Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

27 Eylül 1942, Pazar

Sevgili Kitty,

Bugün annemle sözde tartıştık. Öyle olunca hemencecik ağlayıveriyorum. İstemsizce yaşlar doluyor gözüme. Babam bana karşı daha nazik ve beni çok daha iyi anlıyor. Böyle anlarda anneme katlanamıyorum. Ona karşı yabancı gibi olduğum ortada zaten. Benim en basit şeyler hakkında ne düşündüğümü bile bilmez.

Son zamanlarda, hizmetçilerden bahsederken onlara “yardımcı” dememiz gerektiğinden bahsediyorduk. Savaş bittikten sonra onlara “yardımcı” dememizi isteyebileceklerini söyledi. Bunda pek bir mantık göremedim. Sonra da bana, sanki bir yetişkinmişim gibi “ileride” kelimesini çok kullandığımdan bahsetti. Hâlbuki yetişkin falan değilim ama çok ciddiye almadığım sürece ben de gelecekle ilgili hayaller kurabilirim değil mi ama? Ben ne yaparsam yapayım, babam genelde benim yanımda olur. O olmasa buraya katlanamazdım.

Margot’la da çok iyi anlaştığım söylenemez. Bizimkiler üst kattakiler gibi tartışma içine girmeseler bile çok huzurlu bir ortamımız yok. Margot ve annemin kişilik yapısı bana çok yabancı kalıyor. Kız arkadaşlarımı bile kendi öz annemden daha iyi anlıyorum. Sence de yazık değil mi?

Bayan van Daan çok suratsız. Bir anı bir anını tutmuyor. Şimdi de kendi eşyalarını alıp bir yere kilitliyor. Bayan van Daan’ın kaldırdığı her eşyaya karşılık, annem de bizim bir eşyamızı kaldırarak cevap veriyor.

Van Daan gibi bazı insanlar, kendi çocuklarını geçtim, başkalarının çocuklarını da adam etmeye çalışıyorlar. Margot’ın böyle bir şeye ihtiyacı yok; o zaten doğuştan harika, kibar ve zeki. Fakat ben öyle miyim? Tüm hırgürü tek başıma çıkarıyorum. Van Daanlarla aramızda geçen konuşmalar hep bana verilen nasihatler ve benim onlara yüzsüzce verdiğim yanıtlardan oluşuyor. Babam ve annem hep beni destekler nitelikte arkamda duruyor. Yoksa tartışma esnasında soğukkanlılığımı korumam imkânsız olurdu. Beni, daha az konuşmam, başkalarının işine burnumu sokmamam ve daha mütevazı olmam konusunda uyarıyorlar. Ama sor bakalım becerebiliyor muyum? Eğer babam bu kadar sabırlı olmasaydı, onların ılımlı beklentilerini karşılama umudumu çok öncesinden keserdim.

Eğer sofradaki bir sebzeden hoşlanmamışsam ve onun yerine patates yemek istemişsem, van Daanlar -özellikle de Bayan van Daanbana şımarık damgasını yapıştırıyor. Sonra da: “Biraz daha sebze almaz mısın, Anne?” diyor.

Ben de karşılık veriyorum: “Hayır, teşekkürler. Patates bana yeter de artar bile.”

“Sebze senin sağlığın için çok iyi. Annen hep öyle söyler. Biraz daha al.” diye ısrar ediyor. Ta ki babam, benim sebzeyi sevmediğimi söyleyene kadar…

Bunun üzerine Bayan van Daan’ın şalterleri atıyor: “Siz var ya bizim evde olacaktınız! Çocuk nasıl terbiye edilir görürdünüz o zaman. Buna çocuk yetiştirmek mi diyorsunuz siz? Bu kıza fazla yüz vermişsiniz. Ben olsam asla böyle bir şey yapmam. Yani Anne benim kızım olmuş olsa…”

Bu tartışmaların vazgeçilmez cümlesi, “Anne benim kızım olmuş olsa…” diye başlayıp bitiyor. Aman Allah korusun, iyi ki değilim.

Şu çocuk yetiştirme konusuna dönecek olursak, dün Bayan van Daan konuşmasını bitirdikten sonra büyük bir sessizlik oldu. Ardından babam şöyle söyledi: “Bence Anne gayet iyi yetiştirilmiş bir kız. En azından sizin bitmek bilmeyen vaazlarınıza karşılık vermemeyi öğrendi. Şu sebze olayının da yanıtını vereyim: Dinime küfreden Müslüman olsa!”

Bayan van Daan’ın verecek bir cevabı yoktu. Babamın neyi kastettiğini gayet iyi biliyordu. Kendisi akşamları fasulye ve lahana gibi şeyleri yiyemiyor çünkü onda gaz yapıyor. Ben de aynı şeyi ona söyleyebilirim. Çok budala biri değil mi? Umarım, benimle ilgili daha fazla konuşmaz.

Bayan van Daan’ın yüzünün kızardığını görmek çok komik. Bu durum onu içten içe bayağı bozdu gibi.

En iyi arkadaşın, Anne

28 Eylül 1942, Pazartesi

Sevgili Kitty,

Dünkü mektubum bitmek üzereyken yazmayı bırakmak durumunda kaldım. Başka bir tartışmayı anlatmam lazım sana ama önce şunu söylemek istiyorum: Yetişkinlerin böyle basit ve saçma nedenlerden dolayı kavga etmeleri çok garip. Bugüne kadar hep yapılan kavgaların çocuklara özgü olduğunu ve büyüdükçe azalıp ortadan kalkacağına inanırdım. Bazen bu tartışmaların haklı nedenleri olabilir ama burada yaptığımız sözlü kavgalar boş, bir laf dalaşından başka bir şey değil. Bunlar hayatımızın bir parçası hâline geldiği için bu gerçeğe alışmam lazım ama tartışmaya dâhil olduğum sürece bunu yapmam çok zor. (Tartışmayı kavga etmekle eş değer tutuyorlar burada. Almanlar bu ikisi arasındaki farkı hiç bilmiyorlar.) Benim hakkımda her şey eleştiriliyor: davranışlarım, kişiliğim, tavırlarım… Baştan sona her şeyim gözlerine batıyor. Bana söylenen hakaretlere ve bağrışlara seyirci kalamam. Onların dediğine göre, tüm bunları alttan almam ve sessiz kalmam gerekiyormuş. Yok ya! Onlara Anne Frank’ın daha dünkü çocuk olmadığını göstereceğim. Beni düzeltmek yerine önce kendilerine bakmaları gerektiğini onlara söylediğimde kendilerine çekidüzen verecekler. Onlar kim oluyor da bana böyle davranabiliyor! Bu apaçık bir medeniyetsizlik. Şimdiye kadar yapılan tüm terbiyesizlik ve aptallıklar (Bayan van Daan’ı kastediyorum.) burama kadar geldi. Dediğimi yapar yapmaz onların laflarını ağızlarına tıkacağım ve onlar da alttan almayı öğrenecek. Ben gerçekten de van Daan’ın dediği gibi kötü huylu, dikkafalı, inatçı, aceleci, ahmak, tembel falan mıyım? Biliyorum ki çok fazla hatam ve ani çıkışlarım olmuştur ama onlar pireyi deve yapıyor. Ah! Nasıl kışkırtıldığımı bir görsen, Kitty. İçimde bir yerlerde açığa çıkmayı bekleyen, bastırılmış bir öfke var.

Neyse, bu konuyu çok uzatmayalım. Seni bu tartışmalarla sıkmak istemem ama akşam yemeğindeki bir tartışmayı anlatmazsam içim rahat etmez.

Nasıl oldu bilmiyorum ama konu bir şekilde Pim’in ne kadar çekingen olduğuna geldi. Onun alçak gönüllülüğü herkesçe bilinen bir gerçek ki en aptal insan bile bundan şüphe duymaz. Bayan van Daan durduk yere -konuyu kendine getirmekte üstüne yoktur- şöyle söyledi: “Ben de çok alçak gönüllü ve çekingenimdir. Eşimden daha fazla hatta.”

Hayatında böyle komik bir şey duydun mu? Onun ne kadar alçak gönüllü olduğu kurduğu cümleden belli!

Kendini açıklama yapma durumunda hisseden Bay van Daan:

“Demek eşimden bile.” dedi sessizce ve sonra ekledi: “Benim alçak gönüllü ya da çekingen olma gibi bir iddiam yok. Görüyorum ki pişkin olan insanlar daha çok kıymete biniyor. Sakın sen alçak gönüllü ve çekingen olma Anne, yoksa ilerleyemezsin.”

Annem, bu sözleri tamamen onayladı. Fakat Bayan van Daan karşılık vermeden durur mu? Bu kez doğrudan bana değil, anneme ve babama yönelerek şöyle söyledi: “Anne ile ilgili böyle şeyler söyleyebilmeniz için enteresan bir bakış açınız olsa gerek. Benim zamanımda böyle miydi? O zamandan bu zamana çok şey değişti ama sizin modern eviniz yerinde sayıyor!”

Bu son söylediği, annemin çocuk yetiştirme şekline yaptığı bir göndermeydi. Bayan van Daan öyle üzgündü ki suratı al al olmuştu. Kolay kızaran insan, sıcak bastı mı iyice terler ve bu insan rakibi karşısında oyunu kaybetmeye mahkûmdur.

Annemde bir terleme belirtisi yoktu. Konuyu bir an önce kapatmak istiyordu. Bir süre durakladı ve ardından şöyle dedi: “Pekâlâ, Bayan van Daan. Ben de fazla mütevazı olmanın çok iyi bir şey olmadığını düşünenlerdenim. Eşim, Margot ve Peter fazlasıyla mütevazı. Sizin eşiniz, Anne ve ben de bir miktar mütevazıyız ama elimizi kolumuzu bağlayıp bir köşede durmuyoruz.”

Bayan van Daan söze atıldı: “Fakat Bayan Frank, sizi anlayamıyorum! Dürüst olmak gerekirse ben gerçekten aşırı alçak gönüllü ve çekingenim. Benim için tersini söyleyemezsiniz.”

Annem şöyle yanıt verdi: “Ben sizin alçak gönüllü olmadığınızla ilgili bir şey söylemedim. Demek istediğim, kimse öyle olduğunu ısrar ederek söylemez.”

Bayan van Daan şöyle devam etti: “Neden alçak gönüllü olmadığımı öğrenmek isterim. Eğer burada kendi kendime yetinmesem, kimse bana bakmazdı. Ben de açlıktan ölürdüm ki bu, tıpkı eşiniz kadar mütevazı ve çekingen olduğum anlamına geliyor.”

Annem, Bayan van Daan’ın bu saçma savunmasına güldü geçti. Bunun üzerine Bayan van Daan, sözlerine o harika Almanca ve Hollandaca dil bilgisini karıştırarak devam etti. Masadan kalkana kadar konuşmasını sürdürdü. Sonra sandalyeden kalktı ve gözlerini bana dikerek odadan çıktı. Onu görmen lazımdı! Onun şansına, bana baktığı sırada ben de alay edercesine kafamı sallıyordum. Bunu bilerek yapmamıştım, sadece istemsizce tartışmaya kulak kesilmiştim. Bayan van Daan arkasını döndü ve bana Almanca bağırmaya başladı. Bu oldukça kaba ve şiddetliydi. Şişman, sinirden kıpkırmızı kesilmiş bir balık satıcısına benziyordu. Eğer resmedebilme kabiliyetim olsaydı onun o hâlini çizmeyi çok isterdim. Bu küçük, kuş beyinli, aptal kadın çok komik. Olanlardan şöyle bir çıkarımda bulunacağım: Bir insanı en iyi kavga sırasında tanırsın. Karşındakinin gerçek kimliği ancak böyle ortaya çıkıyor.

En iyi arkadaşın, Anne

29 Eylül 1942, Salı

Sevgili Kitty, Gizlenen insanların başlarına her geçen gün ilginç şeyler geliyor. Bir küvetimiz olmadığı için çamaşır leğeni kullanıyoruz ve tek sıcak su kaynağı alt kattaki ofiste olduğu için yedi kişi resmen sıraya giriyoruz. Yedimiz de birbirimize benzemediğimiz için hepimiz ofisin farklı yerlerinde, bazımız utana sıkıla yıkanıyoruz. Peter, cam olmasına rağmen mutfak kapısının orada yıkanıyor. Yıkanacağı zaman, tek tek yanımıza gelip yarım saat boyunca mutfağa uğramamamızı tembihliyor. Sadece bunu söylemekle yetiniyor. Bay van Daan üst katta yıkanıyor. Sıcak suyu, kendi rahatını bozmamak için ta üst kata, odasına taşıyor. Bayan van Daan şimdilik yıkanmıyor. Uygun bir yer bulmaya çalışıyormuş hanımefendi. Babam özel ofiste yıkanırken, annem ocak siperinin arka tarafındaki mutfakta yıkanıyor. Margot ve ben de ön taraftaki büroyu kullanıyoruz. Cumartesi öğleden sonraları perdeler kapalı olduğu için karanlıkta rahat rahat temizleniyoruz. O sırada banyo sırası beklemeyenlerden biri, pencereden dışarıyı gözetliyor ve dışarıdaki insanların yaptıkları şeylere hayretle bakıyor.

 

Bu yıkanma işini hiç sevmiyorum, onun için kendime daha çok rahat edebileceğim bir yer bulmaya çalışıyorum. Leğenimi büyük ofis lavabosunun oraya koyma fikrini bana Peter verdi. Orada oturabilirim, ışığı açabilirim, kapıyı kilitleyebilirim, kimsenin yardımı olmadan yıkanabilirim ve en önemlisi kimse beni görmez. Bu güzelim banyomu ilk olarak pazar günü kullandım ve kulağa ilginç gelse de en çok burayı sevdim.

Çarşamba günü, aşağıdaki tuvaletteki su borularını taşımaya bir tesisatçı geldi. Muhtemelen amaç, kış ayı boyunca boruların soğuk su yüzünden donarak tıkanmasını önlemekti. Tesisatçının ziyareti bizim için pek hoş değildi. Gün içinde su kullanmayı bırak, tuvalete bile gidemez olduk. Bu sorunu nasıl çözdüğümüzü anlatmayı pek istemem ama bunları sana anlatamayacak kadar erdemlilik taslayan biri değilim. Buraya geldiğimiz ilk günlerde, babamla birlikte bir çeşit lazımlık yapmıştık. Bunu yapabilmek için bir konserveyi feda etmemiz gerekiyordu. Tesisatçı geldiği zaman konserveleri odaya koyduk. Hepsi de doluydu. Bu yaptığımız, tüm gün ses çıkarmadan durmak zorunda kalmamdan daha az kötüydü. Lak lak edememenin, Bayan Vak Vak için ne kadar zor olduğunu biliyorsun. Zaten normalde de fısıldayarak konuşuyoruz. Konuşmayı bırak, hareket dahi edemiyoruz ve bu çok daha kötü.

Üçüncü günün sonunda, otura otura belime kramp girdi. Kalçam acımaya başladı. Zamanında yaptığım jimnastiğin faydalarını görmüyor değilim.

En iyi arkadaşın, Anne

1 Ekim 1942, Perşembe

Sevgili Kitty, Dün yüreğime iniyordu. Saat sekizde aniden zil çaldı. Birilerinin bizi almaya geldiğini düşündüm. Kim olduğunu söylememe gerek yok. Evdekiler bunun ya çocuklar ya da postacı olduğunu söyleyince biraz sakinleştim.

Burada günler çok sakin geçiyor. Yahudi bir eczacı ve kimyager olan Bay Levinsohn, mutfakta Bay Kugler için çalışıyor. Tüm binayı avucunun içi gibi bildiği için korkuyoruz. Eskiden laboratuvar olarak kullandığı yere bakmak isteyebilir çünkü. Hepimiz büyük bir sessizliğe büründük. Ele avuca sığamayan Anne’ın saatlerce oturup çıtını çıkaramayacağını üç ay önce kim söyleyebilirdi ki?

Bayan van Daan’ın doğum günü 29 Eylül’deydi. Büyük bir kutlama düzenlemedik ama çiçekler, ufak tefek hediyeler verdik ve güzel bir sofra hazırladık. Gördüğüm kadarıyla eşinin verdiği kırmızı karanfil, bu ailede gelenek hâline gelmiş.

Hazır Bayan van Daan’dan bahsetmişken babama kur yapması beni çileden çıkarıyor. Elleri sürekli babamın yanağında ve başında. Ayrıca eteğini yukarıya katlayıp Pim’in dikkatini çekecek sözler söylüyor. Allah’tan Pim, onu ne sevimli ne de güzel buluyor. Bunun için de kadının cilveleri karşılıksız kalıyor. Sen de biliyorsun ki ben kıskanç biriyim, böyle şeylere asla tahammül edemem. Sonuçta annem onun eşine böyle hareketler sergilemiyor ki… Bunu Bayan van Daan’ın kendisine de söyledim.

Peter, ara sıra oldukça eğlenceli olabiliyor. Bir tane ortak özelliğimiz var, o da herkesi güldüren kılık kıyafetimiz. Bir keresinde Peter, annesinin dar bir elbisesini giymişti. Ben de arkasından onun takımını giymiştim. Peter, başına bir şapka geçirmişti. Ben de bir kasket takmıştım. Tüm bunlar herkesi güldürdü ve onları az da olsa eğlendirmiş olduk.

Bep, Margot ve bana yeni etekler almak için Bijenkorf’a gitti. Kumaş üstüme patates çuvalı geçirmişim gibi gözüküyor. Eskiden olsa böyle şeyleri satmaya cesaret edemezlerdi. Şimdi Margot’un eteklerine 24, benimkilere 7.75 gulden verdik.

Bep; Margot, Peter ve bana stenografi2 öğrenmemiz için mektupla öğretim3 dersleri ayarlamış. Seneye bu zamanlar muhteşem birer stenograf olacağız, bekle ve gör! Böylesi ilginç ve gizli yazım teknikleri öğrenmek, her durumda çok önemli.

Sol elimin işaret parmağı acıdığı için hiç ütü yapamıyorum. Şansa bak!

Bay van Daan, sofrada yanına oturmamı istedi çünkü Margot onun söylediği kadar yemek yemiyor. Bana göre hava hoş. Bahçenin etrafında minicik siyah bir kedi dolanıyor. Bu kedi bana bir tanecik Moortje’mi hatırlattı. Bana göre hava hoş dememin sebebi de annemin masada sürekli bana bir kusur bulmasıydı. Şimdi ceremesini Margot çekecek diyeceğim ama annem ona laf sokmuyor çünkü o, ne de olsa mükemmellik abidesi! Bu günlerde bu mükemmellik timsaline sataşıyorum. Buna çok sinir oluyor. Belki, söylediğim şeyler, onun kendini beğenmiş tavrını biraz olsun değiştirir. Bunun zamanı çoktan geldi.

Bu ufak tefek konudan sonra Bay van Daan’dan bir bilmece geliyor: Doksan dokuz defa tık, bir defa tak eden şey nedir?

Bir ayağı alçıda, baston kullanan kırkayak.

Hoşça kal, Anne

3 Ekim 1942, Cumartesi

Sevgili Kitty,

Dün herkes bana takıldı çünkü yatakta, Bay van Daan’ın yanına uzanmıştım. “Hem de bu yaşta! Flaş flaş!” gibi şeyler söylediler. O kadar saçma ki. Onların kastettiği şekliyle söylüyorum, Bay van Daan’la yatmayı asla istemem.

Dün yine annemle tartıştık ve kıyameti kopardı. Babama, bütün kabahatlerimi söyledi ve ağlamaya başladı. Tabii bunlar beni de ağlattı. Başımın ağrısı da bunun tuzu biberi olmuştu. En sonunda babama, onu annemden katbekat daha fazla sevdiğimi söyledim. Ben öyle düşünmesem de bana, tüm bunların geçeceğini söyledi. Annem katlanılacak gibi değil. Kendimi sakin olmaya ve sesimi yükseltmemeye zorluyorum. Yoksa suratının ortasına koca bir darbe indirmiştim şimdiye! Neden ona karşı büyük bir sevgisizlik hissettiğimi bilmiyorum. Babamın söylediğine göre, annem kendini iyi hissetmediğinde ben ona yardımcı olmayı teklif etmeliymişim. Bunu yapmam, yapamam çünkü ondan hazzetmiyorum ve bunu yapmayı istemiyorum. Annemin bir gün öleceğini aklıma getiriyorum ama babamın ölümünü düşünemiyorum bile. Çok kaba olduğumun farkındayım ama ne yapayım, hissettiklerim bunlar. Umarım annem bu yazdığımı ve diğerlerini asla okumaz.

Son zamanlarda yetişkinlerin okuduğu kitaplardan okumama müsaade ediyorlar. Şu anda Nico van Suchtelen’in yazdığı Eva’nın Gençliği adlı kitabı okumakla zaman geçiriyorum. Genç kızların okuduğu kitapla bunun arasında çok da bir fark olduğunu sanmıyorum. Eva, çocukların ağaçlarda, tıpkı elmalar gibi yetiştiğini ve leyleklerin onları ağaçlardan toplayıp annelere götürdüğünü düşünüyor. Ama arkadaşının kedisinin yavruları oldu ve Eva, o yavruların kedinin karnından çıktığını gördü. Şimdiyse, kedilerin de tıpkı tavuklar gibi yumurtladığını ve çocuk isteyen annelerin yumurtlamadan birkaç gün önce çömeldiklerini düşünüyor. Bebek dünyaya geldiğinde ise uzun süre aynı pozisyonda kalan anne çok yorgun oluyor. Aynı şekilde, Eva da çocuk istedi. Yün bir atkı alıp yere serdi ve yumurtanın çıkmasını bekledi. Uzun süre ıkındı ama ortada yumurta falan yoktu. Uzun uzun oturmasından sonra bir şey çıktı ama bu yumurta değil, sosisti. Eva çok utandı. Hasta olduğunu düşündü. Çok komik değil mi? Bu kitapta kadınlar, kendi vücutlarını sokaklarda satıp karşılığında yüklü bir miktar para istiyorlar. Böyle bir şey yapacağıma, yerin dibine girmeyi yeğlerdim. Ayrıca, Eva’nın bir yerde regl olduğundan bahsediliyor. Ben de regl olmayı çok istiyorum. Hem böylece gerçek bir yetişkin olabilirim. Babam yine homurdanıyor ve günlüğü elimden almakla tehdit ediyor. Aman aman, çok kötü olur bu! Bundan böyle seni saklayacağım.

Anne Frank

7 Ekim 1942, Çarşamba

Şöyle bir hayal kuruyorum da…

İsviçre’ye gitmişiz. Babamla aynı odada kalıyorum. Oğlanların odası, benim ziyaretçilerimi ağırlayacağım bir oturma odasına dönüştürülmüş. Sürpriz yapmak için bana yeni mobilyalar, çay masası, çalışma masası, koltuk ve sedir almışlar. Her şey muntazam. Birkaç gün sonra babam bana 150 gulden vermiş. Tabii, İsviçre parasına çevrilmiş olarak… Ben yine de onlara gulden diyeceğim. Bu parayla tüm ihtiyaçlarımı almışım. (İleride de her hafta 1 gulden alacakmışım, o parayla da istediğim her şeyi satın alabilirmişim.) Bir şeyler almak için Bernd ile hemen yola koyulmuşuz.

Tanesi 0.50’den, 3 tane pamuk atlet = 1.50

Tanesi 0.50’den, 3 tane pamuk külot = 1.50

Tanesi 0.75’ten, 3 tane yün fanila = 2.25

Yine tanesi 0.75’ten, 3 tane yün içlik = 2.25

Tanesi 0.50’den, 2 tane jüpon4 = 1.00

Tanesi 0.50’den, 2 tane sütyen (küçük boy) = 1.00

Tanesi 1.00’den, 5 tane pijama = 5.00

Tanesi 2.50’den, 1 tane yazlık sabahlık = 2.50

Tanesi 3.00’ten, 1 tane de kışlık sabahlık = 3.00

Tanesi 0.75’ten, 2 tane uzun hırka = 1.50

Tanesi 1.00’den, 1 tane küçük yastık = 1.00

Tanesi 1.00’den, 1 tane önü açık terlik = 1.00

Tanesi 1.50’den, 1 tane de sıcak tutacak terlik = 1.50

Tanesi 1.50’den, okul için 1 çift yazlık ayakkabı = 1.50

Tanesi 2.00’den, 1 çift gösterişli yazlık ayakkabı = 2.00

Tanesi 2.50’den, okul için 1 çift kışlık ayakkabı = 2.50

Tanesi 3.00’ten, 1 çift gösterişli kışlık ayakkabı = 3.00

Tanesi 0.50’den, 2 peştamal = 1.00

Tanesi 0.05’ten, 25 tane mendil = 1.00

Tanesi 0.75’ten, 4 çift ipek külotlu çorap = 3.00

Tanesi 0.50’den, 4 çift diz hizasında çorap = 2.00

Tanesi 0.25’den, 4 çift çorap = 1.00

Tanesi 1.00’den, 2 çift kalın külotlu çorap = 2.00

3 çile beyaz pamuk ipliği (içlik ve şapkalar için) = 1.50

3 çile mavi pamuk ipliği (kazak ve etek için) = 1.50

3 çile karışık iplik (bere ve şal için) = 1.50

Atkılar, kemerler, yakalar, düğmeler = 1.25

Ayrıca iki tane yazlık, iki tane kışlık okul elbisesi; iki tane yazlık güzel elbise, iki tane de kışlık güzel elbise; bir tane yazlık etek, bir tane kışlık etek; bir tane kışlık okul eteği, bir tane yağmurluk, bir tane yazlık ceket, bir tane kışlık pardösü, iki şapka, iki de bere… Tüm bunlar toplamda 108 guldenmiş.

İki el çantası, bir buz pateni kıyafeti, bir çift buz pateni ayakkabısı, bir tane de kutu. (Pudram, cilt bakım kremim, fondötenim, cilt temizleme kremim, güneş losyonum, pamuğum, ilk yardım kitim, allığım, rujum, kaş kalemim, banyo tuzum, banyo pudram, kolonyam, sabunum ve pudra fırçam için.)

Ayrıca, 1.50’ye dört kazak, 1.00’e dört gömlek, 10.00’a çeşitli malzemeler, 4.50’ye de kitaplar ve hediyeler…

9 Ekim 1942, Cuma

Sevgili Kitty,

Bugünkü haberlerim çok iç karartıcı ve üzücü. Çoğu Yahudi arkadaşlarımız ve tanıdıklarımız gruplar hâlinde götürülüyor. Gestapo dediğimiz Alman Gizli Devlet Polisi onlara çok kaba davranıyor ve onları Westerbork’a yük arabaları ile götürüyor. Tüm Yahudiler, Drenthe’deki büyük kampa gidiyor. Miep, bize oradan kaçmayı başaran birinden bahsetti. Westerbork berbat bir yer olmalı. İnsanlara neredeyse hiç yemek verilmiyor. Suyu günde sadece bir saat süresince içebiliyorlar. Binlerce insan için yalnızca bir tuvalet ve lavabo var. Erkekler ve kadınlar aynı odada uyuyor. Kadınlar ve çocukların saçları düzenli olarak tıraş ediliyormuş. Saçsız hâlleriyle damgalanmış oldukları için kaçmaları da imkânsız hâle geliyor.

Hollanda’da hâl böyleyse daha uzak yerlere gönderilenlerin durumlarını düşünmek bile istemiyorum. Çoğunun öldürüldüğünü tahmin ediyoruz. İngiliz radyosu, onların gaz odalarında öldüğünü söylüyor. Belki de bu, en basit öldürülme şekilleridir.

Kendimi çok kötü hissediyorum. Miep de bunları bize anlatırken dehşete düşmüş vaziyette anlatıyor ve o da çok endişeli. Geçen gün Gestapo, bir tane eli ayağı tutmayan yaşlı kadını götürmek için kapının önünde uzun bir süre bekletmiş. Bu yaşlı kadın ışıldaklardan ve tepesindeki İngiliz uçaklarına açılan ateşlerden çok korkmuş. Miep, yine de kadını içeri almaya cesaret edememiş. Kimse bunu yapmazdı. Almanlar, konu ceza oldu mu pek cömerttirler.

 

Bep çok durgun. Erkek arkadaşı Almanya’ya gönderilecekmiş. Üstümüzden her uçak geçişinde, Bertus’un üstüne bomba atmalarından korkuyor. “Sıkma canını, hepsi ona isabet etmez.” ya da “Bir bombadan ne olacak.” gibi şakalar, onun için kaldırması zor oluyor. Almanya’ya çalışmak için gitmeye zorlanan tek kişi Bertus değil. Her gün bir tren dolusu genç delikanlı gidiyor. Bazıları tren durduğu zaman gizlice atlamaya çalışıyor ama çok azı bunu görünmeden yapabiliyor.

Sadece bunlarla kalsa yine iyi. Daha önce hiç “rehine” diye bir şey duydun mu? Bunu yeni bir ceza sistemi olarak sabotajcılara uyguluyorlar. Hayal edebileceğinden çok daha korkunç bir şey bu. Önde gelen “masum” vatandaşlar, ölümlerini bir hapishanede bekliyorlar. Eğer Gestapo yapılan sabotajların kaynağını bulamazsa hapisten beş rehine seçiyor ve bunları duvara karşı hizaya sokup vuruyor. Bu ölüm ilanları gazetelere veriliyor. Manşete de “Ölümcül Kaza” yazıyorlar.

Almanlar, insan ırkının ilginç bir kesimi ve ben de onlardan biriyim! Ama olamaz çünkü Hitler bizi çoktan vatanımızdan ayırdı. Şu yeryüzünde, Almanlar ve Yahudiler arasındaki düşmanlık kadar büyük bir düşmanlık yoktur.

En iyi arkadaşın, Anne
2Harf, noktalama işareti ve kelime yerine sembol ve kısaltma kullanılan hızlı yazı yazma sistemi (ç.n.)
3Mektupla öğrenim, 1830’lu yıllarda başlamıştır. Bir okul tarafından posta yolu ile yürütülen uzaktan öğretim yöntemidir. (ç.n.)
4Elbise ve eteklerin altına giyilen astar (ç.n.)