Zamanın Kalbi

Text
0
Kritiken
Leseprobe
Als gelesen kennzeichnen
Wie Sie das Buch nach dem Kauf lesen
Schriftart:Kleiner AaGrößer Aa

"Benim adım Kotaro ve sizin gibi çekici birinin çok ağır bir şey taşımak zorunda kaldığını görmek istemiyorum. Şimdi, beni takip ederseniz, size kalacağınız yeri göstereceğim.” Kotaro elini, kendi elinin içinde tutarak özgüvenle döndü ve merdivenleri çıkmaya başladı.

Adamın parmakları ve kolundaki ani ısınma vücuduna yayılmaya başlamış gibi duruyordu… koruyucu kanını uyandırarak. Bu saklaması gereken bir sırdı. Kotaro, sabırla beklediği kişinin o olduğunu bilerek kızın elini hafifçe sıktı. Odaya girdiği anda bunu hissetmişti.

Kyoko kendi kendine ‘Tanrı beni centilmen erkeklerden korusun. Neyin içine düştüm böyle?’ diye düşünerek nazikçe kaşını kaldırdı.

Dönüp, ağzı açık orada dikilen Tama’ya omuz silkti. Kyoko başını yana eğdi ve bir kaşını kaldırdı. “Tama dikkatli ol, böyle durursan sinekleri avlayabilirsin.” Sonra o toparlanamadan döndü ve sadece Kotaro olarak tanıdığı adamın esnek biçimini takip etti.

Gizlice, kendisi ve Tama’nın puanlarını tuttuğu hayali yazı tahtasına zihninden tebeşirle yazdı. Merdivenlerden yukarı çıkarlarken burnundan soluduğunu duydu ve artık oyunu kazandığını biliyordu.

Merdivenlerden inen başka bir genç çocuğun yanından geçtiler ve çocuk geçerken bakmadı bile, Kyoko kalbinden bir şeyin hızla geçip gittiğini hissederek nefesi kesildi. Çocuk neredeyse yavaş hareketlerle geçerken bütün sesler kayboldu. Sonra kalbi bir atışlık tekleyip ardından hızlanınca her şey normale döndü.

Teninden, bir şeyi özlüyormuş gibi… veya daha ziyade bir şeyi kaybetmiş ve korkunç şekilde özlüyormuş gibi bir rahatsızlık hissi geçti. Bu garip tepkiden kurtulmayı çalışırak, bilmemesinin daha iyi olduğunu düşünüp yanından geçip gidenin kim olduğuna bile bakmadı.

Tama, Kyoko’nun zihninden homurdanmasını neden olacak şekilde, “Evet, en azından burada ağzının suyunu akıtmak için yeterince erkek var” diye fısıldadı.

Merdivenlerin başında, iki tarafında da birçok kapı bulunan uzun bir koridora doğru Kotaro’yu takip ederek döndü. Bunların yatakhane kapıları olduğunu varsayıyordu ama adam ne yavaşladı ne de herhangi birinde durdu. Koridorun sonunda GİRMEYİN yazan bir kapı aralığı vardı. Kotaro ve çantalarını taşıyan iki kişi, yalnızca bir başka merdiven katını daha dönmek için ait odukları yermiş gibi incelikle oradan geçince kafası biraz karıştı.

Tama, Kyoko’nun etrafını çevirerek “bence seni zindana gönderiyorlar” diye alay etti.

Kyoko omzunun üstünden ona sırıttı “Yukarı çıkıyoruz aşağı değil seni ahmak.”

Tama başının arkasına bir fiske atarak “kulenin tepesinde boş, soğuk bir oda o zaman” dedi.

Bir başka şık merdiven katına geldiklerinde 'eh en azından formumu koruyacağım,’ diye düşündü sonra başka bir koridoru geçtiler, ama burası güzeldi. Zemin bile mermerden yapılmış gibi duruyordu. Kapılar birbirinden çok uzaktı. Bu koridorda yalnızca üç oda vardı ve kendi kendine, belki Kotaro nerede kalması gerektiğini bile bilmiyordur diye endişelendi.

Kotaro, bu koridora birçok kişinin girmesine bile izin verilmediğinden çok özel biri olması gerektiğini düşünerek son kapıya yürüdü ve bunun tüm kampüsteki en iyi oda olması gerektiğini biliyordu. Odanın ön tarafına doğru adım attı ve kız ile genç arkadaşının ona yetişmelerini bekledi.

Kotaro sırıttı, kız gergindi. Bunu koklayabiliyordu. Heyecanlı, zümrüt yeşili gözlerine baktı ve kalbinin şimdiden bocaladığını hissetti ama şimdilik kendisine söyleneni yapacaktı.

Elini yukarı kaldırdı. “Şimdi ayrılıyorum ama bir şeye ihtiyacınız olursa…” ona odanın anahtarını uzatarak kızarmasına neden olan bir bakış attı, aslında cesurca reverans yapıp ardından iki adama kendisini takip etmelerini eliyle işaret etti.

Kyoko ve Tama kalkık kaşlarıyla, dönüp gözden kayboluncaya dek onları izlediler, sonra Kyoko tekrar kapıya baktı ve güçlükle soludu. Tam orada, kapının üzerinde, altın harflerle Kyoko Hogo yazan bir isim levhası vardı.

Tama kıs kıs gülerek kardeşine hafifçe vurdu. “Biliyorsun… böyle yaparak sinekleri avlayabilirsin.”

Kyoko daha önce kendisine verdiği puanı zihninden silerken gözlerini devirdi.

Anahtarı alarak kilidi, ardından çekingen bir şekilde içeriyi gözetleyerek kapıyı açtı.

Tama’nın gözleri faltaşı gibi açılıp onun önüne geçerek ilerledi. “Olamaz! Bu oda neredeyse bizim evin tamamı kadar büyük.” Hayret dolu sesi, sessizlikte yankılandı. “Bu kısımda korkunç bir depo- dans kulübü açabilirsin.”

Kyoko “yani, zindanımı sevdin mi?” diye sorarak puanı ait olduğu yere geri koydu.

*****

Kyoko, Tama’ya teşekkür edip onu yoluna gönderdikten iki saat sonra banyoda eşyalarını raflara yerleştiriyordu. Beş kişinin girebileceği kadar büyük olan küvete tekrar baktı.

Homurdanarak küçük kardeşinin sözlerini taklit etti “Olamaz!”

Hepsinin bir hata olup olmadığını yeniden düşünürken, ensesine değen saçları hissedebiliyordu. Kendi kendine “evet” diye fısıldadı. Her an birisi ortaya çıkıp, eşyalarını toplamasını söyleyebilirdi. Yalnızca yanlış odada bulunuyor olması gerektiğini biliyordu.

Kyoko dışarı çıktı ve odaya bakındı. Yatak bugüne kadar gördüğü en büyük yataktı ve toplanmış kabarık yorgan ve diğer her şeyle şimdiden tamamlanmıştı. Oda, sert tüylü halı ve yatağı tamamlayan yumuşak mor ve mavilerle güzeldi. Oraya buraya koyu kırmızı serpiştirilmişti ve içinde kaybolacak kadar büyük bir gömme dolap vardı.

Her şeyin siyah ve altın sarısı olduğu, bir insanın isteyebileceği her şeyle donatılmış oturma odasına adım attı. Mutfağı zaten kontrol etmişti. Tamamen stoklanmıştı. Kyoko milyonuncu kez başını salladı. “Olamaz.” Şimdi ne yapacağını düşünerek alt dudağını kemirdi. Cumartesi sabahıydı ve dersler pazartesine kadar başlamayacaktı.

Kendi kendine “evet bütün gün burada saklanamam” diye mırıldandı.

Kyoko, olmaması gereken bir yerde sinsice dolaşıyormuş gibi hissederek kapıya yöneldi ve başını koridora uzattı. Kimsenin olmadığını görerek dışarı çıktı ve kapıyı arkasından kapattı, sonra sessizce aşağı inen merdivenlere yürüdü.

Yine izlendiğini hissetti ve iliklerine kadar ürperdi ama dönüp bakmaya cesaret edemeden yürümeye devam etti.

Kyou, ‘beni hissedebiliyor’ diye düşündü. Belki güçleri korktuğu kadar derine gömülmemişti. Odasından ayrıldığı anı biliyordu ve arkasında bıraktığı kokuyu içine çekti… tadını çıkararak.

Kokusunun hatırası diğer hatıraları da tazelemiş gibi görünüyordu. “Rahibe, yakında güçlerini tekrar açığa çıkaracağız. Onları saklamayı tercih edebilirsin… ama uzun süre değil.” Koridordaki duvara dayandı, altın rengi gözleri, kız gözden kaybolana kadar onu izledi.

*****

Kyoko kendisini tekrar zemin katta bulduğunda biraz daha kolay nefes alabiliyordu. Etrafta şimdi kendi yaşında insanların olduğunu fark etti. Kyoko içini çekip yukarıdaki son tuhaflığı da silkeleyip atarak bir an daha düşüncelere boğulmuş bir şekilde orada dikildi.

Hislerinin böyle baskı yapmasına dayanamıyordu. Bazen hiçbir şey hissedememeyi diliyordu. Binanın geniş zeminine gözlerini dikerken bunları aklından uzaklaştırdı. Yalnızca bir saniye önce hissettiği tuhaf heyecanı düşünerek “bunun için bir açma-kapama düğmesine ihtiyacım var” diye mırıldandı.

Kütüphaneye bir bakış atıp ardından çabucak diğer tarafa döndü ve ilk önce bölgeyi daha fazla tanımak istediğine karar verdi. Bir şeyleri keşfetmek hatırlayabildiği kadar eskiden beri kendisi için bir alışkanlık olmuştu ve böyle kalmasını istiyordu. Son iki yılda her türlü dövüş sanatını ele almıştı ve bunun esnek vücuduna verdiği hareket özgürlüğünü seviyordu.

Dinlenme odalarına geçtiğinde, orada birçok farklı çalışma alanı olduğunu fark etti. En büyük spor salonlarından birini camdan görebiliyordu. Orada durup bir süre onları izlemekten kendini alamadı. İki kişi kılıçlarla dövüşüyormuş gibi görünüyordu. Metalin metale çarpma sesini duyunca bir kaşını kaldırdı. Odaya daha da yaklaşıp dinleyerek dikkatle baktı.

"Dikkatini vermiyorsun Suki." Siyah giyimli olanı diğerini bertaraf ederek gülüp poposuna vururken alay edermiş gibi bir sesle konuştu.

Koruyucu giysiler giydikleri için Kyoko ikisinin de yüzünü göremiyordu.

“Shinbe!” diye çok öfkeli, fakat bir kadına ait olan bir ses çıktı. Sonra uyarmadan ileriye atıldı ve daha ziyade tokat atarmış gibi, eskrim kılıcıyla adamın başına vurdu, ardından başındaki kalkanı çekip çıkardı.

Kız adama doğru yürüyüp tek kaşını kaldırarak adamın göğsünü parmağıyla sertçe ittiği sırada uzun kahverengi saçlarının açılıp sırtına dökülmesi Kyoko’yu şaşırtmıştı. “Böyle serserilik yaptığında ciddi dövüşmekte zorlanıyorum.”

Shinbe sırıtarak başındaki kalkanı çıkardı. Teslim oluyormuş gibi iki elini havaya kaldırıp geri çekildi. “Üzgünüm Suki, ama oradaydı… ve onu korumuyordun.” Teninde karıncalanma dalgalarının yayıldığını hissederek kaşlarını çattı ve yavaşça dönerek ametist bakışlarını kapının ağzında dikilen kıza çevirdi, “Hım, bir ziyaretçimiz var gibi görünüyor.”

 

Kyoko, Suki adındaki kızın rakibine hala ters ters bakarak gerçekten kızarmasını, sonra ondan uzaklaşıp geniş bir gülümsemeyle kendisine doğru yürümesini izledi.

Dostça bir hareketle elini uzatmadan önce “erkekler” deyip gözlerini devirdi, “merhaba ben Suki ve bu zavallı erkek müsvettesi de Shinbe” deyip hala sırıtarak arkasından gelen adama doğru başparmağını uzattı.

Shinbe adındaki genç adam “Suki,” diye bağırdı. Açıklamasının önemini göstermek için iki elini de kalbinin üzerine yerleştirerek “beni derinden yaraladın.”dedi.

Suki kaşlarını çattı “Shinbe… eğer seni yaralasaydım beni yapmaya zorladığın tüm vuruşlarla beraber şimdiye kadar beynin kulaklarından akardı.”

Shinbe kaşlarını oynatarak “biliyorsun bana lütfettiğin bu sert sevgiyi seviyorum” dedi.

Suki, “sana sert sevgiyi bir dakika içinde göstereceğim ama yeni kızı korkutup kaçırmak istemiyorum” dedi.

Kyoko onu şimdiden sevmişti ve elini sıkıca sıkarak gülümsedi. “Merhaba ben Kyoko Hogo ama lütfen sadece Kyoko deyin.”

Suki’nin arkasında duran çocuğa bir bakış attı. “İkinizle de tanıştığıma memnun oldum.”

Gözlerinde Kyoko’nun dikkatini çeken bir şey vardı. İnanılmaz bir ametist rengine sahip ve nefes kesiciydiler. Saçları omuzlarından biraz daha uzundu ve mavi gölgeleriyle çok koyu renkteydi. Ona, 80’lerin rock gruplarından bir şarkıcıyı hatırlatıyor gibiydi.

Suki kulağına fısıldadı. “Hey senden bahsedildiğini duymuştum. Evet bugün geleceğini biliyordum. Biraz sonra seni aramaya çıkıp sana etrafı gösterecektim.” Aniden yüzünde gergin bir bakış oluştu ve başını yana çevirip Shinbe’yi sert bir bakışla durdurarak “yerinde olsam bunu yapmazdım” dedi.

Kyoko bakmak için başını eğdi. Oldukça emindi… çocuğun eli havada durmuş, neredeyse Suki’nin poposuna değiyordu ve hayran bir bakışla sırıtıyordu.

Shinbe iç çekti ve elini indirdi, “bir gün bakmıyorken bile nasıl anladığını öğreneceğim.”

Suki, “sadece biliyorum, hepsi bu!” diye homurdandı, Kyoko’ya arkadaşça bir gülümseme sunarak “benimle gel, üstümü çok hızlı değiştireceğim” dedi ve Kyoko’nun elini yakalayarak kapıya çekti.

Kyoko, el salladığını görmek için arkasına dönüp Shinbe’ye bir bakış attı. Kadınların soyunma odasına doğru girerken, ‘bu ikisi çok eğlenceli olacak’ diye düşündü.

Suki, Kyoko’dan şimdiden hoşlandığını söyleyebilirdi ve nedense tanışmadan önce de onu tanıyormuş gibi hissediyordu. Duvarın arkasına geçerken “Kyoko, ben üstümü değiştirirken bana biraz kendinden bahsetsene” dedi.

Kyoko, Suki’nin yanında tamamen rahat hissederek bir banka oturdu. “Şey, şehrin diğer yakasındaki küçük bir kasabadan geliyorum. Ve nedense beklenmedik bir şekilde buradan burs aldım.” Kyoko, Suki’nin “evet” dediğini duyup devam etti. “Gerçekten de başvuru bile yapmadığım bir bursu nasıl aldığımı bilmiyorum.”

Suki bu açıklamadaki soru işaretini duyabiliyordu ve başını köşeden uzatarak gülümsedi. “Bu konuda endişelenme. Buraya benimle aynı şekilde gelmişsin” dedi ve tekrar duvarın arkasında kayboldu, “ben de buraya hiç başvurmadım.”

Kyoko kaşlarını çattı, “ama neden? Bir nedeni olmalı. Sen biliyor musun?”

Suki bu sefer üstünü tamamen değiştirmiş olarak döndü. Tenis ayakkabılarını giymek için oturdu. “Evet, bunu çözdüm. Şey, en azından bir kısmını. Bu okulun sahibi olan adam bazı insanlar arıyor…” Suki duraksadı, başını biraz eğerek, “sıradışı yetenekleri olan insanlar” dedi.

“Burada kalan diğerleriyle tanışmaya başladığında, alışman gerekecek çok fazla şey olabilir” diye ekleyerek omuz silkti. Haklı olduğunu bilerek sırıttı.

Suki aniden kalktı ve soyunma odasının kapısına bir ayakkabı fırlattı, karşı taraftan hafifçe küfredildiğini duyduğunda zaferle güldü. Ayakkabıyı geri alarak giymek için oturdu. “Evet şimdi, nasıl bir sıradışı yeteneğin var?”

Aklı çok hızlı çalışırken Kyoko’nun nefesi kesilmiş gibi duruyordu. Buradaki herhangi biri onun rahibe olduğunu bilebilirmiş gibi görünmüyordu. Suçlu bir ifadeyle Suki’ye kaş çatıp hızlıca bakışlarını uzaklaştırarak cevap verdi “bildiğim kadarıyla hiç yok.”

Suki bir kaşını kaldırdı, ama er ya da geç öğreneceğini bildiğinden omuz silkti. “Hadi gidelim. Zaten muhtemelen Shinbe bizi bekliyordur.” Kapıyı açtı ve tabii ki Shinbe orada, kapıya onları dinleyebilecek kadar yakın bir mesafede dikiliyordu. Geri geri giderek onlara gülümsedi.

Suki kapıyı arkalarından kapattı ve kapıdaki işareti göstererek “Shinbe, okuyamıyor musun? Kadınlar Soyunma Odası” dedi. Çocuğa anlamlı bir bakış attı.

Shinbe omuzlarını silkti “evet, bu yüzden yakınında dikiliyordum.” Kız elini ona doğru salladığında çabucak sıçrayarak çekildi. “Suki… ben bir erkeğim… Sevgiye ihtiyacım var. Bunu elde etmenin, kadın zihninin nasıl çalıştığını öğrenmekten daha iyi bir yolu var mı?”

Suki sıkarak gıcırdattığı dişlerinin arasından “araştırmanı kütüphanede yapabilirsin” dedi.

Shinbe sırıttı. “Sevgili Suki, kadınların zihniyle alakalı olan şu kütüphanedeki her kitap… boş”

Suki gülümseyerek karşılık verdi “çünkü bu kitapların hepsinin yazarı erkek.”

Shinbe öne eğilip bir kaşını kaldırarak, “aynen öyle. Biz testesteron sahiplerine mantıklı gelecek bir kitap yazacak ilk kişi ben olmayı planlıyorum” dedi.

Suki, Kyoko’ya mağlup olmuş şekilde bir bakış attı ve sonra saatine bakıp “hey, aç mısın? Hadi önce öğrenci yemekhanesine gidip yiyelim” dedi.

Kyoko başıyla onayladı. Bu sabah yemek yemek için fazla gergindi ama onların yanında evdeymiş gibi hissediyordu ve şu anda açlıktan ölüyordu.

Shinbe eliyle yolu göstererek “hanımlar önden” dedi. Suki başına başka bir darbe indirdiğindeyse ciyakladı.

Suki ona suçlayıcı bir bakış atarak " bu sefer çok yavaş değildim, değil mi… şimdi önden buyur” dedi. Shinbe güvenli bir şekilde önlerinde yürümeye başladığında bilmiş bir gülüşle Kyoko’ya doğru eğildi “dokunulmak istemediğin sürece her zaman onu önünde tutmayı unutma” dedi.

Kyoko buna engel olamıyordu. Gülmeye başladı ve kendisine, daha ziyade yemekli vagon gibi görünen gömme yemek odasına girene kadar gülmeye devam etti. Bir adım atarak Suki’ye yaklaştığında gözleri büyüdü “biliyorsun, bu yere her gelişimde yanlış yerdeymişim gibi hissediyorum.”

Shinbe onları odanın arka tarafına yakın bir masaya götürdü. Suki ve Kyoko bir banka kayarken, Shinbe dünyanın en masum erkeğiymiş gibi görünerek diğerine oturdu. “Biliyorsun bu yerde alışılması gereken çok fazla şey var.” Ametist gözlerini parlatarak Kyoko’ya gülümsedi. “Bir senedir buradayım ve hala öğrenemedim.”

Suki Kyoko’nun omzunu dürttü, “senin ve benim geldiğimiz gibi geldi. Açık bir davetle.” Kyoko’ya bunu kabul edip tadını çıkarmasını söylemek ister gibi omuz silkti.

Kyoko kafası karışık bir bakışla öne eğildi, “anlamıyorum. Neden birisi bunu yapsın ki?”

Shinbe birisinin ona gerçeği söylemesi gerektiğini bilerek başıyla onayladı. “Benim bazı yeteneklerim var, Suki’nin de öyle.” Göz kırparak omuz silkti. “Burada bursu olan herkesin var.” Doğru kelimeyi aramak için bir an durdu, “biz o veya bu şekilde yetenekliyiz.” Suki’ye kaşını kaldırdı, “henüz ona söyledin mi?”

Suki hızlıca olumsuz bir baş hareketi yaptı, ardından aniden konuyu değiştirmek isteyerek Kyoko’ya döndü, “hey, hamburger ve patates kızartması ister misin?”

Kyoko başıyla onayladı ve Suki ücretsiz burslarla ilgili sorudan kaçıyormuş gibi ayağa kalktı, “burada kal, hemen döneceğim ve endişelenme. Bursu olanlara yemekler ücretsiz ve hatta yemeği bize onlar getiriyor.” Suki onu Shinbe ile yalnız bırakarak sipariş vermek için gitti.

Bölüm 3 "Toya ile Tanışma"

Shinbe, ametist gözleri parlayarak yüzünde ciddi bir bakışla öne eğildi, “burada normal insanlar var ve bir de ben ve Suki gibi bursu olanlar. Bursu olan başkaları da var, ama hepimizin bir tür özel yeteneği var… normal insanların sahip olmadığı bir güç gibi.”

“Benimkisi telekinezi. Zihnimle nesneleri hareket ettirebiliyorum.” “Ve telepati, yani aklımı kullanarak diğer insanlarla konuşabiliyorum.” Bu kelimeleri ses çıkarmadan, kızın onu kendi zihninde duyabildiğini bilerek söyledi.

Dudaklarının oynamadığını ve sesinin zihninde yankılandığını gördüğünde Kyoko’nun dudakları aralandı. Sesinin tüm sıcaklığının… veya bir şeyin orada olması gerektiğini hissetti. Çocuğa baktıkça ifadesi rahatladı ve gözleri yumuşadı.

Shinbe, meraklı kaş çatışını saklamaya çalıştı… zihnini onunkisine bağladığında… bağlantıyı durdurmak için bütün konsantrasyonunu vermişti. Gücü kızla kalmak istiyor gibiydi. Bu duyguyu atmaya çalışarak devam etti. “Aynı zamanda büyü yapabiliyorum ve uzun bir keşişlik hayatından geliyorum.” Kyoko’nun gülmekten gözleri yaşarınca durdu.

Suki, Kyoko’nun yanına geri geldi ve hiçbir şüphe göstermeden “biliyorum inanması zor ama keşişlikten geliyor” dedi. Sırıttı, ama sonra bakışı tekrar ciddileşti, “ve eşyalara dokunmadan onları fırlattığını gördüm, ayrıca her türlü dövüş sanatında da harika.”

Shinbe “belki de sevgili Kyoko’yu tüm yeteneklerim hakkında bilgilendirmeliyiz” diye önerdi.

Suki döndü ve Shinbe’ye ters ters baktı, “hayır, ona BU konuda iyi olduğunu söylemeyeceğim!” sonra da başının tepesine vurdu.

"Ama hala yalnızca bir insanmış gibi davranıyor” nereden geldiği belli olmayan alaylı bir ses duyuldu ve Shinbe fırlayıp sesin nereden geldiğini anlamak için doğruldu.

Kyoko etrafa göz gezdirdi ve bakışları derin altın sarısı gözlere kilitlendi. Sesin sahibi gördüğü her şeyden daha güzel görünüyordu. Gümüş gölgeleri olan siyah saçları uzun katmanlar halinde başından aşağı dökülüyordu. Güneşin kararttığı teni sağlıklı bir şekilde parlıyordu ve uğrunda ölünebilecek bir vücudu vardı. Her nasılsa, gözleri doğrudan ona bakmasa bile onu esir almış gibi görünüyordu.

Suki huysuzlandı ve yeni gelene kızgın bir bakış atarak kollarını göğsünde kavuşturdu. “Harika, onu korkutup kaçıracak herkes burada.”

Shinbe Suki’ye doğru sırıttı ve ardından Kyoko’ya bakıp “bu Toya. Toya, Kyoko ile tanış. Bugün burada ilk günü” diye tanıttı.

Toya, Kyoko’yu görmek için ve her nedense onu ölçüyormuş gibi döndü, bu kızı rahatsız etti. Kyoko gözlerini kısarak adama baktı, onunla ilgili ilk izlenimi ayaklarının yere inmesini sağladı.

Toya huysuzca “ee, yani rahibe sen misin?” dedi, otururken de onu başından savıyormuş gibi kafasını çevirdi.

Kyoko’nun gözleri ona döndü ve şaşkınlıktan güçlükle soludu. Oradaki hiç kimse onun rahibe olduğunu bilmiyordu. Aslında yalnızca, en yakın aile üyeleri biliyordu.

Ani bir öfkeyle, "bunu nasıl biliyorsun?" diye bağırdı.

Toya kanının kaynadığını hissederek geri çekildi. “Lanet olsun, korkunç bir manyak gibi bağırma. Seni gayet iyi duyabiliyorum” diye homurdandı.

Suki ve Shinbe ürkmüştü ve Kyoko ile Toya birbirlerine öfkeli bakışlar atarken, sandalyelerinde küçülmüş gibiydiler.

Toya’nın hisleri, Kyoko’nun öfkesiyle bir güç dalgası yakalamaya başlamış gibiydi ve eğer bunu ona söylerse lanetlenecek de olsa, belki bu küçük sevimli bedenin içinde birazcık gücü olduğunu düşünerek gerginleşti.

Sessizce görünüşünü tarttı. Kalp şeklindeki güzel bir yüzü çevreleyen kumral saçları ışıkta parıldıyordu. Şu anda kendisine öfkeyle bakan ve kanının hafifçe ısınmasını sağlayan canlı gözleri vardı. Cesareti sahibi kadınlar hoşuna giderdi ve şüphesiz kız bununla doluydu, ama nedense bu onu rahatsız ediyordu. Hoşuna gitmeyen şey ona bakma tarzıydı… bunu hemen düzeltecekti.

 

Kızın gözünü korkutmaya çalışarak daha sert baktı. Toya onun yüzüne karşı “Bir burs aldın, değil mi… ve O senin bir RAHİBE olduğunu söyledi!” diye neredeyse burun buruna gelene kadar her kelimede ona daha da yaklaşarak gürledi. Kollarını gevşek giysi kollarının içinde kavuşturdu ve kıza doğru hofladı. Aniden, her saniye kendisine daha da sevimli geldiğini fark ederek bu onu rahatsız etti ve “bahse girerim bir iblisin ne olduğunu bile bilmiyorsundur” diye homurdandı.

Kyoko, öfkesi kabararak geri çekildi. İblislerin ne olduklarını biliyordu. Tüm hayatı boyunca onları incelemiş ve hatta eğer ailesi haklıysa birisiyle karşılamıştı… ama hatırlayamıyordu. Yine de, Toya’nın tepeden bakan kibirli davranışı hoşuna gitmemişti ve bu konuda bahse girmek isteyip istemeyeceğini sorar gibi bir kaşını kaldırdı.

Suki, Kyoko’yu savunmaya gelmiş gibi “Toya, tek bir saniye için medeni olamaz mısın? Yalnızca birkaç saattir burada ve sen onu kaçırmadan önce kalması için ikna etmek istiyorum” dedi. Kyoko’yu bu kadar çabuk kaybetme düşüncesiyle neredeyse üzgün bir hali vardı.

Toya rahatsız olmuş bir şekilde kaşını kaldırıp Suki’ye bakarak, “ee, soruma cevap bile vermedi. Bununla başa çıkabileceğini düşünüyor musun?” dedi ve kızgın bakışlarını hızlıca Kyoko’ya çevirdi.

Kyoko, "beni afallatacağına inandığın her şeyle baş edebilirim, pislik” diye bilgi verirken kelimeleri buz gibiydi.

Suki ve Shinbe birbirlerine baktılar. Toya’nın karşısında böyle cesaretle yalnızca kendileri ile üniversite sahibi ve belki Kotaro dışında kimse duramıyordu. Sonra ikisi de Kyoko adındaki bu kızı kesinlikle seveceklerini anlayarak sırıttılar.

Masada bir yemek tepsisiyle bir garson göründü ve Kyoko dikkatini Toya’dan ona çevirdi. Çocuk Kyoko’ya biraz fazla uzun baktı ve hisleri, ona bir şeyler olduğunu söyleyerek karıncalanmaya başladı. Bu genç adamın çocuksu yüzüne uygun değilmiş gibi görünen karanlık gözlerine baktı.

Çocukla ilgili bir şey… bu duygudan gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını bilmese de Kyoko’nun aklını çeliyordu. Elbette görünüşü sevimliydi ama çocuktaki bir şey onu hafifçe rahatsız ediyordu. Genç adamın çaba bile göstermeden yayıyormuş gibi göründüğü büyünün etkisinden kendisini kurtarmak için gözlerini kırptı. Atmosfer, yanından alçak bir homurdanma sesi duyduğunda en sonunda bozulmuştu.

Toya teninden bir soğukluk geçtiğini hissetti ve şaşırtarak sarsmak ister gibi çocuğa homurdandı. Çocuğun gözleri tekrar Toya’nınkilere odaklandığında, dönüp masadan sıvışırken, abanoz siyahından gümüş mavisine parıldıyor gibiydiler.

Kyoko kafası karışmış bir şekilde Suki’ye baktı ama o yalnızca yemeğinden bir ısırık alarak omuzlarını silkti. Yanındaki Shinbe, ortamı hızla terkeden çocuğu izlerken tuhaf espri anlayışını saklamaya çalışarak elinin içine doğru öksürdü. Kyoko, ‘Toya’ denen çocuğa karşı çok tuhaf bir heyecan duyuyordu ve sorununun ne olduğunu anlayana kadar rahat etmeyecekti. Sandalyede arkasında yaslandı ve bir dakika boyunca onu izledi.

Uzun saçları, içlerinden çılgınca geçen kalın gümüş rengi gölgeleriyle geceyarısının en tuhaf rengindeydi ve gözleri güzeldi… O güzeldi. ‘Zihninden kendine not et, bunu düşündüğün için daha sonra kendini tokat atacaksın.’ Hiç şüphesiz, gözleri altın rengi tozlarla alev alev yanıyordu. Eğer şu anda kendisine çizdiği imaj olmasaydı sevimli olabilirdi.

Suki iç çekti. Kyoko ile, Toya’yı fazla kızdırmaması konusunda bir konuşma yapması gerekiyordu. Ve Kyoko’nun, bir korucuyu kızdırdığı hakkında hiçbir fikri olmaması adil değildi.

Shinbe masadaki sessizlikte, “eğer ateşle oynarsan… genellikle yanarsın” diye bilgilendirme yaptı ve ödül olarak, onu görmezden gelmeye karar vermelerinden önce hepsinden hararetli, sert bir bakış aldı.

Toya, Kyoko’ya hızlıca bir başka bakış attı. Gözlemesi gereken kişi bu muydu yani? Kyou şaka yapıyor olmalıydı. Kyou kızın geleceğinden kendisine bu sabah, onu izleyeceği ve her zaman güvende olduğundan emin olacağına dair uyaran bir tonla bahsetmişti.

Şimdi gözlerini kısmış, az önce masalarının yanında dikilen çocuğun kim olduğunu merak ediyordu. Kyoko’ya bakma tarzı onu öfkelendirmişti. Rahibe gerçekten tehlikede miydi? Kyou neden önemsiz bir insanı güvende tutmakla bu kadar ilgileniyordu? Kyou asla kimseye saygılı davranmazdı, peki bu küçücük kızı farklı yapan neydi?

Toya bazen Kyou’nun, kendisine atanmış bulunan koruyucu olduğu gerçeğinden nefret ediyordu ama kendisini içeri aldığı için ona çok şey borçlu olduğunu kabul ediyordu. Ayrıca Kyou bir şey yapıyorsa, her zaman iyi bir nedeni olduğunu biliyor ve bu tek başına Kyoko denen kız hakkında meraklanmasını sağlamaya yetiyordu.

Masadaki gerginliğe dikkat çektiği için bir bıçakla kesilebilecek olan Shinbe, kocaman açtığı, sevimli bir köpeği andıran gözleriyle Suki’ye bir bakış attı. Soytarılıklarıyla Kyoko’yu tekrar güldürebileceğini bilerek, abartılı bir şekilde bunu yapmaya başladı.

"Evet Suki, bu akşam hala benimle kulübe geliyor musun? Bu gece cumartesi ve seninle dans etmek varken onlarca yabancıyla dans etmek hiç hoşuma gitmez.” Sonra iddiasını kanıtlamak için bir sürü başka kadınla dans ettiğini hayal edermiş gibi sersem bir görünüme büründü.

Suki ona, suratındaki aptal görüntüyü tokatlayarak yok edip edemeyeceğini merak edermiş gibi bir bakış attı, sonra Kyoko’ya döndü. “Kyoko, birisinin bana eşlik etmesi lazım” güldü. “Benimle gelirsin, değil mi? Sadece onunla yalnız gitmek… çok tehlikeli” Kyoko’ya yalvaran bir bakışla baktı.

Shinbe’nin sersem görüntüsünden sıyrılıp ona göz kırptığını gören Kyoko’nun dudaklarının köşeleri seğirdi. “Suki, sizlerle gitmeye bayılırım. Böylece şehvetle kontrolden çıkarsa Shinbe’yi durdurabiliriz.”

İkisi de ona keskin bi bakış attı ve Shinbe homurdandı. Kyoko yine gülme krizine girmesine engel olamadı. Bu ikisini gerçekten seviyordu.

Toya gözlerinin köşesiyle Kyoko’yu izliyordu. Lanet olsun, böyle güldüğü zaman güzeldi. İçten içe homurdandı. Bu da nereden çıkmıştı. Bu düşünce silsilesinden rahatsız olarak kendisini oturduğu yere bıraktı. ‘Lanet olsun!’ Şimdi onu izlemek için bu gece kulübe gitmesi gerekiyordu. Kız arkasını döndüğünde hala Shinbe ve Suki’ye gülümsüyordu.

Kyoko gülümserken kalbi bir an için durdu ve kanındaki sıcaklık birkaç derece arttı. Toya, mutlu olduğu zaman, az önce onu öfkelendirdiği haline oranla kızdan daha fazla gücün geldiğini fark etti. Uzun süredir ilk kez rahatsız hissediyordu.

Kyoko’nun gülmesi bittiği zaman Suki’ye döndü, “hey, pazartesi hangi derslere gireceğimi veya bu sorun için nereye gideceğimi bile bilmiyorum. Nereden öğrenebileceğimi biliyor musun?”

Suki cevaplayamadan, bu soruyu onu dikkatle izleyerek Toya cevapladı. “Tüm burslu öğrencilere aynısı verilir. Yani sen, Suki ve Shinbe diğerleriyle beraber aynı sınıfta olacaksınız. Tek ayrı dersin okulun sahibiyle yapacağın olacak.” Sandalyesinde geriye yaslanırken sesi uyuşuk çıkıyordu.