Gülen Polis

Text
Aus der Reihe: Martin Beck #4
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

6

Yağmura ve saat geç olmasına rağmen, Karlbergsvägen’e doğru çekilmiş kordonun etrafında bir grup insan toplanmıştı. Taksiden inen Martin Beck’e merakla baktılar. Siyah bir yağmurluk giymiş, genç bir memur üstünü aramak için bir hışımla atladı fakat başka bir polis kolunu tutup selam verdi.

Açık renk trençkotlu ve şapkalı ufak tefek bir adam Martin Beck’in önüne çıkıp şöyle dedi: “Başınız sağ olsun, Başkomiserim. Az önce öğrendim ki sizin ekipten…”

Martin Beck adama öyle bir baktı ki adam cümlesinin geri kalanını yuttu.

Martin Beck bu şapkalı adamı çok iyi tanır ve ondan hiç mi hiç hoşlanmazdı. Adam serbest gazeteciydi ve kendini cinayet muhabiri sayardı. Özel alanı cinayetlerdi ve yazıları sansasyonel, mide bulandırıcı ve çoğunlukla yalan yanlış ayrıntılarla dolu olurdu. Hatta yazılarını, sadece en kötü haftalık dergiler basardı.

Adam geri çekildi. Martin Beck bacaklarını kordonun üstünden karşı tarafa attı. Torsplan’a doğru, benzer bir kordon daha çekildiğini gördü. Kordonla ayrılmış alana siyah beyaz arabalar, parlak yağmurluklu, kimliği belli olmayan karaltılar doluşmuştu. Çift katlı kırmızı otobüsün etrafındaki zemin gevşek ve balçık gibiydi.

Otobüsün iç ışıkları ve farları yanıyordu fakat uzayan bu ışıklar sağanak yağışta pek uzağa ulaşamıyordu. Adli Tıp’tan gönderilen ambulans otobüsün arka kısmında, anteni Karlbergsvägen’e dönük hâlde duruyordu. Adli tıp uzmanının arabası da olay yerindeydi. Yıkık dikenli telin arkasında birtakım adamlar ışıldak kurmakla meşguldü. Tüm bu ayrıntılar, olağanın çok daha dışında bir olayın yaşandığını gösteriyordu.

Martin Beck sokağın diğer tarafındaki iç karartıcı apartmanlara şöyle bir baktı. Işığı yanan pencerelerin çoğunda birileri duruyordu ve yağmurdan ıslanmış pervazların arkasında, silik beyazlıklar hâlinde cama yapışmış suratlar seçiliyordu. Geceliğinin üstüne yağmurluk, yağmur çizmesi giymiş baldırı çıplak bir kadın kazanın meydana geldiği noktanın tam karşısındaki girişin kapısından çıktı. Sokağın ortasına kadar yürüdükten sonra bir polis memuru onu durdurdu. Polis, kadının koluna girip onu tekrar kapısının önüne götürdü. Polis memuru önden yürüdü ve kadın ıslak beyaz geceliği bacaklarına dolanarak arkasından koşturdu.

Martin Beck otobüsün kapılarını göremiyordu fakat içeride hareket eden insanları görüyordu, adli tıp çalışanlarının çoktan işe koyulduğunu düşündü. Cinayet masasından kimseyi göremedi fakat aracın diğer tarafında bir yerde olacaklarını tahmin etti.

İstemeye istemeye adımlarını yavaşlattı. Birazdan göreceklerini düşündü, ceketinin cebinde ellerini yumruk yapıp sıktı ve adli tıp uzmanlarının gri aracının etrafında genişçe döndü.

Otobüsün açık orta kapısının aydınlattığı yerde uzun yıllar amiri olan ve şimdi emniyet müdürü olmuş Hammar duruyordu. Anlaşılan otobüsün içindeki birisiyle konuşuyordu. Lafını yarıda bırakıp Martin Beck’e döndü.

“Demek buradasın. Seni aramayı unuttular demeye başlamıştım.”

Martin Beck bunu cevapsız bırakarak kapılara doğru yürüyüp içeri baktı.

Midesi sanki düğümlendi. Beklediğinden çok daha kötüydü.

Soğuk parlak ışık her bir ayrıntıyı iğne gibi göze sokuyordu. Otobüsün tamamı yamulmuştu, kanla kaplı cansız bedenlerle dolu gibiydi.

Arkasını dönüp yürüyüp gitmek, bir daha hiç bakmak zorunda olmamak isterdi. Ancak bu düşüncesi, yüzünden belli olmuyordu. Bunun yerine, kendini zorlayarak tüm ayrıntıları zihninde not aldı. Laboratuvardan gelen adamlar sessiz ve metotlu bir şekilde çalışıyordu. İçlerinden biri Martin Beck’e bakıp yavaşça kafa salladı.

Martin Beck cesetleri teker teker süzdü. Hiçbirisini tanımıyordu. En azından bu hâliyle.

“Şuradaki,” dedi birdenbire, “yoksa o…”

Hammar’a döndü ve yerinden fırladı.

Hammar’ın arkasından, karanlıkta Kollberg belirmişti, şapkasızdı ve saçları alnına yapışmıştı.

Martin Beck ona bakakaldı.

“Selam,” dedi Kollberg. “Ben de sana ne oldu diye merak etmeye başlamıştım. Tam seni tekrar aratacaktım.”

Martin Beck’in önünde durup onu yakından inceledi.

Ardından otobüsün içine hızlıca bir bakış atıp midesinin bulandığını belli eden bir bakışla devam etti, “Bir fincan kahve alsan iyi olur. Hemen getiriyorum.”

Martin Beck hayır anlamında başını salladı.

“Evet,” dedi Kollberg.

Uzaklaştı. Martin Beck arkasından bakakaldı, ardından tekrar ön kapıya doğru yürüyüp içeriye baktı. Hammar ağır adımlarla arkasından takip etti. Otobüsün şoförü direksiyonda yığılıp kalmıştı. Başının arkasından vurulduğu belliydi. Martin Beck adamın yüzünü inceledi ve tuhaf bir biçimde, kusacak gibi olmamasına şaşırdı. Yağmurun altında ifadesiz bir suratla dikilen Hammar’a döndü.

“Burada ne arıyormuş?” dedi Hammar tonlamasız bir sesle.

“Bu otobüste mi?”

Tam o saniye, Martin Beck telefondaki adamın kimi kastettiğini anladı.

Üst kata çıkan merdivenlerin arkasında, pencerenin dibindeki koltukta cinayet masasından komiser yardımcısı Åke Stenström oturuyordu. Martin Beck’in en genç meslektaşlarından biriydi.

‘Oturmak’ belki de doğru sözcük değildi. Stenström’ün açık mavi poplin yağmurluğu kana bulanmıştı ve sağ omzu, yanında oturan iki büklüm olmuş genç kadının sırtına dayanmış hâlde koltuğuna yayılmıştı.

Ölmüştü. Tıpkı o genç kadın ve otobüsteki diğer altı kişi gibi.

Sağ elinde polis tabancasını tutuyordu.

7

Yağmur bütün gece yağdı ve güneş sekize yirmi kala doğmasına rağmen, bulutları delecek kadar güçlenmesi ve belli belirsiz, puslu bir ışık yayması saat dokuzu buldu.

Norra Stations Caddesi’nin karşısındaki kaldırımda otobüs on saat evvel durduğu hâlde kalmıştı.

Fakat aynı olan tek şey oydu. Şu ana dek alanı geniş çapta çevreleyen polis kordonunun içine yaklaşık elli adam girmişti ve dışarıda, meraklı izleyicilerin sayısı arttıkça artmıştı. Birçoğu gece yarısından beri orada dikiliyordu ve tek gördükleri polis ve ambulans çalışanları, her çeşit ciyak ciyak sirenli araçlardı. Siren sesleriyle dolu bir gece olmuştu, ıslak sokaklarda arabalar durmadan sebepsizce boş boş gidip gelmişti.

Hiç kimse bir şey bilmiyordu fakat kulaktan kulağa fısıltılar başlamıştı. Çok geçmeden bu fısıltılar kalabalık arasında yayılıp etraftaki evlere ve şehre dağıldı ve sonunda somutlaşarak ülke çapında uçuştu gitti. Şimdi sarf edilen sözcükler sınırları aşmıştı.

Toplu katliam.

Stockholm’de toplu katliam.

Stockholm’de bir otobüste yaşanan şu büyük katliam.

Herkes an az bu kadarını biliyordu.

Kungsholms Caddesi’ndeki emniyet amirliğinde de bundan fazlası biliniyor denemezdi. Hatta soruşturmadan kimin sorumlu olduğu bile bilinmiyordu. Telefonlar mütemadiyen çalıyor, insanlar içeri girip çıkıyor, yerler kirleniyordu. Ter ve yağmurdan yapış yapış olmuş etraftaki insanların sinirleri bozuktu.

“Kim isim listesi üstünde çalışıyor?” diye sordu Martin Beck.

“Rönn galiba,” dedi Kollberg, arkasını dönmeden. Planı duvara bantla yapıştırmakla uğraşıyordu. Taslak çizim üç metreden uzundu, yarım metre genişliğindeydi. Bu yüzden de idare etmesi zordu.

“Bana yardım edebilecek kimse var mı acaba?” dedi.

“Tabii,” dedi Melander sakin sakin, piposunu bırakıp ayağa kalktı.

Fredrik Melander uzun boylu, zayıf bir adamdı, hep ciddi görünürdü ve yaradılış gereği çok düzenliydi. Kırk sekiz yaşındaydı ve cinayet masasında dedektif komiserdi. Kollberg onunla yıllar yılı birlikte çalışmıştı. Kaç yıl olduğunu hatırlamıyordu. Öte yandan Melander hatırlardı. Hiçbir şeyi unutmamasıyla meşhurdu.

İki telefon çaldı.

“Alo. Başkomiser Beck. Kim? Hayır, burada değil. Aramasını söyleyeyim mi? Ah, anladım.”

Telefonu kapatıp diğerine uzandı. Yaklaşık elli yaşlarında, neredeyse saçları bembeyaz olmuş bir adam dikkatlice kapıyı açıp çekingen bir edayla eşikte durdu.

“Evet, Ek, ne istiyorsun?” diye sordu Martin Beck ahizeyi kaldırınca.

“Otobüs hakkında…” dedi beyaz saçlı adam.

“Ne zaman mı eve döneceğim? En ufak bir fikrim yok,” dedi Martin Beck telefona.

“Kahretsin,” diye çıkıştı Kollberg, bir seloteyp parçası tombul parmaklarına dolanınca.

“Dur sakin ol,” dedi Melander.

Martin Beck eşikte dikilen adama döndü.

“Eee, ne olmuş otobüse?”

Ek kapıyı kapatıp notlarını inceledi.

“İngiltere’deki Leyland fabrikasında üretilmiş,” dedi. “Atlantean modeli fakat burada ona H35 tipi adı veriliyor. Oturan yolcu kapasitesi yetmiş beş. Garip olan…”

Kapı ardına kadar açıldı. Gunvald Larsson şaşkınlık içerisinde dağınık ofisine baktı. Açık renk yağmurluğundan sular akıyordu, pantolonu ve sarı saçlarından da. Ayakkabıları çamur içindeydi.

“Buraya ne olmuş böyle,” diye homurdandı.

“Otobüste garip olan neydi?” diye sordu Melander.

“Şey, o tip otobüs 47 numaralı güzergâhta kullanılmıyor.”

“Ya?”

“Kural olarak kullanılmıyor yani. O güzergâhta genelde Büssing tarafından imal edilmiş, Alman otobüsler kullanılıyor. Onlar da çift katlı. Bu sadece bir istisnaymış.”

“Şahane bir ipucu,” dedi Gunvald Larsson. “Bunu yapan adam sadece İngiliz üretimi otobüslerdeki insanları öldürüyor. Bunu mu demek istiyorsun?” Ek ona bezgince baktı. Gunvald Larsson kendini toparlayıp şöyle dedi, “Bu arada, girişteki holde toplanmış orangutan sürüsü de neyin nesi? Onlar da kim?”

“Gazeteciler,” dedi Ek. “Birisinin onlarla konuşması gerek.”

“Ben değil,” dedi Kollberg hemen.

“Hammar ya da şube müdürü, başsavcı ya da bunlar gibi yüksek kıdemli birisinin bir bildiri vermesi gerekmiyor mu?” dedi Gunvald Larsson.

“Muhtemelen henüz yazılmamıştır,” dedi Martin Beck. “Ek haklı. Birisi onlarla konuşmalı.”

“Ben değil,” diye tekrar etti Kollberg.

Sonra zafer kazanmış, dünyanın en parlak fikrini bulmuş gibi topuğunun üstünde arkaya döndü.

“Gunvald,” dedi. “Olay yerine ilk varan sendin. Basın toplantısını sen düzenleyebilirsin.”

 

Gunvald Larsson odaya uzun uzun baktı, kocaman kıllı elinin tersiyle alnına düşen ıslak saç tutamını arkaya attı.

Martin Beck hiçbir şey demedi, kapıdan tarafa bakma zahmetine bile girmedi.

“Tamam,” dedi Gunvald Larsson. “Sürüyü bir yere toplayın. Ben konuşurum. Önce bilmem gereken bir şey var.”

“Ne?” diye sordu Martin Beck.

“Stenström’ün annesine haber verildi mi?”

Ölüm sessizliği oldu, bu cümle içerideki herkesin konuşabilme yeteneğini sona erdirmişti âdeta, Gunvald Larsson da dahil. Eşikteki adam sırayla içeridekilere baktı. Melander sonunda başını çevirip, “Evet,” dedi. “Verildi.”

“Güzel,” dedi Gunvald Larsson ve kapıyı arkasından çarptı.

“Güzel,” dedi Martin Beck kendi kendine, parmak uçlarını masaya vurarak.

“Akıllıca mıydı bu?” diye sordu Kollberg.

“Ne?”

“Gunvald’ı yollamak… Basın zaten bizi yeterince yerden yere vurmuyor mu?”

Martin Beck ona baktı ama bir şey demedi. Kollberg omuz silkti. “Ah, iyi,” dedi. “Fark etmez.”

Melander tekrar masasına dönmüştü, piposunu alıp yaktı. “Hayır,” dedi. “Hiçbir şey fark etmez.”

Kollberg ile ikisi planı asmıştı artık. Otobüsün alt katının kocaman bir çizimiydi bu. Bazı karaltılar karakalemle çizilmişti. Birden dokuza kadar numaralandırılmışlardı.

“Rönn’ün listesi nerede kaldı?” diye mırıldandı Martin Beck.

“Otobüsle ilgili bir şey daha…” dedi Ek inatla.

Ve telefonlar çaldı.

8

Basınla ilk hazırlıksız yüzleşmenin gerçekleşeceği ofis bu amaca pek uygun değildi. İçinde bir masa, birkaç dolap ve dört sandalye yer alıyordu ve Gunvald Larsson odaya girdiğinde içerisi çoktan sigara dumanı ve ıslak ceket kokusuyla dolmuştu.

Gunvald Larsson kapıyı açıp bir an durdu, toplanan gazetecilere ve fotoğrafçılara bakıp şöyle dedi, “Evet, ne öğrenmek istiyorsunuz?”

Hepsi aynı anda konuşmaya başladılar. Gunvald Larsson elini kaldırıp, “Teker teker lütfen,” dedi. “Sen, oradaki, başlayabilirsin. Sonra soldan sağa devam edelim.”

Arkasından basın toplantısı şöyle sürdü:

SORU: Otobüs ne zaman bulundu?

CEVAP: Dün gece saat on biri yaklaşık on geçe sularında.

S: Kim buldu?

C: Sokaktaki bir adam, o da devriye arabasını durdurdu.

S: Otobüste kaç kişi vardı?

C: Sekiz.

S: Hepsi ölü müydü?

C: Evet.

S: Nasıl ölmüşler?

C: Henüz söylemek için erken.

S: Ölümlerinin nedeni dış etken mi?

C: Muhtemelen.

S: Muhtemelen diyerek ne demek istiyorsunuz?

C: Tam dediğim şeyi.

S: Silahlı saldırı izleri var mıydı?

C: Evet.

S: O hâlde bu insanların hepsi vurularak öldürülmüştü?

C: Muhtemelen.

S: Kısacası gerçekten de bir toplu katliamdan bahsediyoruz?

C: Evet.

S: Cinayet silahını buldunuz mu?

C: Hayır.

S: Gözaltına alınan var mı?

C: Hayır.

S: Özellikle belli bir kişiyi işaret eden izler ya da ipuçları var mı?

C: Hayır.

S: Cinayetlerin hepsi tek ve aynı kişi tarafından mı işlenmiş?

C: Bilmiyoruz.

S: Bu sekiz kişiyi öldüren birden fazla kişi olduğunu gösteren bir bulgu var mıydı?

C: Hayır.

S: Bir kişi otobüste nasıl sekiz kişiyi öldürebilir ve kimsenin karşı koymaya fırsatı olmaz?

C: Bilmiyoruz.

S: Otobüsün içindeki birisi mi ateş açmış, yoksa dışarıdan mı gelmişler?

C: Dışarıdan gelmemişler.

S: Nereden biliyorsunuz?

C: Otobüsün camları içeriden açılan ateşle kırılmış.

S: Katil ne tür bir silah kullanmış?

C: Bilmiyoruz.

S: Elbette bir makineli ya da hafif makineli tabanca değil mi?

C: Yorum yok.

S: Cinayetler işlendiğinde otobüs hareket hâlinde miymiş, duruyor muymuş?

C: Bilmiyoruz.

S: Otobüsün bulunduğu pozisyona bakılırsa, silahlı saldırının hareket hâlindeyken gerçekleştiği ve otobüsün kaldırıma çıktığı anlaşılmıyor mu?

C: Evet.

S: Polis köpekleri herhangi bir koku aldı mı?

C: Yağmur yağıyordu.

S: Çift katlı otobüstü, değil mi?

C: Evet.

S: Cesetler nerede bulundu? Üst katta mı, alt katta mı?

C: Alt katta.

S: Sekizi birden?

C: Evet.

S: Kurbanların kimliği tespit edildi mi?

C: Hayır.

S: Kimliği tespit edilen var mı?

C: Evet.

S: Kim? Sürücü mü?

C: Hayır. Bir polis.

S: Bir polis mi? Adını öğrenebilir miyiz?

C: Evet. Komiser Yardımcısı Åke Stenström.

S: Stenström? Cinayet masasından mı?

C: Evet.

İki gazeteci kapıya doğru itişti ama Gunvald Larsson tekrar elini kaldırdı.

“Girip çıkmak yok, sakıncası yoksa,” dedi. “Başka sorusu olan?”

S: Memur Stenström otobüsteki yolculardan biri miydi?

C: Otobüsü kullanmıyordu.

S: Sizce şans eseri mi oradaydı?

C: Bilmiyoruz.

S: Sizin şahsi fikrinizi sorduk. Kurbanlardan birisinin cinayet bürosundan olması sizce tamamen tesadüf müydü?

C: Buraya şahsi fikirlerimi vermeye gelmedim.

S: Stenström olay meydana geldiğinde özel bir soruşturma üstünde mi çalışıyordu?

C: Bilmiyoruz.

S: Dün gece görevde miydi?

C: Hayır.

S: Görevde değildi o zaman?

C: Evet.

S: Demek ki tesadüfen oradaydı. Başka kurbanların isimlerini verebilir misiniz?

C: Hayır.

S: İsveç’te ilk kez toplu katliam oluyor. Öte yandan, yurt dışında son yıllarda birçok benzer vaka yaşandı. Sizce bu manyakça eylem, örneğin Amerika’da olanlardan esinlenilmiş olamaz mı?

C: Bilmiyoruz.

S: Polis, cinayeti işleyen kişinin sansasyon yaratarak ilgi çekmek isteyen bir manyak olduğu görüşünde mi?

C: Bu bir teori.

S: Evet ama sorumun cevabı bu değil. Polisler bu teori üstünde çalışıyor mu?

C: Tüm ipuçları ve görüşleri değerlendiriyoruz.

S: Kurbanların kaçı kadın?

C: İki.

S: Yani altısı erkek?

C: Evet.

S: Otobüs şoförü ve polis memuru Stenström de dahil?

C: Evet.

S: Bir dakika şimdi. Bize otobüsteki insanlardan birinin hayatta kaldığını ve polisin alanı kordonla çevirmesinden önce ambulansa konup götürüldüğünü söylediler.

C: Yani?

S: Bu doğru mu?

C: Sıradaki soru.

S: Anlaşılan olay yerine varan ilk polislerden biri sizmişsiniz?

C: Evet.

S: Oraya saat kaçta vardınız?

C: On bir yirmi beşte.

S: Otobüsün içi o sırada neye benziyordu?

C: Sizce?

S: Ömrünüzde gördüğünüz en iğrenç manzara olduğunu söyleyebilir misiniz?

Gunvald Larsson bu soruyu soran kişiye boş boş baktı, yuvarlak tel çerçeveli gözlüklü, salaş, kızıl bıyıklı ve gençten bir çocuktu. Nihayet cevap verdi, “Hayır, söyleyemem.”

Cevap bir şaşkınlığa sebep oldu. Kadın gazetecilerden biri kaşlarını çattı ve inanamayarak, safça, “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu.

“Aynen söylediğimi.”

Gunvald Larsson, polis teşkilatına katılmadan önce orduda denizciydi. 1943 yılının Ağustos ayında bir mayına çarpıp denizin dibinde üç ay durduktan sonra kurtarılmış Ulven adlı denizaltıyı enine boyuna inceleyenlerden biriydi. Ölen otuz üç kişiden çoğu sınıf arkadaşıydı. Savaştan sonra görevlerinden biri de Ränneslätt adlı kamptan Baltık müttefiklerini çıkarmaktı. Aynı zamanda Alman esir kampından ülkesine iade edilen binlerce kurbanın ülkeye gelişini de görmüştü. Bunların çoğu kadındı ve pek çoğu hayatta değildi.

Ne var ki karşısında toplanmış genç insanlara bunları açıklamak istemeyerek soruyu geçiştirdi ve “Başka soru var mı?” diye sordu.

“Polis olay tanıklarıyla temasa geçti mi?”

“Hayır.”

“Bir başka deyişle, Stockholm’ün ortasında bir toplu katliam gerçekleşti. Sekiz insan öldü ve polisin tek diyebileceği bu mu?”

“Evet.”

Böylece basın toplantısı sona ermişti.

9

Rönn’ün elinde listeyle içeri girdiğini fark etmeleri biraz zaman aldı. Martin Beck, Kollberg, Melander ve Gunvald Larsson masalardan birine eğilerek duruyordu, masanın üstüyse cinayet mahallinden fotoğraflarla dopdoluydu ve Rönn birdenbire yanlarında dikilip, “Listemiz artık hazır,” dedi.

Arjeplog’da doğup büyümüştü ve yirmi yıldan uzun süredir Stockholm’de yaşamasına rağmen hâlâ Kuzey İsveç şivesiyle konuşurdu.

Listeyi masanın köşesine koydu, bir sandalye çekip oturdu.

“Etrafta gezip milletin kalbine korku salma,” dedi Kollberg.

Odanın içinde o kadar uzun zamandır sessizlik hâkimdi ki Rönn’ün sesini duyunca yerinden sıçramıştı.

“Eh, görelim bakalım,” dedi Gunvald Larsson sabırsızca, listeye uzanarak.

Bir süre göz gezdirdi. Sonra Rönn’e geri verdi.

“Hayatımda gördüğüm en eciş bücüş yazı. Kendin okuyabiliyor musun bunu? Daktilodan çıkmış bir nüshası yok mu bunun?”

“Evet,” diye cevap verdi Rönn. “Var. Bir dakika sonra elinizde olur.”

“Tamam,” dedi Kollberg. “Hadi dinleyelim.”

Rönn gözlüğünü takıp boğazını temizledi. Notlarına şöyle bir baktı.

“Sekiz ölüden dördü, terminal civarlarında yaşıyormuş,” diye başladı. “Hayatta kalan adam da öyle.”

“Mümkünse sırayla git,” dedi Martin Beck.

“Evet, birincisi şoför. Ensesinden iki kurşunla vurulmuş, anında ölmüş olmalı.”

Martin Beck, Rönn’ün masadaki yığından çektiği fotoğrafa bakma gereği duymadı. Sürücü koltuğunda oturan adamın neye benzediğini çok iyi hatırlıyordu.

“Sürücünün adı Gustav Bengtsson’muş. Kırk sekiz yaşında, evli, iki çocukluymuş ve Inedals Caddesi 5 numarada oturuyormuş. Ailesine haber verildi. O günkü son seferiymiş ve yolcuları son durakta indirdikten sonra otobüsü Lindhagens Caddesi’ndeki Hornsberg hangarına götürecekmiş. Bilet cüzdanındaki paraya dokunulmamış ve kendi cüzdanında da 120 kron bulunuyormuş.”

Gözlüğünün üstünden diğerlerine şöyle bir baktı.

“Şimdilik onunla ilgili başka bir bilgi yok.”

“Devam et,” dedi Melander.

“Plandaki sıraya göre anlatacağım. Sıradaki kişi Åke Stenström. Sırtına beş el ateş edilmiş. Birisi sağ omzuna yandan girmiş, seken bir mermi olabilir. Yirmi dokuz yaşındaymış ve adresi…”

Gunvald Larsson lafını kesti.

“Onu atlayabilirsin. Nerede oturduğunu biliyoruz.”

“Ben bilmiyordum,” dedi Rönn.

“Devam et,” dedi Melander.

Rönn boğazını temizledi.

“Tjärhovs Caddesi’nde nişanlısıyla birlikte yaşıyormuş…”

Gunvald Larsson tekrar lafını kesti.

“Nişanlı değillerdi. Daha yeni sormuştum.”

Martin Beck, Gunvald Larsson’a sinirle baktı ve Rönn’e devam etmesi için başını salladı.

“Yirmi dört yaşındaki Åsa Torell ile birlikte. Kız, bir seyahat acentesinde çalışıyormuş.”

Gunvald Larsson’a hızlıca bir bakış atıp ekledi, “Günaha giriyorlar işte. Kıza haber verildi mi bilmiyorum.”

Melander piposunu ağzından çıkarıp konuştu, “Verildi.”

Masanın etrafındaki beş adam da Stenström’ün yamulmuş bedeninin fotoğraflarına bakmadı. Zaten bir kere görmüşlerdi ve tekrar tekrar görme meraklısı değildiler.

“Sağ elinde iş tabancasını tutuyordu. Tabancanın horozu çekilmişti fakat ateş açmamıştı. Ceplerinden içinde 37 kron, kimlik kartı, Åsa Torell’in bir fotoğrafı, annesinden bir mektup ve birkaç fiş olan bir cüzdan çıktı. Ayrıca sürücü ehliyeti, defter, kalemler ve bir set anahtar. Laboratuvardakiler incelemeyi bitirince hepsini bize gönderecekler. Devam edebilir miyim?”

“Evet, lütfen,” dedi Kollberg.

“Stenström’ün yanındaki koltukta oturan kızın adı Britt Danielsson. Yirmi sekiz yaşındaymış, evli değilmiş ve Sabbatsberg Hastanesi’nde çalışıyormuş. Kadrolu bir hemşireymiş.”

“Acaba birlikteler miydi, merak ettim,” dedi Gunvald Larsson. “Belki de bir yandan biraz eğleniyordu.”

Rönn ona kınayarak baktı.

“Öğrensek iyi olur,” dedi Kollberg.

“Kız Karlbergsvägen 87 numarada Sabbatsberg’li başka bir hemşireyle oda arkadaşıymış. Adı Monika Granholm olan oda arkadaşına göre Britt Danielsson hastaneden doğruca eve dönermiş. Tek kurşunla vurulmuş. Şakaktan. Otobüsün içinde tek kurşunla öldürülen tek oymuş. Çantasından otuz sekiz farklı şey çıktı. Sıralayayım mı?”

“Tanrım, hayır,” dedi Gunvald Larsson.

“Plana göre ve listedeki dört numara Alfons Schwerin, otobüsten sağ çıkan adam. Arka tarafta, iki uzun koltuğun ortasında, yerde sırtüstü uzanıyordu. Nerelerinden yaralandığını biliyorsunuz zaten. Karnına ateş edilmiş ve bir kurşun kalp bölgesine girmiş. Norra Stations Caddesi 117 numarada tek başına yaşıyormuş. Kırk üç yaşındaymış ve belediyenin yol dairesinde kadrolu çalışıyormuş. Durumu nasıl bu arada?”

“Hâlâ komada,” dedi Martin Beck. “Doktorlar şuurunun tekrar açılma ihtimali olduğunu söylüyor. Ama kendine gelse bile, konuşabilecek mi ya da herhangi bir şey hatırlar mı emin değiller.”

“Karın boşluğunda bir mermiyle konuşamaz mıymışsın?” diye sordu Gunvald Larsson.

“Şok,” dedi Martin Beck.

Sandalyesini geriye itip gerindi. Ardından bir sigara yakıp duvardaki çizimin önünde durdu.

 

“Ya şu köşedeki?” dedi. “Sekiz numara?”

Sağ köşede, otobüsün en arkasında yer alan koltuğu işaret etti. Rönn notlarına döndü.

“Sekiz kurşun almış. Göğsüne ve karnına. Arap’mış, adı Muhammed Boussie, Cezayir kökenli, otuz altı yaşında, İsveç’te hiç akrabası yok. Norra Stations Caddesi’nde bir çeşit pansiyonda yaşıyormuş. Belli ki Vasa Caddesi’nde bir et restoranı olan Zig-Zag’deki işinden çıkmış, evine dönüyormuş. Şu anda onun hakkında söylenecek başka bir şey yok.”

“Arabistan,” dedi Gunvald Larsson. “Orada genelde bir sürü çata pat yaşanmaz mı?”

“Siyasi bilgin yıkılıyor,” dedi Kollberg. “Sepo’ya tayinini istemelisin.”

“Doğru adı Milli Polis Teşkilatı Güvenlik Dairesi’dir onun,” dedi Gunvald Larsson.

Rönn ayağa kalktı, yığının arasından bir iki fotoğraf çıkardı ve masada yan yana koydu.

“Bu adamın kimliğini tespit edemedik,” dedi. “Altı numara. Tam orta kapıların arkasında, dışta kalan koltukta oturuyormuş ve altı kurşunla öldürülmüş. Ceplerinden bir kibrit kutusunun çakma tarafı, bir paket Bill sigara, bir otobüs bileti ve 1823 kron nakit çıktı. Hepsi bu.”

“Çok para,” dedi Melander düşünceli bir şekilde.

Masanın üstüne eğilip tanımadıkları adamın resimlerini incelediler. Adam koltukta aşağı doğru kaymıştı ve kolları sallanarak, sol bacağı koridora düşmüş şekilde yayılmıştı. Paltosunun ön tarafı kana bulanmıştı. Yüzü yoktu.

“Kahretsin, ne olmuş,” dedi Gunvald Larsson. “Adamı kendi anası gelse tanıyamaz.”

Martin Beck duvardaki çizimi incelemeye devam etti. Sol elini yüzünün önünde tutarak şöyle dedi, “Sonuçta iki kişi olduklarından emin değilim.”

Diğerleri ona baktı.

“İki ne?” diye sordu Gunvald Larsson.

“İki tetikçi. Yolculara baksana, hiçbirisi yerinden kıpırdamamış. Hâlâ hayatta olan hariç, o da sonrasında yere yığılmış olabilir.”

“İki manyak adam mı?” dedi Gunvald Larsson şüpheyle. “Aynı zamanda?”

Kollberg gidip Martin Beck’in yanında durdu.

“Yani sadece bir kişi olsa, birisinin tepki göstermeye fırsatı olurdu mu diyorsun? Hımm, olabilir. Ama herif onları bir güzel biçmiş. Bayağı hızlı olmuştur, hatta belki hepsi uyuklarken yakalanmıştır…”

“Listeye devam edelim mi? Bir silah mı vardı, iki mi, en kısa zamanda öğreneceğiz.”

“Tabii,” dedi Martin Beck. “Devam et, Einar.”

“Yedi numaralı adam Johan Källström adında bir ustabaşı. Kimliği tespit edilememiş adamın yanında oturuyormuş. Elli iki yaşındaymış, evliymiş ve Karlebrgsvägen 89 numarada oturuyormuş. Karısına göre, Sibylle Caddesi’ndeki atölyesinden dönüyormuş, fazla çalışmış. Onunla ilgili pek özel bir ayrıntı yok.”

“İşten dönerken midesinin kurşunla dolması hariç,” dedi Gunvald Larsson.

“Orta kapının tam önündeki cam kenarında Gösta Assarsson oturuyormuş, sekiz numara. Kırk iki yaşında. Kafasının yarısı dağılmış. Tegnér Caddesi 40 numarada yaşıyormuş, ofisi ve iş yeri de orasıymış, erkek kardeşiyle birlikte işlettiği bir ithalat ihracat firması varmış. Karısı neden otobüste olduğunu bilmiyor. Ona göre, Narvavägen’de bir kulüp toplantısında olmalıymış.”

“Aha,” dedi Gunvald Larsson. “Alem yapmaya çıkmış.”

“Evet, böyle bir şey söylenebilir. Evrak çantasında bir şişe viski bulunmuş. Johnnie Walker, Black Label.”

“Aha,” dedi damak zevkine düşkün Kollberg.

“Ayrıca bol miktarda prezervatif taşıyormuş,” dedi Rönn. “İç cebinde yedi tane varmış. Çek defteri ve nakit 800 kron da yanındaymış.”

“Neden yedi?” diye sordu Gunvald Larsson.

Kapı açıldı ve Ek kafasını içeri uzattı.

“Hammar on beş dakika içinde hepinizi odasına beklediğini söyledi. Brifing. On bire çeyrek kala yani.” Gözden kayboldu.

“Tamam, devam edelim,” dedi Martin Beck. “Nerede kalmıştık?”

“Yedi kılıfla gezen adamda,” dedi Gunvald Larsson.

Martin Beck, “Adam hakkında söylenecek daha fazla bir şey var mı?” diye sordu.

Rönn karalama yazısıyla dolu kâğıt parçasına baktı. “Sanmıyorum.”

“Devam et o zaman,” dedi Martin Beck, Gunvald Larsson’un masasına oturarak.

“Assarsson’dan iki koltuk önde dokuz numara oturuyormuş, Bayan Hildur Johansson, altmış sekiz yaşında, dul, Norra Stations Caddesi 119 numarada yaşıyormuş. Omzundan ve boynundan vurulmuş. Västmanna Caddesi’nde oturan evli bir kızı var. Kızının çocuklarına baktıktan sonra kendi evine dönüyormuş.”

Rönn sayfayı katlayıp ceketinin cebine koydu.

“Hepsi bu,” dedi.

Gunvald Larsson iç geçirdi, fotoğrafları ayrı ayrı dokuz deste hâline getirdi.

Melander piposunu bıraktı, bir şeyler mırıldanıp tuvalete gitti.

Kollberg sandalyesini yana yatırıp konuşmaya başladı: “Peki tüm bunlardan ne öğrendik? Sıradan bir akşamda, sıradan bir otobüste, gayet sıradan dokuz kişi görünüşe göre hiçbir sebep olmaksızın bir taramalı tabancayla biçiliyor. Kimliği tespit edilemeyen bu adam dışında, bu insanlarla ilgili hiçbir tuhaflık göremiyorum.”

“Evet, sadece bir,” dedi Martin Beck. “Stenström. O otobüste ne arıyordu?”

Kimse cevap vermedi.

* * *

Bir saat sonra, Hammar aynı soruyu bu kez Martin Beck’e yöneltiyordu.

Hammar bundan böyle otobüs cinayeti üstünde çalışacak özel soruşturma grubunu odasına çağırmıştı. Ekipte deneyimli on yedi cinayet masası polisi yer alıyordu, Ham-mar başlarındaydı. Martin Beck ve Kollberg de ayrıca soruşturmayı yürütüyordu.

Ellerindeki tüm veriler incelendi, durum analiz edildi ve görev dağılımı yapıldı. Brifing sona erince, Martin Beck ve Kollberg haricinde herkes odayı terk edince Hammar, “Stenström’ün o otobüste ne işi vardı?” dedi.

Martin Beck, “Bilmiyorum,” diye cevap verdi.

“Son zamanlarda ne üstünde çalıştığını bilen de yok gibi. Sizden biri biliyor muydu?”

Kollberg ellerini havaya kaldırıp omuz silkti.

“En ufak bir fikrim yok. Günlük rutin harici yani. Tahminen diyebilirim ki üzerinde çalıştığı bir şey yoktu.”

“Son haftalar pek olaylı değildi,” dedi Martin Beck. “O yüzden bayağı bir boş vakti vardı. Daha önce de oldukça fazla mesai yaptığı için hakkı vardı.”

Hammar parmaklarını masanın kenarına vurdu ve düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı. Sonra şöyle dedi, “Nişanlısına kim haber verdi?”

“Melander,” dedi Kollberg.

“Bence birisi en kısa zamanda onunla konuşmalı,” dedi Hammar. “Neyin peşinde olduğunu muhakkak biliyordur.”

Durdu, sonra ekledi, “Tabii eğer…”

Sessiz kaldı.

“Ne?” diye sordu Martin Beck.

“O otobüsteki hemşireyle takılmıyorsa demek istiyorsun,” dedi Kollberg.

Hammar konuşmadı.

“Ya da ona benzer başka bir iş üstünde değilse,” dedi Kollberg.

Hammar başıyla onayladı.

“Öğrenin,” dedi.

Sie haben die kostenlose Leseprobe beendet. Möchten Sie mehr lesen?