Efendi uyanıyor

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

II
Trans

Adamın başına gelen bu garip duruma doktorlar kataleptik4 kasılma adını veriyorlardı. Ne var ki kasılma bu kez, daha önce hiçbir vakada görülmediği kadar uzun bir süre devam etti. Daha sonra adamın bedeni yavaş yavaş yumuşamaya başladı. Bir tür derin uyku durumuna geçmişti. Ve nihayet bu aşamadan sonra gözlerini kapatması mümkün olabildi.

Onu otelden alıp Boscastle hastanesine götürdüler. Birkaç hafta sonra ise Londra’ya sevk edildi. Ne var ki kendisini ayıltmak için yapılan hiçbir müdahaleye yanıt vermiyordu. Bir süre sonra tüm bu müdahalelere son verildi. Adam öylece yatmaya devam etti. Ne tam ölüydü ne de tam diri. Varlıkla yokluk arasında bir yerde duruyordu. Onunkisi kesintisiz bir karanlıktı. Hiçbir düşünce ve duyum sızamazdı oraya. Rüyasız bir uyku, huzur dolu bir hiçlikti. Zihnindeki karmaşa olabildiğince kabarmış ve en sonunda yerini mutlak sessizliğe bırakmıştı. Peki nerdeydi bu adam şimdi? Bayılan insanlar nereye giderlerdi?

“Her şey dün yaşanmış gibi,” dedi Isbister. “Her şeyi dün olmuş gibi hatırlıyorum. Belki de dün olanları hatırladığımdan daha net…”

Bir önceki bölümden tanıdığımız Isbister, artık genç bir adam değil. Daha önce zamanın modasına göre biraz uzun olan kahverengi saçları ağarmış. Kısacık kesilmişler. Yüzünde yaşlılığın izleri fark edilebiliyor. Sivri sakalında beyazlar var. Üzerinde yazlık kıyafetler olan yaşlıca bir adamla sohbet ediyor (O seneki yaz, her zamankinden daha sıcaktı). Adamın adı Warming. Kendisi Londralı bir avukat. Hâlâ trans halinde olan Graham’in en yakın akrabası. İki adam Londra’daki bir evde yan yana oturuyorlar. İkisinin de gözü, hareketsiz bir şekilde yatan Graham’in üzerinde.

Graham’in cildi sapsarı. Bir su yatağının üzerinde yatıyor. Başının altında bir yastık var. Üzerinde tiril tiril bir gömlek. Yüzü büzüşmüş. Sakalları hafif uzamış. Dudakları zayıf. Tırnakları kısa. İnce bir camın yanında duruyor. Görünen o ki bu cam, Uykucu’yu yanı başındaki gerçek dünyadan ayıran yegâne sınır. Şüphesiz ki o artık sıra dışı bir insan, herkesten farklı bir varlık. Tıbbi açıdansa karantina altında tutulması gereken anormal bir vaka. İki adam camın yanında durmuşlar. Büyük bir dikkatle onu izliyorlar.

“Olay beni tam manasıyla şok etmişti,” dedi Isbister. “Beyaz gözleri aklıma geldikçe, hâlâ kendimi hem şaşkın hem de rahatsız hissediyorum. Düşünebiliyor musun kaymış, beyaz gözler. Buraya gelip onu görmek beni yeniden o ana götürdü.”

“Daha sonra tekrar görmedin mi onu?” diye sordu Warming.

“Sık sık gelmek istedim,” dedi Isbister. “Ama işlerim müsaade etmedi. Tüm bu zaman boyunca Amerika’dan ayrılmaya çok nadiren fırsat bulabildim.”

“Yanlış hatırlamıyorsam bir sanatçısınız değil mi?” dedi Warming.

“Öyleydim. Sonra evlendim. Hayata başka türlü bakmaya başladım. Kısa zamanda iş hayatına atıldım. Dover’daki uçurum posterlerini benim adamlarım hazırlıyor.”

“Güzel posterler,” diyerek muhatabının hakkını teslim etti avukat. “Gerçi ben onları orada görmüş olmaktan pek de hoşnut değilim.”

“Uçurumlar yerinde durduğu müddetçe onlar da orada asılı kalacak,” dedi Isbister gururla.“Dünya değişiyor. O yirmi yıl önce uyuduğunda, ben Boscastle’da perişan bir haldeydim. Bir suluboya kutusu ve eski moda asil bir tutkudan başka hiçbir şeyim yoktu. Bir gün boyalarımın bütün İngiltere sahilini güzelleştireceğini nereden bilebilirdim ki? Adanın bir ucundan ta Lizard’a kadar… Talih hiç beklenmedik zamanlarda yüzüne gülüyor insanın.”

Görünen o ki Warming bu konularda Isbister’dan farklı düşünüyordu. “Yanlış hatırlamıyorsam daha önce sizinle karşılaşmamıştık.”

“Siz, beni Camelford tren istasyonuna götüren at arabası ile geri dönmüştünüz. Jübile’ye yakındı, Viktorya’nın Jübilesi’ne5. Westminster’a dizilen koltukları ve bayrakları gayet iyi hatırlayabiliyorum. Ve tabii Chelsea’deki arabacı ile olan kavgayı da…”

“Elmas Jübilesi’ydi,” dedi Warming. “İkincisi.”

“Doğru ya. Öncekinde, ellinci yıl kutlamaları sırasında ben Wookey’de bir çocuktum. Tamamen çıkmış aklımdan… Neyse! Ne çok telaşlanmıştık ama. Ev sahibem onun evde kalmasına izin vermedi. Kasıldığında gerçekten de çok acayip gözüküyordu. Onu otele kadar bir iskemlenin üzerinde taşımamız gerekmişti. Her zamanki Boscastle doktoru yerinde yoktu, onun yerine bir pratisyen hekim bulduk. O, ben, ev sahibem ve başka bir sürü insan neredeyse ikiye kadar başında bekledik.”

“Demek kaskatı kesilmişti?”

“Demir gibi olmuştu. Baş üstü yere koysanız öylece dimdik dururdu. Hiç bu kadar sert bir şey görmemiştim. Tabii şimdiki halinden çok farklıydı.” Kafasıyla, yatmakta olan Graham’i işaret etti. “O genç doktor, neydi adı onun…”

“Smithers?”

“Evet Smithers. Söylenenlere göre onu kendine getirmek için Smithers’ın yaptıkları tamamen yanlışmış. Bir kere çok acele etmişti. Sonra o yaptığı şeyler… Şimdi bile düşündükçe içim bir tuhaf oluyor. Hardal, enfiye çektirme, iğneleme. Sonra şu küçük çirkin şeylerden biri, dinamo değil de…”

“Bobin?”

“Evet. Kaslarının nasıl titrediğini görebiliyorduk. Kıvranıyordu. Sadece sarı ışık veren iki kandil vardı içeride. Ve odadaki bütün gölgeler titriyordu. Endişeli genç doktorumuz sonunda uğraşmaktan vazgeçti. Graham, çıplaktı ve çok garip bir haldeydi. Bak yine gözümde canlanıyor…”

Durdu.

“Çok garip bir durum,” dedi Warming.

“Bu mutlak bir yokluk hali,” dedi Isbister. “Beden burada. Ama ne tam diri ne tam ölü. Üzerinde rezerve yazan boş bir iskemle gibi. Hiçbir his yok. Sindirim yok. Kalp atışı yok. En ufak bir hareket yok. Ben bu koşullar altında karşımda gerçekten bir insan olduğuna inanamıyorum. Bir açıdan ölüden daha çok ölü. Doktorlar saçlarının bile uzamadığını söylemişlerdi. Halbuki ölülerin saçları uzarmış.”

“Biliyorum,” dedi Warming. Hissettiği acı ses tonuna yansımıştı.

Tekrar camdan içeri baktılar. Graham gerçekten de çok garip bir durumdaydı. Trans halinin yumuşama aşamasını yaşıyordu. Tıp tarihinde daha önce hiç görülmediği kadar uzun bir süre trans halinde kalmıştı. Önceki vakalarda trans hali, en fazla bir yıl kadar sürmüştü. Bu sürenin sonucunda trans halindeki kişiler ya uyanmış ya da ölmüşlerdi. Isbister doktorların bedenin çöküşünü ertelemek için Graham’e enjekte ettiği maddeleri not aldı. Warming’e gösterdi. Warming bunlardan bıkmıştı. Artık bunları görmek istemiyordu.

“Onun burada yattığı süre içinde,” dedi Isbister, hayatını gönlünce geçirmiş olmanın huzuru içerisindeydi. “Ben yaşama ilişkin planlarımı değiştirdim, evlendim, bir aile kurdum. Eskiden bir evlat sahibi olmak aklıma bile gelmezdi. Şimdi en büyük oğlum bir Amerikan vatandaşı. Harvard’ı bitirecek yakında. Bak benim saçlarım ağardı. Peki ya bu adam? Bir gün bile yaşlanmadı. Hiç değişmedi. Benim delikanlılık zamanlarımda nasılsa hâlâ öyle. Düşünmesi bile garip, merak uyandırıcı.”

Warming, Isbister’a döndü. “Ben de yaşlandım. Küçük bir çocukken onunla kriket oynamıştım. O hâlâ o günlerdeki gibi görünüyor. Belki biraz sararmış. Fakat ne olursa olsun, o hâlâ genç bir adam.”

“Düşünsene o arada biz bir savaş yaşadık,” dedi Isbister.

“Uzun bir savaş üstelik …”

“Ve şu Marslılar6…”

“Anladığım kadarıyla…” dedi Isbister ve kısa bir süre için durakladı. “Kendine ait küçük bir serveti var.”

“Öyle,” diye onayladı Warming. Ciddiyetini bozmadan hafifçe öksürdü. “Bu hale geldiğinden beri idaresini ben üstlendim.”

“Anlıyorum.” Biraz düşündü Isbister. Çekinerek lafa girdi. “Burada kalmasının maliyeti çok yüksek değil. Geçen süre içerisinde serveti epey birikmiş olmalı.”

“Öyle oldu. Eğer uyanabilirse, uyuduğu zaman olduğundan çok daha zengin olacak.”

“Bir iş adamı olarak,” dedi Isbister, “doğal olarak böyle şeylere çalışıyor kafam. Zaman zaman bu uyku işinin ticari açıdan ona çok yararlı olabileceğini düşünüyorum. Tabirimi mazur görün, bu kadar uzun süre baygın kalmakla az uyanıklık yapmadı…”

“Bu kadar planlı davranmış olabileceğinden şüpheliyim,” dedi Warming. “İleri görüşlü bir insan değildi. Aslına bakarsanız…”

“Evet?”

“Bu konuda farklı düşünüyoruz. Ben bir bakıma onun gardiyanı gibiyim. Siz kimi şeylerin tesadüf olamayacağını bilecek kadar çok deneyime sahipsiniz. Yine de durum sizin ima ettiğiniz gibi olsa dahi, ben onun uyanıp uyanamayacağından şüpheliyim. Uyku onun yaşlanmasını yavaşlatıyor. Ama yine de tamamen durdurmuyor. Yavaş, çok yavaş da olsa bedeni değişiyor. Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi ?”

 

“Uyandığında yaşayacağı süprizi kaçırmak istemem doğrusu. Geçen yirmi yılda çok büyük değişiklikler oldu. O gerçek bir Rip Van Winkle7!”

“Gerçekten de çok şey değişti,” dedi Warming. “Diğer değişikliklerin yanında ben de değiştim. Yaşlı bir adamım artık.”

Isbister, kısa bir süre durakladı. Lafa nereden girmesi gerektiğini bilmiyordu. “Ben olsam öyle düşünmezdim,” dedi.

“Onun hesaplarını tutan bankacılar bana geldikleri zaman, kırk üç yaşındaydım. Hatırlarsınız, siz telgraf çekmiştiniz onlara.”

“Adreslerini Graham’in cüzdanındaki çek defterinden almıştım,” dedi Isbister.

“Serveti katlanarak artacak, bunu görmek hiç de zor değil,” dedi Warming.

Sustular. En sonunda Isbister dayanamayıp konuşmaya başladı, “Daha uzun yıllar bu şekilde kalabilir,” dedi. Sözün arkasını getirmeye çekiniyordu. Yanlış anlaşılabilirdi. “Bunu göz önünde bulundurmalıyız. Mal varlığı bir gün başkalarının eline geçebilir.”

“Bay Isbister, inanın bana, bu mesele benim de hep kafamı kurcalıyor. Aslına bakarsanız çok yakın bir akrabalık ilişkimiz yok. Son derece garip ve eşine daha önce rastlanmamış bir durum bizimkisi.”

“Gerçekten öyle,” dedi Isbister.

“Bu bana daha ziyade bir kamu kuruluşunun yapabileceği bir iş gibi gözüküyor. Öyle ya, neredeyse ebedi bir gardiyanlık. Bazı doktorların düşündüğü gibi yaşamaya devam ederse durum tam anlamıyla böyle olacak. Aslına bakarsanız bu konuda yetkili birileriyle görüşmek istiyorum. Gerçi şu ana kadar herhangi bir adım atmış değilim.”

“Onun bakımı için bir kamu kurumuyla anlaşmak, hiç de fena bir fikir değil. İngiliz Müzesi Kayyumu ya da Kraliyet Hekimler Koleji mesela… Elbette biraz garip gözükecektir ama zaten bu meselenin kendisi garip.”

“Bütün mesele onu almaları için kurumları ikna etmekte.”

“Bürokratik işlemlerde sıkıntı çıkarıyorlar değil mi?”

“Hem de çok.”

Bir süre sessiz kaldılar. “Şüphesiz ki eşine az rastlanır bir durum bu,” diye devam etti Isbister. “Bu arada bileşik faiz oranları da gittikçe artıyor.”

“Evet öyle,” diyerek onayladı Warming, “Altına olan rağbet de giderek azalıyor. Piyasaların ilgisi faize kaydı.”

“Farkındayım,” dedi Isbister. Yüzünü ekşitmişti. “Fakat bu gelişme onun yararına olacak.”

“Tabii uyanabilirse.”

“Tabii uyanabilirse,” diye tekrarladı Isbister. “Dikkat ettiniz mi, yüzü nasıl da bir deri bir kemik kalmış. Gözleri nasıl da çökmüş.”

Warming bir süre bakıp düşündü. En sonunda lafa girdi: “Onun uyanabileceğinden şüpheliyim.”

“Tam olarak anlayamadığım bir nokta var,” dedi Isbister. “Bana kendisini bu noktaya aşırı çalışmanın getirdiğini söylemişti. Neyi kastettiğini merak ediyorum.”

“Allah vergisi yeteneklere sahipti. Ama aynı zamanda istikrarsız ve duygusal bir karakteri vardı. Kuruntuluydu. Karısından ayrıldı. Daha sonra sanıyorum, bunu unutabilmek için fanatik bir biçimde siyasetle ilgilenmeye başladı. O bir radikaldi. Bir sosyalist. Ya da bir özgürlükçü. Yüksek okulda kendilerine bu adı veriyorlardı sanırım. Enerjik, aklı havada ve disiplinsiz. Davası için kendini paralayınca bu hale geldi işte. Yazdığı broşürü hatırlıyorum. Görülmemiş bir şeydi. Dolu doluydu, sert bir dili vardı. Geleceğe ilişkin çeşitli öngörülerden bahsediyordu. Bunların bir kısmı boşa çıktı. Bazıları ise gerçekleşti. Böyle tezleri okumak çoğunlukla dünyanın nasıl öngörülemezliklerle dolu olduğunu anlamanıza yardımcı oluyor. Eğer uyanabilirse öğrenmesi ve unutması gereken ne çok şey olacak.”

“Uyandığında orada olup ne söyleyeceğini duyabilmek için her şeyimi verebilirim,” dedi Isbister.

“Ben de öyle,” diye yanıtladı Warming. “Kesinlikle ben de öyle.” Kendine acıyan yaşlı bir adam edasıyla devam etti: “Ne var ki onun uyanışını asla göremeyeceğim.”

Derin düşüncelere dalmıştı. “Asla uyanmayacak,” dedi en sonunda. İçini çekti; “Bir daha asla uyanmayacak.”

III
Uyanış

Warming yanılıyordu. Uykucu uyanacaktı.

Ne muazzam bir karmaşa! Her şey ne kadar da basit ve tekdüze gözüküyor oysa. Kaç kişi her sabah yaşadığımız uyanışın nasıl mümkün olabildiği üzerine kafa yormuştur? Bunu mümkün kılan sayısız unsurun, nasıl olup da birlikte iş gördüklerini kaç kişi sorgulamıştır? Ruhun ilk kıpırdanmaları; bilinçsizlik halinin önce bilinçaltına, bilinçaltının bilince doğru açılması… Ve nihayet kendi varlığımızın yeniden farkına varışımız. İşte her gece uykusundan sonra hepimizin başına gelen bu halleri şimdi Graham yaşıyordu. Önce belli belirsiz bir his bulutu şekillenmeye başladı. Hafif bir hüzün hissetti. Bilmediği bir yerde yatıyordu. Tamamen bitkindi. Ama yaşıyordu Graham…

Kendine gelmek, yeniden bir birey olarak varlığını hissetmek, devasa uçurumları aşmak kadar zordu. Çağlar aşmıştı. En akıl almaz düşler bu zamanın korkunç gerçekleri olmuşlardı şimdi. Belli belirsiz hatıralar dolaşıyordu kafasında. Garip yaratıklar, bir başka gezegene aitmiş gibi görünen acayip manzaralar… Tatlı bir sohbetin üzerinde bıraktığı yatıştırıcı etkiyi hâlâ hissedebiliyordu. Kiminle yapılmıştı bu sohbet? Hatırlayamıyordu o ismi. Sonradan aklına gelecekti belki. Damar ve kasların unutulmuş duyarlılığı canlanıyordu içinde. Karanlıkta boğulmak üzere olan bir adamın beyhude kurtuluş çabalarına ait karışık hisler kaplıyordu benliğini. İç içe geçmiş hareketli sahnelerden oluşan büyüleyici bir panorama vardı karşısında.

Graham gözlerinin açık olduğunu fark etti. Yabancısı olduğu bir şeylere bakıyordu. Kesinlikle tanıdık değildi gördükleri.

Beyaz bir şey gördü. Bir şeyin kenarıydı. Belki bir tahta çerçevenin… Bu şeklin hatlarını takip ederek hafifçe başını hareket ettirdi. Görüş hizasının dışına çıkıyordu. Nerede olabileceğini anlamaya çalıştı. Perişan bir haldeydi. Derin bir iç sıkıntısı hissediyordu. Sabahın erken saatlerinde uyanan insanların bilindik huzursuzluğu vardı içinde. Belli belirsiz ayak sesleri ve fısıltılar duyar gibi oldu.

Başını oynatırken olağandışı bir fiziksel zayıflık hissetti. Otel odasındaki yatağında olabileceğini düşündü. Ama şu beyaz şeyin ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Uyumuştu demek. Uyumak istediğini hatırlıyordu. Uçurum ve şelale geldi aklına. Yoldan geçen adamla bir şeyler konuşmuştu, olanlar hayal meyal kafasında canlanıyordu.

Acaba ne kadar zamandır uyuyordu? Bu ayak sesleri de neydi böyle? Çakıl taşlarına çarpan dalgaları andıran bu homurtular nereden geliyordu? Elini uzatıp saatini almaya çalıştı. Yatmadan önce saatini mutlaka yatağının yanında duran sandalyenin üzerine koyardı. Eli cam gibi pürüzsüz bir yüzeye temas etti. Bu his hiç beklenmedik bir şekilde tedirgin olmasına neden oldu. Aniden döndü. Şöyle bir bakış atıp etrafında olanları çözmeye çalıştı. Doğrulmayı denedi. Çok fazla çaba harcaması gerekmişti. Başı döndü. Kendisini güçsüz hissediyordu. Epeyce de şaşkındı.

Gözlerini ovuşturdu. Çevresini kuşatan şeyler kafa karıştırıcıydı. Ama aklı yerindeydi. Uyku epey yaramıştı. Yattığı şey sıradan bir yatak değildi. Yumuşak bir nesnenin üzerinde uzanmıştı. Çıplaktı. Üzerinde yattığı bu şey büyük ölçüde şeffaftı. Bunu fark ettiğinde garip bir rahatsızlık hissetti. Altında görüntüsünü normalde olduğundan daha beyaz gösteren bir ayna vardı. Cildinin şaşırtıcı derecede kuru ve sararmış olduğunu fark etti. Koluna garip bir alet takılmıştı. İki ayrı noktadan derisinin içine giriyordu. Üzerinde yattığı şey görebildiği kadarıyla yeşile çalan cam bir haznenin içine yerleştirilmişti. Haznenin kenarlarında daha önce dikkatini çeken beyaz çerçeve vardı. Üzerinde parlak ve özenli aletler bulunan bir stant dikkatini çekti. Köşede duruyordu. Termometreye benzeyen bir cihaz kendisine tanıdık gelse de, buradaki aletlerin büyük bölümüne tamamen yabancıydı.

Etrafını saran yeşilimsi cam, dışarıda olanları görmesini engelliyordu. Yine de parlak ve büyükçe bir odada olduğunu anlamıştı. İçeride ona dönük, oldukça büyük ve beyaz bir kemer vardı. Kafesin duvarlarının yakınında duran çeşitli eşyalar belli belirsiz de olsa seçilebiliyordu. Gri bir örtüyle kaplı bir masa, bir çift zarif sandalye, masanın üzerinde kaplar, bir şişe ve iki bardak… Tam bu sırada kurtlar gibi acıktığını fark etti.

Hiç kimseyi göremiyordu. Kısa bir tereddütten sonra ayağa kalkmaya çalıştı. Üzerinde yattığı yarı saydam nesneye yüklenerek doğrulmayı denedi. Ne var ki gücünü doğru tartamamıştı. Sendeledi. Elini camın üzerine koyarak ayakta durmayı denedi. Kısa bir süre böyle kaldı. Çok geçmeden hafif bir çatırtı duyuldu ve yaslandığı cam bir anda tuzla buz oluverdi. Kafesi parçalanmış ve kendisini odanın ortasında bulmuştu. Masaya tutunarak, cam parçalarının üzerine düşmekten kurtuldu. Bu sırada bardaklardan birini yere düşürdü. Bardak çatlamış ama kırılmamıştı.

Odaki koltuklardan birine oturdu. Biraz dinlendikten sonra şişede duran sıvıyı diğer bardağa boşalttı. İçti. Renksiz bir sıvıydı. Ama su değildi. Hoş bir tadı ve kokusu vardı. Enerji veriyordu. Canlandığını hissetti. Şişeyi masaya koyup incelemeye başladı.

Odayla arasına giren yeşil saydam nesneden kurtulmuştu. Gerçekten de oldukça büyük ve görkemli bir odaydı. Daha önce fark ettiği kemer, bir geçide açılıyordu. Geçidin her yerinde beyaz damarlı, mavi bir maddeden yapılmış görkemli sütunlar vardı. İnsan sesleri ve sürekli tekrarlayan monoton gürültüler geliyordu. Graham artık tamamen uyanmıştı. Gelen seslere odaklandı. Tetikteydi. Açlığı aklından çıkıp gitmişti.

Bir anda çıplak olduğunu hatırladı. Üzerine giyecek bir şeyler aramaya başladı. Yanındaki sandalyelerden birinin üzerinde uzun siyah bir örtü buldu. Ona sarınıp tekrar oturdu. Titriyordu.

Kafası karmakarışıktı. Uyuyup uyanmıştı. İyi de şimdi neredeydi? Mavi sütunların ardındaki bu insanlar kimdi? Boscastle’da mıydı? Renksiz sıvıdan biraz daha içti.

Nasıl bir yerdi burası? Oda canlı bir varlık gibi gözüktü gözüne. Ne kadar da temiz ve güzeldi. Son derece sade bir biçimde döşenmişti. Tavanda bir boşluk vardı. Bir gölge belli aralıklarla boşluğun üzerinden geçip kayboluyordu. “Bit, Bit.” Graham gölgeye tuhaf bir sesin eşlik ettiğini fark etti. Belli belirsiz, zayıf bir sesti bu.

Gürültülerin geldiği yöne doğru seslenmeye çalıştı. Ne var ki ancak küçük bir fısıltı çıkarabilmişti. Ayağa kalktı. Ve bir sarhoşun paytak adımlarıyla kemere doğru ilerledi. Adım atarken sendeliyordu. Üzerine sardığı siyah örtüye ayağı takıldı. Sütunlardan birine tutunarak düşmekten son anda kurtuldu.

Geçit soğuk bir koridora açılıyor ve az ileride balkona benzeyen aydınlık bir yerde son buluyordu. Balkonun önünde hafif dumanlı bir boşluk vardı. Daha ileride ise ne oldukları anlaşılamayan yabancı mimari şekiller gördü. Şimdi sesler daha yüksek ve daha belirgindi. Balkonda ona arkalarını dönmüş olan üç kişi kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Parlak kumaşlardan bol ve rahat giysiler giymişlerdi. Aşağıdaki insan kalabalığının gürültüsü balkona kadar geliyordu. Bir pankartın geçtiğini görür gibi oldu. Parlak renkli bir nesne, bir şapka ya da bir giysi havaya fırlatıldı… Boşlukta parlayıp yere düştü. Atılan sloganlar İngilizce olmalıydı. Kalabalık sürekli “uyan” sözcüğünü tekrarlıyordu. Bir çığlık duydu. Balkondaki üç adam aynı anda kahkahalarla gülmeye başladılar.

Üzerinde kısa, mor bir kıyafet olan kızıl saçlı adam, hepsinden daha fazla gülüyordu. “Ne zaman uyanır bu Uykucu acaba, ne zaman?”

Büyük bir neşe içerisindeydi. Bir ses duydu. Arkasını dönüp geçide baktı. Bir anda yüzü değişti. Bambaşka bir ruh haline bürünmüş, adeta taş kesilmişti. Onun halini fark eden diğer ikisi de hızla döndüler. Öylece kalakaldılar. Yüzlerinde tam bir dehşet ifadesi vardı. Hissettikleri korku yüzlerine yansımıştı.

Graham daha fazla ayakta duramadı. Tökezledi ve yüzüstü yere kapaklandı.

IV
İsyanın Ayak Sesleri

Graham’in son hatırladığı şey zillerdi. Daha sonra yarım saatten uzun bir süre boyunca baygın kaldığını öğrenecekti. Ölümle yaşam arasında gidip gelmişti. Kendine geldiği zaman yine yarı saydam minderinin üzerinde yatıyordu. Kalbinde ve boğazında bir sıcaklık hissetti. Kolundaki siyah alet çıkarılmış ve aletin bulunduğu yere pansuman yapılmıştı. Beyaz çerçeve yine oradaydı. Daha önce kırılmış olan yeşil maddeden arta kalan parçalar toplanmıştı. Balkonda rastladığı mor giysili adam yanı başında duruyordu. Hayretler içerisindeydi. Graham’in yüzüne bakıyordu.

 

Zil sesleri uzaktan geliyordu. Hep bir ağızdan bağıran kalabalık bir topluluğun uğultusunu duyuyordu. Kapı kapanınca sesler kesildi.

Graham başını kaldırdı. “Tüm bunların anlamı nedir?” diye sordu, “Neredeyim ben?”

Kendisini ilk fark eden kızıl saçlı adamı gördü. Adam durgunlaşmıştı. Graham’in tam olarak neyi kastettiğini anlamaya çalıştı.

Mor giysiler içerisindeki adam yumuşak bir sesle yanıt vermeye çalıştı. İngilizceyi aksanlı bir şekilde konuşuyordu. Belki de Uykucu’ya öyle gelmişti. “Tamamen güvendesiniz. Buraya uykuya daldığınız yerden getirildiniz. Burası tamamen güvenli bir yerdir, rahat olun. Epeyce bir zamandır burada uyuyordunuz. Daha doğrusu trans halindeydiniz.”

Adam başka şeyler de söyledi. Ne var ki Graham adamın söylediklerini duymakta güçlük çekiyordu. Ona içmesi için içi sıvıyla dolu bir şişe vermişlerdi. O sırada havaya güzel kokulu bir madde püskürtüldü. Graham’in alnı hafif nemlenmişti. Ferahladığını hissetti. Büyük bir keyifle gözlerini kapattı.

Graham gözlerini açtığında, “Kendinizi daha iyi hissediyor musunuz?” diye sordu morlu adam. Otuz yaşlarında, sempatik bir adamdı. Sarımtırak sivri bir sakalı vardı. Mor cübbesinin yakasında altın bir kopça duruyordu.

“Evet,” dedi Graham.

“Epey bir süredir uyuyordunuz. Kataleptik trans halindeydiniz. Hiç katalepsiyi duymuş muydunuz daha önce? Size garip gelebilir ama inanın bana şu an her şey yolunda.”

Graham herhangi bir yanıt vermedi. Ama adamın sözleri bir nebze de olsa kendisini rahatlatmıştı. O sırada yanında durmakta olan diğer üç adamı fark etti. Ona bakışları çok garipti. Cornwall’da bir yerlerde olmalıydı. Ama etrafında gördüğü tüm bu garip şeyler kafasını karıştırıyordu.

“Kuzenime telgraf çektiniz mi acaba?” diye sordu, “E. Warming. Cancery Yolu, 27.”

Adamlar kendilerine söyleneni anlamaya çalıştılar. Karşılık gelmeyince Graham’in cümlesini tekrarlaması gerekti. “Ne kadar garip bir aksanı var,” diye fısıldadı kızıl saçlı adam. “Telgraf derken Efendim?” sivri sakallı genç adamın kafası karışmıştı.

“Elektrikli bir telegram göndermeyi kastediyor,” diye yorumladı üçüncü adam. On dokuz yirmi yaşlarında, şirin bir gençti. Sarı sakallı anladığını belli etti. “Ah ne kadar da aptalım. Bütün isteklerinizin yerine getirileceğinden emin olabilirsiniz Efendim,” dedi. “Ne var ki kuzeninize telgraf çekmek pek kolay olmayacak. Şu anda Lonra’da değil. Şimdilik kendinizi bu meseleleri anlamak için fazla zorlamayın. Çok uzun bir süre boyunca uyudunuz. Şu an için en önemli şey, bu durumla başa çıkabilmeniz Efendim.” Graham “Efendim” kelimesini adamın farklı bir biçimde telaffuz ettiğini fark etmişti.

Bir süre sessiz kaldı. Olup biteni anlaması mümkün değildi. Kafası iyice karışmıştı. Diğer taraftan bu garip giysili adamlar ne yaptıklarını biliyor gibi görünüyorlardı. Yine de hem onlar hem de içinde bulundukları bu oda fazlasıyla sıra dışıydı. Yeni kurulan bir yerde olmalıydı. Aniden kafasında bir şüphe uyandı. Yoksa burası halka açık bir sergi salonu muydu? Eğer öyleyse Warming’i bir güzel azarlaması gerekecekti. Ama Warming o karakterde bir çocuk değildi. Böyle bir şey yapmış olamazdı. Zaten halka açık bir sergide çırılçıplak uyanmış olması da mümkün değildi.

Yavaş yavaş kafasında bir şeyler belirmeye başladı. Şüphe yok ki çok uzun bir süre boyunca trans halinde kalmıştı. Kendisine dikkatle bakanların yüzlerindeki saygıyla karışık korku, onların içinden geçenleri ele veriyordu. Hepsini teker teker gözden geçirdi. Duyguları çok yoğundu. Onlar da onu anlamaya çalışıyorlardı. Konuşmak için dudaklarını araladı. Yapamadı. Her nedense konuşmak zor gelmişti. Çıplak ayaklarına baktı. Sessizce izledi onları. Hiçbir şey söylemek gelmedi içinden. Çok üşüyordu. Titrediğini fark etti.

Ona, tadı eti andıran pembe bir sıvı verdiler. İçer içmez kendisini daha iyi hissetmeye başladı.

“Bu iyi geldi,” dedi boğuk bir sesle. Konuşmak için birkaç kez girişimde bulunsa da bir türlü dilinin ucuna gelenleri söyleyemedi.

Can havliyle bir kez daha konuşmayı denedi. “Ne kadar…” dedi. Sesi çok zayıftı. “Ne kadar zamandır uyuyorum?”

“Oldukça uzun bir süre uyudunuz,” dedi sarı sakallı adam. Diğerleri ile göz göze geldi.

“Ne kadar?”

“Çok uzun bir süre.”

“Evet,” dedi Graham. Biraz sinirlenmişti. “Ben, ben… Çok uzun bir süre? Uzun yıllar? Kafam karışıyor iyice. Siz de…” Hıçkırdı. “Siz de lütfen bana kaçamak cevaplar vermeyin. Ne kadar zamandır uyuyorum ben?”

Durdu. Nefes alışları düzensizleşmişti. Gözlerini ovuşturdu. Kendisine net bir cevap verilmesini bekliyordu.

Etrafındaki insanlar alçak sesle konuşuyorlardı.

“Beş ya da altı yıl mı?” diye sordu hafifçe. “Yoksa daha mı fazla?”

“Bundan çok daha fazla.”

“Daha fazla?”

“Fazla.”

Yüzlerine baktı. Bakışlarında dehşet dolu bir ifade vardı.

“Çok uzun yıllar,” dedi kızıl sakallı.

Graham oturdu. Zayıf elleriyle nemlenen gözlerini ve yüzünü sildi. “Çok uzun yıllar,” diye tekrarladı. Sıkıca kapattı gözlerini. Tekrar açtı. Etrafında gördüğü birbirinden garip şeyleri birer birer incelemeye başladı.

“Kaç sene?” dedi.

“Bunu öğrendiğinizde şaşıracaksınız. Kendinizi hazırlamanız gerekiyor.”

“Yani? Söyleyin artık.”

“Tahmin edebileceğinizden çok daha fazla.”

Bu garip konuşmalar fazlasıyla rahatsız edici olmaya başlamıştı. “Evet, ne kadar?”

Odadakilerden ikisi kendi aralarında bir şeyler konuştular. Bir takım rakamlar telaffuz ediyorlardı. Tam olarak duyamadı.

“Ne kadar dediniz?” diye sordu Graham. “Ne kadar? Böyle bakıp durmayın. Hadi söyleyin artık.”

Adamların fısıldaşmaları arasında iki kelime özellikle dikkatini çekti, “İki yüzyıldan…”

“Ne?” Bu kelimeleri söyleyen gence döndü. “Kim söyledi bunu? Ne demek şimdi bu? Nasıl iki yüzyıl?”

“Evet,” dedi kızıl sakallı adam. “İki yüzyıl…”

Graham kendisine söylenen rakamı tekrarladı. Yüksek bir rakam duyacağını tahmin ediyordu. Kendini hazırlamıştı buna. Ne var ki şimdi iki yüzyıl boyunca uyuduğu gerçeği ile karşılaştığında tam anlamıyla bozguna uğramıştı.

“İki yüzyıl,” dedi yeniden. Beyninin içinde fırtınalar kopuyordu. “Peki ama…”

Hiç kimse bir şey söyleyemedi.

“Sen, gerçekten iki yüzyıl dedin değil mi? Ben yanlış anlamadım.”

“İki yüzyıl yani iki asır,” dedi kızıl sakallı adam.

Hep birlikte durdular. Graham yüzlerine baktı. Kimsenin şaka filan yaptığı yoktu. Duydukları gerçekti.

“Ama bu mümkün değil,” dedi. Kabullenemiyordu duyduklarını. “Herhalde bir rüya görüyorum. Bir trans hali bu kadar uzun süremez. Bu gerçek değil. Siz benimle kafa buluyorsunuz. Hadi söyleyin. Şaka değil mi tüm bunlar? Daha birkaç gün önce Cornwall sahilinde yürüyüş yapıyordum ben…”

Sesi titriyordu.

Sivri sakallı adam çekinerek konuşmaya başladı. “Tarih alanında pek iyi değilimdir Efendim,” dedi zayıf bir sesle. Diğerlerine baktı.

“Doğrudur Efendim,” dedi bir başkası. “Boscastle, eski Cornwall düklüğündeydi. Güneybatıda, mandıra çayırlarının ilerisinde kalıyor. Hâlâ bir ev vardır orada. Bir keresinde orada bulunmuştum.”

“Boscastle!” Graham gözlerini delikanlıya dikti. “İşte, işte buydu. Boscastle. Küçük Boscastle. Uyuduğumda orada bir yerlerdeydim ben. Kesin olarak hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum.”

Elini alnına götürdü ve fısıldadı. “İki yüzyıldan fazla…”

Çok hızlı konuşuyordu. Yüzünde belirgin tikler oluşmuştu. Ama aslına bakılırsa göründüğünden daha sakindi. “Eğer bu söylediğiniz doğruysa… Eğer doğruysa o zaman uyumadan önce tanıdığım tüm insanlar ölmüş olmalı…”

Yanıt veremediler.

“Kraliçe ve kraliyet ailesi, bakanlar, kilise ve devlet… Asiller ve halk, zenginler ve yoksullar, onlar ve diğerleri… İngiltere hâlâ yerinde duruyor mu peki? Londra diye bir yer var mı hâlâ? Doğru ya, burası Londra. Sizler de benim bekçilerimsiniz. Ve siz? Siz de öyle olmalısınız!”

Yüzünde kasvetli bir ifade vardı. Öylece oturdu bir süre. “Peki, ben neden buradayım? Yok yok konuşmayın. Sessiz olun. İzin verin…”

Sustu. Gözlerini ovuşturdu. Daha önce içtiği pembe sıvıdan bir bardak daha içti. Hemen arkasından ağlamaya başladı. İçi dolmuştu. Ağladıkça içi açıldı. Ferahladı.

Biraz sonra diğerlerinin yüzlerini incelemeye başladı. Kendi haline güldü. Aptal gibi görünüyordu. “İ-ki yüz-yıl…” dedi. Histerik bir halde yüzünü buruşturdu. Elleriyle yüzünü kapattı.

Bir süre sonra sakinleşti. Ellerini dizlerine yasladı. Hali perişandı. Tıpkı Isbister’la ilk karşılaştığı zaman olduğu gibi… Tam o sırada bir ses duyuldu. Ses giderek yükseliyordu. Yaklaşan birinin ayak sesleriydi bunlar. Ayak seslerini konuşmalar izledi. “Ne yapıyorsunuz burada? Neden beni haberdar etmediniz? Mutlaka bunun bana bildirilmesi gerekiyordu. Yaptıklarınız yüzünden birileri zarar görebilir. Tüm girişler kapatıldı değil mi? Hepsi? Bu durum kesinlikle gizli tutulmalı. Ona bir şey söylediniz mi?”

Sarı sakallı adam anlaşılmaz bir şeyler söylüyordu. Graham onun arkasından birisinin yaklaşmakta olduğunu gördü. Kısa, şişman ve tıknaz birisiydi. Sakalsızdı. Karga-burunluydu. Kalın bir ensesi ve irice bir çenesi vardı. Kalın ve kıvrık kaşları neredeyse burnuna kadar geliyor, koyu gri gözlerini örtüyordu. Yüzünde heybetli bir ifade vardı. Çatık kaşlarıyla Graham’e kısa bir bakış fırlattı. Sonra sarı sakallı adama döndü. “Ve diğerleri,” dedi tiksinerek, “siz de gitseniz iyi olur.”

“Gidelim mi?” dedi kızıl sakallı.

“Kesinlikle. Hemen gidin. Girişlerin kapalı olup olmadığını kontrol edin.”

İki adam uysal bir şekilde kendilerine söyleneni yaptılar. Çıkmadan önce son bir kez baktılar Graham’e. Graham’in düşündüğünün aksine çıkarken kemerin içinden geçmediler. Kemerin karşısındaki duvara doğru ilerlediler. Tek parça gibi gözüken duvar birdenbire açıldı. Adamlar içeri girdikten sonra tekrar eski haline döndü. Şimdi Graham odada diğerleriyle yalnız kalmıştı.

Tıknaz adam, bir süre Graham’e en ufak bir ilgi bile göstermedi. Diğer adamdan gelişmeler hakkında bilgi alıyordu. Onun üstü olduğu besbelliydi. Kısa ve net konuşuyordu. Graham konuşulanların ancak bir kısmını anlayabilmişti. Uyanışından sonra yaşadıkları onu şaşırtmakla kalmamış, aynı zamanda epeyce sarsmıştı. Üstelik fena halde başı ağrıyordu. Heyecanlıydı.

4Kataleptik kasılma halinde vücutta genel bir hissizleşme haline irade kaybı eşlik eder. Nefes alışlarının belirsizleşmesi ve kalp atışlarının tespitinin son derece güç olması nedeniyle sıklıkla ölüm haliyle karıştırılır. (ç.n.)
5En uzun süre hüküm süren İngiliz kraliçesi Viktorya, hükümranlığının elli ve altmışıncı yıllarını kutlamak amacıyla iki büyük festival düzenlemiştir. 1887 ve 1897 yıllarında yapılan bu festivallere “Victoria’s Jubilee” adı verilir. (ç.n.)
6Martians: Mars’ta yaşam olduğu düşüncesi ilk olarak Percival Lovell’ın Mars’la ilgili araştırmalarını yayınlamasının ardından tartışmalara konu olmuştur. 19. yy’ın sonunda yaygınlaşan bu düşünce, Egdar Rice Burrough, H. G. Wells ve Ray Bradbury gibi yazarların bilimkurgu tarzındaki eserlerine de konu olmuştur. (ç.n.)
7ABD’li yazar Washington Irwing’in 1819 yılında yayımladığı aynı adlı kısa hikâyesinin başkahramanı. 20 yıl boyunca uyuyan Rip Wan Winkle, uyandığı zaman eski hayatına dair pek çok şeyin yok olduğunu görecektir. (ç.n.)