Eşi cephede olan, tek başına kalmış kadınların bile ekinleri kar altında kalmazdı.)

calkoo tamırı sok- (ЖАЛКОО ТАМЫРЫ СОК-) [tembel damarı çarpmak] Tembellik etmek, tembelliği tutmak: “Bügün işti baştabay ele koyoyunçu, calkoo tamırım sogup turat.” -AJ. (Bugün bu işe başlamayayım, tembelliğim üzerimde.)

cal-kuyrugu tögülgön (ЖАЛ-КУЙРУГУ ТӨГҮЛГӨН) [yele kuyruğu dökülen] Besili, iri, heybetli (at için kullanılır): “Cal kuyrugu tüyülgön argımaktar.” (Heybetli yağız atlar.)

calpak otur- (ЖАЛПАК ОТУР-) [yayvan oturmak] Alçak yere oturmak.

calpak til (ЖАЛПАК ТИЛ) [yassı dil] 1. Uygun bir dil, tatlı dil: “Calpak til menen tüşünüktüü kılıp aytkanda ustattan şakirt ötöt.” (Uygun bir dille söylenecek olursa “Boynuz, kulağı geçer.”) 2. Konuşma dili, günlük dil: “Munu calpak til menen tüşündürbösöñ, tüşünböyt.” (Bunu konuşma dili ile anlatmasan, anlamayacak.)

calpak tilge sal- (ЖАЛПАК ТИЛГЕ САЛ-) [yassı dile almak] Tatlı dille konuşmak.

calpı til tabış- (ЖАЛПЫ ТИЛ ТАБЫШ-) [ortak dil bulmak] Ortak nokta bulmak.

cam kıl- (ЖАМ КЫЛ-) [bütün yapmak] Rahatlatmak, ferahlatmak, sakinleştirmek: “Meni şaylap kan kılsañ / Köñülümdü cam kılsañ.” -K-O. (Beni seçip han yapsan / Gönlümü ferahlatsan.)

caman apaz başta- (ЖАМАН АПАЗ БАШТА-) [kötü apaz başlamak] Şom ağzını açmak: “Caman apaz baştabay cön oturçu.” -ÇJ. (Kötülüğe yormadan sus.)

caman aram (ЖАМАН АРАМ) [kötü haram] 1. Kötü, üçkâğıtçı. 2. Çocuklara nazar değmemesi için söylenen sevgi sözcüğü.

caman aytpay, cakşı cok (ЖАМАН АЙТПАЙ, ЖАКШЫ ЖОК) [kötü söylemeden iyi yok] Kötülüğün olduğu yerde iyilik de vardır.

caman coro baştaba- (ЖАМАН ЖОРО БАШТАБА-) [kötü coro başlamamak] Kötüye yormamak.

caman körgöndün börkü kazanbaktay (ЖАМАН КӨРГӨНДҮН БӨРКҮ КАЗАНБАКТАЙ) [sevmeyen (kişi)nin börkü (başlığı) kazanbak gibi (kazanbak, göçmenlik hayatta kazanın kırılmaması için çubuktan örülmüş kılıf)] Sevilmeyen insanın yüzü çirkin, görünümü çekimsiz.

caman köz (ЖАМАН КӨЗ) [kötü göz(lü)] 1. İçi dar, kıskanç. 2. Nazar.

caman közü menen kara- (ЖАМАН КӨЗҮ МЕНЕН КАРА-) [kötü gözüyle bakmak] Kötü gözle bakmak: “Caman közdördön, caman sözdördön sak-tay kör!” -CO. (Kötü gözlerden, kötü sözlerden koruyasın.)

caman közü menen tikte- (ЖАМАН КӨЗY МЕНЕН ТИКТЕ-) [kötü gözüyle uzun bakmak] bk. caman közü menen kara-.

caman ooz (ЖАМАН ООЗ) [kötü ağız] 1. Dedikoducu, ağzında bakla ıslanmayan: “Anday caman oozdordon sak boluu kerek.” -KTS. (Öyle dedikoduculara karşı uyanık olmak gerek.) 2. Ağzı bozuk.

caman sarı (ЖАМАН САРЫ) [kötü sarı] Yırtıcı bir kuş türü.

camanat bol- (ЖАМАНАТ БОЛ-) [kötü ad(lı) olmak] Adı kötüye çıkmak.

camanat kıl- (ЖАМАНАТ КЫЛ-) [kötü ad(lı) yapmak] Adını kötüye çıkarmak: “Bizdi kılba camanat.” -CM. (Bizim adımızı kötüye çıkarma.)

camanattı kıl- (ЖАМАНАТТЫ КЫЛ-) [kötü adlı yapmak] Adını kötüye çıkarmak.

camandıktı közüñ körbösün (ЖАМАНДЫКТЫ КӨЗҮҢ КӨРБӨСҮН) [kötülüğü gözün görmesin] bk. közüñ camandıktı körbösün.

cambaşı cerge tiybe- (ЖАМБАШЫ ЖЕРГЕ ТИЙБЕ-) [kalçası yere değmemek] Sırtı yere gelmemek: “Uşu küngö çeyin cambaşı cerge tiye elek.” -CAT. (Bugüne kadar sırtı yere gelmiş değildir.)

cambaşı cerge tiygençe (ЖАМБАШЫ ЖЕРГЕ ТИЙГЕНЧЕ) [kalçası yere değene dek] Ömrünün sonuna kadar: “Cambaşı cerge tiygençe, baldarım dep cürüp öttü.” -KTS. (Ömrünün sonuna kadar evlatlarımdiyerek yaşadı.)

camga tüş- (ЖАМГА ТYШ-) [kaseye düşmek] Gözü kara olmak, kendini ateşe atmak: “Bala üçün kişi otko, camga tüşöt.” -KTS. (Evlat için insan kendini ateşe bile atar.)

camgır kagar (ЖАМГЫР КАГАР) [yağmur silken] Bir tür kalpak.

can açır (ЖАН АЧЫР) [can acıyıcı] Yürek sızısı, acısı: “Anın can açırı calgız cetim bala ele” (Onun yürek sızısı, yalnız yetim çocuktu.)

 

can açıt- (ЖАН АЧЫТ-) [can acıtmak] Acı vermek, yürek sızlatmak, canını acıtmak: “Can açıtkan çındıktı ayttı.” -KTS. (Acı veren gerçeği söyledi.)

can alaketke kel- (ЖАН АЛАКЕТКЕ КЕЛ-) [can harekete gelmek] bk. can alaketke tüş-.

can alaketke tüş- (ЖАН АЛАКЕТКЕ ТҮШ-) [can harekete girmek] 1. Tüm gücüyle gayret etmek: “Arı-beri dalbastap, suramcılap can alaketke tüşöm.” -ÇA (Oraya buraya koşturup araştırarak tüm gücümle gayret ediyorum.)

2. Tüm gücüyle işe girişmek: “Oşonduktan can alaketke tüşüp işteşüüdö.” -ÇA (O yüzden tüm güçleriyle çalışıyorlar.)

can algıç (ЖАН АЛГЫЧ) [can alıcı] 1. dnb. Azrail: “Can algıç artınan kuup kelatkanday…” -BM. (Ardından Azrail kovalar gibi…) 2. Vicdansız, acımasız, taş kalpli: “Biz mınday can algıçtarga kol saluu mınday tursun, tike karay albaybız.” -MA1. (Biz, böyle vicdansızlara karşı çıkmak şöyle dursun, bakmaktan bile korkardık.)

can arga (ЖАН АРГА) [can çare(si)] Can çabası.

can arga kıl- (ЖАН АРГА КЫЛ-) [can care(si) yapmak] Canını kurtarmak için çare aramak, gayret etmek: “Can arga kılıp toogo ördödü.” -KM1. (Canını kurtarmak için çabalayıp dağlara ağdı.)

can ayabay (ЖАН АЯБАЙ) [canını esirgemeden] Tüm gücüyle, ölümüne, canını esirgemeden: “Can ayabay küröşö baştadık.” -KTS. (Tüm gücümüzle mücadeleye başladık.)

can ayak (ЖАН АЯК) [can kâse(si)] 1. Sefer tası. 2. Kutucuk, enfiye kutusu.

can ayaşpas (ЖАН АЯШПАС) [can esirgemeyecek] bk. can kıyışpas.

can bagar (ЖАН БАГАР) [can bakıcı] bk. can baktı.

can bak- (ЖАН БАК-) [can(ına) bakmak] Gününü gün etmek.

can baktı (ЖАН БАКТЫ) [can(ına) baktı] Asalak, abacı, otlakçı.

can baktılık (ЖАН БАКТЫЛЫК) [can bakıcılık(ı)] Asalaklık: “Can baktılıkka aylanışına ukuktuk mıyzam çaraları col berbeyt.” -FEK. (Asalaklığa dönüşmesine kanunlar izin vermez.)

can ber- (ЖАН БЕР-) [can vermek] 1. Can vermek, can teslim etmek, ölmek, vefat etmek: “Can surasa, can bergendey…” -CO. (Canını istesen, canını verir gibi…) 2. Yemin etmek, ant içmek. 3. Ömür vermek, can vermek, yaşatmak: “Teñir ata can bersin.” -SB. (Tanrı ömür versin.)

can bıçaktın mizinde (ЖАН БЫЧАКТЫН МИЗИНДЕ) [can bıçağın ağzında] Ölümle burun buruna, çok tehlikeli durumda, kelle koltukta: “Can bıçaktın mizinde turup, kimge kim boor tartmak ele.” -KTS. (Ölümle burun buruna iken kim kime yardım edebilirdi ki?) “Can bıçaktın mizinde turup, kimge kim boor tartmak ele.” -KTS. (Kelle koltuktayken kim kime yardım edebilirdi ki?)

can birge (ЖАН БИРГЕ) [can birlikte] 1. En yakın, birbiriyle çok yakın, yediği içtiği ayrı gitmeyen: “Kızga can birge ceñesi koşo keyip, koşo sızdayt.” -TS1. (Kızın en yakını olan yengesi de kızla birlikte ağlar, üzülür.) 2. Yar, sevgili: “Keteli, can birgem…” -TK. (Gidelim sevgilim…)

can buradar (ЖАН БУРАДАР) [can birader (kardeş)] En yakın dost, akran.

can büdögö tüş- (ЖАН БҮДӨГӨ ТҮШ-) [can telaşa düşmek] bk. can alaketke tüş-.

can bütkön (ЖАН БҮТКӨН) [can biten] Canlıların tümü, canlılar dünyası.

can cabıla (ЖАН ЖАБЫЛА) [can kaplayarak] Tamamıyla, tamamen, baştan sona, büsbütün, komple: “Can cabıla Cakıptın mañdayına kelgeni.” -SO. (Bütünüyle toplanarak Cakıp’ın karşısına gelmesi.)

can candan- (ЖАН ЖАНДАН-) [can(ı) canlanmak] Aile kurmak, hayat geçirmek.

can cok (ЖАН ЖОК) [can yok] 1. Fazlasıyla korkak: “Sende can cok tura, kün murun ele titireysiñ.” -NB. (Fazlasıyla korkakmışsın, bir gün öncesinden titriyorsun.) 2. Korku içinde: “Apası bilip kalbasın dep ekööndö can cok.” (Anneleri öğrenir diye ikisi korku içinde.) 3. Dayanıklı, it canlı: “Uşunda can cok, erteden keçke muz oygondo bul zalkar bir terdebeyt.” -KU. (İt canlı yiğit, sabahtan beri buz oyarken hiç terlemedi bile.)

can coldoş (ЖАН ЖОЛДОШ) [can yoldaş] Can yoldaş: “Can coldoşum sen, sır aytışkanım komuz bolup ömür keçirdim.” -AT2. (Can yoldaşım sendin, sırdaşım kopuz, böyle ömür sürdüm.)

can cökör (ЖАН ЖӨКӨР) [can dost] 1. Silah arkadaşları. 2. Yakın dostlar: “Baydın dagı bir can cökörü cetip keldi.” -MA1. (Zenginin bir yakın dostu daha geldi.)

can dalbasa (ЖАН ДАЛБАСА) [can cabalama(sı)] Çare arama, gayret etme: “Can dalbasaga da alı kelbey, esten tanıp barattı.” -SC. (Çare aramaya bile hâli kalmadan bayılıverdi.)

can dalbasa kıl- (ЖАН ДАЛБАСА КЫЛ-) [can çabası yapmak] 1. Çare, çıkar yol aramak, çırpınmak, çok istenilen bir şeyi gerçekleştirebilmek için aşırı derecede çaba harcamak: “Can dalbasa kılıp kayra üygö kirişet.” -KTS. (Çırpınarak yeniden eve girdiler.) 2. Geçim kapısı aramak.

can dalbasala- (ЖАН ДАЛБАСАЛА-) [can çabalama(sı) yapmak] bk. can dalbasa kıl-.

can dep (ЖАН ДЕП) [can diye] Candan, yürekten: “Ecemdin ayılına bir neçe küngö ketip kalıştı can dep kaalap cürdüm.” -AA2. (Birkaç günlüğüne ablamın köyüne gitmeyi yürekten istedim.)

can düynö (ЖАН ДҮЙНӨ) [ruh dünya(sı)] İnsanın ruh dünyası.

can erit- (ЖАН ЭРИТ-) [can eritmek] Canını eritmek, insanı kendine çekebilecek hoşuna gidici etki yapmak.

can et- (ЖАН ЭТ-) [can etmek] Zorluk, çile, azap çekmek.

can etin ce- (ЖАН ЭТИН ЖЕ-) [can etini yemek] Izdırap çekmek, azap çekmek: “Can etin cep kün körörsüñör.” -TK. (Izdırap çekerek yaşarsınız.)

can kazan (ЖАН КАЗАН) [yan kazan] Taşınabilir kazan: “Can kazandı ası-şıp, aloolotup ot caktı.” -S-C. (Taşıdıkları kazanı asıp alevli ateş yaktı.)

can keçti (ЖАН КЕЧТИ) [can(dan) geçti] Canını hiçe sayan, ölümü göze alan, gözü kara: “Alar can keçti emeler turbaybı!” -AU2. (Onlar canlarından geçmişe benziyorlar.) “Cıyırma cıl can keçtilikte salgılaştı.” -ÇA1. (Yirmi yıl gözü kara savaştılar.)

can kepil (ЖАН КЕПИЛ) [can kefil] Kefil.

can kılıçtın mizinde (ЖАН КЫЛЫЧТЫН МИЗИНДЕ) [can kılıcın ağzında] bk. can bıçaktın mizinde.

can kıybas (ЖАН КЫЙБАС) [can(ını) kıymayan] bk. can kıyışpas.

can kıyışpas (ЖАН КЫЙЫШПАС) [can esirgemez] Çok samimi, ayrılmaz: “Can kıyışpas dos elek.” -CM. (Ayrılmaz arkadaştık.)

can kir- (ЖАН КИР-) [can girmek] 1. Canlanmak, dirilmek, yaşama dönmek: “Denesi suuy baştap, sunalıp kalgan kempirge can kirdi.” -IK. (Vücudu soğmaya başlayıp yere serilen yaşlı kadın canlandı.) 2. Canlanmak, gücü artmak, diri duruma gelmek: “Caz kelip kök – caşıl çöptör çıgıp, kurt – kumurskalarga can kirip, kelgin kuştardın aldı kele baştadı.” -BE. (Bahar gelince yeşillikler çıkıp böcekler, karıncalar canlanmaya, göçmen kuşların öncüleri gelmeye başladı.) 3. Canlanmak, etkinliği artmak, hareketlilik kazanmak: “Şaar candana baştadı.” (Şehir canlandı.) 4. Canlanmak, geçmişte yaşanan bir olay veya durum yeniden hatırlanmak.

can kirgiz- (ЖАН КИРГИЗ-) [can girmesini sağlamak] 1. Canlandırmak, birinin canlanmasını sağlamak, canlanmasına yol açmak. 2. Canlandırmak, tazelik ve dirilik getirmek. 3. Canlandırmak, yoğun etkinlik kazandırmak: “Mektepke can kirgizip, anı bilim-ilimdin, taalim tarbiyanın, madaniyattın oçoguna aylandırgandar – mugalimder.” -KT. (Okulu canlandıran orayı bilimin, eğitimin kültürün ocağına dönüştüren öğretmenlerdir.) 4. Canlandırmak, yaşama döndürmek.

can kulaktın uçunda (ЖАН КУЛАКТЫН УЧУНДА) [can kulağın ucunda] Tehlikeli durumda, tehlike ya da felaket anında: “Can kulaktın uçunda baratkan ızıçuuda eç kim baykabadı.” -TK. (Felaket anındaki kargaşada hiç kimse fark etmedi.)

can küygüz- (ЖАН КҮЙГҮЗ-) [can yakmak] Fazlasıyla sinirlendirmek, öfkelendirmek: “Can küygüzgön birinçi katçı bul bagıtta özünün maksattarın bildirdi.” -ZP. (Öfkelendiren başkâtip bu konuyla ilgili amaçlarını açıkladı.)

can küyör (ЖАН КҮЙӨР) [can(ı) yanan] Yardım eden, düşünen, göz kulak olan: “Eger közüm ötüp ketse, Çınardı karay turgan can küyör eç kim cok.” -KB2. (Eğer ölüp gidersem Çınar’a bakacak, ona göz kulak olacak hiç kimse yok.)

can sakta- (ЖАН САКТА-) [can korumak] Geçimini sağlamak, hayatını idame ettirmek.

can sal- (ЖАН САЛ-) [can koymak] 1. İnandırmak için yemin etmek. 2. Var gücüyle gayret etmek: “Can salıp arakettengenin eç kim da eles algan cok.” -CAT. (Var gücünle gayret ettiğini hiç kimse hayal bile edememiş.)

can sepil (ЖАН СЕПИЛ) [can sefil] Sefil, alçak.

can sooga (ЖАН СООГА) [can hediye (lütuf)] Aman dileme.

can soogala- (ЖАН СООГАЛА-) [can hediye etmek] Aman dilemek: “Can soogalap cügündü.” -CM. (Aman dileyerek öne eğildi.)

can sura- (ЖАН СУРА-) [can istemek] Canını almak, sıkıntıya sokmak, canını çıkarmak, yıpratmak: “Adamdın canın suraçu işter da bolot.” -TS1. (İnsanın canını çıkaran işler de vardır.)

can talaş- (ЖАН ТАЛАШ-) [can çekişmek] 1. Telaşlanmak, acele etmek: “Can talaşıp tamak içişti.” (Acele ederek, telaşla yemek yediler.) 2. Çırpınmak, aşırı derecede çaba harcamak: “Can talaşıp köpkö deyre cerdi tırmalay berdi.” -AJ. (Çırpınıp, uzun süre yeri devamlı tırmaladı.) Karşı koymak, mücadele etmek. 3. İkna etmeye, inandırmaya gayret etmek: “Uşunday can talaşkan araketi menen Edige törönü dagı ınandırdı.” -KO1. (Bu ikna etme gayretiyle Edige hanı da inandırdı.) 4. Can atmak, arzu etmek.

can tart- (ЖАН ТАРТ-) [can çekmek] 1. Birinden yana olmak, birini kollamak, desteklemek: “Nazik Kubandıkka can tartıp süylögönü menen Akşoola negedir caktırbadı.” -ÇA2. (Nazik, Kubandık’ı destekleyerek konuşmasına rağmen Akşoola nedense beğenmedi.) 2. Acımak, merhamet etmek. 3. Yakınlık hissetmek: “Menin sizge can tartıp aytar keñeşim uşu…”

–СМ. (Benim, sizi yakın hissederek söyleyecek sözüm budur.) 4. Yönelmek, amaç olarak benimsemek: “El tınç turmuşka can tartıp…” -TK. (Halk huzurlu bir topluma yönelip…) 5. İmrenmek, arzu etmek.

can taslim bol- (ЖАН ТАСЛИМ БОЛ-) [can teslim olmak] Can teslim etmek: “Oorubay-sıktabay, bir kün töşöktön turbay can taslim boldu.” -CM1. (Ağrı sızı çekmeden bir gün yataktan kalkamayıp canını teslim etti.)

can taslim kıl- (ЖАН ТAСЛИМ КЫЛ-) [can teslim etmek] bk. can taslim bol-.

can ter (ЖАН ТЕР) [can ter(i)] Ecel teri: “Camgırday agat can terim!” -KE3. (Yağmur gibi dökülür ecel terim.)

can terge tüş- (ЖАН ТЕРГЕ ТҮШ-) [can(ı) tere düşmek] bk. can terik kel-

.

can teri kel- (ЖАН ТЕРИ КЕЛ-) [can teri gelmek] Canına tak etmek.

Sie haben die kostenlose Leseprobe beendet. Möchten Sie mehr lesen?