Kostenlos

Her Yol Mübah

Text
Als gelesen kennzeichnen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

19. Bölüm

Saat 08:19

Manhattan’ın Doğu Yakası

“Sanırım artık yüksek öncelikli değiliz.” dedi Ed Newsam.

Siyah cipler, neredeyse beş saat önce geldikleri 34üncü caddedeki heliportun beton duvarlarının hemen dışında bekliyorlardı. Franklin D. Roosevelt Yolu’nun gündüz trafiği, yanlarından vızır vızır geçiyordu. Helikopter henüz rampada değildi, dolayısıyla cipin arka koltuğunda oturmuş bekliyorlardı. Büyük, beyaz bir Sikorsky, bir yöneticiye ait bir helikopter nehrin üzerinden rampaya doğru yaklaşıyor, onlar da izliyordu.

Helikopter indi ve içinden inenler fazlasıyla gençlerdi. Adamın biri sıkı, siyah bir kot pantolon giymiş üzeri ise çıplaktı. Saçları maviydi ve diken diken yapılmıştı, cılız bedeninin üst kısmı dövmelerle kaplıydı. Bir başka cılız adamsa elektrik mavisi bir gömlek giymiş ve kafasına da melon şapka takmıştı. Onlarla birlikte inen üç kadın ise, mini etekleri askılı bluzları ve yirmi santimlik topuklu ayakkabılarıyla yirmi yıl öncesinin fahişeleri gibi görünüyorlardı. Bütün ekip sendeliyor, gülüyor ve bir şeyler düşürüyorlardı. Görünüşe göre sarhoşlardı.

Biri beyaz, biri siyahi iki devasa, kel ve görece daha yaşlı adam onların arkasında yürüyordu. Bu iri adamlar, siyah tişörtler ve kot pantolonlarla daha geleneksel giyinmişlerdi.

Hepsi beyaz bir limuzine doluştular ve araç trafiğe karıştı. Helikopter çoktan gitmişti. Rampaya inmiş, içindekileri kusmuş ve tekrar kalkmıştı.

‘Endişeli misin?’ dedi Luke.

Newsam koltuğun içine gömülmüştü, negatif olmak onun rutiniyd. “Ne konuda?”

Luke omuz silkti. “Bilmem. İşini kaybetmek konusunda?”

Newsam gülümsedi. “Beni kovacaklarını sanmam. Politika, dostum. Yukarıda birileri Ali Nassar’ı koruyor, hepsi bu. Dinle, doğru adamı bulduk. Bunu sen de biliyorsun, ben de. Eğer bir kirli bomba bugün patlayacak olsa, Tanrı korusun, bazı kafalar gidecek, ama o kafalar bizimkiler olmayacak. Orta Doğu’da hava saldırılarında birkaç kişi ölecek. Ali Nassar, Caracas’ta ortaya çıkacak. Hiçbir gazete bunlardan bahsetmeyecek. Sen ve ben, çenemizi kapalı tutmamız için sessizce ikramiye alacağız. Bu olanların hiçbirini anlamayacağız, çünkü çoğu anlamsız şeyler olacak. İpleri elinde bulunduran adam her ne yapıyorsa yapmaya devam edecek.”

Luke homurdandı. Kuşkucu konuşmalar teşkilat çalışanları arasında yaygın bir şeydi. Luke’un genelde yaptığı bir şey değildi bu. Her zaman, her şeyi en basit halinde tutmaya çalışmıştı. Bizler iyi adamlardık. Oradakiler de kötü adamlardı. Bu dünya görüşü onu koruyan bir perde gibiydi. Kabul etmeliydi ki bu sabah yaşananlar onun için bir sınama niteliğindeydi.

“Ya o bomba patlamazsa?”

Ed daha da gülümsedi. “Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan birinin üstüne gittiğimizi söyleyeceklerdir. Ne önemi var? Biraz önceki çocukları gördün mü? Rock yıldızları mı, televizyon starı mı? Kim bilir? Benim küçük kızlarım muhtemelen onları tanır. Onlarla dolaşan iri adamları hatırlıyor musun? Korumaları. Amerika’ya döndüğüm ilk zamanlarda bu işi ben de biraz yaptım. Çalışma saatleri berbat çünkü bu çocuklar kurt adam gibi, sadece geceleri dışarı çıkıyorlar. Ama parası iyi. Yapmam gerekseydi tekrar yapardım. Benim gibi, paslanmayan birinin bu dünyadaki seçenekleri tükenmiyor.

Luke’un telefonu çaldı. Numaraya baktı. Becca arıyordu.

“Eşim arıyor. Bu telefonu açacağım.”

“Tabii, aç,” dedi Ed. “Ben biraz şekerleme yapacağım.”

“Merhaba bebeğim,” dedi Luke, telefonun yeşil tuşuna basar basmaz. Kendisinden çok eşinin iyiliği için neşeli bir ses takındı.

“Luke?”

“Evet,” dedi. “Merhaba.”

“Tatlım, sesini duymak güzel.” dedi Becca. “Senin için endişeliydim, ama aramak da istemedim. Haber bütün televizyonlarda gösterimde. Bu dosyaya sen bakıyorsun değil mi? Çalıntı nükleer maddeler?”

“Evet. Öyle.”

“Nasıl gidiyor?”

“Yirmi dakika kadar önce dosyadan çekildim. Hatta şuan eve doğru yoldayım.”

“Bunu duyduğuma sevindim. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi?”

“Ofis içi siyaset, sanırım tahmin edersin. Eve dönüp bu geceyi geride bırakmak kesinlikle harika olacak. Sen ne durumdasın?”

“Aslında… Gunner ve ben bugün kendimize izin verdik ve tüm günü oyun günü ilan ettik. Dün gece tekrar uykuya dalmakta zorluk yaşadı, ben de tabii. Burada, bizimle birlikte olmanı istiyoruz Luke. O aptal işini sonsuza dek bırakmanı istiyoruz. Şunun farkına vardım; Gunner’ın okulda toplamda sadece dört gün devamsızlığı var, benim de boş günüm çok, neden artık sen de bırakmıyorsun.”

“Tabii,” dedi Luke. “Neden olmasın? Ne yapacaksınız?”

“Şehir merkezine gidiyoruz. Hava ve Uzay Müzesine gitmek istemiştim, o da, doğal olarak,  Casusluk Müzesine gitmek istiyor. “

Luke gülümsedi. “Elbette.”

“Ama şimdi bu terör olayı varken. Bilemedim. Görünüşe göre her yerde güvenliği iki katına çıkarıyorlar, özellikle de turistik bölgelerde. Biraz korkutucu. Bir saat daha uyumasına izin veriyorum, bu sırada ben de ne yapacak başka bir şey bulmaya çalışacağım. Sanırım geç bir kahvaltı yaparız ve sonra… ne olabilir ki? Sinemaya gideriz? Teröristlerin şehir merkezi varken, merkeze uzak yerlerde bir sinemaya saldıracaklarını sanmam. Değil mi?”

Şimdi neredeyse gülecekti. “Ah…evet. Hedefleri buysa, bütün bu uğraşı vereceklerini sanmam.”

“Belki tırmanış için kapalı spor salonuna gideriz, ve sonra öğle yemeği için kek yemeye.”

“Güzel bir gün olacak gibi.”

“Seni beklemeli miyiz?” dedi.

“Bunu çok isterdim. Ama şu an bir helikopter bekliyorum. Eve ne zaman varabileceğimi öngöremiyorum. Her neyse, son yirmi dört saatte hiç uyumadım.”

Luke, telefonu kapattıktan sonra gözlerini kapattı ve içinin geçmesine izin verdi. Yanında horlayan Ed miydi? Kesinlikle o gibi geliyordu kulağa. Luke geleceğini hayal etti. Üniversite yarı tatili bitmişti. Birkaç yardımcı ders vermiş ve bundan keyif almıştı. Bundan daha çok yaptığını hayal edebiliyordu, belki yüksek lisans için okula geri dönebilirdi ve belki bir yerde tam zamanlı profesörlüğe geçiş yapardı. Onun gibi, dünya çapında görev yapmış ve çarpışma tecrübesine sahip, 75. Özel Kuvvetler ve Delta Force özel operasyon komandosu, eski bir FBI terörle mücadele ajanı için orada bir yer vardı.

Önlerindeki yaz aylarını canlandırdı gözünde. Luke ve Becca’nın, Chesapeka Koyu’nda küçük bir yazlık evleri vardı. Yeri çok güzeldi, bir uçurumun üzerinden suya doğru bakıyordu. Teknelerinin bağlı olduğu ve denize girmek için kullandıkları iskeleye inen sıska merdivenler uçurumu kucaklamıştı. Yaz aylarında Luke orada bir motor yat bulundururdu. Gunner artık babasından bir şeyler öğrenebilecek yaşa gelmişti. Belki Luke, bu sene ona su kayağı öğretebilirdi. Belki de tekneyi kullanmayı.

Luke aklında bir görüntü oluşturdu. Üçü de, denizin üstüne batan güneşin eşliğinde, yazlık evin arka bahçe avlusundaki masada oturmuştu. Yüzmek ve tekneyle geçen uzun bir gün sona eriyordu. Masada, soğuk bir şişe beyaz şarap ile birlikte buharda pişmiş midye yiyorlardı. Her detayı canlı bir şekilde görebiliyordu.  Oturmuş gülerken, bir hava saldırısı sireni sessizliği darmadağın etti. Bağırtısının sesi yükselip alçalan bir feryat gibiydi.

Gözlerini açtı. Telefonu çalıyordu.

“O telefonu cevaplayacak mısın?” dedi Ed Newsam. “Yoksa benim yapmamı mı istersin?”

Luke kimin aradığına bakmadan telefonu açtı.

“Stone,” dedi.

“Luke, ben Trudy. Dinle, bana yalan söylediğini biliyorum. Askıya alındığından haberim var. Bunu başka zaman konuşuruz.”

“Az önce biraz bilgi geldi. Büyük ekranda gösterimde şuan. Adamın biri Baltimore Memorial Hastanesi’ne durumu kritik şekilde getirilmiş. Akut radyasyon zehirlenmesi ve sırtında en az iki kurşun yarası var. Baltimore kıyısında, bir otoyolun altında iki balıkçı tarafından bulunmuş.”

“Kim bu adam?”

“Adı Eldrick Thomas. Aynı zamanda LT ve Abdul Malik olarak da biliniyor. Yirmi sekiz yaşında, Afrikalı Amerikalı. Brooklyn’in Brownsville bölümünde doğup büyümüş. Oldukça zengin bir vukuat kaydı var ve son on yılda birden fazla kere hapis yatmış. Saldırı, silahlı soygun, silah bulundurmak. Uzun süreli bir hapis cezasından bir adım ötedeymiş.”

“Pekala, kötü bir çocukmuş.” dedi Luke.

“Sadede gelirsek, iki farklı olayda Ken Bryant ile birlikte hapse atılmış. Bir kere Rikers Island’da beş ay ve bir kere de Clinton Correctional Center’da neredeyse iki yıllığına. Ken Bryant ile aynı cezaevi çetesiyle bağları varmış, Black Gangster Family. Cezaevinde Hristiyanlıktan İslam dinine geçiş yapmış ve Abdul Malik ismini almış. Başkalarını da İslam’a döndürmeye çalışırken, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde cihat için adam toplamaya çalıştığı için çıkan kavgalar yüzünden disiplin cezasına çarptırılmış. Bunlardan birinde bir ay boyunca tek başına hücreye atılmış.”

Luke alarma geçmişti. Ed’e doğru baktı. Ed Luke’un vücut dilinden bir şeyler olduğunu anlamış, dik oturmaya başlamıştı.

“İşte en can alıcı nokta,” dedi Trudy. “Eldrick Thomas ve Ken Bryant hapishanede arkadaşlarmış. Birbirlerine o kadar benziyorlarmış ki diğer mahkumlar, ve gardiyanlar onları ikiz diye anarlarmış. Şuan Swann’ın bilgisayarından onların sabıka fotoğraflarına bakıyorum. Kardeş olabilirler. Hatta, daha da ötesi, aynı kişi oldukları bile düşünülebilir.”

“Neden Baltimore’daymış?” dedi Luke.

“Kimse bilmiyor.”

“Onunla konuşan biri oldu mu?”

“Hayır. Hastaneye getirildiğinde bilinci yerinde değilmiş. Şu an ameliyatta, vücudundaki kurşunlar çıkarılıyor. Genel anestezinin etkisi altında.”

“Yaşayacak mı?”

“Ameliyattan hayatta çıkacağı beklentisi içerisindeler. Ondan ötesi tamamen şans.”

“Bunu neden bana anlatıyorsun?”

Luke, Trudy’nin hattın öbür ucundan sırıttığını hissedebiliyordu. “Bilmek isteyeceğini düşündüm.”

“Helikopter pilotlarım kimler?” dedi Luke.

“Rachel ve Jacob,” dedi Trudy. “Onları senin için özel olarak istedim.”

 

“Arkadaşça adamlar,” dedi Luke.

“Bu doğru.”

Konuşma bitti. Luke suya doğru baktı. Siyah bir Bell helikopter geliyordu. Bu onların helikopteriydi. Kampçı çantası ayağının dibindeydi. Açtı ve içindeki Dexedrine haplarını bulmak için çantasını eşeledi. İlaç kutusunu bulunca Ed’in bakması için gösterdi.

“Dexi,” dedi Ed. “Afganistan’da onlarla besleniyordum. Onları yeterince uzun süre alırsan seni öldürür biliyorsun değil mi?”

Luke kafa salladı.

“Biliyorum.”

Luke kutuyu açtı ve iki adet hapı dikkatlice avcuna çıkardı. Bunlar kapsül haplardı ve yarısı kırmızımsı kahverengi yarısı da şeffaftı.

“Görünüşe göre eğer istersek bu işte bir şansımız daha var. Bu sabah birkaç kuralı daha eğip bükmeye var mısın?”

Ed Luke’un avcundaki ilaçlardan birini aldı. Ağzına attı ve yuttu. Saatine baktı.

“Sanırım biraz vakit yaratabilirim.”

20. Bölüm

Patlama Anı

Ölümle Yaşam Arasında

Kayıp gitmişti, sesleri dinliyordu.

Müzik çalıyordu, piyanolu ve kemanlı sessiz bir çeşit klasik müzik. İnsanlar etrafında toplanmış, mekanik seslerle konuşuyorlardı.

“Makas. Neşter. Vakum. Vakum dedim. Şunu biraz daha temizleyemiyor musun?”

“Tabii, Doktor Bey.”

Ardından: “Şanslıydı. Birkaç santim sola gelseydi, aort damarı yırtılmıştı. Birkaç dakika içinde ölmüş olacaktı.”

Eldrick doktorlarla ilgilenmiyordu, masada yatan bedenle ilgilenmiyordu. Şimdi doktorlar onun altında çalışıyordu, ve doktorların büyük uğraşlarla kurtarmaya çalıştığı şeyi gördü. Yol kenarında ölmüş bir köpeği anımsattı gördüğü şey. Kurtarılmaya değer bir şey gibi durmuyordu.

Döndü, ve koridorun öbür ucunda ananesini gördü, ocağın başında durmuş tencerenin içindekini karıştırıyordu. Güzel bir şeyler kokuyordu.

“LT, getir o poponu buraya.”

Koşarak gitti. Akşamüstüydü, pencerenin dışında güneş parıldıyordu, aşağıya, parka inmek ve biraz top oynamak istedi. Ancak, yemeğin kokusu o kadar heyecan vericiydi ki neredeyse titriyordu. Her şeyin kötüye gidişinden önceki mutlu günlerdi.

“Ödevini bitirdin mi tatlım?”

“Evet anane.”

“Bana yalan söylemezsin, değil mi?”

Gülümsedi.

Kadın ona doğru döndü ve yüzü ciddiyete bürünmüştü. “Kötü bir şey yaptın, değil mi?”

Ve sonuç olarak, o aslında bir çocuk değildi. Büyük bir adamdı, ve ananesi de göğüs kanseri onu bu dünyadan almadan önceki, yaşlı, küçük teyzeydi.

Başını onaylarcasına salladı. “Kötü bir şey yaptım.”

“Düzeltebilir misin?”

Başını salladı. “Artık hiçbir şeyin düzgün olacağına emin değilim.”

9:30

Johns Hopkins Bayview Medical Center – Baltimore, Maryland

“İşte onlardan birkaçı geliyor,” dedi Luke.

O ve Ed, ECZA ODASI yazan bir kapının yirmi metre uzağında, hastanenin koridorunda duruyorlardı. Biraz önce Luke kapıyı açmayı denemişti. Kilitliydi. Mavi cerrah önlüklerinin üzerine beyaz laboratuvar önlüklerini giymiş iki adam, koridorda onlara doğru yürüyordu. Bir konu hakkında konuşuyor ve gülüyorlardı.

Her köşede gözlem kameraları vardı. Bu önemli değildi. Luke hızlı bir şekilde davranmayı planlamıştı. Zaten başı beladaydı. Biraz daha olsa ne olurdu ki?

“Pardon, arkadaşlar” dedi Luke. “Siz beyler, doktor musunuz?”

“Evet biz doktoruz,” dedi biri ,orta yaşlı, formda ve tel gözlük çerçeveli olan. “Sorun nedir?”

Luke adama bir adım yaklaştı. Silahını çıkarmıştı. Kameralar görmeyecek şekilde adamın karnına bastırdı, çaktırmıyordu. Adamın karnına arkadaşça bir el attı. “İkiniz de tek kelime etmeyin.”

Ed de diğer adama yaklaştı. Luke, Ed’in elindeki silahı görebiliyordu. Ed silahın namlusunu adamın beline sertçe dayamıştı.

“Dediklerimi harfiyen yaparsanız size zarar vermeyeceğiz.”

Doktorlardan ilki, biraz önce kendine güveni tamdı ama şuan sesi titriyordu. “Ben…” dedi. Konuşamadı.

“Önemli değil.” dedi Luke. “Konuşma. Şuradaki ecza dolabını açmanı istiyorum. Tek yapmanı istediğim bu. Kapıyı aç ve benimle birlikte bir süreliğine içeriye gel”

İkinci doktor biraz daha sakindi. Kelleşmeye yüz tutmuş, kalın gözlükleri vardı ve diğerine göre daha kilolu gözüküyordu. “Tamam. İstediğiniz uyuşturucuysa, bu tamam. İhtiyacınız olan şeyi alırız. Ama her yerde güvenlik kameraları var. Pek uzağa gidemezsiniz.”

Luke gülümsedi. “Biz de pek uzağa gitmiyoruz.”

Grup olarak döndüler ve kapıya doğru gittiler. İkinci doktor kartını kapıya okuttu ve üzerindeki ışık yeşile döndü. Kapıyı Luke açtı. İçeride bir sürü kilitli dolap vardı.

“Ne istiyorsunuz?” dedi doktor.

“Ritalin,” dedi Luke. “2 şırınga.”

“Ritalin?” dedi adam.

“Evet. Hızlı ol, çok zamanım yok.”

Doktor duraksadı. “Beyefendi, Ritalin sizin kafanızı güzel yapmaz. Eğer dikkat bozukluğunuz varsa doktora gidip rahatça reçete alabilirsiniz. Bütün bu zahmete değmez. İlacın parasını ödemenize yardımcı olacak programlar var. Ve zaten, Ritalin tavsiye edilen—”

Luke kafasını salladı. “Artık okulda değiliz doktor. Hadi şimdi benim ne yaptığımı bildiğimi, senin de, benim ne yaptığımı bilmediğini varsayalım. Tamam mı?”

Doktor omuz silkti. “Keyfin bilir.” Dolabı açtı, şişeyi Luke’a gösterdi, ve iki şırıngaya enjekte edilmek üzere ilacı doldurdu. O çalışırken Ed, tezgahın üstüne dört adet plastik kelepçe koydu. Bir çekmeceden birkaç adet küçük el havlusu ve ameliyat bandı buldu.

Doktor, ilacı hazırladı ve tezgahın üzerinden ona uzattı.

“Çok iyi.” dedi Luke. “Teşekkür ederim. Şimdi, gitmeden önce son bir isteğim var.”

“Pekala,” dedi doktor.

“Kıyafetlerinizi çıkarın,” dedi Luke. “İkiniz de.”

*

Luke ve Ed, cerrahi önlükleri ve ameliyat eldivenleriyle, Eldrick’in odasının dışında duran kalabalık bir polis grubunun içinden yürüyerek geçtiler. Girmeden önce durdular ve ameliyat maskelerini yüzlerine geçirdiler.

Kapıya sarı siyah bir işaret konulmuştu. DİKKAT: RADASYON TEHLİKESİ

Onun altında ise başka bir tabela vardı. Bir dizi talimatların yazdığı bir tabela.

Ziyaretler günde 1 saat ile sınırlandırılmıştır.

Zİyaretçi, hastaya en fazla 2 metre yaklaşmalıdır.

Ziyaretçiler önlük, galoş ve eldiven giymeli ve odadaki herhangi bir şeyle temas kurmamalıdır.

Ziyaretçi içeride yiyecek içecek veya sigara tüketmemelidir.

Polislerden biri Luke’un koluna dokundu. “Ne zaman uyanır acaba?”

Luke adama karşı ciddi doktor yüzünü takındı. “Tabii eğer kalkarsa. Elimizden geleni yapıyoruz. Biraz daha beklemeniz gerekecek.”

İçeri girdiler. Thomas hasta yatağında sırtüstü yatıyordu, uyku halindeydi. Derin kırmızı notalar yüzüne rastgele dağılmıştı. Esnek plastik kelepçelerle el ve ayak bileklerinden yatağın metal kısımlarına bağlanmıştı. Hayati göstergeleri çeşitli makineler tarafından izleniyordu. Ameliyat maskeleri ve eldivenleri giymiş iki polis içeride, Thomas’a odanın izin verdiği en uzak noktada duruyorlardı.

“Beyler, bize hastayla birkaç dakika yalnız bırakır mısınız?” dedi Ed.

“Odadan çıkmamamız gerekiyor.” dedi polislerden biri.

Ed sihirli sözleri söyledi, hani bu hasta radyoaktif olmasaydı bürokratik bir sidik yarışına dönecek olan kelimeler. “Üzgünüm ama varlığınız tıbbi müdahaleye engel oluyor.” Ve sonra gülümsedi. “Adam zaten yatağa bağlı. Hiçbir yere gidecek hali yok. Bize sadece birkaç dakika verin, tamam mı?”

Polisler dışarı çıktılar, muhtemelen çıktıklarına seviniyorlardı.

Luke hemen Thomas’ın yanına doğru yürüdü. Şırınganın ucundaki iğnenin koruyucu kapağını çıkardı, Thomas’ın sol kolunu çevirdi ve dirseğin iç kısmında kalınca bir damar buldu, ve ilacı enjekte etti.

“Ritalin, ha?” dedi Ed.

“Luke omuz silkti. “İnsanları genel anesteziden uyandırmak için. Tam olarak FDA onayı almış değil ama işe yarıyor.”

Bir adım geri gitti. “Uzun sürmez.”

Birinci dakika, ikinci dakika geçti. Üçüncü dakikanın yarısına gelmişlerdi ki Luke adamın göz kapağında bir oynaşma fark etti.

“Eldrick,” dedi. “Uyan.”

Eldrick’in gözleri yavaşça açıldı. Gözlerini kırptı. Çok yorgun gözüküyordu. Sanki yüz yaşındaymış gibi gözüküyordu.

“Göğsüm ağrıyor,” dedi, sesi fısıltıdan biraz daha yüksekti. Kafasını oynatmadan, gözleriyle etrafına bakındı. “Neredeyim ben?”

Luke kafasını salladı. “Nerede olduğun önemli değil. Dün gece New York’taydın. Center Medical Center’dan radyoaktif malzeme çaldın. Ken Bryant ve İbrahim Abdulrahman ile birlikte çalışıyordun. İkisi de öldürüldü. İki güvenlik görevlisi de aynı şekilde.”

Anılar adamın yüzüne resmen aktılar. Pek kıpırdayamıyordu. O kadar zayıf görünüyordu ki her an ölebilirdi. Ama gözleri sert bakıyordu. “Polis?” dedi.

Luke kafa salladı. “Bombanın nerede ve ne zaman patlatılacağını öğrenmemiz gerekiyor.”

Eldrick Thomas Ed’e baktı. Luke’a doğu başıyla işaret etti. “Hey, kardeşim. Bu beyaz domuzu buradan çıkar.”

Yavaşça gözlerini kapadı, ve tekrar açtı. “Bunu yaptıktan sonra ne bilmek istiyorsan söyleyeceğim.”

*

Luke koridorda, polisten duvardan elli metre uzakta bekledi. Ed’in odadan çıkması çok sürmedi. Hızlıca yürüdü.

“Hadi adamım, gidelim.”

Luke da Ed’in hızına yetişti. “Ne oluyor?”

“Sanırım kalp krizi geçirdi,” dedi Ed. “Belki de Ritalin ona çok geldi, bilmiyorum. Çıkmadan alarma bastım.”

“Bir şey söyledi mi?”

“Evet. Söyledi.”

“Ne dedi?”

“İnanabilir miyim bilmiyorum.”

Luke durdu. Ed de durdu.

Luke kafasını salladı. “Hedef nedir?”

Hemen kafalarının üstündeki hoparlörden bir kadının mekanik ve sakin sesi duyuldu, neredeyse bir robot gibi konuşuyordu. Mavi Kod, Mavi Kod. Üçüncü kat, Oda 318. Üçüncü Kat, Oda 318. Mavi Kod… Doktorlar, koridordakilere çarpa çarpa, çılgınlar gibi koşup yanlarından geçtiler, birkaç görevli de onları takip ediyordu.

“İran’daki ilk iftar saatine ayarlanmış. Akşam 8:24, yani buranın saatiyle 10:54.” Saatine baktı. “Yaklaşık bir saat sonra.”

“Nerede?” diye soru Luke.

Ed ümitsizce baktı. Luke ilk kez, Ed’in yüzünde çaresizlik gördü.

“Beyaz Saray.”

21. Bölüm

Saat 10:01

Baltimore ve Washington DC Arasında Gökyüzünde Bir Yer

Bu pilotlar sert çocuklardı.

Helikopter yere yakın ve hızlı seyrediyordu. Yeryüzü, hemen altlarından vızır vızır geçiyordu, neredeyse dokunulacak kadar yakındı. Luke bunu fark etmedi bile. Telefona bağırdı. Telefon kapanıp duruyordu. Bir baz istasyonundan öbürüne geçiş 160km/s’den hızlı uçarken sorunlu oluyordu.

“Beyaz Saray’dakileri tahliye etmeliyiz,” dedi. “Trudy! Duyuyor musun?”

Trudy’nin sesi cızırtıyı yarıp geçti. “Luke, hakkınızda tutuklama kararı var. Sen ve Ed. Henüz geldi.”

“Neden? Doktorlar yüzünden mi? Onlara zarar vermedik ki.”

Bir cızırtı patlaması yaşandı. Hat düştü.

“Trudy? Trudy! Hay ben!”

Ed’e baktı.

“Söylediğine göre, Dun-Rite Çamaşır’ın aracındalarmış.” dedi Ed. “Mıknatıslı araç baskılarıyla bu ismi yapıştırmışlar. Baltimore’da bunları çıkarmışlar ve plakaları değiştirmişler. Thomas’ın bulunduğu çevrede gözlem kamerası bulunuyor olabilir. Aracın izini bu şekilde bulabilirler.”

Luke’un telefonu çaldı. Telefonu açtı.

“Trudy.”

“Luke, başka bir şey söylemeden önce konuşmama izin ver. Eldrick Thomas öldü. Çok büyük bir kalp krizi geçirmiş. Sen ve Ed güvenlik kameralarının kayıtlarında varsınız. Ona bir şey enjekte ettiğiniz kayıtlarda açıkça belli oluyor.”

“Ritalin, onu uyandırmak için,” dedi Luke.

“Ed, Thomas’ın ölümünden hemen önce ona doğru eğilmiş.”

“Trudy, Thomas Ed’e bilgi veriyordu. Anlıyor musun? Şu anki sorunumuz Eldrick Thomas değil. Saldırı Beyaz Saray için planlanmış. Bütün bulgular bir insansız hava aracı saldırısına işaret ediyor. Dun-Rite aracındalarmış. Aracın üzerindeki yazıları değiştirmişler. Bu aracı bulmalı ve Beyaz Saraydaki herkesi oradan çıkarmalıyız. Şimdi.

Cızırtı geri geldi.

“…Luke? Luke?”

“Buradayım.”

“Grand Central ve Hoboken PATH istasyonlarını gözetliyorlar. Midtown Tünel’ini kapadılar. Ron Begley ile görüştüm. Beyaz Saray olduğuna inanmıyorlar. Eldrick Thomas’ı öldürdüğünü sanıyorlar. Tutuklama kararının sebebi cinayet.”

“Ne? Eldrick Thomas’ı neden öldüreyim ki?”

Telefon tekrar kesilmişti.

Luke Ed’e baktı. “Pilotların bunu telsizden bildirmelerini sağlayalım.”

Ed başını salladı. “Olmaz. Bize kimse inanmayacak. Pilotlar bunu haber verirse herkes nerede olduğumuz bilir. Olmaz. Kendimiz yapmalıyız. Gizlice yapmalıyız.”

Luke kokpite doğru gitti ve kafasını içeri soktu.

Bunlar tanıdıktı—Rachel ve Jacob. Eski arkadaşlarıydı, ve senelerce birlikte uçmuşlardı. İkisi de eski, 160. Özel Hava Harekat Alayı askerlerindendi. Luke ve Ed bu tiplerle uçmaya alışıktı. 160. ÖHHA helikopter pilotlarının, Delta Force birliğiydi.

 

Rachel diğerleri kadar sertti. Elit bir özel operasyon birimine öylece, kadın olarak girmek diye bir şey yoktu. İçeriye kavga ederek girilirdi. Rachel için bu mükemmeldi— iş dışındaki hobisi kafes dövüşlerine katılmaktı. Bu sırada, Jacob bir kaya kadar istikrarlı biriydi. Ateş altındaki sakinliği efsanevi, hatta gerçek üstüydü. Hobisi dağ tepelerinde meditasyona çekilmekti. Bu ikisi Luke’un açığa alındığını biliyor olabilirdi. Hatta tutuklanması için karar çıktığını da. Ama aynı zamanda Luke’un Delta olduğunu da biliyorlardı ve fazla soru soran tipler değildi.

“Bizi Beyaz Saray’ın ne kadar yakınına bırakabilirsin?” dedi Luke.

“Öğle yemeğine randevun mu var?” dedi Rachel.

Luke omuz silkti. “Hadi ama.”

“Güney Capitol Caddesi heliportu,” dedi Jacob. “Bu bir Washington DC polis rampası, diğer hava trafiğine yakın ama tanıyorum onları. Kendimizi araya sıkıştırabilirim. Beyaz Saray’a 5km uzaklıkta.”

“Bir ÖMT arabasına ihtiyacım var,” dedi Luke. “Sürücü olmasın, sadece araba. Tamam mı?”

“Tamamdır,” dedi Rachel. Arkaya doğru baktı.

“Daha sonra anlatırım,” dedi.

Luke tekrar arka bölüme geçti. Ed açık kargo kapısının yanında duruyordu.

Luke ona doğru bağırdı. “Beyaz Saray’a 5km uzaklıktaki bir rampaya inebiliyoruz, ve orada kullanabileceğimiz bir araba olacak.”

Ed başıyla onayladı. “Pekala.”

Tekrar telefon çaldı. Luke arayanın kim olduğuna baktı. Tutuklama emirlerinden konuşmak istemiyordu veya buna kimin inanacağından. Bu sefer, telefonu açtığı zaman pek konuşmadı.

“Trudy, telefonu Mark Swann’a ver.”

Weitere Bücher von diesem Autor