Grimm Masalları

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

Altın Anahtar

Kış gelip de yerleri kar kapladığında fakir oğlanın biri, kızakla odun toplamaya gitmiş. Hava öylesine soğukmuş ki odunları toplayıp bağladıktan sonra hemen eve gitmek yerine, bir ateş yakıp biraz ısınmak istemiş. Ateş için yer açmak üzere yerdeki karları temizlerken küçük, altın bir anahtar bulmuş.

Bunun üzerine: “Eğer bir anahtar varsa bir de kilit olmalı.” diye düşünerek yeri kazmaya başlamış ve derken demirden bir sandık bulmuş.

“Eğer bu anahtar bu sandığı açarsa bu küçük kutunun içinde birbirinden değerli şeyler olduğuna şüphe yok.” diye düşünmüş. Bakınmış ama kutunun üzerinde hiç anahtar deliği bulamamış. En sonunda bir tane kilit bulmuş ancak kilit öylesine ufakmış ki neredeyse görünmezmiş. Anahtarı denemiş ve kilide tam olarak uyduğunu görmüş. Anahtarı bir kere çevirmiş veee… Sandığın içinde neler olduğunu, kilit tamamen açılıp da sandığın kapağı kaldırıldığında göreceğiz.

İyi Günde, Kötü Günde

Bir zamanlar huysuz bir terzi ile onun çalışkan, iyi kalpli ve inançlı karısı varmış. Terzinin karısı ne yaparsa yapsın bir türlü kocasını memnun edemiyormuş. Adam sürekli söylenip, karısını azarlayıp, tartaklayıp, dövermiş.

Bu durumu öğrenen yetkililer, terzinin daha iyi bir insan hâline gelmesini sağlamak için ona hapis cezası vermişler. Ona bir süre sadece ekmek ve su verdikten sonra da serbest bırakmışlar.

Adam; bir daha karısını hiç dövmeyeceğine, bütün evli çiftlerin yapması gerektiği gibi iyi günde, kötü günde onun yanında olup huzurla yaşayacağına söz vermek zorunda bırakılmış.

Bir süre her şey yolunda gitmiş ama sonra terzi yine o eski, huysuz hâline geri dönmüş. Karısını dövmeye cüret edemediği için de kadının saçını başını yolmaya başlamış.

Karısı ondan kaçmış ve bahçeye kendisini zor atmış. Adam da onu mezura ve makasla kovalayıp eline ne geçirdiyse kadına fırlatmış. Fırlattığı şeyler kadına çarptığında gülmüş, ıskaladığında ise sinirlenip küfretmiş. Bu durum öyle uzun sürmüş ki komşular kadının yardımına koşmak zorunda kalmışlar.

Terzi, tekrar mahkemeye çıkartılmış ve daha önce verdiği sözler kendisine hatırlatılmış.

Terzi: “Sayın baylar, ben sözümü tuttum, karımı dövmedim. Mutluluğu ve hüznü paylaştım onunla.” demiş.

Hâkim: “Bu nasıl olur? Karın senden sürekli şikâyet ediyor.” dediğinde ise: “Ben onu dövmedim, sadece saçları dağınık olduğu için ellerimle saçlarını taramak istedim. Ancak o benden kaçtı ve beni çok kızdırdı. Ben de onun arkasından koştum ve işine gücüne geri dönmesini sağlamak için ona iyi niyetle, elime ne geldiyse fırlattım. Aynı zamanda ben hem mutluluğu hem de acıyı paylaştım onunla. Mesela attıklarım ona isabet ettiğinde ben mutluydum, karım acılıydı; onu ıskaladığımda ise o mutluydu ben sinirliydim.” diye açıklamış.

Terzinin bu cevabından tatmin olmayan hâkim, sonunda ona hak ettiği cezayı vermiş.

Çivi

Tacirin birinin fuarda işleri iyi gitmiş. Bütün mallarını satarak çantasını altın ve gümüş paralarla doldurmuş. Akşam çökmeden önce evinde olmak istediğinden hemen eşyalarını ve parasını atına bağlayıp yola koyulmuş.

Öğlen olunca bir kasabada durup dinlenmiş. Oradan ayrılacağı sırada atını getiren seyis yamağı: “Bayım, atın arka ayağının nalı için bir çivi lazım.” demiş.

Tacir: “Boş ver, kalsın; bu nal altı-yedi kilometre daha düşmez. Benim de acelem var.” demiş.

Akşamüstü, bir kez daha mola verip atını beslemek için durduğunda seyis yamağı odasına gelerek: “Bayım, atınızın sol ayağındaki nal düşmüş. Onu nalbanda götüreyim mi?” diye sormuş.

Tacir de: “Boş ver, kalsın; at iki kilometre daha gitsin, yeter. Benim acelem var.” demiş.

Yola çıkmışlar ama çok geçmeden at aksamaya başlamış. Derken tökezlemiş, düşmüş ve düşmesiyle bacağını kırması bir olmuş.

Tacir, atı olduğu yerde bırakıp eşyalarını da sırtına almış ve yoluna yürüyerek devam etmek zorunda kalmış. Atı olmadan yavaş ilerlediği için gece geç saate kadar evine varamamış. Yolda kendi kendine: “O talihsiz çivi yok mu, bütün bunlar onun yüzünden oldu.” diye söylenmiş.

Acele işe şeytan karışır.

Parmak Tom

Bir zamanlar fakir bir köylü varmış. Karısı bütün akşam çıkrığının başında oturup ip eğirirken kendisi de bacanın kenarında oturup ateşi karıştırırmış.

Yine bir gün otururlarken adam: “Hayatımız çocuk olmadan ne kadar da sıkıcı; başka evlerden cıvıl cıvıl, neşeli sesler gelirken bizim evimiz ne kadar da sessiz!” diyerek iç geçirmiş.

Karısı da: “Evet, şu başparmağım kadar ufak bir çocuğumuz bile olsa ne kadar da mutlu olurduk. Bütün dileklerimiz gerçekleşirdi.” demiş.

Gelgelelim bir süre sonra, kadının gerçekten tamamen sağlıklı ama başparmağından büyük olmayan bir çocuğu olmuş. Kocasıyla birlikte: “Tam da dilediğimiz gibi.” diyerek şükrediyorlarmış. Ona tam da görünüşüne uygun bir isim vermişler: Parmak Tom.

Çok iyi beslemelerine rağmen çocuk hiç büyümemiş; aynı doğduğu günkü gibi ufacık, parmak kadar kalmış. Ancak çok yetenekli ve akıllıymış. Elinden her iş geliyormuş.

Bir gün babası, odun kesmek için ormana gitmeye hazırlanırken kendi kendine: “Ah, keşke bana at arabasını getirecek biri olsa.” demiş. Parmak Tom da: “Babacığım, arabayı ben getiririm, hem de ne zaman istersen!” demiş.

Babası gülerek: “Nasıl yapacaksın ki? Dizginleri bile tutamayacak kadar ufaksın.” diye cevap vermiş.

Parmak Tom da: “O şekilde yapmayacağım zaten; annem beni atın kulağına oturtacak, ben de ata nereye gideceğini söyleyeceğim.” demiş. Babası da: “Tamam, en azından bir kerelik deneyelim bakalım.” diyerek kabul etmiş.

Hareket zamanı geldiğinde annesi, Parmak Tom’u atın kulağına yerleştirdikten sonra çıkrığında ip eğirmeye devam etmiş. Tom da: “Deh, deeh!” diye bağıra bağıra at arabasını yürütmeye başlamış.

At, sanki sahibi üzerinde kendisini sürüyormuş gibi koşmaya ve arabayı ormana doğru çekmeye başlamış.

Köşeyi döndüklerinde Parmak Tom: “Deh, deeh!” diye bağırarak atı yönlendirmeye devam ederken yanlarından iki adam geçmekteymiş.

Adamlardan biri at arabasını işaret ederek: “Şuna bak, nasıl oluyor da sürücünün sesi geldiği hâlde araba ilerlerken görünürde kimseler yok?”

Diğeri: “Bu çok tuhaf! Arabayı takip edelim, bakalım kime aitmiş.” demiş. Araba doğruca ormana, odunların kesildiği yere girmiş. Tom, babasını gördüğünde: “Bak baba, işte at arabasını getirdim, şimdi beni aşağıya indir.” demiş.

Babası sol eliyle atı tutup sağ eliyle de oğlunu atın kulağından almış. Parmak Tom, mutlu ve huzurlu bir şekilde bir ağaç kütüğüne oturmuş. Onu gören iki yabancı şaşkınlıktan kalakalmış. Sonunda bir tanesi, diğerini yanına alarak: “Bak dostum; bu ufaklığı götürüp de şehirde, insanlara para karşılığında gösterirsek çok para kazanabiliriz. Şu adama para verip çocuğu ondan alalım.” demiş.

Oduncuya gidip: “Bize bu küçük adamı sat, hiçbir zarar vermeden geri getireceğimize söz veririz.” demişler. Baba: “Hayır, o benim gözümün bebeği; dünyadaki bütün paraları verseniz de onu size satmam.” diye karşılık vermiş.


Konuşulanları duyan Parmak Tom, babasının ceketine tırmanarak omuzuna oturmuş ve kulağına: “Baba, gitmeme izin ver; merak etme, en yakın zamanda geri dönerim.” diye fısıldamış.

Bunun üzerine babası, onu çok miktarda para karşılığında bu iki adama vermiş. Adamlar, Tom’a nereye oturmak istediğini sormuşlar. O da: “Beni şapkanızın kenarına koyun ki düşme tehlikesi olmadan üzerinde yürüyüp etrafı görebileyim.” demiş.

Dediğini yapmışlar ve Tom, babasıyla vedalaştıktan sonra hep birlikte yola koyulmuşlar. Şafak sökene kadar yolculuk yapmışlar. Ufaklık biraz değişiklik için bir süreliğine yere inmek istemiş. Biraz tereddüt ettikten sonra adam, onu şapkasından alıp yol kenarında bir yere koymuş. Tom yere iner inmez kaçmaya başlamış. Yoldaki kanalizasyon oluklarının arasından yürürken aniden tam da aradığı gibi bir fare deliğine düşüvermiş.

“Güle güle baylar, artık yolunuza bensiz devam edeceksiniz!” diye arkalarından seslenmiş gülerek. Adamlar koşup ellerindeki sopalarla fare deliğini kurcalamışlarsa da nafile! Parmak Tom çoktan içerilere doğru ilerlemiş. Hava da kararmak üzere olduğundan adamlar öfkeyle ve beş kuruşsuz hâlde evlerine geri dönmek zorunda kalmışlar.

Tom, adamların gittiklerini fark edince: “Bu deliklerin içinde, karanlıklarda gezinmek tehlikeli olabilir; düşüp boynumu kırabilirim.” diye düşünerek hemen saklandığı delikten çıkıvermiş.

Şans eseri bir salyangoz kabuğu görmüş ve: “Tamam, şimdi geceyi güvende geçirebilirim.” diyerek içine yerleşmiş.

Tam uyuyacakken yoldan iki adamın konuşarak geçtiğini duymuş. Biri diğerine: “Şu zengin papazın altın ve gümüşlerini nasıl ele geçiririz?” diyormuş. Bunu duyan Tom: “Nasıl olacağını ben biliyorum.” diye seslenmiş olduğu yerden. Hırsızlardan biri korkarak: “Bu da nesi? Birinin konuştuğunu duydum.” demiş.

Oldukları yerde kalıp Tom’un konuşmasını dinlemişler. Tom onlara: “Beni de yanınızda götürün, size nasıl yapılacağını söyleyeyim.” demiş.

Adamlar: “Peki neredesin?” diye sorunca Tom: “Yere bakın ve sesin nereden geldiğini takip edin.” diye cevaplamış.

Sonunda onu bulmuşlar ve ellerine alarak: “Seni küçük cin! Sen bize nasıl yardım edebilirsin ki?” diye sormuşlar.

“Şuraya bakın, papazın odasının demir parmaklıkları arasından kolayca geçip size içeriden istediğiniz her şeyi getirebilirim.” demiş. Adamlar bu teklif üzerine: “Çok iyi; görelim bakalım ne yapabileceksin.” demişler.

Papazın evine vardıklarında Parmak Tom odaya süzülmüş ve yüksek sesle: “Buradakilerin hepsini mi istiyorsunuz?” diye seslenmiş. Hırsızlar korkarak: “Biraz alçak sesle konuş da kimse uyanmasın.” diye uyarmışlar onu. Ancak Tom, onları duymamış gibi yaparak tekrar bağırmış: “Ne istiyorsunuz? Buradakilerin hepsini mi alayım?”

 

Sonunda odada uyumakta olan aşçı uyanmış ve yatağından doğrulup sesleri dinlemeye başlamış. Ancak hırsızlar yakalanma korkusuyla yolun arka tarafına kaçmışlar. Kısa bir süre sonra adamlar cesaretlerini tekrar topladıklarında Tom’un yaptığının bir şaka olduğunu düşünerek geri gelmişler. Tom’a ciddi olmasını ve içeriden bir şeyler alıp getirmesini fısıldamışlar.

Tom bir kez daha olanca sesiyle: “Evet, size ne var ne yoksa getireceğim; siz sadece ellerinizi uzatın!” diye bağırmış.

Onları dinlemekte olan hizmetkâr bu sefer Tom’un sesini net olarak duymuş ve yatağından fırladığı gibi kapıya koşmuş. Hırsızlar, arkalarından acımasız bir avcı kovalıyormuş gibi kaçmışlar ancak hizmetkâr, karanlıkta hiçbir şey göremediğinden bir fener bulmaya gitmiş. Geri geldiğinde Tom da ona görünmeden ahıra saklanmış. Kadın her köşeye baktıysa da hiçbir şey bulamamış ve yatağına geri dönmüş. Hayal görmüş olduğunu düşünerek tekrar uykuya dalmış.

Tom, samanların arasında sürünerek kendisine sabaha kadar uyuyabileceği bir kuytu bulmuş. Sabah olunca da evine, annesiyle babasının yanına dönecekmiş. Ne var ki daha Tom’un başına gelecekler varmış.

Hizmetçi, şafakla beraber inekleri beslemek için kalkmış. İlk iş olarak ahıra gitmiş, bir kucak dolusu saman almış ve nasıl olduysa Tom’un içinde uyuduğu yığına denk gelmiş. Ancak Tom’un uykusu öylesine derinmiş ki hiçbir şey fark etmemiş ve kendisini saman yemekte olan bir ineğin ağzında bulana kadar da uyanmamış.

Tom uyandığında: “Aman Allah’ım, ben bu değirmene nasıl geldim?” demiş ama çok geçmeden bir ineğin ağzında olduğunu ve ineğin dişleri arasında ezilmemek için çok dikkatli olması gerektiğini fark etmiş. En sonunda da ineğin midesine inmek zorunda kalmış.

Karanlık mideye indiğinde: “Bu küçük oda yapılırken pencereleri unutulmuş, bu yüzden de içeri güneş ışığı girmiyor olmalı.” diye düşünmüş.

Bulunduğu yer, her anlamda çok rahatsızmış. En kötüsü de yukarıdan sürekli yeni saman geldikçe boşluğun daralmasıymış. Sonunda dayanamamış ve bütün gücüyle: “Daha saman istemiyorum! Daha saman istemiyorum!” diye bağırmış.

İneği sağan hizmetçi, gece duyduğu sesin aynısını duyup da yine kimseyi göremeyince öyle korkmuş ki oturduğu tabureden düşerek sütü dökmüş. Aceleyle efendisinin yanına koşmuş ve: “Sevgili efendim, inek konuştu!” diye haykırmış.

Efendisi: “Sen delirmiş olmalısın.” diye cevap vererek durumun ne olduğunu anlamak için ahıra gitmiş. Çok geçmeden adam daha kapıdan ayağını atar atmaz Tom’un sesi tekrar duyulmuş: “Daha saman istemiyorum! Daha saman istemiyorum!”

Adam da çok korkmuş ve ineğin içine kötü ruhların girdiğini sanarak ineğin öldürülmesini emretmiş. İnek öldürülmüş, içinde Tom’un bulunduğu midesi de gübreliğe atılmış. Tom, mideden çıkabilmek için çok çaba sarf etmiş ancak kafasını çıkartabileceği bir boşluk bulup da kendisini dışarıya atacağı anda yeni bir belayla karşılaşmış. Aç bir kurt, birden bütün mideyi bir çırpıda yutuvermiş.

Tom, yine de cesaretini kaybetmemiş. “Belki kurt beni dinler.” diyerek kurdun midesinden dışarı seslenmiş: “Sevgili kurt, beni dinlersen sana nereden lezzetli yiyecekler bulabileceğini söyleyebilirim!” demiş. Kurt da ona: “Nereden bulacakmışım?” diye sormuş.

“Falanca evden bulabilirsin, oraya lağımdan girebilirsin; orada istemediğin kadar pasta, pastırma, et suyu bulacaksın.” diyerek ona kendi evini tarif etmiş.

Kurt, gece olduğunda lağımdan çıkarak eve girmiş ve evin kilerinde gönlünce karnını doyurmuş. En sonunda karnı doyunca geri dönmek istemiş ama öylesine şişmiş ki tekrar aynı yoldan dönmesi imkânsız hâle gelmiş. Bu durumu beklemekte olan Tom; kurdun midesinde korkunç bir gürültü yapmış, olabildiğince yüksek sesle bağırıp çağırmış.

Kurt: “Sessiz olur musun? Ev halkını uyandıracaksın!” diyerek Tom’u susturmaya çalışmış.

Küçük adam da ona: “Bana bak, sen yeterince eğlendin, şimdi de kendim için bir şeyler yapacağım.” diyerek yine aynı korkunç gürültüyü çıkarmaya devam etmiş.

En sonunda Tom’un anne ve babası uyanmışlar, anahtar deliğinden bakıp da kurdu görünce koşup silahlarını almışlar. Adam odaya girer girmez karısına: “Sen geride dur, ben ona vurduğumda ölmezse sen de tırpanla vurursun.” demiş.

Tom, babasının sesini duyunca: “Sevgili babacığım, ben buradayım, kurdun midesindeyim!” diye bağırmış.

Babası neşe içinde: “Çok şükür, sevgili yavrumuzu bulduk!” diyerek Tom’un canı yanmasın diye karısına tırpanı uzak tutmasını söylemiş ve bir vuruşta kurdun kafasını keserek öldürmüş. Sonra da bıçak ve makas yardımıyla kurdun midesinden oğlunu çıkartmış.

Babası Tom’u görünce: “Senin için öyle endişelendik ki!” demiş. Tom da: “Evet babacığım, çok kötü yerler gördüm ve tekrar temiz hava soluyabildiğim için çok mutluyum.” demiş.

Babası: “Peki bunca zamandır nerelerdeydin?” diye sorunca Tom: “Önce bir fare deliğinde, sonra salyangoz kabuğunda, sonra bir ineğin midesinde ve bir kurdun içindeydim; sonunda artık evimdeyim.” diye anlatmış.

Annesiyle babası: “Dünyanın bütün zenginliklerini verseler yine de bir daha senden ayrılmayacağız.” demişler, küçük oğulları Tom’u öpüp ona sarılırken. Sonra, oğullarına yiyecek bir şeyler getirmiş ve maceralı seyahatinde kirlenen eski kıyafetlerinin yerine yeni bir takım elbise vermişler.

Parmak Çocuğun Gezileri

Bir terzinin parmak kadar boyu olan bir oğlu varmış. Bu yüzden ona Parmak Çocuk derlermiş. Ancak çocuk, küçücük boyuna rağmen çok cesurmuş. Bir gün babasına: “Baba, ben dünyayı gezip tanımak istiyorum.” demiş. Babası da: “Elbette oğlum.” diyerek uzun bir dikiş iğnesi alıp iğnenin deliğini bal mumuyla kapatmış. Ardından: “Al sana bir kılıç, yolculuğunda lazım olur.” diyerek oğluna vermiş.

Parmak Çocuk gitmeden önce son kez ailesiyle birlikte evde yemek yemek istemiş. Annesinin ona ne yemek pişirdiğini görmek için mutfağa fırlamış. Masa hazırmış ve tencere ocaktaymış. “Anneciğim, bugün yemekte ne var?” diye sormuş.

Annesi: “Gelip kendin bak.” demiş. Parmak Çocuk da ocağa sıçrayarak tencerenin içine bakmış. Ancak boynunu çok fazla uzattığından yemekten çıkan buhar onu bacaya itelemiş. Bir süre buharla boğuştuktan sonra kendisini dışarı atmış ve bütün dünyayı dolaşmaya başlamış. Önce bir aşçının yanında çalışmaya başlamış ama kendisine verilen yemeklerden hoşlanmamış.

Parmak Çocuk, aşçıya: “Bize daha iyi yemekler vermezsen sabah erkenden çeker, giderim. Gitmeden önce de kapıya: ‘Hep patates yedirdin, bize hiç et vermedin! O yüzden hoşça kal Bay Patates!’ diye yazarım, ona göre!” demiş. Aşçı: “Senin derdin ne be, çekirge!” diyerek öfkeyle eline geçirdiği bir çaputla onu dövmek istemiş. Ama Parmak Çocuk kendisini bir yüksüğün içine atarak ona dil çıkarmış. Kadın, yüksüğü eline alarak Parmak Çocuk’u yakalamak istemiş ancak ufaklık çaputun içine sıçrayıvermiş. Kadın, çaputun altını üstüne getirmiş ama Parmak Çocuk bu sefer de masanın üstündeki bir yarığın içine saklanmış.

Çocuk: “Hey, aşçı kadın, ben buradayım!” diyerek olduğu yerden başını çıkarınca kadın ona tam vuracağı sırada Parmak Çocuk masanın çekmecesine sıçramış. Sonunda kadın onu yakaladığı gibi kapı dışarı etmiş.

Parmak Çocuk dolaşa dolaşa koskoca bir ormana gelmiş. Orada kralın hazinesini soyma niyetinde olan bir sürü haydutla karşılaşmış. Minik terziyi gördüklerinde: “Bu ufacık çocuk anahtar deliğinden geçebilir, onu maymuncuk olarak kullanalım.” demişler. İçlerinden biri: “Hey, dev adam! Sen de bizimle hazine dairesine gelir misin? Oraya rahatça girer, sonra da paraları bize birer birer atarsın.” diye seslenmiş.

Parmak Çocuk biraz düşündükten sonra onlarla birlikte hazine dairesine gitmeye razı gelmiş. Bir yerinde bir yarık var mı diye kapının her yerine bakmış ve çok geçmeden de kendi geçebileceği genişlikte bir yarık bulmuş; tam içeri girerken kapıdaki muhafızlardan biri, yanındakine: “Şu örümceğin burada işi ne? Dur da şunu bir ezeyim!” demiş. Diğeri, ona: “O sana bir şey yapmadı ki! Bırak zavallı hayvanı gitsin.” diye karşı çıkmış.

Böylece Parmak Çocuk o yarıktan hazine dairesine girivermiş, sonra pencereyi açarak aşağıda beklemekte olan haydutlara tek tek para atmaya başlamış. Tam işe dalmışken hazine dairesini denetlemeye gelen kralın sesini duyup hemen saklanmış. Kral, pek çok madenî paranın eksilmiş olduğunu fark ettiyse de sürgüler sürülü ve kapılar kilitli olduğu için bunu kimin yaptığına akıl erdirememiş. Yani her yer güvenli görünüyormuş. Oradan ayrılırken iki muhafızı: “Gözünüzü dört açın, paralara gözünü dikmiş birileri var.” diye uyarmış.

Parmak Çocuk yeniden işe koyulduğunda muhafızlar içeriden gelen şıkır şıkır para seslerini duymuş ve hemen hırsızı yakalamak üzere içeri dalmışlar. Ama onların geldiğini fark eden minik terzi, hemen bir köşeye fırlayarak bir madenî paranın altına saklanmış ve: “Buradayım, buradayım!” diye seslenerek muhafızlarla alay etmiş. Adamlar o tarafa koşuşunca Parmak Çocuk bir başka köşedeki paranın altına saklanarak yine: “Buradayım, buradayım!” diye seslenmiş. Bu şekilde dalga geçerek nöbetçileri öyle çok oyalamış ki adamlar bir süre sonra yorularak çekip gitmişler. Parmak Çocuk paraların hepsini teker teker aşağıya attıktan sonra pencereden sıvışıvermiş.

Haydutlar ona: “Amma da cesur adammışsın! Bizim reisimiz olur musun?” diye sorup övgüler yağdırmışlar.

Parmak Çocuk onlara teşekkür ederek önce bütün dünyayı gezip görmek istediğini söylemiş. Sıra parayı paylaşmaya geldiğinde minik terzinin payına, daha fazlasını taşıyamayacağı için sadece bir sikke düşmüş. Sonra kılıcını kuşanmış ve haydutlara veda ederek yola koyulmuş. Birkaç ustanın yanında iş bulup çalışmış ama bu işler hoşuna gitmemiş. Sonunda bir handa uşak olarak çalışmaya başlamış.

Oradaki kızlar ondan pek hoşlanmamışlar çünkü Parmak Çocuk gizlice onların yaptıklarını, tabaklardan nasıl yemek aşırdıklarını, kilerden nasıl öteberi çaldıklarını görüyor ve patrona haber veriyormuş. Kızlar bu yüzden aralarında konuşup: “Ona gününü göstermeliyiz.” diyerek bir eşek şakası yapmaya karar vermişler. Kızlardan biri bahçede çimleri keserken Parmak Çocuk’un lahanaların arasında oraya buraya sıçradığını görmüş. Çimenlerden bir yığın yapıp Parmak Çocuk’u da içine alarak ineklerin önüne atıvermiş. Siyah, kocaman bir inek hiç farkında olmadan onu yutuvermiş. Ama ineğin midesi Parmak Çocuk’un hiç hoşuna gitmemiş çünkü karanlıkmış ve yakacak bir mum da yokmuş.

İnek sağılırken seslenmiş:

“Fış, fış, fış!..

Güğüm ne zaman dolacakmış?”

Ama süt sağma sesinden, ineğin sesi duyulmamış. Derken çiftlik kâhyası ahıra gelerek: “Bu inek yarın kesilecek.” demiş. Bu sefer Parmak Çocuk korkmuş ve cırtlak bir sesle: “Ben burada hapsoldum, önce beni dışarı salın!” diye seslenmiş.

Kâhya sesi duymuş ama nereden geldiğini anlayamayınca: “Neredesin?” diye sormuş. “Siyah ineğin midesinde.” diye cevap vermiş Parmak Çocuk ama adam bunun ne demek olduğunu anlayamadan çekip gitmiş.

Ertesi sabah ineği kesmişler. Onu parçalarına ayırırken şans eseri Parmak Çocuk’a bir şey olmamış ama sucuk yapılacak etlerin arasında, kasabın tezgâhına sürüklenmiş. Kasap işe koyulduğu anda var gücüyle: “Çok derin kesme, çok derin kesme, altında ben varım!” diye haykırmış.

Ancak satırın çıkardığı gürültüde çocuğun sesi kaybolup gitmiş. Parmak Çocuk çaresiz kalınca satır darbelerinin arasında sıçramış, hiçbir yerine temas etmeden tek parça hâlinde kurtulmuş. Bu sefer de kendisini yağ parçacıklarının arasına bırakarak pastırma yapılacak bölüme doğru kaymış. Bu bölüm öyle darmış ki çok uzun süre bu bacada asılı kalıp islenmiş.

Derken kış geldiğinde bir misafire pastırma ikram etmek üzere Parmak Çocuk’u bacadan aşağı indirmişler. Aşçı kadın pastırmayı dilimlerken Parmak Çocuk boynu kesilmesin diye kafasını fazla uzatmamaya dikkat etmiş. O anda bir fırsatını bularak sıçrayıp kurtulmuş. Ama evdeki işler kötüye gittiğinden Parmak Çocuk, daha fazla orada kalmak istememiş ve tekrar gezintilerine koyulmuş. Ancak özgürlüğü çok uzun sürmemiş ve açık arazide dolaştığı sırada bir tilki gelip onu kapıvermiş.

“Hey, Bay Tilki! Yanlışlıkla boğazına takıldım, beni serbest bırak!” diye seslenmiş Parmak Çocuk. “Haklısın, zaten yutulur lokma değilsin. Eğer bana babanın kümesindeki tavukları getireceğine söz verirsen seni bırakırım.” demiş Bay Tilki. Parmak Çocuk da: “Seve seve. Tavukların hepsi senin olacak, söz veriyorum.” demiş.

Tilki onu serbest bırakınca hemen evine koşmuş. Babası, Parmak Çocuk’u görünce o kadar sevinmiş ki tavukların hepsini kendi isteğiyle Bay Tilki’ye vermiş.

“Ben de sana para getirdim.” diyen Parmak Çocuk, babasına haydutlardan aldığı sikkeyi vermiş ve: “Neden bütün tavukları tilkiye verdin?” diye sormuş. Babası da: “Ah sersem oğlum, kümeste bir sürü tavuğum olacağına bir tanecik oğlum olsun yeter.” diye cevap vermiş.