Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
  • Nur Lesen auf LitRes Lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

11 Temmuz 1942, Cumartesi

Sevgili Kitty,

Babam, annem ve Margot hâlâ her on beş dakikada bir çalan ve saati haber veren Westertoren çanının sesine alışamadı. Ben alıştım ve başından beri hoşuma gidiyor. Sesi, özellikle geceleri çok rahatlatıcı geliyor. Bu şekilde saklanışın bende uyandırdığı hisleri bilmek istediğinden hiç şüphem yok. Burada evimde gibi hissetmeyeceğim aşikâr ama burayı sevmediğimi de söyleyemem. Garip bir pansiyonda konaklıyormuş gibi hissediyorum. Saklandığımı söylemenin değişik bir yolu bu ama başka türlü tarif edemem. Bu Gizli Ev saklanmak için en mantıklı yer. Biraz rutubetli ve orantısız bir yer olsa da muhtemelen tüm Amsterdam’da ya da hayır tüm Hollanda’da bundan daha konforlu bir sığınak olamaz.

Geçiş yerleri olmayan duvarlarımızın arasındaki odalar çok boş gözüküyordu. Neyse ki babam, tüm kartpostalları ve film afişlerini yanına almıştı. Biraz tutkal ve bir fırçayla hepsini duvara yapıştırdım ve onlara duvarda asılı duran resim havası verdim. Çok iyi görünüyor artık. Van Daanlar geldiğinde dolaplar ve tavan arasındaki ahşap kazıklardan daha başka şeyler yapabileceğiz.

Margot ve annem biraz olsun kendilerine geldiler. Annem dün ilk kez bezelye çorbası yapmak için kendini toparlanmış hissetmişti ama aşağıda laflarken tüm yemeği unuttu. Bezelyeler kömür gibiydi ve tencereden çıkarması çok zor oldu.

Dün gece dördümüz özel ofise indik ve bir İngiliz radyosu açtık. Bizi birilerinin duymasından öyle korktum ki babama kelimenin tam anlamıyla yukarı çıkmak için yalvardım. Annem endişemi anlamış olacak ki benimle geldi. Ne yaparsak yapalım, komşuların bizi görmesinden ya da duymasından korkuyoruz. Geldiğimiz ilk gün hızlıca perde dikmeye başladık. Aslında perde demeye bin şahit ister çünkü bunlar, babamla birlikte diktiğimiz, birbirine uymayan boyutlarda acemice yapılmış, bölük pörçük kumaşlardan başka bir şey değiller. Yaptığımız sanat eseri perdeler biz gizlenirken düşmesinler diye pencerelerin üst kısmına çivilendi.

Sağımızda Zaandam firmasına ait Keg şirketinin bir kolu var. Solumuzda ise bir mobilya atölyesi… Burada çalışanlar mesai saatleri bitince gitmelerine rağmen sesimizi duyabilirler. Çok kötü üşütmüş olmasına rağmen Margot’a geceleri öksürmeyi yasakladık. Ona yüksek dozda kodein veriyoruz.

Salı günleri van Daanların geliş günü olduğu için o günü iple çekiyorum. Onlar gelince ortam daha neşeli ve biraz daha gürültülü oluyor. Buradan da anlayacağın gibi akşamları ve geceleri sessizliği hiç sevmiyorum, beni çok geriyor. Yardımcılarımızdan birinin burada, bizimle kalması için nelerimi vermezdim.

Burası pek de fena sayılmaz. Kendi yemeğimizi yapabiliyoruz ve babacığımın ofisinde radyo dinleyebiliyoruz.

Bay Kleiman, Miep ve Bep Voskuijl’in de çok yardımları dokundu. Burada ışkın, çilek ve kiraz bile yedik. Şu an canımızın sıkılabileceğini sanmıyorum. Bir şeyler okuyabileceğimiz kitaplarımız var ve bir sürü oyun almaya da gideceğiz. Tabii dışarı çıkmayı bırak, pencereden bile bakamıyoruz orası ayrı. Alt kattakilerin bizi duymaması için sessiz olmamız gerekiyor.

Dün çok yoğunduk. Bay Kugler’in konserve yapabilmesi için kirazların çekirdeklerini ayıklamamız gerekti. Boş kiraz kasalarından kitap rafı yapacağız.

Biri bana sesleniyor.

Sevgilerimle, Anne

28 Eylül 1942 (Not)

Dışarı çıkamıyor olmama o kadar üzülüyorum ki… Birilerinin saklandığımız yeri bulup bizi öldürmesinden korkuyorum. Bu, iç karartıcı bir olasılık tabii.

12 Temmuz 1942, Pazar

Doğum günüm olduğu için bu ay herkes bana karşı çok nazikti ama her geçen gün annemden ve Margot’tan uzaklaştığımı hissediyorum. Bugün çok çalıştım ve herkes beni tebrik etti. Beş dakika sonrasında üstüme gelmeye başladılar.

Margot’a karşı gösterdikleri ilgi ile bana gösterilen ilgi arasındaki farkı bariz bir şekilde görebilirsin. Bir keresinde Margot elektrik süpürgesini bozmuştu ve onun yüzünden tüm gün elektriksiz kalmıştık. Annem “Pekâlâ Margot. Ev işlerine alışkın olmadığını görmek çok da zor olmadı. Yoksa süpürgenin orta yerinden çekilmeyeceğini bilirdin.” dedi. Margot bir şeyler söyledi ve konu orada kapandı.

Bense, bu öğleden sonra annemin alışveriş listesini tekrar yazmak istedim çünkü el yazısı çok okunaksız. Yazmama izin vermediği gibi bir de herkesin önünde beni yüksek sesle azarladı.

Onlara uyum sağlayamıyorum ve bu durumu son birkaç haftadır net bir şekilde hissediyorum. Birlikteyken çok hassaslar ama ben o duygu yoğunluğunu tek başıma yaşamayı tercih ediyorum. Sürekli dördümüzün ne kadar iyi olduğunu, birlikte çok iyi anlaştığımızı söylüyorlar ama akıllarına benim aynı şeyleri hissetmediğim hiç gelmiyor.

Annem ve Margot’tan yana, beni anladığını düşündüğüm tek kişi babam. O da ara sıra. Tahammül edemediğim bir diğer şey de yabancıların yanında benim nasıl ağladığımdan ya da nasıl duyarlı bir şekilde hareket ettiğimden bahsetmeleri. Bu rezil bir durum. Bazen Moortje ile ilgili konuşuyorlar ve işte orada artık dayanamıyorum çünkü Moortje benim zayıf noktam. Günün her dakikası onu özlemekle geçiyor. Hiç kimse onu ne kadar düşündüğümü bilemez. Ne zaman aklıma gelse gözyaşlarıma engel olamıyorum. Moortje çok sevimlidir. Onu öyle çok seviyorum ki bizim yanımıza geleceğinin hayalini kurup duruyorum.

Çok fazla düş kuruyorum ama gerçek olan bir şey varsa o da savaş bitene kadar buradan çıkamayacağımız. Dışarıya asla çıkamayız. Ziyaretçilerimiz yalnızca Miep, kocası Jan, Bep Voskuijl, Bay Voskuijl, Bay Kugler, Bay Kleiman ve Bayan Kleiman. Bayan Kleiman’ı saymıyorum bile çünkü kendisi buraya gelmenin çok tehlikeli olduğunu düşünüyor.

Eylül 1942 (Not)

Babam her zaman çok iyi. Bana karşı çok anlayışlı. Keşke bir an için gözyaşlarına boğulmadan babamla samimi bir şekilde konuşabilsek. Görünüşe göre bunu yapmak için küçüğüm. Tüm zamanımı yazarak geçirmek isterdim ama muhtemelen bir süre sonra sıkıcı bir hâl alırdı.

Şimdiye kadar günlüğüme düşüncelerimi not ettim. Daha, sonrasında başkalarına okuyabileceğim zevkli hikâyelere gelmedim. Gelecekte duygusal olmaya daha az zaman ayıracağım ve kendimi gerçekçi olmaya adayacağım.

14 Ağustos 1942, Cuma

Sevgili Kitty,

Tüm ay seni yalnız bıraktım ama burada da anlatmaya değer bir şey bulamıyorum ki. Van Daanlar 13 Temmuz’da buraya taşındı. Biz onları Temmuz’un on dördünde bekliyorduk ama on üçünden on altısına kadar Almanlar sağda solda huzursuzluk çıkardıkları için, geç gitmektense erken gelmenin daha güvenli olduğuna karar vermişler.

Biz daha kahvaltımızı bitirmeden sabah dokuz buçukta Peter van Daan bize geldi. Peter on altı yaşında, utangaç, çok fazla arkadaşlık kuramayan değişik bir çocuk. Bay ve Bayan van Daan, Peter’dan yarım saat sonra geldi.

Şapka kutusunda bir lazımlık taşıyan Bayan van Daan bizi epey bir eğlendirdi. “Oturağım olmadan kendimi evimde gibi hissetmiyorum.” dedi. Sedirin altına konulan eşyalardan ilki, bu portatif lazımlık oldu. Onun haricinde, Bay van Daan koltuğunun altından katlanabilen bir çay sehpası çıkardı.

İlk kez toplu bir şekilde yemek yedik ve üçüncü günün sonunda yedi kişi, kocaman bir aileymişiz hissine kapıldık. Bizden bir hafta sonra gelen van Daanların, doğal olarak anlatacak çok şeyleri vardı. En çok da biz gittikten sonra evimize ve Bay Goldschmidt’e ne olduğunu merak ettik.

Bay van Daan: “Pazartesi sabahı saat dokuzda Bay Goldschmidt aradı ve müsait olup olmadığımı sordu. Hızla yanına gittiğimde Bay Goldschmidt’in endişeli olduğunu gördüm.” diye başladı sözlerine. “Frankların bıraktığı notu gösterdi. Yazılana göre, kedinin komşuya bırakılması uygun bulunmuş ki bence de doğru bir karar bu. Evinin aranması düşüncesi onu tedirgin etmişti. Biz de tüm odalara tek tek baktık. Masada kalan yemek artıklarını temizledik. Derken, birden Bayan Frank’ın masasına bıraktığı, üzerinde Maastricht adresi yazılı bir kâğıt gördüm. Notun bilerek bırakıldığını bilmeme karşın, sanki bilmiyormuş gibi şaşırmış numarası yaptım ve Bay Goldschmidt’e, bu kâğıdı yakması için ısrar ettim. Sizin orayı terk ettiğinizi bilmiyormuş gibi yapmaya devam ederken aklıma bir fikir geldi. ‘Bay Goldschmidt!’ dedim. ‘Düşündüm de galiba ben bu adresi biliyorum. Yaklaşık altı ay önce ofise hatırı sayılır, rütbeli biri gelmişti. Sanırım Bay Frank’ın çocukluk arkadaşıydı. Gerekli olduğu durumda Bay Frank için elinden geleni yapabileceği sözünü vermişti. Hatırladığım kadarıyla Maastricht’te ikamet ediyor. Bence bu kişi bir şekilde verdiği sözü yerine getirdi ve onları önce Belçika’ya, oradan da İsviçre’ye götürecek. Eğer Frankları ziyarete gelenler olursa bunları söylersiniz. Tabii, Maastricht’ten bahsetmenize gerek yok.’ Bunları söyledikten sonra oradan ayrıldım. Sizi tanıyan kişilere anlatılan hikâye bu. Pek çok kişiye bundan bahsedildiğini kendi kulaklarımla duydum.”

Bu hikâye eğlenceli olmasına eğlenceliydi ama biz en çok bizi tanıyan kişilerin buna inanmış olmasına güldük. Ailenin biri, sabahın erken saatlerinde bisikletlerimizle görmüş bizi güya. Bir kadın da gece yarısı askerî bir araca zorla bindirildiğimizden çok eminmiş.

En iyi arkadaşın, Anne

21 Ağustos 1942, Cuma

Sevgili Kitty,

Gizlenme yerimiz, şimdi tam anlamıyla bir gizlenme yeri oldu çünkü Bay Kugler saklandığımız yerin girişine bir kitaplık koymanın daha iyi olacağını söyledi. Görünüşe göre, bisikletlere el koyma bahanesiyle çok fazla evi arıyorlarmış. Bu dolap yerinden kımıldatılabilir cinsten, açılabilen kapı işlevi görüyor. Bu kapıyı Bay Voskuijl’in marangoz ellerine bıraktık. Bizim gizlendiğimizi ona söylemişlerdi. O da sağ olsun bize yardım etmeye çalışıyor.

Aşağı inmek istediğimiz zaman önce başımızı eğmemiz, sonra da zıplamamız gerekiyor. Üç gün sonra atlaya zıplaya hepimizin kafası morardı. Hepsi de başını o alçak kısma çarpmış. Bunun üzerine Peter, başımızı çarptığımız kısma, içine pamuk koyduğu bir bez parçası çiviledi. İşe yaracak mı göreceğiz.

 

Çok ders çalışmıyorum. Eylül’e kadar kendime tatil verdim. Babam bana ders anlatmak istiyor ama önce yeni dönem kitaplarını almamız gerek.

Hayatımızdaki değişiklikler bir elin parmağını geçmiyor. Bugün Peter’ın saçını yıkadılar. Bu da pek önemliydi ya. Bay Daan ve ben sürekli atışıp duruyoruz. Annem bana çocukmuşum gibi davranıyor ama canıma yetti artık. Onun dışında her şey iyi görünüyor. Bana göre Peter hâlâ sevimli değil. Tüm gün yatakta pinekleyen, çekilmez bir çocuk. Yatağa geçmeden önce birkaç ahşap alıyor eline, bir şeyler yapıyor, sonra geri yatağa. Sersem şey!

Bu sabah annem her zamanki gibi öğütler verdi. Her şeyimiz birbirine o kadar zıt ki. Bir de babama bak. Babam çok yumuşak kalplidir. Bana sinirlense bile bu en fazla beş dakika sürer.

Dışarısı çok güzel ve sıcak. Tüm bu olan bitene rağmen, tavan arasındaki açılıp kapanan yatağa uzanıp havanın tadını çıkarmaya çalışıyoruz.

En iyi arkadaşın, Anne

21 Eylül 1942 (Not)

Bay van Daan son zamanlarda şaşırtıcı derecede dostane davranıyor. Ben de bunun keyfini sürüyorum.

2 Eylül 1942, Çarşamba

Sevgili Kitty,

Bay ve Bayan van Daan çok kötü kavga etti. Daha önce hiç böyle bir şeye rastlamadım. Annemle babam birbirlerine hiç böyle bağırmazlar. Kavganın nedeni o kadar saçma ki anlatmaya değmez. Neyse, bize söz düşmez.

Arada kalan Peter için çok zor bir durum olsa gerek diyeceğim ama böyle hassas ve tembel bir çocuğu kimse ciddiye almaz zaten. Dün kendinden geçmiş bir şekilde endişeleniyordu. Sebebi de dilinin pembe olması gerekirken mavi olmasıydı. Bu tedirginliği kısa sürdü. Bugün de boynu tutulduğu için kocaman bir bereyle gezinip duruyor. Küçük bey bel ağrısından da yakınıyor. Kalbindeki, böbreklerindeki ve ciğerlerindeki ağrılardan bahsetmiyorum bile. Tam olarak hastalık hastası. (Doğru mu söyledim bilmiyorum. Galiba öyle deniyordu.)

Annem ve Bayan van Daan’ın araları da limoni. Bunun pek çok nedeni var aslında. Birkaç küçük örnek verebilirim. Bayan van Dan, ortak kullandığımız çamaşır dolabındaki her şeyi, kendi eşyaları hariç, çıkardı. Annemin eşyalarının herkes tarafından kullanılabileceğini düşünüyor. Annemin de aynı şeyleri onun için yaptığını görünce fena bir sürprizle karşılaşacak.

Ayrıca, kendi porselen takımımızı kullanmayıp onunkilerden yediğimiz için de çok kızgın. Tabaklarımıza ne yaptığımızı öğrenmeye çalışıyor. Düşündüğünden daha yakındalar. Onları çatı katındaki Opekta reklam kolilerinin arkasındaki kutulara koyduk. Biz burada gizlendiğimiz sürece o tabakları bulamaz. Bu da benim işime gelir çünkü çok sakarım. Dün Bayan van Daan’ın çorba kâselerinden birini kırmıştım mesela.

“Of!” diye bağırdı bunu görünce. “Daha dikkatli olamaz mısın? Bu son kâseydi.”

Unutmadan söyleyeyim, buradaki iki kadının Hollandacası öyle berbat ki… (Beylere bir şey diyemem yoksa onların onurunu kırmış olurum.) Eğer onların bu baştan savma konuşmalarını duysaydın gülmekten kırılırdın. Hatalarını düzeltmek de işe yaramıyor. Annem veya Bayan van Daan’dan bahsederken onların cümlelerini düzgün bir Hollandaca ile aktaracağım.

Sıradan giden hayatımız, geçen hafta ufak bir sekteye uğradı. Buna Peter ve kadınlar hakkında bir kitap neden oldu. Şöyle söyleyeyim, Margot ve Peter’ın, Bay Kleiman’ın verdiği kitapların neredeyse tümünü okumaya izinleri var. Ama büyüklerin okuyabileceği tarzdaki kitapları kendilerine ayırmışlar. Bu da Peter’a cazip geldi tabii. Acaba o kitapta okumamamız gereken neler vardı? Annesi aşağıda laflarken gizlice kitabı aldı ve ganimetini doğruca odaya götürdü. İki gün boyunca her şey normaldi. Bayan van Daan, onun ne iş karıştırdığını biliyordu ama annesine söylememişti. En sonunda babası durumu fark edince tepesi attı. Konunun kapandığını zannederek kitabı geri aldı. Oğlunun nasıl meraklı bir çocuk olduğunu unutmuştu. Babasının tepkilerine rağmen Peter’ın merakı azalmamıştı. Kitabı okuyabilmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu.

Bu sırada Bayan van Daan, anneme kitapla ilgili fikrini sordu. Annem bu kitabın Margot için fazla olduğunu ama onun dışındaki kitapların uygun olduğunu söyledi.

“Senin de gördüğün gibi Peter ile Margot arasında dağlar kadar fark var.” dedi annem. “Bir kere Margot bir kız ve kızlar erkeklerden daha olgundur. Hem o, bu zamana kadar pek çok tarzda kitap okuduğu için yasaklı kitapları araştırma gibi bir merakı yok. Üstelik dört yıl boyunca gittiği lisede öğrendiği bilgiler sayesinde, artık daha sağduyulu ve bilgili.”

Bayan van Daan, anneme katıldığını söyledi ama prensip gereği gençlerle yetişkinlerin aynı kitapları okumaması gerektiğini vurguladı.

Bu zaman zarfında, Peter kimsenin onunla ilgilenmediği bir zamanda kitabı almak için uygun zamanı kolladı. Akşam yedi buçukta, tüm aile özel ofis odasında radyo dinlediği sırada Peter kitabı tekrar yürüttü. Saat sekiz buçukta aşağıda olması gerekirken henüz gelmedi. Kitaba kendini öyle kaptırmıştı ki vaktin farkında değildi. Tam aşağı ineceği sırada babası odaya girdi. Sonrası malum. Önce bir tokat, sonra üstünü başını çekiştirme, en son da uzun soluklu bir nara. Kitap masada kalırken Peter tavan arasını boylamıştı.

Yemek vakti geldiğinde Peter üst kattaydı. Kimse onunla ilgilenmedi. Aç karnına uyumak zorunda kaldı. Biz yemeğimizi keyifle yerken aniden bir uğultu duyduk. Çatallarımızı masaya koyduk ve birbirimize bakakaldık. Nasıl şaşırdığımız suratımızdan belli olmuştur.

Derken, bacanın deliğinden Peter’ın sesi geldi: “Aşağıya inmeyeceğim.”

Bay van Daan bir hışımla yerinden kalktı. Mendili yere düşmüştü. Öfkeli bir suratla bağırdı: “Yeter artık, yeter!”

Daha kötü şeyler olmasından korkan babam, onu kolundan tuttu ve ikisi tavan arasına gitti. Kavgadan ve tepişmeden sonra Peter, odasının kapısını çarparak çıktı. Sonrasında yemeğimize devam ettik.

Bayan van Daan, oğlu için bir parça ekmek ayırmak istediyse de Bay van Daan buna karşı çıkarak şöyle söyledi: “Eğer hemen özür dilemezse geceyi tavan arasında geçirmek zorunda kalacak.”

Bu ceza biraz fazlaydı. Yemeksiz kalması zaten yeterli bir cezaydı bize göre. Ya o çocuk orada soğuktan donsaydı? Bir doktor bile çağıramazdık.

Peter özür dilemedi. Çatı katına geri gönderdiler.

Bay van Daan, her ne kadar Peter’ı umursamıyor gibi yapmış olsa da sabah Peter’ın yatağında uyuduğunu anlamıştı. Saat yedide Peter yatağından kalkıp tavan arasına gitmişti. Babam aralarını bir şekilde düzeltince üç günün ardından tüm sessizlik yerini normalliğe bıraktı.

En iyi arkadaşın, Anne

21 Eylül 1942, Pazartesi

Sevgili Kitty,

Bugün, seninle gizli yerimiz hakkındaki bazı genel olayları paylaşacağım. Bir silah sesi duyarsam hızlıca açabileyim diye yatağımın yanına bir lamba koydular. Şu anda bunu kullanamam çünkü gece-gündüz pencereleri açık tutuyoruz.

Van Daan ailesinin erkekleri, çok kullanışlı bir yiyecek dolabını cilalayıp kullanıma hazır hâle getirdiler. Bu zamana kadar dolap, Peter’ın odasındaydı ama oda biraz açılsın diye oradan aldılar. Dolabın yerini şimdi bir raf aldı. Peter’a, üzerine bir örtü atarak oraya masa koyabileceğini, masanın olduğu yerdeki duvara da sevdiği posterleri asabileceğini önerdim. Kesinlikle burada uyumayacağımı bilsem de en azından oda daha rahat ve hoş gözükebilirdi.

Bayan van Daan katlanılamaz biri. Ben üst kattayken durmadan beni azarlıyor. Neymiş, gevezelik etmişim. Tabii onun söyledikleri bir kulağımdan giriyor, ötekinden çıkıyor. Hanımefendi bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrarlıyor. Yeni bahanesi de hazır: Kap kacak yıkamaktan kaçıyor. Tencerenin dibinde yemek artığı kalmışsa onu yıkamak ya da başka bir kabın içine koymak yerine öylece orada bırakıp gidiyor. Bir de işler, öğleden sonra Margot’a yıkılınca hanımefendi utanmadan: “Vah Margot, vah. Ne çok iş kalmış sana.” demez mi…

Her iki haftada bir, Bay Kleiman bana okuyabileceğim kitaplar getiriyor. Joop ter Heul serisi çok hoşuma gidiyor. Cissy van Marx-veldt de çok iyi. Bir Yaz Aptallığı kitabını dört kez bitirdim ve içindeki saçma olaylar beni hâlâ güldürüyor.

Şu anda babamla birlikte soyağacımızı çıkarmaya çalışıyoruz. Bu sırada babam adı geçen herkesten kısaca bahsediyor. Ders çalışmaya başladım. Fransızcaya sıkı çalışıyorum ve her gün beş tane düzensiz fiil ezberlemeye çalışıyorum. Okulda öğrendiklerimi unutmaya başladığımı fark ettim.

Peter, İngilizce çalışmaya çok gönülsüz. Birkaç okul kitabım daha yeni geldi. Neyse ki gelirken yanımda bol bol defter, kalem, silgi ve etiket getirdim. Pim (babamın takma ismi) Hollandaca derslerinde ona yardımcı olmamı istiyor. Fransızca ve diğer derslerde seve seve yardımcı olurum ama öyle hatalar yapıyor ki!

Ara sıra Londra’dan yapılan Hollanda yayınlarını dinliyorum. Prens Bernhard, Ocak ayında Prenses Juliana’dan bir çocuğu olacağını duyurdu. Çok güzel bir haber bu. Burada, kraliyet ailesine karşı gösterdiğim ilgiyi asla anlayamıyorlar.

Birkaç gün önce bizimkilerle tartıştık. Hepsi benim cahil olduğum konusunda hemfikirdi. Bunun sonucunda sonraki gün kendimi derslerime daha çok adadım. On dördümde ya da on beşimde sınıfta kalmayı göze alamam. Bir şeyler okumama bile müsaade edilmiyor. Annem şu anda “Baylar, Bayanlar ve Hizmetçiler” kitabını okuyor. Tabii ki bu kitabı okumama izin yok. (Ama Margot okuyabilir.) Yapmam gereken ilk şey, dâhi ablam gibi kendimi geliştirmem. Benim felsefe, psikoloji ve fizyoloji (Bu kelimeleri yazarken sözlük kullandım.) konusunda hiçbir şey bilmediğimi söylediler. Bu doğru, bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama bu gelecek yıl bilmeyeceğim anlamına gelmez!

Şu an, kış için giyecek bir tane uzun kollu kıyafetim ve üç hırkam olduğunu fark ettim. Yünden bir kazak örmek için babamdan izin aldım. İpliği o kadar da hoşuma gitmedi ama beni sıcak tutsa yeter. Elbiselerimizin çoğu tanıdıklarımızın evinde. Savaş sona ermeden alamayız. Tabii o zamana kadar hâlâ onlarda kalırsa.

Sana en son Bayan van Daan ile ilgili şeyler yazarken kendisi bir anda içeri girdi. Defteri nasıl kapattığımı bir bilsen! Aramızda şöyle bir konuşma geçti:

“Hişt, Anne! Benim de bakmama müsaade var mı?”

“Üzgünüm Bayan van Daan.”

“Sadece son sayfaya baksam da olur.”

“Hayır, o da olmaz Bayan van Daan.”

Neredeyse baygınlık geçirecektim çünkü o sayfada onun hakkında bir şeyler yazmıştım. Çok da hayra alamet şeyler değildi bunlar.

Bu bahsettiğim şeyler sürekli oluyor da ben yorgunluktan ve tembellikten hepsini yazamıyorum.

En iyi arkadaşın, Anne

25 Eylül 1942, Cuma

Sevgili Kitty,

Babamın, Bay Dreher adında yetmiş yaşlarının ortasında bir dostu var. Kendisi hasta, fakir ve neredeyse sağır. Yanında, kendisinden yirmi yedi yaş daha genç gösteren karısı var. Kadın da adam gibi fakir ama kollarında ve bacaklarında bazısı gerçek, bazısı sahte pek çok bileklik ve yüzük var. Bu Bay Dreher, zamanında babamın püsküllü belasıydı. Babamın telefonda adamla konuştuğu sırada gösterdiği sabra hayran kalırdım. Kendi evimizde yaşadığımız sırada, annemin babama bir önerisi olmuştu. Annemin dediğine göre, babam ahizenin yanına her üç dakikada bir “Evet, Bay Dreher.” ya da “Hayır, Bay Dreher.” diyen bir ses cihazı koymalıydı. Bu yaşlı adam, zaten babam ne derse desin, tek kelimesini bile anlamıyordu.

Bay Dreher bugün ofisi aradı ve Bay Kugler’in yanına gelip gelemeyeceğini sordu. Bay Kugler pek havasında değildi ve Miep’i oraya göndereceğini söyledi ama Miep bunu iptal etti. Bayan Dreher, ofisi üç kez aradı ama Miep tüm gün Bep’in sesini taklit ederek orada değilmiş gibi yaptı. Alt kattakiler de üst kattakiler de buna epey güldüler. Şimdi her telefon çaldığında Bep: “Bu, Bayan Dreher.” diyor ve Miep kendini tutamayıp kahkahalara boğuluyor. Hattın ucundaki kişiler de hoş olmayan kıkırdamaları işitmek durumunda kalıyor. Kafanda bir canlandırsana! Burası dünyanın en harika ofisi. Patronlar ve çalışanlar hep beraber eğleniyorlar.

Bazı akşamlar, biraz laflamak için van Daanlara uğruyorum. Hep birlikte “naftalinli kurabiyeler” yiyoruz (Güveye dayanıklı bir çeşit dolapta muhafaza etmişler.) ve çok güzel zaman geçiriyoruz. Son zamanlarda Peter’dan konu açılıyordu. Kendisinin sık sık yanağımı sıvazladığını ve bunun hiç hoşuma gitmediğini söyledim. Tipik birer ebeveyn edasıyla, Peter’ı kardeşim gibi sevip sevemeyeceğimi sordular. O beni kardeşi gibi seviyormuş. “Yok, olmaz.” dedim. Düşünebiliyor musun? Hayal bile edemiyorum! Peter’ın biraz gergin bir çocuk olduğunu, bunun utangaçlığından kaynaklanabileceğini söyledim. Kızların etrafında olmayan erkekler daha çekingen oluyor demek.

 

Gizli Ev’de, erkeklerin oldukça yaratıcı olduğunu söylemem gerekir. Opekta şirketinin satış temsilcisi olan ve aynı zamanda eşyalarımıza göz kulak olan Bay Broks ile iletişime geçmek için şöyle bir şey düşündüler: Güney Zelanda’da oturan Opekta müşterilerinden birine mektup yazacaklar. Bu kişiden mektubun içindeki formu doldurmasını isteyecekler ve bunu geri yollaması için içine bir zarf koyacaklar. Babam zarfta yer alan adresi kendisi yazacak. Mektup Zelanda’dan gönderildiğinde babamın el yazısının olduğu ve içinde hayatta olduğunu beyan eden bir zarf bizi bekliyor olacak. Broks da hiçbir şeyden şüphe etmeden zarfı okuyacak. Özellikle Zelanda’yı seçmelerinin nedeni, oranın Belçika sınırına yakın oluşu (Yani mektup sınırdan rahatlıkla çıkarılabilir.) ve oraya herkesin elini kolunu sallayarak gidememesi. Hele ki Bay Broks gibi sıradan bir adamın… Sıradan bir satış görevlisine izinsiz giriş hakkı verilemez.

Dün akşam babam numaradan bir taklit yaptı. Hâlsiz bir şekilde, yalpalayarak kendini yatağa attı. Ayakları öyle soğuktu ki kendi patiklerimden verdim. Beş dakika sonra patiklerimi yere doğru fırlattı. Sonra da kafasını yorgana gömdü ve ışığın onu rahatsız ettiğini söyledi. Lambayı kapattıktan sonra kafasını yavaşça yorgandan çıkarıp göz ucuyla bana baktı. O kadar komik bir durumdu ki… Ardından Peter’ın, Margot’a “her şeye maydanoz” demesinden bahsettik. Bir anda babam, derin bir nefes alıp şöyle dedi: “Margot da hiç yerinde durmuyor ki!..”

Kedi Mouschi, bana zaman geçtikçe daha da sıcak davranmaya başladı ama ben yine de ondan bir nebze de olsa korkuyorum.

En iyi arkadaşın, Anne