Zamanın Kalbi

Текст
Автор:
0
Отзывы
Читать фрагмент
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Kyoko kaşlarını çattı, “okul sahibi hangi dersi veriyor?”

Bu sefer cevabı ametist gözleri fesatça aydınlanan Shinbe verdi, “hepimiz için farklı bir ders. Bu yüzden herkese ayrı ayrı öğretiyor. Bize özel yeteneklerimiz konusunda yardım ediyor.” Düşünceli bir şekilde geriye yaslandı, sonra sırıtarak ekledi, “sanırım, sen rahibelik güçlerini kuvvetlendiriyor olacaksın.”

Kyoko'nun öfkesi, okul sahibinin kendisinin rahibe olduğunu nasıl bildiğini merak ederek tekrar kabardı. Bursta bundan hiç bahsedilmiyordu. Son yıllarını, okul sahibinin kendisine verdiği bursun sebebi olan güçleri gömmeye çalışarak geçirmişti. Biran önce bu sorunun temeline inmek istiyordu.

Kyoko tabağına bakarak gergin bir sesle, “belki bu bir hatadır. Üniversitenin sahibiyle şimdi konuşabilmemin bir yolu var mı?” diye sordu.

Toya gözlerini kıstı. Kyou, bunu sorabileceğini kendisine söylemişti ve dersin dışında kimseyi görmek istemese de, Toya’ya eğer herhangi bir sorusu olursa kızı doğrudan kendisine getirmesini söylemişti.

“Ne oldu, korktun mu?” diye iğneleyici bir şekilde sordu ve kızın sinirli gözlerinin rahatsız bir öfkeyle doğrudan kendisininkilere bakmasıyla ödüllendirildi. Demek bu kız kendisiyle baş edebileceğini sanıyordu. Eh, bu bakışı Kyou üzerinde denemesini izlemek eğlenceli olabilirdi. Kyou’nun tek bir söz etmeden herhangi birine verebileceği korkuyu görmüştü.

Toya, “iyi, hazır olduğun anda seni ona götüreceğim” diye yemi yutup yutmayacağını merak ederek meydan okudu.

Kyoko bunu duyunca öfkesi biraz azaldı. Tabağı önünden iterek, adamın blöfünü gerçekleştirmesini istemekten mutlu bir şekilde, “sen hazır olduğunda” diye başıyla onayladı. Bir kaşını ona doğru kaldırdı.

Toya gülerek dikildi, “acelen ne?” Kendisini neyin içine soktuğunu bilmediğini düşünerek, ‘bunu hissedeceği için bu öfkenin önüne geçebilir’ diye kıs kıs güldü.

Kyoko gözlerini kısarak ona baktı, ardından Suki ve Shinbe’ye dönerek ayağa kalktı. “İşim bittikten sonra beni almaya gelirseniz sizinle konuşacağım. Odamda bekliyor olacağım, sonra bu akşam için plan yapabiliriz.” Suki’ye göz kırptı, sonra Toya’ya dönerek ifadesiz bir sesle ekledi. “Kalmaya karar verirsem.”

Toya hoflayarak arkasını döndü ve Kyoko onun gidişini izledi, sonra onu takip ederek diğerlerine omzunun üzerinden el salladı. Ardından hemen diğer öğrencilerin, Toya’nın yolundan ne kadar hızlı çekildiğini fark etti ve nedenini merak etti. ‘Neydi o? Okulun kabadayısı mı?’

Kyoko, adama yetişmek için koşarak ona bu memnuniyet hissini vermeyecekti, bu yüzden yürürken kasten geride kalarak acele etmedi. Ona hala biraz öfkeliyken, gözleri Toya’nın poposunda gezindiğinde neredeyse kızardı. Saçlarının pantolonuna değmesini izlemek, bunun altındaki sağlam yuvarlaklığa attığı bakış onu daha da rahatsız ediyordu. Sinir bozuculuk ve sevimlilik çok korkunç bir bileşimdi.

Zihninden kafasını sallayıp başıboş dolaşan gözlerine lanet ederek onu takip etmeye devam etti. “Tahammül edemediğin birinin sevimli olduğunu düşünmek için… tamamıyla aptal olmak gerekir” diye kısık sesle mırıldandı. Şimdiden daha iyi hissederek “rahatsız edici… saldırgan… ve belki kibirli… ama asla sevimli değil” diye sırıttı.

Tuhaf bir şey hissedip gözlerini yukarı dikti ve kendisininkileri delip geçen karanlık gözlere kilitlendi. Adam merdivenlerin başında dikilmiş, duvara dayanmış bir şekilde onu izliyordu. Arkasında ve omzularında salınan saçlarında abanoz rengi dalgalar vardı ve geceyarısı rengindeki gözleri derindi. Çok çekiciydi ama o… tehdit altında hissetti.

Bakışlarını ondan uzaklaştırdı. Zümrüt yeşili gözlerini kaldırıp tekrar ona bakmaya yeltenirken kendi kendine sert bir şekilde, ‘Kyoko kendine hakim ol. Gördüğün herkesi analiz etmekten vazgeç’ dedi.

"İşte kampüsteki en güzel kız."

Kyoko, omuzlarının üzerinde güçlü bir kolun dolaştığını hissetti, ardından bu sabah kendisine odasının yerini gösteren adamın sesini hatırlayarak bakmak amacıyla döndü. Saç uçlarının, nereden geldiği belli olmayan bir rüzgar yanaklarını okşuyormuşçasına yüzünü gıdıkladığını yine hissetti.

Ona sıcak bir gülümseme sundu ama aynı anda kendisine bitiştirdiği kolundan silkelenip ayrıldı. Kyoka, kendisine bu kadar samimi davranmamasını dileyerek gergin bir sesle, “Kotaro, seni tekrar görmek güzel. Bu sabahki yardımın için teşekkürler” dedi. Hoş ve hatta daha fazlası olduğunu düşünüyordu ama hiç kolunu ona dolayabileceğini söylememişti.

Kotaro, kızın elini kendisininkinin içine alırken etkilenmemişti, “sana eşlik edebileceğim başka bir yer var mı Kyoko?” Zümrüt yeşili gözlerine, onları daha önce bir yerde… gördüğünü bilerek derin derin baktı. Ve bir keresinde içlerinde mutlulukla boğulduğuna dair belirsiz bir şeyler hissetti.

Kyoko, Toya’nın durduğu yeri görmek için durdu ve tekrar öfkeli görünerek merdivenlere baktı. Az önce ona veya Kotaro’ya küfrettiğini duyduğuna yemin edebilirdi, kime karşı olduğuna emin değildi.

Toya, Kotaro’nun ne yapmaya çalıştığını bilmiyordu, ama Kyoko’ya fazla arkadaşça davrandığı gerçeğinden hoşlanmamıştı. Bir uyarı gönderirken göğsünden derin bir hırıltı geldi. “Bunu halledebilirim Kotaro, onu Kyou’yu görmeye götürmeyi sen istemediğin sürece.” Kotaro’nun, Kyou’nun yanına ders dışında veya çağrılmadığı sürece gitmediğini bilerek ona sert bir bakış attı.

Kotaro, Kyoko’nun elini bıraktı, “umarım her şey yolundadır Kyoko.” Toya’ya pis bir bakış atarak tekrar kıza döndü, “dondurulmuş yiyeceklere dikkat ettiğine emin ol. Kontrolden çıkarsa ben senin için ilgileneceğim.” Kotaro, kendini beğenmiş bir biçimde Toya’ya baktı, ardından Kyoko’ya dönüp başını eğdi ve dönerek merdivenlerden indi.

Kyoko, Toya’nın hofladığını duydu ve bu sabah yaptığı gibi dönüp koridorda yürürken ona baktı.

Bu sefer acele etti ve GİRMEYİN yazan kapıdan geçmeden önce tam zamanında ona yetişti. Kyoko nereye gittiklerini merak etti. Güçlü sırtını izlerken, aklından onu odasına geri götürüp götürmediği geçti. Gerçekten de kapısının önünde durduklarında Toya ona bakmak için döndü ve kız, elini onunkinin tam karşısındaki kapıya kaldırıp vuruncaya dek kızgın bir şekilde ona baktı.

Kyoko şok olmuştu. Okulun sahibi karşısındaki odada mı kalıyordu? Kardeşinin söyledikleri yine aklına gelmişti. “Olamaz!” Toya bir cevap beklemeden kapıyı açtı ve kızı kendisinden önce içeriye itti.

Kyoko aniden ona döndü. “Kahrolası sorunun nedir bilmiyorum ama lütfen beni itme”, adamı kovaladı “veya dokunma. Sana hiçbir şey yapmadım.” Toya’nın gözlerini dikip arkasına baktığını fark ettiğinde saçları yine ensesinde hissediyordu.

Kyoko’nun omuzları çöktü. Artık yapmıştı. Sürekli nerede olduğunu veya kimin izliyor olabileceğini düşünmeden çekip gitmek zorunda mı kalacaktı?

Toya, Kyoko’nun gerginleştiğini gördü ve gözlerini, bir anda çok küçük görünmeye başlayan kıza doğru indirerek sırıttı. “Biriyle konuşmak istemiyor muydun?” Kyoko arkasını dönmeyince Toya dönüp Kyou’ya baktı ve onun oturma odasının kapı aralığına dayalı bir halde, transa geçmiş gibi Kyoko’yu izlediğinin farkına varınca gözlerini kıstı.

Toya kendi kendine “bu da ne?” diye düşündü. Kyou neden ona hayalet görmüş gibi bakıyordu? Bunun neden olduğu kıskanç düşünceyi tanımlamak istemiyor denilebilirdi. Bu bağırsaklarına ürpertici bir his vermiş, aralarına girip Kyou’nun Kyoko’yu görmesini engellemek istemesine neden olmuştu. Kızı korumak istiyordu.

Kyou, bin yıldan uzun bir süre sonra Kyoko’yu bu kadar yakından gördüğü için bir süre söyleyecek kelime bulamamıştı. Etraflarındaki tüm hava, hatırladığı güç ile canlanmıştı… geçmişte kendisini kıza çeken görmezden gelinemeyecek bu güç ortadan kaybolmamıştı.

Altın rengi gözleri tarafsız bir kayıtsızlıkla kızın arkasındaki koruyucuya takıldı. “Toya, çık.” Sesinde tehlikeli bir tehdit tonu duyulabiliyordu.

Toya’nın hafızasının gizli derinliklerinden, bilinmeyen bir yerden bir takım duygular şaha kalkıp yakasını bırakmıyormuş gibi görünürken, gırtlağında bir hırıltı meydana geldi ve yumrukları öfkeyle sıkıldı. Toya, başka bir kelime edilmeden döndü ve bir fırtına gibi çıkarak kapıyı çarptı.

Kyoko, aklı karmaşık düşüncelerin etrafında dönüp duruken Toya’nın gidişini izledi. Aniden, onun ardından kendisi de çıkma isteği hissetti. Sonra bir korkak gibi davranmamaya karar verip çenesini yukarı doğru kaldırarak cesaret buldu ve sonunda döndü, ne var ki gördüğü şeye inanamadı.

Görmeyi beklediği resmi takım elbiseli adamın yerine, kendisini… altın gözleri kendi gözlerinin içinde yanıp başka yere bakamazmış gibi hissetmesine neden olan adamla yüzyüze buldu. Gümüş saçları omuzlarına ve mükemmel biçimli vücudunun üzerine dökülüyordu. Yalnızca cenneten bir hediye olabilecek yüzü ve vücudunu saran, krallara layık bu kibir dokunuşuyla, uzun boylu ve yakışıklıydı.

Kyoko hemen gözlerini kapattı. Derdi neydi? Buraya soru sormaya gelmişti, salya akıtmaya değil. Gözlerini tekrar açtığında adam çok daha yakındaydı. Aniden adamı çevreleyen asalet ve üstünlükten bir adım uzaklaştı… ama arkasındaki kapının varlığını farkederek kendisini kapana kısılmış gibi hissetti.

 

Kyou ne yaptığını fark etmeden ona doğru yürüdü. Ama kızın geri çekildiğini fark edince şık bir şekilde kaşını kaldırarak elini koltuğa doğru uzattı. “Oturmak ister miydiniz Bayan Hogo?” Ona soruları olduğunu biliyordu. Eğer olmasaydı hayal kırıklığına uğrardı.

Kyoko gergin bir şekilde yutkundu, ama mağrurca çenesini kaldırıp aralarına koyabildiği kadar mesafe koyup, hiçbir şey ummasa da beyninin normal şekilde çalışmasını umarak koltuğa yöneldi. İçinden hafifçe güldü.

“Bilmek istediğim ilk şey, benim bir rahibe olduğumu düşünmenize neden olan nedir?” Adam sehpanın karşı tarafında bir sandalyeye oturmak yerine koltukta yanına oturduğu zaman, dikkatle ve neredeyse korkmuş bir şekilde ona baktı. Kyoko kaykıldı ve onu izleyerek, adamdan daha da uzaklaşıp korkusunu göstermeden sakinleşerek döndü.

Kyou, tembelce ‘eh, oyun oynamak istiyor’ diye düşüncelere daldı ama bu ilgi çekici düşünceyi hemen aklından kovdu. Anormal biçimde sakin bir sesle cevap verdi, “rahibe olduğunu bilmeyeceğimi düşünmene neden olan nedir?” Adam üzerine eğilip kalp şeklindeki yüzüne yukardan bakarken, ona kıyasla çok ufaktı.

Kyoko herhangi bir duygu izi bulmak için adamın mükemmel suratının yüzeyini inceledi ama bulamayınca şaşırdı. Bir kusursuzluk ve sükunet heykeli gibiydi ve bu onu sonu gelmez bir biçimde rahatsız etti.

“Soruya her zaman soruyla mı karşılık verirsiniz, Bay…?” Adını bile bilmediği için kekeledi.

Kyou gülümsedi, ama bunu yalnızca içinden yaptığı için kız göremedi. Eh, hala bir tarzı vardı ve bu adamı hayal kırıklığına uğratmamıştı. Yalnızca daha fazlasını görmek istemesine neden oldu. “Bay Lord, ama Lord’un daha iyi olduğunu düşünmediğin sürece bana Kyou diyebilirsin.” Ateşli bir bakışla onu olduğu yere mıhladı.

Kyoko, aynı ateşli bakışla karşılık verdi, “neden… buradayım?” kelimeleri bir çocukla konuşur gibi yavaşça ve tek seferde söyledi. İşte, bakalım bundan nasıl sıyrılacaktı. Kyoko, göz temasını kesmeden kendi kendine mırıldandı ‘Bay Lord’muş.’

Aklını okuyan Kyou’nun altın rengi gözleri, kızın zümrüt yeşili gözlerine doğru kısılarak parladı. Böyle yapıp gözünü korkutacağını bilerek biraz daha üzerine eğildi. Onu koklayabiliyordu.

Sakin görünüşü yerine geri dönmeden önce bir an için soğukkanlılığını kaybederek, “rahibelik güçlerin zayıf ve eğitilmemiş, yoksa nasıl rahibe olduğunu bildiğimi anlardın” deyip, neredeyse ona tısladı. “Sana güç kazanmanın yanında eksik olan… dövüş sanatlarını öğreteceğim.”

Kyoko için, son söylediği şey neredeyse hakaret gibiydi. Düşünmeden hareket etmesiyle bilinen kız neredeyse onunla yüz yüze gelecek şekilde eğildi ve bundaki istihza ağırdı. “Belki gerçek gücümü gizliyorumdur ve bunu hak edecek bir hedef bulduğumda salarım.” Öfke onu korkusuz yapıyordu, veya aptal, şu anda hangisi olduğuna emin değildi.

Kyou, dudaklarını onunkilere değdirerek daha da yakına eğildi, böylece sıcak nefesi kızın dudaklarını okşayabiliyordu. Karanlık bir sesle fısıldadı, “rahibe.”

Bölüm 4 "Dikkatini Ver"

Kyoko, aniden ona karşı hissetmemesi gereken bir heyecan hissederek kendini geri çekti. Burada bir şeyler oluyordu ve kendisi bunu bilebilecek son kişi gibiydi.

Alt dudağını ısırıp Kyou’nun yarattığı gıdıklayıcı histen kurtulmayı umarak, gergin bir sesle “cevaplara ihtiyacım var” diye fısıldadı. Sinir sisteminden hızla geçmeye kararlı, nefes kesici ürpertilerden hemen kurtulabilmeyi diledi.

Kyou, kızın kokusunu içine çekerek ve aniden kanının ısındığını hissederek arkasına yaslandı. Küçük bedeninin titrediğini görmüştü, ama tiksinerek değil. Aşağı doğru bakarken, kızın kollarındaki tüylerin ürperdiğini görünce neredeyse sırıtıyordu.

Hafif kibirli bir ses, “neden güçlerini bastırıyorsun? Geçmiş tekrarlanmadan önce çevrende olup bitenlerden haberdar olman gerekiyor.” dedi.

Kyoko yutkundu, gerginleşerek “bununla ne demek istiyorsun?” diye sordu.

“Okulda ölümsüzlerin olduğunun farkındasın, değil mi?” Gözleri, Kyoko’nun daha önce hiç görmediği bir şeyle parlıyordu ve sesi onaylamıyormuş gibi sertti. “Biz konuştuğumuz sırada iblisler etrafımıza yaklaşıyor.”

Kyoko’nun gözleri açılıp kapandı. Onunla oynuyor muydu? Öfkeli bir alayla, “seni burada koruyucular ve iblisler olduğunu düşünmeye iten nedir?” diye sordu.

Kyou, göz açıp kapayıncaya kadar onu kolundan tutup kaldırdı, yüzünü iki santimetrelik bir mesafeyle onunkinin üzerine eğdi. Öfkeyle gürledi, “dikkatini ver.”

Kyoko gördüğü şeye inanamayarak gözlerini kırptı. Önünde dikilen şey bir saniye önce onunla konuşan kişi değildi. Anormal derecede parlak, öfkeli, altın rengi gözlere ve onların altındaki küçük bembeyaz azı dişlerine bakıyordu, ve şu anda farkında olmadan kolunu tırmalayan pençeleri hissedebiliyordu.

Saçı, az önce olduğunun iki katı kadar uzamıştı ve adeta onayını bekliyor gibi etrafında salınıyordu. Kyoko, korku dolu bir viyaklamayla kendisini ondan kurtarıp, yalnızca adamın tehditkar bir adım daha atmasını sağlayan bir biçimde hızla bir adım geriledi.

Kekeleyerek, “sen koruyucu musun?” diye geveledi.

Öfkesinin geçtiğini hissettiğinde bile onu izleyerek, “ve sen de bunu zaten bilmesi gereken rahibesin” diye tısladı.

Kapıya koşmak için döndü ve güçlü kolların kendisini arkadan sardığını hissettiğinde aniden bağırdı.

Çabaladıkça, Kyou’nun bedeni çevresinde sıkılaştı. Kendisinden kaçmaya çalışıp, havayı tekmeleyen kızı yukarı kaldırdı. Kendisinden kurtulmaya çalışmasının faydasız olduğunu anlaması için ona yeterince zaman vererek, dudaklarını kulaklarının yanına yaklaştırıp, “kendini bu kollardan kurtaracak güce ulaşana dek kalacaksın rahibe” diye fısıldadı.

Sonra onu sadece, hafifçe sıçrayarak yerleşeceği dolgun koltuğa atmak için tekrar havaya kaldırdı. Şimdi tekrar yüz yüzeydiler, Kyoko ona öfkeyle bağırdı ve görünüşü az önce konuştuğu adama dönünce gözlerini kırpıştırdı.

Elini yumruk yaparak öfkeli bir şekilde ona baktı, “ne haltlar dönüyor?”

Kyou sakin bir şekilde önünde duruyordu, tek fark bu sefer gözlerinin parlıyor olmasıydı, “burada kalacaksın.” Ona doğru eğildi, “seni eğitmeme izin vereceksin.” Ellerini, onu kapana ksıtıracak biçimde koltuğun arka kısmına yerleştirdi, “ve bu sefer hiçbir şeyi kurban vermeden kazanacaksın.” Şimdi memnuniyetsizlik gösteren son sözleri tıslayarak çıkarırken burnu neredeyse kızınkine değiyordu.

Kyoko, ateşili bakışlarına karşılık vererek, adam izin verdiği ölçüde arkasına yaslandı, ama hala ondan kendisine doğru gelen bir tehdit hissetmiyordu. İnsan olmasa bile, onu incitmeye niyeti yoktu. Az önce ne söylediğini fark ederek kaşlarını çattı.

“Bu sefer mi?” Sesi yumuşaktı, “bu sefer ile ne demek istiyorsun?”

Kyou derince içini çekti, “sen unutmuş olabilirsin, ben unutmadım.” Kızın kokusu onu sardı ve unutulmuş kalbinin etrafında ağrıyan aynı sızıyı hissetti, ama onun gerçeği bilmesi gerekiyordu, “geçmişte birlikte savaştık rahibe, ve bunu tekrar yapmak zorunda kalacağımız vakit yaklaşıyor.”

Kyoko’nun gözleri bir an yumuşadı, “kimsin sen?”

“Senin koruyucun. Kyoko, Koruyucu Kalp Kristali’ni bu dünyaya geri getirmek için anılarını feda ettiğin için unuttuğunu biliyorum.” Bakışlarıı onunkini aradı ve sesi hafif bir fısıltıya dönüştü, “bana güvenmelisin.”

Yalnızca kendisini korkutmaya çalışmış olsa da, söylediği her şeyde ona güvenmesini istiyordu. “Ben… güveniyorum.” Bu kelimeleri söyler söylemez kendisini onun kollarında buldu. Önce kasıldı, ardından kendisini saran sıcaklık örtüsünü hissedince dingin bir kafa karışıklığı içinde kendisini bu sarılışa bırakarak rahatladı.

Kyou buna engel olamıyordu. Çok uzun süredir reddedilme endişesi taşıyordu ve bu sözleri duymak, gergin omuzlarından dünyanın yükünü kaldırmıştı. Burnunu saçlarına sürterek kendisini kokusuyla sararken, kızı kendine çekti.

Bir anlık zayıflıkla, “bu defa kal” diye fısıldadı.

Kyoko sözleri ve kollarındaki şefkati hissedebiliyordu, yine de birkaç dakika önce ödünü koparan oydu ve şimdi onu, hayatı kendisine bağlıymış gibi tutuyordu. Ondan korkma ile uzanıp pürüzsüz yanağını okşama isteği arasında kalmıştı.

Soracak çok şeyi vardı ve adamın göğsünün üzerinde mırıldanarak, “unuttuğumu söylediğin şeyleri hatırlamak istiyorum. Ne bilmem gerekiyor?” diye sordu.

Kyou, henüz gerçek dünyaya dönmek istemeyerek altın rengi gözlerini kapattı… ait olduğu yerde… kollarında iyiydi. Kızı iç çekerek, isteksizce koltuğa bıraktı ve yanına oturdu.

Kyou, ellerini aşırı uzun kaküllerinin arasından geçirerek öfkeli içgüdülerini bastırabilmek için derin bir nefes aldı. Arzularını sakinleştirerek önündeki duvara odaklandı ve ona bilmesini istediği şeyleri anlatmaya başladı. Bir şeyi duymak onu hatırlamakla aynı şey değildi.

“Yardım alacaksın. Buraya senin geldiğin gibi bursla gelen bütün insanları senin için getirdim. Onlar seni hatırlamıyor, sen de onları, ama o zaman seninle beraber savaşmışlardı, ve zamanı gelince tekrar seninle savaşacaklar,” sesi geçmişin hatıralarından bir ize bağlanmıştı.

Kyoko’nun gözleri, ona neden bu kadar kolayca inandığını merak ederek büyüdü, “Suki ve Shinbe mi?” diye sordu.

Kyou başıyla onayladı, “onlarla tanıştığını görüyorum. Evet, onlarla çok yakındın, seni hiç kimsenin korumadığı gibi koruyan Toya’ya da.”

“Toya mı?” Bir kaşını kaldırdı, “Şaka yapıyor olmalısın.” Ardından zihninden ekledi, ‘benden hoşlanmıyor bile.’

Kyou isteksizce iç çekti, “Toya bu hayatta hiç değişmedi, ve hala geçmişteki kötü, katı kalpli genç. Ama evet, seni öç alma duygusuyla korudu ve eğer öyle bir ihtiyaç hasıl olursa senin için ölür.”

Kyoko kaşlarını çattı, “o hatırlamıyor mu?” doğruyu söylüyor gibiydi ve hafızasının bir kısmını kaybettiğini bilmesi bunu mantıklı yapıyordu. Gözleri, bu bilgileri geri almak için onunkileri aradı.

Kyou hafifçe başını salladı, “seninle geri gelmeyen tek kişi benim. Bu yüzden ne olduğuna dair hatıraları geri verecek tek kişi de benim. Toya benim kardeşim olduğunu bile hatırlamıyor.”

Kyoko, bu kafa karışıklığı karşısında içini çekti, “kardeş mi? Hatırlayan tek kişinin sen olmasını sağlayacak ne oldu?”, bunu bilmesi gerekiyordu.

“Bir savaşta, dünyamızdaki kötülüğü yenip Koruyucu Kalp Kristali’ni kurtarmak için, bütün hatıralarından vazgeçtin. Aynı anda kristalden, herkesi tekrar görmeyi de diledin. Onları kaybetmek istemiyordun. Sen bir anda ortadan kaybolduğunda… herkes kayboldu… düşman da dahil. Onları bilmeden, kendinle beraber… buraya getirdin.”

Üzülerek içini çekti, “ben etrafıma, kendimi böyle dileklerden koruyan bir büyü yapmıştım.” Anıları tekrar yaşıyormuş gibi gözleri uzaklara daldı.

“Herkesi seninle beraber götürdün ve bunu bilmiyordun bile. Beni geride bırakarak, hepsi senin zamanında, burada yeniden doğdu.” Gözleri kızınkilere odaklanıp kenetlendi. “Yani hayatta kaldım ve seni bekledim. Zamanı geldiğinde beni bırakan herkesi bir araya getirdim. Şimdi kendinle beraber kristali de getirdin ve kötülük onu istiyor…” sesi karardı, “… kötülük şimdiden seni aramaya başladı ve ben buna izin vermeyeceğim.”

 

Kyoko, anlamaya çalışarak başını eğdi, “yani, benimle aynı şekilde buraya gelmiş olan herkese güvenebilir miyim?” Adam onayladı ve Kyoko devam etti, “onlar bununla ilgili herhangi bir şey biliyorlar mı?”

Kyou başını salladı, “bir bağ hissedecekler ve bu gelişecek, ama bunun dışında geleceği bilemem, yalnızca geçmiş. Seni o zaman korudukları gibi koruyacaklar. Yapmak için doğdukları şey bu… varoluşlarının nedeni.”

Sözlerinin doğruluğu kendisine de uygun gelmeyerek gözlerini hemen ondan uzaklaştırdı. “Hala biraz zamanımız var, ama şimdilik rahibe güçlerini saklamayı bırakmanı ve çevrende olup bitenlerden haberdar olmanı istiyorum. Gözüm üzerinde olacak, Toya’ya da seni yakından izlemesini söyledim.”

Kyoko, hakkında bir şeyler hatırlamaya çalışarak onu yakından izledi. Adam kendisini çok iyi tanıyormuş gibi duruyordu. Gözlerine derin derin bakarak merakla fısıldadı, “ne kadar yakındık?”

Kyou kasılıp ondan uzaklaşmadan önce, altın sarısı gözbebeklerinden gizli bir sevgi dalgası geçti. Soğuk dış görünüşü yerine tekrar otururken kapıya ve ardından hızla tekrar ona bakarak homurdandı. “Kendi yöntemleriyle hatırlayacakları için sana söylediklerimi onlara tekrarlama.”

Kapı sertçe çalındığında Kyoko sıçradı, ardından izin verilmeden açıldı. Toya, kızın güvenliği için endişe etmeye başlamış ve hiçbir şeyden değilse de Kyou’nun gösterebileceğini bildiği soğukluğundan onu korumak için araya girmeyi düşünmüştü. Girer girmez bakışları kıza çekildi.

Hala bir şeylerin doğru olmadığını hissederek gözbebekleri gümüş renginde parladı, “evet, bakıyorum konuşmasını canlı bitiriyor.” “Eğer Kyoko ile konuşman bittiyse, Suki dışarıda onu bekliyor.” Toya, gözbebeklerinde parlamaya başlayan gümüş benekleri fark etmeden gözlerini Kyou’ya indirdi.

Kyou, her zamanki boş bakışıyla Toya’ya döndü ve başıyla sessizce onayladı.

Kyoko artık hislerini kullanabildiği için sıcak bir şekilde Toya’ya baktı, öyle değilmiş gibi davransa bile kendisi için endişelendiğini söyleyebilirdi.

Kyou’nun sözleri tekrar aklına geldi, ‘senin için canını verirdi.’

Kyou, onun Toya karşısında gevşemesini izledi ve bakışlarının dertleşmesine neden olan, belirsiz ama tanıdık bir özlem hissetti. Bu duyguyu iyi hatırlıyordu ve gözleri, gümüş koruyucuya dönerek kısıldı. Kızın, kardeşiyle her zaman, diğerleriyle paylaşmadığı bir bağı mı olmuştu?

Kyoko ayağa kalktı, başıyla Kyou’ya hoşça kal işareti yapıp Toya’nın göremeyeceği gizli bir gülümseme gönderdi, ardından Toya’ya dönüp ona en tatlı gülümsemelerinden birini bahşetti. “Hadi, Suki’yi bekletmeyelim.” Toya’yı orada sıcak bir hisle bırakarak kapıdan çıkıp gitti. Sadece gülüşünün verebileceği bir histi.

Toya bu sıcak histen kurtulmak için başını salladı, sonra kendisini dikkatle incelediğini fark ederek Kyou’ya sertçe baktı. Cevap alamayacağını bilerek sert bir sesle “ne?” diye sordu. Zaman harcamaya değmeyeceğine karar verip kapıyı arkasından çarparak çıktı ve Kyoko’ya yetişmek için koştu.

Kyoko, aceleyle koridorda yürürken Toya’yı arkasından izledi. Kyou’dan uzaklaşmak için acele ediyor olmalıydı. Koruyucu olduğunu düşünerek, ona yetişmek için, zahmet çekmeden hızlanarak kendi kendine güldü. Kendisinin kim olduğu hakkında bir fikri olup olmadığını merak ederek düşünceleri gölgelendi. Bildiğini düşündü, yoksa ona böyle gülümsemezdi.

Kyoko, Toya’nın kendisine merdivenlerin başında yetişeceğini biliyordu, çünkü onu arkasında hissediyordu. Evet güçlü aurasını hissedebiliyordu, ama bu Kyou’da hissettiğinden biraz daha farklıydı. Sadece bir saniye için gözlerini kapattı. Kyoko, aurasını ararken, ne kadar kaba davrandığının bir önemi olmadığına karar verdi, aslında aurası çok sıcaktı ve diğer şeylerin yanında… korunuyor hissetmesini sağlıyordu.

Toya’nın, Kyou’dan daha genç olması gerektiğini anlamıştı, ama aynı zamanda içindeki gizli gücü de hissedebiliyordu. Dokunulursa, bir kalp atışı süresinde Toya’nın abisini gölgede bıraktıracak bir güç… yine de ikisinin de bunun farkında olduğuna dair şüpheleri vardı. Kyoko güçlerini kullanmanın tadına varıyordu, artık onları tekrar açığa çıkarmıştı.

“Ee…” adama döndü, “Suki ve Shinbe nerede?”

Toya gözlerini kısarak ona baktı, söylediği yalanla zor durumda kalmıştı. Suki ve Shinbe’nin nerede olduğunu da nereden bilecekti? Yalnızca onu Kyou’dan uzaklaştırmak için oraya gitmişti.

Uyuşuk bir biçimde, sözcükleri uzatarak, “bilmiyorum,” dedi.

Kyoko kaşlarını çattı, “ama dedin ki…”

Toya sözünü kesti. “Seni kurtardığım için bana teşekkür etmelisin,” diye adeta gözünü korkutmak ister gibi yakınlaşarak bilgi verdi.

Kyoko davranış tarzından hoşlanmayarak, “beni neden kurtardın?” diye yüzüne karşı gürledi. Tanrım, bazen gerçek bir pislik izlenimi bırakıyordu.

Toya da yumruğunu perçinleyerek, ona yüksek sesle “Kyou’dan” diye bağırdı. Bu güzel ağzıyla gerçekten de onu kızdırabiliyordu. ‘Güzel ağız mı?’ Bu da nereden çıkmıştı? Kafası karışık olarak korkmuş bir şekilde bir adım geriledi.

Kyoko, bir an için afallamış bir halde ona baktı. Ardından önce sessizce daha sonra her geçen saniye sesi yükselerek ona gülmeye başladı. Kıkırtıların arasında nefes almaya çalışarak “kurtardın mı?” diye sordu. Gülmesini yavaşlatarak ve nihayetinde gözleri hala yaramazca parlasa da yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirerek, “neden…” diyerek sustu.

Yüzündeki ciddiyeti korumaya çalışarak, “bu çok tatlıydı. Önemsediğini bilmiyordum,” diye burnunu buruşturdu.

Toya, kendisiyle ilgili bir şaka yapıldığı hissine kapılarak sertçe baktı, “peki, en sonunda kalmaya karar verdin mi ‘rahibe’?” son kelimeyi ağzında kötü bir tat bırakmış gibi tükürdü.

Kyoko’nun gülüşü soldu ve yüzünü onunkine yaklaştırıp doğrudan altın rengi gözlerine baktı. “Evet, ‘koruyucu’” bir kaşını ona doğru kaldırdı, sonra dönüp gülerek koşarak merdivenlerden indi.

‘EVET!’ Kyoko sessizce bağırdı ve zihninden tahtaya kendisi için bir puan yazdı. ‘Kyoko bir… Toya sıfır.’

Toya, küçük sürtüğün onu kandırdığını anlamadan bir saniye önce gözleri büyüdü. “Lanet olsun!” diye tısladı ve kızın ardından gitti.

Kyoko, rahibe güçlerinin aşırı kullanılmaya başlandığını hissettiğinde neredeyse merdivenlerin sonundaydı. Toya’nın dışında başka bir koruyucuyu hissederek etrafına baktı. Bu hissi sağlayabilecek kadar yakındaki tek kişi, merdivenlerin dibinde dikilip ilgiyle kendisini izleyen bir öğrenciydi.

Yakından bakınca, dağınık saçlarına düşen morumsu gölgeler ve gördüğü en güzel gözler karşısında şaşırmıştı. Bu gözlere bakarken yemin edebilirdi… gözbebeklerinin içinde parıldayan her rengi görebiliyordu.

Toya şimdi Kyoko’nun arkasında dikiliyordu. Aniden durduğunu görüp, Kamui’ye baktığını fark etmişti. Toya kendi kendine, ‘demek artık ölümsüzleri hissedebiliyor,’ diye düşündü. Aşağı indiğinde kolundan tutup, “hadi, seni tanıştırayım.” dedi.