Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

2.
Ali b. Ebu Talib (600 – 661)

Hz. Ali konusu çok geniş bir konu olmakla birlikte, bu kitap çalışması kapsamında, tarihsel hususiyeti ve günümüze bakan yönleri itibarıyla ele alınacaktır.

Ali; Abdulmuttalib’in oğlu Ebu Talib’in oğludur ve Hz. Peygamber’e ilk inanan insanlardan biridir, Müslüman olduğunda büluğ çağına bile ermiş değildir. Çocukluk çağından itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadı ve hep yanında olarak doğrudan irşadına mazhar oldu. İslam dünyasının en güzide bir şahsiyeti olarak tanınır.

Bedir Savaşı’nda Ebu Süfyan’ın oğlu ve kavminin kendisine çok güvendiği pehlivan Hanzele meydana çıktığında, onun karşısına İslam ordusundan Hz. Ali çıktı. Daha ince yapılı bir savaşçı olan Ali çevikliğiyle, meşhur Muaviye’nin de ağabeyi olan Hanzele’yi mağlup etti ve onu öldürdü. Ebu Süfyan ailesinin Ali’ye düşmanlığı büyük ölçüde bu karşılaşmadan kaynaklanır.

Hz. Peygamber diğer sahabelere de yaptığı gibi Ali’ye de çeşitli görevler verdi, onu Kuzey Yemen’de Kızıldeniz’e yakın bir bölgeye zekât memuru olarak tayin etti. Burada görevliyken, Hz. Peygamber Veda Haccı’na çıktı, bundan önce çevrede bulunan görevli sahabelerin de Hacc’a katılmalarını emretti, bu görevdeki sahabeler yerlerine vekâleten birini bırakarak bu Hacc’a katılmak üzere Mekke’ye geldiler. Hz. Ali’nin yerine vekil olarak tayin ettiği adam sahtekâr çıktı, toplanan zekât paralarını alarak Kızıldeniz üzerinden firar etti. Bu hadise Mekke’de duyulunca Ebu Süfyan ailesi Ali’ye olan aleyhtarlıklarını bunun üzerine inşa etmeye başladılar; hatta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dahi bu söylenti ve suçlamalara prim verecek oldular ve Ali’nin yanlış bir adam seçmiş olduğuna hükmettiler.

Ali’nin aleyhinde olanlar, Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde bu konuyu dile getireceğini umuyorlardı, ancak Peygamber bu konuya değinmedi. Ardından Mekke’ye veda tavafı yapmak üzere döndü, oradan da Medine yoluna çıktı. Mekke’den ayrıldıktan sonra bu söylentiler farklı kanallardan yayılarak Peygamber’e kadar intikal etti; yol üzerinden Gadir-i Hum denilen bölgede yolculuğa mola verdi ve develerin eyerlerinden bir minber yaparak üstüne çıktı. Yanına da Ali’yi aldı, minberin üstünde yaptığı konuşmasında Hz. Ali’yi tebrik etti ve suçsuz olduğunu ilan etti: “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.” şeklindeki sözünü burada sarf etti. Kürsüden inince, sahabelerin çoğu Ali’nin yanına gelerek kendisini tebrik ettiler. Şiilerin inancına göre Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi halifeliğe tayinini haber veren meşhur hadise budur. Maide suresinin çokça bilinen “Bugün sizin için dinimi tamamladım.” ayetinin de bu halife tayininden dolayı indiğini savunurlar.

Bu hadiseden bir müddet sonra Hz. Peygamber vefat edince, sahabeler cenazenin defni hususunun yanı sıra onun halefi konusunda da istişarelerde bulundular, birbiriyle ihtilaflı çeşitli görüşler belirdi. “Emir’ul-Müminin kimden olacak?” sorunu ortaya çıkınca, insanların bir bölümü Hz. Ali’nin bu iş için zaten işaret edildiğini savundu. Medine’deki yerli Müslümanlar ise Ensar’dan olması gerektiği üzerinde durdu ve bu amaçla Sa’d b. Ubade’nin ismini ortaya attı. Bir başka grup halifenin Kureyş’ten birisi olması gerekliliğini müdafaa etti.

O an hayattaki en yakın akrabası olması hasebiyle Hz. Peygamber’in teçhiz ve tedfin işi Hz. Ali’nin üzerine kaldı. İki binden fazla sahabe o ortama gelerek serbestçe fikirlerini söylediler. En sonunda, Hz. Ebubekir’in akli ve mantıki konuşması (“Kim Allah’a inanıyorsa bilmelidir ki Allah ölmez ve ebedîdir; her kim Muhammed’e inanıyorsa bilmelidir ki o da her beşer gibi ölümlüdür; onun ölümünün ardından da ümmeti idare edecek bir yöneticiye ihtiyaç var.” mealindeki sözleri) kalabalık üzerinde etkili oldu, başta Hz. Ömer olmak üzere pek çok sahabe Hz. Ebubekir’e biat ederek onun halife olmasına razı oldular.

Şii iddialarına göre, başlarında Ebu Süfyan olmak üzere bazı kimseler Hz. Ali’ye müracaat ederek, onu bir an önce Beni Saide’ye gitmeye ve halifelik üzerindeki kendi hakkını savunması konusunda ısrar ederek, harekete geçmeye çağırdılar. Ama ben şahsen bu haberin sahih ve makul olmadığını zira Ebu Süfyan ve yanındakilerin zaten Ali’ye düşmanlık içinde bulunduklarını, bu haberin uydurma olduğunu düşünüyorum.

Hz. Ali’nin ne Hz. Ebubekir’in ne de Hz. Ömer’in halifeliğine hiçbir itirazı olmadı, hatta onlara müşavirlik bile yaptı; ancak Hz. Osman’ın halife seçilmesine itiraz etti (Ümeyyeoğullarına yakın olmasından dolayı ve kabileler arası rekabetin de etkisiyle). Hz. Ömer’in tavsiyesiyle, yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir komisyon toplandı; oylamada eşitlik olması ihtimaline karşı kendi oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek ama oy kullanmak kaydıyla bu komisyona yedinci üye olarak tayin etti. Ümeyyeoğulları bu komisyonda Hz. Ali’nin halife seçileceğinden endişe ederek sürece müdahil olmak istedi; sürecin sonunda yeni halife olarak Hz. Osman seçildi. Hz. Osman’ın bazı uygunsuz işlerini (akraba kayırmacılığı vs.) dile getirenler kendisini sertçe eleştiriyordu, bu yüzden farklı vilayetlerde isyanlar baş gösterdi; en şiddetli isyanlar Mısır ve Basra’daydı. İsyanların en yoğun zamanında bir grup evini basarak onu şehit etti. Bunun üzerine, seçim komisyonundan Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın teklifiyle, Hz. Ali o zor dönemde halifeliği kabul etti. Ali’nin düşmanları, bir yanda İfk Hadisesi’nden dolayı Hz. Ayşe, diğer yanda eskiden beri kendisine düşmanlık güden Ümeyyeoğulları’ydı. Hz. Ali’nin de süreç içinde bazı yanlışları vardı. Herkes bir tarafından çekiştirerek karşısına çıktı, Ali de kendi askerleriyle birlikte Şam’daki Muaviye’ye ve Basra’ya giden Ayşe’ye karşı asker çıkardı. Sadece Cemel Vakası’nda 12 bin sahabe hayatını kaybetti.

O dönemde İslam dünyasında farklı düşünceler ortaya çıktı: Bir grup eskiden beri Mekke’nin reisliği geleneğini öne sürerek hak iddia etti (Ümeyyeoğulları); diğer grup liderinin Peygamber’in en yakını ve damadı olması gerektiğini öne sürdü (Hz. Ali).

Bazı kaynaklar, Hz. Osman’ın şehit edilmesinde Hz. Ali’nin kah isyancıları kışkırtarak ve haklı bularak kah bastırıp yatıştırabileceği yerlerde inisiyatif kullanmayarak; doğrudan katl suçlusu olarak mesul tutulamayacaksa da hepten de masum olmadığını kaydederler. Muaviye’nin, Ali’nin halifeliğine itaat etmemesinin de altında onun bu ikircikli tutumu yatar. Muaviye, Ali’den, önce halifeyi öldürenleri cezalandırmasını istedi, bunun ardından kendisine itaat edeceğini söyledi. Osman’ın eşi Naile, katliamın ardından Şam’a Muaviye’nin yanına sığınınca, durumu bütün tafsilatıyla Muaviye’ye anlatmıştı; Muaviye’nin Ali karşıtı tutumunun şekillenmesinde Naile’nin bu görgü şahitliğinin çok önemli rolü vardır. Ben de bir tarihçi olarak bu görüşü benimsiyorum.

Ali halife olunca, yaptığı ilk işlerden biri Muaviye’yi azletmek oldu. Hatta Ali bu davranışına karşı uyarıldı, bu kararının Muaviye’nin itaatsizliğine ve nihayetinde isyanına yol açabileceği kendisine hatırlatıldı. Ancak Ali bu nasihate uymadı, nitekim Muaviye de azledilmeye çalışılınca bu emre itaat etmedi ve isyan bayrağını açmış oldu. İkinci olarak Osman’ın katline bizzat fiilen katılan Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed de Ali tarafından Mısır’a vali tayin edildi; bu da onun en büyük hatalarından biridir.

3.
Amr b. As (583 – 664)

Amr, çok sonradan Müslüman olmuş bir adamdır, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in etrafa gönderdiği askerî seriyyelerin komutanı olarak görevler aldı, özellikle çöl bölgesi Araplarının üzerine gönderilen bir kumandandı.

Menkıbe nev’inden kaynaklarda zikredilir; bir defasında Doğu’daki Arap aşiretlerinin üzerine Amr gönderilirken onun maiyetinde geçmişi zengin ve tecrübeli sahabeler de vardı, bunlar o bölgelere vardıkları zaman bir gece Amr kendi askerlerine soğuk bir havada ateş yakmayı yasakladı, bir süre sonra kimsenin abdest de almamasını ve teyemmümle namaz kılınmasını emretti. Tecrübeli sahabeler bundan rahatsızlık duymakla birlikte, komutanın emri olduğu için hepsi ona uydular. Medine’ye dönülünce Amr bu davranışları nedeniyle, o tecrübeli sahabeler tarafından Peygamber’e şikâyet edildi. Huzura çağrılan Amr’a Peygamber tarafından bu durum soruldu: Amr da düşman tarafından sayılarının tespit edilmemesi için ateş yaktırmadığını, ayrıca havanın çok soğuk olduğu bir günde hasta olunmaması için teyemmümle namaz kılınmasını emrettiğini söyledi. Hz. Peygamber de Amr’ın bu cevabını beğendi ve takdir etti.

Amr, bilahare Yermuk Savaşı’na katıldı.Bu savaş Muaviye’nin parladığı savaştır, zira İslam Ordusunun genel komutanı Muaviye’nin ağabeyi Yezid’dir. Yezid şehit düşüp de askerlerde dağılma emareleri görülünce, Muaviye öne çıkıp ağabeyinin sancağını alıp askerleri etrafında topladı, son bir kez Bizans ordusuna hücum edildi. Bu savaşta İslam ordusu 30 bin, Bizans ordusu ise 90 bin kişi civarındaydı. Müslümanlar Muaviye’nin kahramanlığıyla savaşı kazandı, Bizanslılar Suriye içine kaçtılar. Hadise, Medine’de duyulunca, Halife Hz. Ömer Muaviye’yi Suriye Valisi tayin etti. İşte Muaviye’nin tarih sahnesinde yıldızının parladığı an bu andır.

Bu sıralarda Amr b. As da bu cephedeydi ve Filistin’e gönderilmişti. Amr askerleriyle Filistin’i fethetti. Filistin Fatihi’dir. Amr, Filistin’i alınca, Mısır’ı da fethetmek için Hz. Ömer’den müsaade istedi, ama Ömer ona bu izni vermedi, hatta sıkı tembihle Mısır topraklarına adım atmamasını söyledi. Ancak Amr Mısır’a girmek için büyük iştiyak içindeydi. Bilahare Ömer’i de ikna ederek, sınırlı bir kuvvetle Mısır’a girmek için icazet aldı. Fakat bu emre uymayarak büyük bir kuvvetle Mısır’a girdi, Ömer bu sefer ona Ariş’ten öteye gitmemesini emretti. Amr, Ömer’e mektup yazarak Ariş’e geldiğini, Ariş’i de fethettiğini, Mısır’ı istila etmek için ikinci kez izin istediğini bildirdi. Amr bunun üzerine 12 bin kişilik bir ordu oluşturarak Mısır topraklarına girdi. Bu sırada Mısır, Bizans’a bağlı genel valilerce (Mukavkıs) yönetilmekteydi.

Amr b. As, Ömer’le bu yazışmasından sonra 12 bin kişilik ordusuyla yola devam etti ve karşısına çıkan Mısır kuvvetlerini darmadağın etti. Şiddetli bir adam olduğu için de Mısır’da büyük korku saldı. Böylece koca bir Mısır ülkesi Müslümanların eline geçmiş oldu. Bu olay, Amr’ın büyük bir kahraman olarak ünlenip tanınmasına vesile oldu.

 

Bu dönemde Müslümanlar arasında siyasi ve askerî dehalarıyla meşhur olan dört kişi (Duhât-ulerbaat’il Arab) vardır:

i) Filistin ve Mısır Fatihi Amr b. As

ii) İran ve Suriye’de büyük başarılar kazanmış Halid b. Velid

iii) Suriye’nin fethinde ve Bizans’la mücadelede başarı kazanmış, Bizans’ın müesseselerini İslam’ın hizmetine sokan Muaviye b. Ebu Süfyan

iv) İranlılarla münasebetlerde başarılı bir diplomat olarak sivrilen Muğire b. Şube

Amr, Mısır’ı aldıktan sonra Nil Vadisi’nde kendisine karargâh kurarak bütün Mısır’ı ve civarını fethetmeye koyuldu. Bu sırada, Mısır’da bulunan ve Hristiyan olmayan zümrelerle (örneğin yerli Yahudiler) ittifaklar kurarak, onları İslam’a kazandırdı ve istihbarat işlerinde kullandı. Ayrıca Bizans idaresinden memnuniyetsiz olan Mısır Kıptîlerini de kendi yanına çekerek ittifak kurdu. Bu dönemde ayrı bir vilayet olan, Akdeniz kıyısındaki tarihî yerleşim yeri İskenderiye’de de Bizanslılar yoğunlaşmışlardı. Amr, Ömer’den icazet alarak bu sefer İskenderiye’yi muhasara altına aldı. İskenderiye deniz yoluyla Bizans’tan sürekli yardım almaktaydı. Ancak Amr, Mısır’ın yerli insan kaynağını kullanarak, Bizanslıların İskenderiye’deki etkinliğini kırmayı hedefledi. Amr’ın şedit kişiliği Bizans askerleri arasında da yayıldı, devrin kaynakları Bizans askerlerinin onunla henüz karşılaşmadan kendisinden korktuklarını söyler.

Amr’ın fethettiği yerlerden birisi de Akdeniz’in en güney ucunda, bugün Gazze civarında olan Kayseriyye’dir. Buranın komutanı, aynı zamanda İmparator Heraklius’un oğluydu, bu komutan Mısır Mukavkısı’nın da damadıydı. Amr, Kayseriyye Kalesi’ni çok şiddetli şekilde muhasara etti ve kalenin dışarıyla irtibatını tamamen kesti, deniz yoluyla yardım almalarını engelledi. Kayseriyye Kalesi bu kuşatmaya daha fazla dayanamadı ve Amr’la anlaşma yapılarak kale boşaltıldı.

Bu denli kahramanlıklar gösteren Amr, Hz. Osman’ın iktidara gelmesiyle hemen görevinden alındı, merkeze çağrıldı, Hz. Osman’ın en büyük siyasi hatalarından biri de bu görevden almaydı. Nitekim Osman’a isyan eden askerlerin büyük çoğunluğu Mısırlıydı ve bunlar halifeden Amr’ın Mısır’a yeniden vali yapılmasını istediler. Hâlbuki, Osman Mısır’a kendi yakın akrabası ve süt kardeşi olan Ümeyyeoğullarından Abdullah b. Ebi Serh’i tayin etmişti. Askerlerin baskısıyla Amr tekrar Mısır’a döndürüldü ve Amr kalibresinde bir adam gidip Abdullah’ın emrine girdi. Onun maiyetinde Libya üzerine sefere çıktılar, Amr bu seferde Abdullah’ın korkaklık belirtileri gösterdiğini tespit etti ve bu durum askerler arasında yayıldı. Buna rağmen halife, Abdullah’ı görevinden almadı, hâlbuki askerin arzusu Amr’ın tekrar Mısır Valisi yapılmasıydı. Hz. Ali devrinde Mısır dengeleri daha da bozuldu.

Amr, görevden alınma mektubu kendisine ulaşınca Nil’deki çadırını söktürmek üzere kölesini gönderdi. Kölesi gidince çadırın üstünde bir kuşun yuva kurduğunu görüp, durumu Amr’a haber verdi ve anne kuşun yavrularını orada beslediğini, ne yapması gerektiğini sordu. Amr bunun üzerine kölesine haber gönderdi, çadırı yıkmamasını, kuşa da eziyet etmemesini, anne kuş yavrularını büyütüp uçurmaya başlayıncaya kadar çadırı sökmeyi ertelemesini söyledi. Bu vesileyle Amr b. As üzerine kaleme aldığım ve bu hadiseyi de anlattığım bir mesneviyi burada zikredeyim:

Doğanın Hakkına Saygı 1
 
Mısır’ın fatihi Amr ibnü’l-As
Bir çadır kurmuş idi kendine has
 
 
Nil kenarında güzel bir yerde
Hem serin hem de özel bir yerde
 
 
Devletin merkezi olmuştu bu yer
Buradan Mısır’ı yönetmişti derler
 
 
Çok dirayetli ve dehşetli idi
Çok cesaretli ve şiddetli idi
 
 
Amr’ı azletti emirü’l-mu’minin
Mısır’ı terk etmeye durdu o güzin
 
 
Korku vermişdi bütün düşmenine
Emri bir anda getirdi yerine
 
 
Didi bir askere var git çadırı
Topla gel terk edelim şu Mısır’ı
 
 
Gitti asker çadırı almak için
Deve sırtında alıp gelmek için
 
 
Gördü bir kuş yuva kurmuş çadıra
Çadır üstündeki bir dulda yere
 
 
Amr’a bildirdi bu hâli asker
Nasıl etsem diye beklerdi haber
 
 
Yuvasında duruyor yavruları
Anne kuş pek koruyor yavruları
 
 
Bir haber saldı hemen askerine
Doğru yol gösteriyordu erine
 
 
Şimdi dursun çadırı kaldırma
Kuşa kat’iyyen eziyet verme
 
 
Bu kuşun hakkına hürmet edelim
Sünnetullah’a riayet edelim
 
 
Doğanın hakkına saygı duyalım
Hilkatin emrine şeksiz uyalım
 
 
Koy uçursun anne kuş yavruları
Sonra git topla ve kaldır çadırı
 
 
Bu hikâyet inanın kurgu değil
Doğru bir vakıadır duygu değil
 
 
Bir sahabideki irfanı görün
Bir mücahitdeki iz’anı görün
 
 
Amr aslında çöl insanıydı
Ona irfan veren imanıydı
 
 
Aldı irfan ocağından dersi
Son nebinin çerağından dersi
 

4.
Ebu Hureyre (… – 678)

Ebu Hureyre, Medine’de kabile bağları mensubiyeti pek olmayan bir sahabeydi, fert olarak gelip Peygamber’e biat etmiş ve Müslüman olmuştu. Tek başına olduğu için Ashab-ı Suffe arasına alındı, mescidin içinde kaldı ve getirilen yardımlarla geçindi. Uzun süre Peygamber’in yanında bulunduğu için sıklıkla ondan sözler yani hadisler rivayet etmekteydi.

Onun bu mebzul miktardaki hadis rivayetçiliği, Peygamber’in vefatından sonra ağır tenkitlere maruz kaldı. Ashabın büyükleri ve hatta Hz. Ömer gibiler onu sertçe tenkit ettiler. “Her yerde durmadan Peygamber’den nakilde bulunuyor.” söylentileri yükselince Hz. Ömer de Ebu Hureyre’yi çağırdı ve “Allah’ın kitabı senin neyine yetmiyor da durmadan Peygamber’den yalan yanlış sözler naklediyorsun.” diyerek, onun bir daha hadis rivayet etmesini yasakladı.

Ama Hz. Ömer’in vefatından sonra Ebu Hureyre bu baskıdan azat kalınca artık istediği yerde ve istediği şekilde konuşmaya başladı. Onun bu aşırı konuşmalarından dolayı hadis derlemeciliği işi başlayınca, birçok hadis râvîleri Ebu Hureyre’yi kaynak kişi olarak gösterdi ve kendisinden binlerce hadis rivayetinde bulundular. Ancak Ebu Hureyre diğer vahiy katiplerinin aksine yazı bilmezdi, halkın içinde sıradan bir adamdı.

5.
Ebu Süfyan (565 – 651)

Ümeyyeoğulları’nın (benî Ümeyye, Emevîler) önderidir, Ümeyye’nin torunudur. Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib zamanında Mekke’nin iktidarı Ümeyye’nin elinden kayıp gitmiş ve Haşimoğullarına geçmişti; İslam’dan önce de bu durum iki aile arasında ihtilaf konusuydu. Ebu Talib babası Abdülmuttalib’in ölümünün ardından, nispeten zayıf kalsa da Mekke’de güç sahibiydi. Bu dönemde Ümeyyeoğulları hem aile geçmişi hem de zenginlikleriyle Mekke’de alternatif güç merkeziydi.

Bu kavgaların üzerine, Hz. Muhammed peygamberliğini ilan ettiğinde kendisine karşı hiçbir yakınlık ve sempati duymadılar. Bunu da kabile geçmişleriyle açıklıyorlardı. Mekke’de yönetimi ele geçirmeye çalışırken, peygambere ittiba ederek bu alanda ellerini zayıflatmaktan kaçınıyorlardı. Peygamber’in etrafında bazı insanlar birikmeye başlayınca, hem bu yeni inananlara hem de bizzat Hz. Peygamber’in kendisine karşı en sert muhalefeti Ümeyyeoğulları yürütmekteydi.

Bu dönemde Peygamber ve çevresi ağır zulümlere maruz bırakıldı, hatta 30 kişilik ilk kafile Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldı. Peygamber de yanında kalanlarla birlikte bir süre sonra hicret etmeyi düşündü, Taif’te kendisine karşı yapılan küstahlık ve saldırı nedeniyle, hicret mekanı olarak Medine’yi tercih etti. Ukaz Panayırı’nda bazı Medineli tüccarlarla yapılan görüşmelerden sonra Akabe’de kendisine biat edildi. Medineliler de Mekke ulularını sevmezdi, zira Mekkeliler kendilerini Allah’ın Evi’nin bekçisi olarak görürler ve Kabe’den dolayı kendilerinde bir seçilmişlik vehmederlerdi. Ticaret kervanlarının geçiş güzergâhlarından dolayı da Mekkeliler ile Medineliler arasında sürtüşme eksik olmazdı. Bu yüzden Medineliler Mekke’ye gelince Peygamber’le görüşmeyi uygun bulmuşlardı, bu görüşmeler sonucunda Peygamber ve yanındakiler yapılan davet üzerine Medine’ye hicret ettiler.

Hicret’in ardından Medine’de güçlü bir İslam cemaati oluştu, bu durum Mekkelilerin hiç işine gelmedi, zira Medine kendi ticaret rotalarının üzerindeydi ve yol kesme tehdidi baş göstermişti. Mekkeliler Müslümanları Medine’den dağıtmak gerektiğini düşünüp bir ordu hazırlamaya başladılar. Tüm bu süreci yöneten ve organize eden, başında Ebu Süfyan’ın olduğu, Mekke toplumunun önderi konumundaki Ümeyyeoğullarıydı. Bu kapsamda, Medinelilerin bir kısmıyla da irtibat kurup Hz. Peygamber’e verilen desteği kesmeye çalıştılar. Ardından önce Bedir Savaşı oldu, ön planda Ebu Süfyan ve oğulları vardı. Ebu Süfyan’ın oğlu Hanzele Mekke’nin en büyük savaşçısı kabul ediliyordu, savaş meydanında karşısına ince yapılı Ali çıktı. Ali, Hanzele’yi öldürünce Ümeyyeoğulları derinden sarsıldı. Ardından Mekkeliler savaşta da mağlup olup Bedir’i terk ettiler.

Müşrikler bu sefer etraftaki kabileleri de yardıma çağırarak Medine civarındaki Uhud’da karşı karşıya gelmek üzere ordu topladılar. Müslümanlar bu karşılaşmada yenilmediyse de Mekkeliler kesin bir zafer elde edemediler. Ebu Süfyan ve Mekkeliler kendilerince Bedir’in intikamını almış oldular. Ancak ticaret yollarına dair sorunlar yine çözülmedi, bu sefer daha büyük bir arzuyla Medine’yi işgal etmek üzere çok geniş bir ordu toparladılar. Selman-ı Farisi’nin önerisi üzerine, Müslümanlarca şehrin etrafı hendekler kazılarak savunuldu. Ancak kuşatma sorunları ve iaşe-ibate meseleleri nedeniyle kuşatma başarısız olunca müşrikler Mekke’ye geri dönmek zorunda kaldılar.

Müslümanlar bu savaşı da kaybetmeyince, bu sefer savunmadan vazgeçilip Mekke üzerine yürüdüler. Hudeybiye Muahedesi imzalanınca Mekke fethedilmeden geri dönüldü. Bunun ardından Mekke’nin seçkinlerinden ileri gelen kişiler Medine’ye gelerek Hz. Peygamber’e biatlarını bildirmeye başladılar. Mekke’nin fethi esnasında Hz. Peygamber, Ebu Süfyan’ı onore ederek onun evine sığınanların da Kabe’ye sığınanlar gibi güven içinde olduklarını açıkladı. Bu süreçte İslam’a girenler arasında Ebu Süfyan ve ailesi de bulunmaktadır. Keza Hz. Peygamber, Taif’i fetheden ordunun başında da Ebu Süfyan’ı görevlendirdi, Taif’teki putları kırma vazifesini de yine kendisine verdi.

Ebu Süfyan, Müslüman olduktan sonra Peygamber’in yakınında oldu, ancak Ümeyyeoğulları bu dönemde de siyaset alanını boş bırakmadı ve güç oyununa dâhil olmaya çalıştılar. Hatta Peygamber’in vefatından sonra Ümeyyeoğulları iktidarın kendilerine geçmesi için çalıştılar, kendi içlerinden olan Hz. Osman’ın halife olması için de gayret ettiler ve bundan çok mutlu oldular. Seçim sırasında, şûrada bulunan Abdurrahman b. Avf halkın nabzını yoklamak için dışarı çıkınca Ümeyyeoğullarının Hz. Ali’nin aleyhinde olduğunu açıkça gördü; bunun üzerine içerideki altı kişilik şûrada oyunu Hz. Osman’dan yana kullandı ve onun halife seçilmesini sağladı. Hatta o günlerde, şûrada Osman seçilmeyip de Ali seçilseydi Medine’de Ümeyyeoğullarının silahlı isyan tehdidi yakından hissedilecekti.

Bu sıralarda Ebu Süfyan hayattaydı, hatta Beni Sakife’de Hz. Ebubekir’in seçimi sırasında halifeliğin Ali’nin hakkı olduğunu kendisine söyleyerek harekete geçirmeye çalıştığı yönünde rivayetler de bulunmaktadır. Ancak bu, Ebu Süfyan fıtratında birisinin yapacağı iş değildir ve İranlı tarihçilerin uydurması gibi görünmektedir.

Ebu Süfyan’ın diğer oğlu Yezid, Tebük Savaşı sırasında komutan konumundaydı ve savaş sırasında şehit düşmüştü. O ölünce yerine kardeşi meşhur Muaviye ortaya çıkıp İslam ordusunun dağılmasını önledi ve Müslümanların galibiyetini sağlayan etkili bir çıkış yaptı.

 
1Prof. Dr. Mikâil Bayram’ın Türkçe, Osmanlı Türkçesi ve Farsça şiirlerinin bir araya getirildiği Sarâyî Divanı’ndan alınan bu şiirde, şairin vezne dair hassasiyetinin yanı sıra imla ve yazımına bu kitabın yayımlanması sırasında müdahale edilmemiştir. Bayram’ın diğer şiirleri için bk. Prof. Dr. Mikâil Bayram, Sarâyî Divanı, Konya: 2010, Özel Basım/ İnci Ofset, s. 145-146. (e.n.)